Düşünce ve Kuram Dergisi

Toplumsal Zihniyet Sorunları

Ergin Atabey, Metin Yamalak, A.Rahim Akalp

Toplumsal bunalım ve sorunlara kaynaklık eden olguların başında toplumsal zihniyette yaşanan sorunlar gelmektedir. Toplum açısından zihniyet basit anlamda altyapının bir yansıması değildir. Bu noktada ekonomik indirgemeciliğe düşmemek kadar, idealist bilinç indirgemeciliğine de düşmemek gerektiği açıktır. Toplumsal olguları aynı bütünlüğün birer etkileyeni ve etkileneni olarak ele almak, toplumsal doğayı anlamak ve doğru yaklaşmak açısından da önemlidir. Bu bağlamda toplumun zihniyet sorunların çözümlerken klasik altyapı-üstyapı ayırımlarına gitmenin toplumsal doğayı daha da anlaşılmaz kılacağı açıktır. Ancak toplum açısından zihniyetin oynadığı rol de küçümsenemez.

Altyapı veya üstyapının saptırıcı öncelik-sonralık tartışmasına girmeden şu hususun altını çizmek yerinde olacaktır: İnsanlık tarihi açısından ilk toplumsallaşmaya doğru adım atılmasından itibaren toplumsal tarihin tüm önemli dönemlerinde temel rol oynayan olgu toplumun zihniyeti olmuştur. İnsanlık tarihi ve güncelliği şunu göstermiştir ki, toplumsal zihniyet alanında gelişen ve zihniyet yoğunlaştırmasını daima yeniden üretebilen toplum bunalım ve sorunlarını aşmış, özgürlüğe yaklaşmış toplum olmuştur. Benzer şekilde toplumsal zihniyet alanında -iç veya dış nedenlerden ötürükendisini üretemeyen, zihniyet sorunlarını çözemeyen ve aşamayan toplum ise, köleleşmekten, ezilmekten ve sömürülmekten kurtulamamıştır.

Bu nedenle özgürlük ile toplumun zihniyet sorunlarının tanımlanması ve çözülmesi arasındaki bağı kuran toplumlar, toplumsal zihniyetin yeniden üretilmesine gereken değeri vermiş ve bu alanda büyük mücadeleler vermişlerdir.

Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi egemen toplumlarda zihniyet olgusuna bu bağlamda yaklaşmışlardır. Egemenler egemenlikleri inşa ederlerken ilk el attıkları alan ekonomik sömürü vb. alanlar değildir. İlkin zihniyete el atmışlardır. Egemenlerin zihniyet alanında yürüttükleri hegemonya savaşı birbirini tamamlayan iki amaç doğrultusunda olmuştur. Birincisi, kendi sınıfsal ve toplumsal konumlarına göre hiyerarşik, iktidarcı ve devletli zihniyeti inşa edip egemen kılmak, bu alanda zihniyet tekelini ve hegemonyasını kurmak; ikincisi ise, ezilen ve sömürülen toplumun özgür zihniyet gelişimini engelleyip toplumun zihniyetinde sorunlar yaratıp zihinsel köleliğe bağlı kendi egemenliğine almaktır.

Toplumun zihniyet sorunları da egemenlerin zihniyet alanında kurdukları zihniyet tekeli ve hegemonyacılığı sonucu ortaya çıkmıştır. Şüphesiz toplum zaman zaman kimi zihni alışkanlıklarını kolay kolay terk edemediği için toplumun zihniyetinin kimi sorunları ortaya çıkacaktır. Ancak dışarıdan müdahale edilmediği sürece toplum iç dinamikleriyle zihniyetinde ortaya çıkan sorunları çözebilecek güce sahiptir. Bu temelde toplumun zihniyet sorunları denilirken esas olarak hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun geliştirdiği egemen zihniyet yapılanmasının ortaya çıkarttığı mitolojik, dinci, felsefi ve pozitivist bilimsel sorunlar kastedilmektedir. Ali Fırat buna “Zihinsel sömürgecilik” demektedir. Egemenler, mitolojik, dinci, felsefi ve pozitivist bilimsel zihniyet alanlarındaki tekelleşmeye dayalı oluşturdukları dogmatik zihniyet sorunları, toplumu en fazla bağımlı hale getiren alanıdır. Esas olarak dogmatizm denilen zihniyet katılaşmasının zemini de egemen ve sınıflı toplumdur. Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplum ve zihniyetiyle birlikte dogmatizm ortaya çıkmış ve toplumun zihniyet yapısında sorunların doğmasına ve yaşanmasına neden olmuştur.

Toplumun özgürleşmesi bu anlamıyla toplumun zihniyet sorunlarını doğru tanımlamak, bu sorunları aşmak ve toplumsal doğanın var oluşuna uygun zihniyet devriminin gerçekleştirilmesiyle mümkündür.

 

Toplum Zihniyet İlişkisi

Genel yaygın yaklaşım, zihniyet olgusunu insani toplumla sınırlılıkla ele almaktadır. Ali Fırat, “Bitkileri çeşitliliğe yönelten bir zekânın mevcudiyetini bilimsel araştırmalar da doğrulamaktadır”[1] değerlendirmesinde bulunarak “zihniyet” olgusunun bütünlüklü boyutlarını ortaya koymaktadır.

İnsani toplum dışında evrendeki diğer varlıklar içgüdüsel veya canlı seziler yapısındaki bir çeşit zihniyetle varlıkların sürdürmektedirler. Hatta evrensel varoluş tek hücreli varlıktan çok hücreli varlık ve yaşama doğru evrilirken, var oluşsallığın itim gücü içgüdüsel ve canlı seziler biçiminde varlık kazanan zihniyettir. Evrenin temel özelliği insani toplum zihniyeti dışındaki bu birinci doğaya ait zihniyettir. Ali Fırat, insani toplum zihniyetinde açığa çıkan zihniyet türünün, evrenin var oluşundaki zihniyetin toplam potansiyel ifadesi olduğunu belirtmektedir. Evrenin canlı, dinamik ve hareket tarzı niteliğine bakıldığında da evrenin varoluşunda ve süreklileşmesinde belli bir zihniyet yapısının etkide bulunduğu ve evrenin henüz tüm boyutlarıyla keşfedilemeyen bir zihniyetle hareket ettiği anlaşılmaktadır. Zihniyet olgusu ele alınırken bu bütünlük içinde ele almakla ancak doğru bir zihniyet tanımlamasına ulaşılabilir.

Şüphesiz ikinci doğa olarak insani toplumda açığa çıkan zihniyet türü nitelik ve işlevselliği bakımından birinci doğadaki zihniyetten daha farklı ve özgüldür. Birinci doğadaki zihniyet belli bir kendini tekrarlamaya tabidir. En gelişkin içgüdü ve canlı sezinin bir sınırı vardır ve o sınır aşılamaz. İnsani toplumdaki zihniyet birinci doğadaki zihniyetin sınırlarını aşan, tekrarlamaya odaklı değil, inşa veya yaratıma dayalı bir yapıya sahiptir. Ali Fırat, insani toplumun sahip olduğu zihniyetin bu özelliğini, birinci doğanın zihniyetini ihlal etme yeteneği olarak tanımlamaktadır. Bu ihlal, evrensel varoluşun dışına çıkmak veya onu aşmak, ondan bağımsızlaşmak değildir. İnsani toplum zihniyeti hayvan, bitki vb. varlıkların içgüdüsel ve canlı sezililiğe dayalı sınırlarını aşarak evrendeki en yaratıcı zihniyet olma niteliğini kazanmıştır. Söz konusu yaratıcı nitelik insani toplumu evrenden üstün bir varlık konumuna yükseltmez. Makro evrenin diyalektik gelişimi sonucu olarak varlık kazanan mikro evren olan insani toplum, evrensel zihniyetin kendisinde gerçekleştirdiği nitelik sıçramasıyla yakalamış olduğu inşa temel ve yaratma gücüdür.

İkinci doğadaki zihniyet inşa etme ve yaratma gücünün kaynağı toplumsallıktır. Zihniyet bireyin tek başına açığa çıkarttığı veya çıkartabileceği bir olgu değildir. Şüphesiz tek tek bireylerin zihniyetin gelişmesindeki rolleri küçümsenemez. Ancak toplumla bağı kurulamayan veya toplumsallaşamayan zihniyet yaşamda gerçek anlamda rolünü oynayamaz. Zihniyet ancak toplumsal zihniyet niteliğini kazandığında inşa etme ve yaratma gücünü gösterebilir.

Toplum ve zihniyet arasındaki diyalektik ilişki varoluşsaldır. Karşılıklı etkileşim ve komünal bir varoluşsal diyalektik içinde birbirlerini var ederler. Toplumsallığın oluşturduğu ekosistem içinde zihniyet gelişim zeminini yakalar, bu temelde yoğunlaştıkça toplumsal gelişim için zemin hazırlar ve gerekli atılımı yapmasını sağlar. Hem toplumsallık olmadan zihniyet yoğunlaşması yaşanmaz, hem de zihniyet yoğunlaşması ve birikimi olmadan toplumsal aşama kat edilemez.

Öte yandan zihniyetin işlevselliği toplum eksenlidir. Zihniyeti içselleştiren maddi ve manevi kültür değerleri toplumsallıkla açığa çıkmıştır. Zihniyet esas olarak toplumun sözkonusu maddi ve manevi kültür değerlerinin oluşturduğu çerçeveyi oluşturan yapıdır. Bireylerin zihniyet ve toplumla ilişkisi de bu temelde ortaya çıkmaktadır. Benzer zihniyete sahip olan bireyler ortak maddi ve manevi kültür değerlerine sahip olan toplum üyeleridirler.

Toplumsal zihniyet son derece istikrarlı bir yapıya sahiptir. Ancak söz konusu istikrarlılık, toplumsal zihniyetin doğasını katı olarak tanımlamayı gerektirmez. Çünkü toplumsal zihniyet istikrarlı olmakla birlikte son derece esnek bir yapıya da sahiptir. Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun egemen katı/dogmatik zihniyetine bakılarak toplumsal zihniyetin doğası tanımlanamaz. Toplumsal zihniyetin doğasını tanımlayan temel özelliklerden biri esnek bir yapıya sahip olmasıdır. Bu esneklik özelliğindendir ki, bir taraftan verendeki diğer tüm varlıklardan kat be kat daha fazla inşa etme ve yaratma gücünü ortaya çıkartırken, öte yandan ise insana muazzam bir seçme gücünü vermiştir. İnsanın yaratıcılığı, inşa etme yeteneği ve özgür seçimi kaynağını toplumsal zihniyetin esnekliğinden almaktadır. Yine hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun, toplumsal zihniyeti, ideolojik egemenliğiyle yanlış algılamalara ve saptırmalara doğru çarpıtması da esnekliğinden ileri gelmektedir.

Anlama ve yorumlama gücü toplumsal zihniyetin doğasını tanımlayan diğer bir özelliğidir. Bu özellik toplumsal zihniyetin duygusal ve analitik zekâ niteliğiyle açığa çıkmıştır. Bu durum toplumsal zihniyetin ikilemliliğini değil, duygusal ve analitik olarak bütünlüğünü ifade etmektedir. İnsani toplum yaşama ilk adımını aktığı andan itibaren toplumsal zihniyetin duygusal ve analitik bütünlüğüyle maddi ve manevi kültürünü yaratmıştır.

Duygusal ve analitik zekanın toplumsal zihniyet bütünlüğünde ifadesini bulup rol oynamasını sağlayan ve onları karşılıklı optimal verimli dengede tutan toplumsallığın ahlaki boyutudur. Ahlak toplumsal zihniyet bütünlüğünün yarattığı bir şekilde ortaya çıkması ve toplumsal doğaya göre rol oynaması için duygusal ve analitik zekâyı dengelemiştir. Böylece birinin diğerinin önüne geçip zihniyet bütünlüğünü bozmasının ve dengesizliğin ortaya çıkmasının önüne geçilmiştir. Doğal ve komünal neolitik toplum dönemlerinde toplumsal zihniyette sorunların ortaya çıkmamasının bir nedeni de toplumsal ahlakın oynadığı bu roldür. Ahlak duygusal ve neolitik zekânın verimli ve dengeli işlevselleşmesini sağlamıştır. Yine toplumun zihniyet sorunlarının açığa çıkmasında da, hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun toplumsal ahlak yerine kendi çıkarlarını ikame etmesi rol oynamıştır.

 

Kurumlaşan Zihniyet Hegemonyası ve Toplumsal Zihniyet Sorunları

Toplumun var oluş niteliği olan zihniyetin sorun yaşar hale gelmesi hiyerarşik, iktidarcı, devletçi toplumun geliştirilmesiyle bağlantılıdır. Ahlaki ve politik toplumun zihniyet sorunlarının ortaya çıkmasında böyle bir sınıflı hegemonyacı toplumsal zemin vardır. Bu sınıfsal toplumsal zemin olmadan kendiliğinden toplumun kalıcı zihniyet sorunları ortaya çıkmaz. Toplumun zihniyet sorunları iktidarcı toplumun varoluşsal niteliğiyle iç içe gelişmiştir. İktidar tekeli ahlaki ve politik toplumun zihniyetini aşındırdıkça, kendini örgütlediği gibi kendi ekseninde bir zihniyet oluşturmak için toplumun doğal zihniyetine ve gelişimine müdahaleyi süreklileştirerek zihniyeti denetimi altına almaya çalışmıştır. Hiyerarşinin oluşumundan kapitalist modernite toplumuna dek, söz konusu zihniyeti denetimine alma mücadelesi süregelmiştir. Biran bile bu konudaki hegemonya mücadelesinden vazgeçilmemiştir. Bu anlamıyla iktidar tekelinin gelişimine paralel olarak toplumun zihniyet sorunları da büyümüştür.

Egemenler şu noktayı çok iyi tespit etmişlerdir: Ahlaki toplumsal zihniyet çarpıtılmadan ve toplumsal zihniyette sorunlar yaratılmadan egemenlikli sistemlerini kuramazlar. Bu nedenle “tarih boyunca egemenler, sömürgen tekeller amaçları için ilk iş olarak zihniyet hegemonyasını…”[2] inşa etmişlerdir.

Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun zihniyet hegemonyasıyla amaçladıkları şey, kendi sınıfsal çıkarlarını sağlama almaktır. Toplumun ahlaki ölçülerle sürekli uyanık olan ve gelişen doğal zihniyeti kendi doğal gelişimini sürdürdükçe egemen sınıflar istedikleri gibi dünyayı yönetip yönlendiremez. Uyanan toplumsal zihniyet ahlaki ve vicdani gücüyle her türlü sömürü ve zorbalığa karşı duracaktır. Hegemonyacı, sömürgeci sınıf ancak zihniyet hegemonyasını kurarak toplumsal zihniyeti çarpıtıp kendi çıkarları ekseninde yeniden inşa ederek konumunu sürdürebilir. Bu anlamıyla egemen sömürgeci sınıf ve sisteminin ilk halkası zihniyet hegemonyası olmuştur. Yaratılan çarpık zihniyet ile kölelik, hiyerarşi, sınıf, iktidar, devlet, sömürü, savaş, işgal ve bunlarla bağlantılı toplumsal yaşam ve ilişkilerini normal ve kabul edilebilir olgular olarak topluma benimsetilmiştir. İktidar tekeli tüm bunları gerçekleştirirken zoru, şiddeti de kullanmıştır. Ancak esas olarak toplumsal zihniyetin çarpıtılması ve sorunların açığı çıkması anlamına gelen zihniyet hegemonyası ile toplumda kabullenilebilecek ve katlanılabilecek davranışlar ve ilişkilerin yaratılmasıyla egemenliğini ve sömürgeciliğini benimsetmiştir. Ataerkil Şaman ve Sümer rahipleri toplumsal zihniyetin ilk yozlaştırıcıları olarak böyle bir süreç izlemişlerdir. Sonraki dönemlerde devlet dinciliğini, felsefesini ve pozitivist bilimciliğini üretenlerin de esas aldıkları amaç, zihniyet hegemonyasıyla toplumun doğal zihniyetinde sorunlar yaratıp toplumu iktidar sistemini kabul edebilecek çarpık bir zihniyetle donatmak olmuştur. İktidar sınıfı ve sisteminin sınırları içinde yaşamayı, itaati, sömürüyü ve ezilmeyi kabul etmek anlamına gelen kullaşma bu şekilde yaratılmıştır. Zihniyet hegemonyasıyla toplumun zihniyetinde sorunlar yaratılarak kul düzeni ve kul zihniyeti açığa çıkarılmıştır.

Ali Fırat, toplumun zihniyet sorunlarını çözümlerken, “Yozlaşmanın başladığı an ve yer zihniyetin başladığı ve bittiği yer ve andır”[3]  demektedir. Devamla; “Zihniyet ahlakla bağlantılı kılınmadıkça değersizdir”[4] diyerek ahlak ve zihniyet ilişkisini ortaya koymaktadır. Tarihten günümüze dek hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun kurduğu zihniyet hegemonyasının yol açtığı toplumsal zihniyet sorunlarının vardığı nokta toplumsal zihniyetin boşalması ve değersizleşmesidir. Ahlak ve zihniyet birbirinden kopuk olgular değildir.

Ahlak ve zihniyet aynı şey olmamakla beraber, ahlak toplumsal zihniyetle sıkı bir etkileşim içindedir. Toplumun öz zihniyetini ahlak temsil etmektedir. Ahlak bir yerde toplumsal zihniyetin ışığıdır. Bu ışık söndüğünde zihniyet rotasını kaybeder, yolunu şaşırır, yanlış yollara sapar. Bu anlamıyla ahlak ile zihniyet arasındaki bağ önemlidir.

Egemen ve sömürgeci sınıf zihniyet hegemonyasını geliştirirken, başka bir deyişle toplum zihniyetini boşaltıp değersizleştirirken ilkin ahlak ile zihniyet arasındaki bağı koparmıştır. Toplumsal zihniyeti ışıksız bırakıp istediği gibi yönlendirebilmeye mahkûm etmiştir. Ahlakla bağı kopan toplumsal zihniyet körleştikçe anlamından boşalmış ve değersizleşerek sorunlar yumağı haline gelmiştir.

İktidar tekeli bir taraftan toplumsal ahlak ve toplumsal zihniyet arasındaki bağı kopartırken toplumsal zihniyeti kendi haline bırakmamıştır. Toplumsal ahlak yerine kendi sınıfsal çıkarlarına uygun kodlar yerleştirmiştir. Hatta buna egemen, sömürgeci toplumun sınıfsal çıkarlarının ikame edilmesi de denilebilir.

Esas olarak egemen ve sömürgeci toplumun geliştirdiği zihniyet hegemonyasının temel karakteri de bu noktada ortaya çıkmaktadır. O da ahlaksız bir zihniyetin egemen kılınmasıdır. A. Fırat’ın tanımını yaptığı yozlaşma ve değersizleşme, hakim kılınan hiyerarşik, iktidarcı, devletçi sınıfın ahlaksız zihniyetidir.

Ahlaki bağını yitirmiş zihniyet toplumsal açıdan bireyci, bencil ve sınıfçıdır. Eko-sistem karşısında fetihçi-işgalcidir. Ekonomik bakımdan özel-devlet mülkiyetçiliğiyle sömürgecidir. Cinsiyetler ilişkisinde ataerkil ve toplumsal cinsiyetçidir. Hiçbir ilke ve ölçü tanımız. İktidarcı ve devletçidir. Toplumsal sorumluluk sahibi değildir. Yapıcı, geliştirici değil; yıkıcı ve savaşçıdır. Değer üretmez, kendini bilmez, avare ve tüketicidir. Özgürce düşünmez, özgür değildir. Ahlaktan yoksun bırakıldığı için iradesiz, uyur-gezer durumdadır. Nereye ve kime bağlı olduğunun farkında değildir, dogmatiktir. Kendinin yeniden üretebilecek gücü, anlayışı yoktur. Bilinçsizce uzay boşluğu içinde yaşamaktadır.

Hiyerarşik toplumun inşa edilmesinden günümüze değin, devletçi uygarlık toplumunca inşa edilen ve ahlakla bağı kopan zihniyetin yaşadığı sorunlar bu nitelikleriyle yaşamın her alanında yaşamaktadır. Bu anlamıyla egemen ve sömürgeci toplumun yarattığı ve kendi zihniyetiyle hâkim hale getirdiği toplumun zihniyet sorunları yozlaşma, değersizleşme ve ahlaksızlık olarak tanımlanabilir.

İktidar tekelleri toplumun zihniyetinde bu biçimde sorunlar yaratıp toplumsal zihniyeti yozlaştırmayı, boşaltmayı, ahlaktan soyutlamayı iç içe oluşturulan üç dayanak veya kurumlaşma üzerinden geliştirmiştir. Bunlar; bilgi üzerinde kurulan tekel, eğitim kurumlarıyla toplumun zihniyetinin iktidar sınıfının çıkarlarına göre biçimlendirilmesi ve yöntemidir.

 

a- Bilgi Üzerine Kurulan Tekel

Toplumsal zihniyet üzerinde kurulan hegemonya aynı zamanda bilgi ve bilme üzerinde kurulan tekeldir. Devletli uygarlık tarihi bir yönüyle yaşamın her alanında kurulan tekelciliğin tarihidir. Ekonomik, askeri, sosyal, politik… vb. tekellerin baş aktörü ise bilgi ve bilme üzerinde kurulan tekeldir. İktidar sınıfının bilgi ve bilme üzerinde kurduğu tekel aşılmadan, diğer alanlardaki tekelciliğin doğru çözümlenmesi de yapılamaz.

Toplumsal bilgi ve bilme zihniyetle bağlantılıdır. Toplumsal zihniyet nedenli doğal varoluşuna göre işliyorsa toplumsal bilme gücü de o denli gelişkin ve etkili olur. Toplumun anlama, kavrama, yorumlama ve zihinsel yaratım gücü bilgi ve bilme kapasitesine bağlıdır.

Toplumun zihniyet sorunlarının toplumsal yaşama yansıması iktidar tekelinin zihniyet hegemonyası ile toplumun zihinsel üretim süreçlerinden uzaklaştırılması bilgi üretim ve zihinsel faaliyetler üzerinde tekelin oluşturulması sonucu gelişmiştir. Bilgi ve bilme tekelciliği bu anlamıyla toplumu en sıkı kayışlarla egemen sisteme bağlayan olgu olmuştur.

İktidar tekelleri bilgi ve bilmeyi tekellerine alırken kendi ihtiyaçlar ve devamlılığı için biçimlendirilip topluma sunulması için bu alanda uzmanlar görevlendirilmiştir. Bu uzmanlar bir dönem ataerkil yaşlı bilge ve şamanlar; bir dönem devlet dinciliğinin ulemaları, devlet despotizminin felsefecileri veya devlet iktidarcılığının bilimcileri, aydınlarıdırlar. Devletli uygarlık tarihi boyunca söz konusu “uzmanlar” bilgi ve bilme tekelciliğinin üreticileri ve koruyucuları olarak rol oynamışlardır.

Bilgi ve bilme tekelciliği uzmanlarının sıkıca bağlı oldukları temel ilke, her şart altında evrenin, yaşamın, tarihin, toplumun ve insanın anlamını, amacını ve konumunu topluma öğretmek olmuştur. Toplumun doğal-ahlaki zihniyetini boşaltma ve egemen toplumun iktidarcı, sömürücü zihniyetini inşa etmede belirleyici rol oynamışlardır.

Zihniyet hegemonyası, bilgi-bilme tekelciliğinin kurum ve uzmanlarına iktidar tarafından doğruların ve yanlışların tespiti ve tayini yetkisi verilmiştir. Bilgi ve bilme alanındaki tek otoritede söz konusu uzmanlar ve uzman kurumlardır. Toplumsal yaşamın her alanında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bu uzmanlar belirlemiş ve belirlemektedirler. Bu şekilde toplum bilgi-bilme üretiminden uzaklaştırılarak toplumsal zihniyet sürekli olarak aşındırılıp yozlaştırılmıştır. Toplumsal ahlaki kültür ve zihniyet yerine kültür endüstrisinin belirlediği istenç ve ölçüler egemen hale getirilmiştir. Bilgi-bilme tekelciliğiyle gerçekleştirilen bu zihniyet operasyonu toplumsal yaşamda büyük felaketlere yol açmıştır. Kendi bilgibilme tarzını üretmekten alıkonulan toplum aynı zamanda kendi toplumsallığı için politika yapamaz, ekonomik üretimde bulunamaz, sistem kuramaz, sosyalleşemez, kültürleşemez hale gelmiştir. Toplumsal yaşam için geçerli olan kural şudur: Bilgi ve bilme üretimine veya inşasına hangi toplumsal sınıf ulaşabiliyorsa, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alandaki üretimde de o sınıf etkilidir. Uygarlık tarihi boyunca bu sınıflar hep iktidar sınıfları olmuştur. Ezilen, sömürülen sınıflar devrimler gerçekleştirse de toplum üzerinde iktidar oluşturmaktan kurtulamamıştır. İktidarlar var oldukça toplumsal zihniyet hep onların etkisi ve belirleyiciliği altında şekillendirilmiştir.

 

b- Eğitim kurumlarıyla toplumun zihniyetinin iktidar sınıfını çıkarlarına uygun hale getirilmesi;

Bilim, bilgi tekelciliğinin uzmanları veya evcilleştirilmiş otoriteleri toplumsal zihniyeti boşaltarak, yozlaştırarak toplumu bilgi ve bilme üretiminden uzaklaştırırlarken, toplumun zihniyet sorunlarını yaratan merkezler olarak da tanımlanabilecek kurumlardaki eğitim ve işlevlerini yerine getirmişlerdir. Devletli uygarlık tarihi boyunca eğitim ve kurumlarının adları veya biçimleri değişmiş olsa da esas rolleri değişmemiştir. Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi toplumun eğitimi ve kurumlarının her dönemde üstlendikleri rol, eğitim denilen olguyla toplumsal zihniyeti, kişiliği ve yaşamı biçimlendirmek olmuştur.

Egemen ve sömürgeci sınıfların eğitim ve kurumlaşmaları her ne kadar toplumun yararınaymış gibi gösterilse de özünde toplumsal zihniyet karşıtlığı üzerinden inşa edilmiştir. Ataerkil aile, iktidar-devlet eksenli havra, kilise, camii, okul-üniversite ve kışlalar egemen zihniyetin inşa edildiği kurumlardır. Söz konusu kurumlarda bir taraftan toplumsal zihniyet başlatılırken öte yandan iktidarcı zihniyet inşa edilmektedir. Günümüzdeki bu kurumların en basitinden en gelişkinine kadar, bu rolleri görülüp tavır alınmadan toplumun zihniyet sorunlarının çözülemeyeceği açıktır.

İktidar tekellerinin eğitim anlayışı zor ve şiddet karakterinde bir eğitimdir. Egemenlerin eğitimle amaçladıkları şey, toplumun en savunmasız kesimi olan çocuklardan başlayarak, tekelci uzman despotizmi altında iradelerinin kırılması, biat kuşaklarının yaratılmasıdır. Eğitim bu anlamıyla öncelikle bir tahakküm kurmaktır. Çocuğun iradesi kırılıp incitilmiş veya fiili zor veya şiddetle çocuk üzerinde tahakküm kurulduktan sonradır ki zihni, kişilik ve davranış şekillendirilmesi gerçekleştirilmektedir. Kafaların bu şekil biçimlendirilmesi ile iktidar tekelleri kendileri için ideal toplumu yaratırlar. Eğitimle hedeflenen şey topluma bilgi-bilme öğretmek değildir. Tersine toplumun doğal zihniyetini sistematik bir şekilde boşaltarak iradesizleştirmek, kendi sömürgeci ve savaşçı çıkarları için insan yetiştirmektir. İktidar tekellerini eğitimin bu tahakkümcü, egemenlikli özünden ötürüdür ki tarihin bütün dönemlerinde eğitime büyük yatırımlar yapılmıştır, yapılmaktadır. Tahakküm ve egemenliğin ekonomik ve askeri boyutları üzerinde kısmen de durulmuştur, ancak devlet-iktidar eksenli eğitimin ürettiği tahakküm ve egemenlik üzerinde, dolayısıyla bu alanda yaratılan zihniyet sorunları üzerinde yeterince durulamadığı için ekonomik ve askeri tahakküm ve egemenliğin yarattığı sorunlarla çözülememektedir.

Bütün toplumsal sömürü biçimlerinin, her türlü zorla militarizmin, tahakkümcülüğün öncülüğünü iktidar tekelinin egemen kıldığı eğitim yapmaktadır. A. Öcalan söz konusu eğitimin bu bağlamdaki rolü için “Zihniyet oluşum merkezleri olarak üniversite, akademi; daha aşağıda lise, ortaokul, ilk ve anaokulların verdiği, kilise, havra, caminin tamamladığı; kışlanın keskinleştirdikleri toplumun kalıntısı kalan zihin-ahlaki dokuların fethi, işgali, asimilasyonu değil de nedir?”[5] demektedir.

Bu anlamıyla egemen sömürgeci toplumun geliştirdiği eğitim, zihin fethinden başlanılarak topluma egemen zihniyet, bilgi ve bilme biçimi aşılanarak toplum biçimlendirilmiştir, biçimlendirilmektedir. Eğitim kurumlarından müfredat programlarına ve teknolojilerine dek, egemen eğitim alanlarındaki tüm dinamiklerin böylesi bir rolü vardır. Zihniyet, kişilik, davranış, çalışma ve toplumsal yaşam biçimlendirilmesi ve yönlendirilmesi eğitim ile gerçekleştirilmiştir. Bu alanda egemenler o denli mesafe kat etmişlerdir ki, eğitimlerinin rolü sabit olan eğitim kurumlarını aşmıştır. Ev, sokak, işyeri… vb. yaşamın tüm alanlarında oluşturulmuş mekanizmalarla toplumun zihniyeti, kişiliği, davranışları ve yaşamı öğretilmekte, eğitimle biçimlendirilmektedir.

 

c- Yöntem sorunu;

Toplumun zihniyet sorunlarına yol açan egemen sistemin yöntemleri, bilgi ve bilme üzerindeki tekelciliğin ve bu tekelciliğin geliştirdiği biçimlendirme aracı olarak eğitimin itici gücü olmuştur.

Zihniyet açısından yöntem hakikati anlamanın yol, ilke ve kurallarıdır. Anlama, kavrama ve yaşamın hakikatini toplumsallığın ve eko-sistemin doğal varoluşuna göre oluşturulmasını ifade etmektedir. Toplum doğal zihniyetini geliştirirken, hakikate ulaşmanın yöntemini de geliştirmiştir. Toplumsal sezgilerin, duyguların, düşünce vb. algıların toplamından hakikate ulaşma ve hakikatini oluşturma yöntemini toplumsal yaşam ve deneyimlerinin öğreticiliğinden hareketle ortaya çıkarmıştır. Egemen ve sömürgeci toplum geliştirilmeden önce toplum söz konusu bütünlüklü zihniyet yöntemiyle en yalın şekilde hakikat arayışını ve inşasını sürdürmüştür.

İktidar tekelinin kurulmasıyla sınıfçı, egemenlikli ve iktidarcı yöntem de geliştirilmiştir. Devletçi-iktidarcı mitoloji, dincilik, felsefe ve pozitivist bilimcilikle geliştirilen yöntem bu anlamıyla saptırıcı olmuş, toplumu hakikatlerinden uzaklaştırmıştır.

Egemen ve sömürgeci toplumun geliştirdiği yöntem, gerçekleri yalan, yalanları gerçekmiş göstererek toplumsal zihniyette büyük tahribatlar yaratmıştır. Gerçeğe ulaşmanın evreni, toplumu ve yaşamı anlamanın, kavramanın ve yorumlamanın tek bir yöntemi varmış gibi kesin ve katı kurallar geliştirmiştir. Toplumun canlı, dinamik ve zengin algılama ve kavrama zihniyetini bu anlamıyla büyük bir tek düzelik ve durağanlık içine almıştır. Tarihteki büyük zihniyet dogmatizmi bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Dogmatizm denilen olgunun egemenlerin gerçekleştirdiği bu zihniyet yöntemiyle direkt bağlantısı vardır. Dogmatizm salt dini bir olgu değildir. Yöntem ile bağlantısı olduğu için devletçi-iktidarcı mitoloji, dincilik, felsefe ve pozitivist bilimcilik ile iç içe geçen ve tarih boyunca egemenlerce üretilip korunan bir olgudur. Eğer günümüzde dogmatizm toplumun zihniyet sorunlarına neden oluyor ve kaynaklık ediyorsa bu, egemen ve sömürgeci sınıfların geliştirdiği iktidarcı, hegemonyacı zihniyet yöntemlerinde ısrar etmesi sonucudur. Gerçekte mitoloji, din, felsefe, bilim toplumun hakikati tanımlanan yöntemleri olarak birer toplumsal değerdirler. Araç ve yöntem olarak nötrdürler. İktidar tekelleri tarafından iktidarı örgütlemek amacıyla kullanılmaları mitoloji, din, felsefe ve bilimi toplumsal zihniyet sorunu yaratan yöntemler haline getirmiştir. İktidar tekellerinin bu yöntemleri kullanarak hakikatleri tekleştirip mutlaklaştırması toplumsal hakikat arayışını dondurup yaygın bir dogmatizm altında zihinler uyuşup itaate uygun hale getirilmişlerdir.

İktidar tekelleri geliştirdiği zihniyet yöntemleriyle sınıfsal çıkarlarına göre bilmenin, anlamanın ve yorumlamanın standartlarını oluşturmuştur. Buna göre hakikate ulaşmanın tek geçerli yolu zihniyeti, bilmenin ve bilginin bu standartlara uymasıdır. Egemen ve sömürgeci toplumun geliştirdiği dogmatik yöntem tarih boyunca yunan mitolojisindeki Prokrustes* yatağı işlevini görmüştür. Prokrustes yatağı gibi iktidar tekelleri de toplumun zihniyetine bağlı bilgi, bilme, anlama, yorumlama ve hakikate ulaşma yöntemlerini yasaklayarak veya reddedip hegemonyasının baskısı altında sürekli olumsuzlayarak kendi yöntemini tek kabul edilebilir geçerli yöntem konumuna getirmiştir. Dolayısıyla geliştirdiği yöntemle oluşturduğu “dogma ve klişeleri kim en çok biliyorsa o alim sayılmış ve en üstün mertebeye oturtulmuştur.”[6] Ve geliştirdiği yöntemle toplumun zihniyetini boşaltmaya ve her türlü zihinsel, kültürel, sanatsal yozlaşmayı egemen kılmaya devam etmektedir.

 

Sonuç yerine:

Toplumun zihniyet sorunlarını yaratan hiyerarşik, iktidarcı, devletçi toplumun zihniyet hegemonyasına, bilgi ve bilme tekelciliğine, eğitim ve biçimlendirilmesine ve dogmatik yöntemine karşı, toplumun ilk oluşumuyla beraber gelişen ahlaki, duygusal ve analitik zihniyet bütünlüğünü ve yöntemini savunma mücadelesi orta yerde durmaktadır. Toplumun zihniyet sorunları devletli uygarlığın kurulmasıyla oluşmuştur. Toplumsal zihniyet sorunlarının aşılması da devletli uygarlığın kurulmasıyla oluşmuştur. Toplumsal zihniyet sorunlarının aşılmasıyla bağlantılıdır. Toplumun ahlaki ve politik niteliğinin tahrip edilmesi karşısında doğru bir zihniyet mücadelesi verilmeden insanlığın içine düştüğü cendereden kurtulması mümkün değildir. Toplumun zihniyet sorunları bu anlamıyla çözüldükçe toplumsal bunalım ve sorunlar da çözülebilecektir. A. Öcalan bu anlayışla verilecek zihniyeti savaşımının formülünü şöyle ortaya koymaktadır: “(…) Negatif duruş gerekiyor. Sistemin hakikat rejimine karşı cepheden olumsuz davranılmaz!”[7]

* Yunan mitolojisinde anlatıldığına göre Prokrustes’in iki demir yatağı varmış. Bu yataklar standartmış. Prokrustes insanları bu yataklara uyduruyormuş. Yataklardan kısa olanları uzatır, uzun olanları ise kısaltırmış.

 

Yararlanılan Kaynaklar

[1] Özgürlük Sosyolojisi, A.Öcalan

[2] Özgürlük Sosyolojisi, A.Öcalan

[3] Özgürlük Sosyolojisi, A.Öcalan

[4] a.g.e

[5] Özgürlük Sosyolojisi, A.Öcalan

[6] Demokratik Toplum Manifestosu 1. Cilt, A.Öcalan

[7] a.g.e

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.