Düşünce ve Kuram Dergisi

Ukrayna Savaşı Dünya Sisteminde Bir Kopuşu Tetikleyebilir… 

Fikret Başkaya

Kapitalist dünya sistemi hiyerarşik bir yapılanmadır, piramide benzer… Her dönemde piramidin tepesinde hegemonik-emperyalist bir güç bulunur, onu ikinci-üçüncü derecedeki kapitalist-emperyalist ülkeler izler. Sistem, en güçlüden en zayıfa doğru bir yapılanma arz eder. XIX. yüzyılda hegemonik güç İngiltere idi. Ona ‘güneşin batmadığı’ imparatorluk denirdi. 

1. yüzyılın başında artık durum değişmişti. Yeni yetme emperyalist odaklar türemişti. Almanya, ABD ve Japonya “artık bundan bizde varız” deyip İngiltere’nin hegemonik statüsüne meydan okumaya başladılar. İki emperyalistler arası savaşın sonunda Almanya ve Japonya çökertildi, İngiltere ve Fransa’da savaştan büyük yara alarak çıktılar, takatsiz kaldılar. Artık ABD tartışmasız hegemonik bir güç olarak sahnedeydi… O kadar ki, bir başına dünya sanayi üretiminin %46’sını, dünya ticaretinin de yaklaşık üçte birini temsil eder hale gelmişti… O tarihten sonra kapitalist dünya sisteminin patronuydu… 

ABD ile faşizmin yenilgisin  de başat rol oynayan Sovyetler Birliği (Roosevelt- Stalin) arasında bir kompromi söz konusuydu. Buna göre (ne demekse) “Hür Dünya” ABD’nin, ‘komünist blok’ da Sovyetler Birliği’nin nüfûz bölgesi olacaktı. Fakat bir şey var: Kapitalizm emperyalizm üretmeden, emperyalizm savaşsız, hegemonya düşmansız yapamaz… ABD 1949 yılında bir askeri (militer) saldırı paktı olan NATO’yu kurdu. Sovyetler Birliği de 1955 yılında Varşova Paktı’nı kurmak zorunda kaldı. Artık ondan sonrası ‘soğuk savaş’ denilendi… Aslında Sovyet sisteminin herhangi bir yayılmacı eğilimi yoktu ama ‘demir perde’ sayıldı ve katli vacip düşman ilan edildi… Amaç Sovyetler Birliğini silahlanmaya zorlayarak zayıflatmaktı… Soğuk Savaştan asıl nemalanan ABD silah sanayii kapitalistleriydi… 

1990’ Sovyet sistemi çöktü, Varşova Paktı’nın varlık nedeni ortadan kalktı ve lağvedildi… Hasım sahneden çekildiğine göre, NATO’nun da lağvedilmesi gerekiyordu ama tam tersine NATO genişlemeye devam etti. 1990’da 16 olan üye sayısı bugün 30 ve üç aday da kapıda bekliyor…

1990 sonrasına ‘tek kutuplu dünya’ denecekti. ABD Rusya’yı zayıflatmakla yetinmeye niyetli değildi… Hala bir ‘kıta ülke’ ülke olan, zengin enerji ve yeraltı kaynaklarına sahip Rusya’yı çökertme hedefi daha 1990’lı yıllarda gündeme alınmıştı. Son dönemde tüm ABD Başkanlarının “akıl hocası” olan Zbigniew Brzezinski ,1997’de yayınlanan “Büyük Satranç Tahtası (Le Grand Echiquier) adlı kitabında “ABD’nin Stratejisi, Ukrayna’yı ele geçirip, Rusya’nın gücünü kırmak, parçalamak ve Almanya ile bütünleşme olasılığını yok etmek olmalıdır” diyordu. Nitekim Brzezinski’nin programının ilk meyvesi, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın NATO’ya dahil edilmesi oldu… Ve arkası geldi… 1999’da Sırbistan NATO tarafından bombalandı (tabii ‘uluslararası hukuk hiçe yayılarak). 2004’de Doğu’ya doğru yayılma devam etti. 2004 ‘de Gürcistan ve Ukrayna, 2005’de Kırgızistan, ‘renkli devrim’ hamleleriyle Rusya’dan koparılma, NATO’ya dahil etme hamlesi gündeme geldi… 2014’de ‘Maidan isyanı’ Neo-Nazi milislerin desteğiyle bir hükümet darbesine dönüştürüldü… ABD dışişleri bakan yardımcısı Victoria Nuland’ın dahliyle meşru hükümet görevden uzaklaştırıldı… 

Ve gereği düşünüldü. Rusça yasaklandı, Ukraynaca tüm devlet kurumlarında, mağazalarda, vb. zorunlu dil sayıldı. Donbass halkı isyan etti, Rusya Kırım’ı ilhak etti ve ondan sonraki dönemde devlet yönetiminin tüm kademelerine ve orduya neo-nazi unsurlar yerleştirildi ve aşırı sağcı neo nazi taburlar orduyu kemirmeye devam etti… 2014’den beri Donbass bölgesi, ordu destekli neo-nazi, aşırı sağcı milisler tarafından bombalanıyordu… Çocuk, ve kadınlar da dahil, adı konmamış savaşta 14 bin kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor… Her zaman olduğu gibi ve bilinen nedenlerden dolayı saldırılardan, ölümlerden Batı medyasının ve Batılı siyasetçilerin haberi olmadı… 

2020 yılında Covid ve ABD seçim kampanyaları bölgede tansiyonu biraz düşürse de Biden’in 2021 de başkanlık koltuğuna oturması ile gerginlik arttı. Biden daha 2014’deki ‘Maidan darbesinde’ senatör McCain’le birlikte önemli bir rol oynamıştı. Biden’in oğlu Robert Hunter, Poroshenko iktidarında Kiev’de önemli iş imkanlarına sahip olmuştu… Ukrayna enerji şirketi Burisma’nın yönetim kurulu üyesi olarak yılda yaklaşık 1 milyon dolar alıyordu… 

Aslında Rusya’nın savaşı başlatmasının görünen nedeni Donbass ve Kırım olsa da mevcut güç dengesinin Rusya aleyhine bozulması Rusya için ölüm-kalım meselesi demeye gelecekti… Eğer Ukrayna NATO safında yer alır, Polonya ve Romanya’da olduğu gibi NATO Ukrayna’ya nükleer silahlar yerleştirirse, nükleer bir saldırı halinde Rusya zorunlu olarak karşılık verecek, 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz olacaktı ki, öyle bir savaşın kazananı olmazdı… Velhasıl Ukrayna savaşının tetikleyicisi ABD-NATO cephesiydi… 

Montesquieu, ‘Savaş söz konusu olduğunda iki şeyin ayrımını iyi yapmak gerekir’ demişti. ‘Birincisi, savaşın gerçek nedenlerini görünen nedenlerden ayırt etmek; ikincisi de kim başlattı, kim savaşı zorunlu-kaçınılmaz-kıldı konusunda netlik olmalıdır’ demişti… İnsanların savaşa dair bildikleri Batı medyasının pompaladığı yalan haberlere dayanıyor… İnsanların bilinci medya yalanlarıyla zehirleniyor… İşte Putin bir deli, paranoyak, savaş suçlusu, oligarkların adamı, vb… Diyelim ki, Putin bir deli, bir sabah uyanmış Ukrayna’yı işgal etmeye karar vermiş… Vietnam’ı yerle bir eden, Granada’yı, Panama’yı, iki defa Irak’ı, iki defa Sırbistan’ı, Afganistan’ı, Sudan’ı, Suriye’yi, Libya’yı, Yemen’i işgal edip çökertenler daha mı rasyonel… 

Fransa, Almanya ve Rusya’nın garantör olduğu Minsk Anlaşması (2014), ateşkes ve Ukrayna güçlerinin (neofaşist unsurların) geri çekilmesini, Donetsk ve Luhansk bölgelerine özerklik tanınmasını öngördüğü halde, Ukrayna imzaladığı halde Minsk Anlaşmasına uymadı, özerklik  tanımaya yanaşmadı. Eğer Donbas özerklik kazanırsa, Parlamento’da Rusya yanlısı çoğunluk oluşacaktı… Yüzü Washington’a, NATO’ya dönük Ukrayna hükümetinin öyle bir şeyi kabullenmesi mümkün değildi…

Rusya Donbass bölgesindeki iki halk cumhuriyetinin-Donenks ve Luhansk-bağımsızlığını tanıdığında, bunun ‘uluslararası hukukun’ ihlali olduğu söylendi. Onca ülke ABD ve NATO’cu cephe tarafından utanmazca çökertilirken uluslararası hukuk yerli yerinde duruyor muydu? Kaldı ki Vestfalya Barışından beri (1648) oluşan uluslararası hukuk geride kalan 30-40 yılda ABD başta olmak üzere ‘Uygar Batı’ tarafından by-pass edilmişti… İnsani müdahale, koruma zorunluluğu, önleyici savaş… gibi yeni ‘hukuk kuralları’ geliştirdiler… Aslında NATO’cu kolektif emperyalizmin hedefinde sadece Rusya yok. Rusya etkisizleştirilebilinirrse, sıra Çin’e gelecek…  Asıl sorunun farkında olan Çin, Hindistan ve Pakistan tarafsız kaldılar, kırk kadar devlet de BM’deki oylamada NATO cephesi tarafından dayatılan yaptırımlara uymayacaklarını beyan ettiler… Abartılı yaptırımların sadece ekonomik-ticari ilişkileri değil, kültür, sanat, spor alanlarına kadar genişletilmesi, Ukraynalı mültecilere kucak açarken, Nijeryalı, Hindistanlı, Pakistanlı, Çinli, Afgan  ve Suriyeli öğrencileri trenlerden atmaları, Uygar Batı’nın hümanizm, demokrasi, özgürlük… söyleminin ne kadar içi boş olduğu bir defa daha görülecekti… 

Sadede gelirsek, her savaş sonludur. Savaş bittiğinde güç dengeleri nasıl ve ne yönde değişebilir? NATO’cu cephenin amacı Rusya’nın bir küresel güç olmasını önlemek. O halde bu mümkün mü sorusuyla devam edebiliriz. Rusya ‘herhangi bir ülke, bir devlet değil’, Bir ‘kıta ülke’. Belki dünyada kendi kendine yeterlik katsayısı en yüksek ülkelerden biri. Zengin enerji kaynaklarına (kömür, petrol, doğal gaz), yeraltı zenginliğine, stratejik öneme sahip madenlere, verimli topraklara sahip. Bugün bile hububat ihraç eden ülkelerin başında geliyor… Rusya ve Ukrayna buğday başta olmak üzere dünya hububat ihracatının %25’ini sağlıyor… Rusya’nın maden ihracatının aksaması, dünya sanayileri için vazgeçilmez olan madenlerin (kobalt, palladium, nikel, alüminyum, vb.) sıkıntısı yaratacaktır. 

Elbette Batı’nın dayattığı yaptırımlar Rusya’da sorunlar yaratacaktır ama Batı’dan kopuş, Rusya’yı ‘içe dönük büyüme’ tercihine yöneltebilir ki, o konuda büyük imkânlara sahip. Ruble’nin değer kaybetmesi ithalatta sıkıntı yaratsa da içerdeki üretimi teşvik edecektir. Kopuşla Rusya Batı ile olan tüm anlaşmalardan da çıkacağı için (İngiltere’nin Rusya’ya ihracatını durduracağını ilan etmesinin ardından Rusya’da Dünya Ticaret Örgütü’nden çıkma hamlesi başlattı) mesela fikri mülkiyet hakları geçersiz olacaktır ki, bu Batı teknolojilerini kopyalamayı kolaylaştırabilir… Çin’nin zengin teknolojik imkânlarından yararlanabilir… 

Savaş sonrasında Rusya, Çin’le işbirliğini ve dayanışmayı daha da büyütebilir. Zira, Çin’in Rusya’nın doğal kaynaklarına ihtiyacı var. Rusya’nın tüm doğal kaynaklarına talip… Rusya dolardan çıkabilir, onu Çin ve daha sonra başka ülkeler, Hindistan, vb. izleyebilir. Dolarsızlaşmanın (dedolarisation) yaygınlaşması, ABD (Batı) üstünlüğünün sonu demek olur. 1,5 milyar nüfusa sahip Hindistan’ın ve İran gibi başka bazı Güney ülkelerinin de Çin-Rusya safına geçmesiyle dengeler alt-üst olabilir… Bu, ABD başta olmak üzere, NATO’cu cephenin dimyata pirince gitmesiyle sonuçlanabilir ki, ABD dış politikasının beklenmeyen sonucu demeye gelecektir…  

Bugüne kadar ABD, para politikalarıyla, dolar ayrıcalığıyla dünya ekonomisine yön verebiliyordu. 1971’de doların altına bağımlılığı ortadan kalktığı halde dünya parası olmaya devam etti… Mesela askeri güce fazla başvurmadan neoliberal politikaları dayatabilmesi dolar üstünlüğüne sahip olmasındandı… Dolarsızlaşma (dédolarisaton), ABD’nin kendi ayağına kurşun sıkması anlamına gelebilir. Zira, ABD dolar hakimiyeti sayesinde finans piyasalarına yön verebiliyor… Dolarsızlaşma ve Çin-Rusya ilişkilerinin yoğunlaşması, Yuan’nın muhtemel yeni ‘uluslarası’ rezerve para birimi olarak kullanılmaya başlaması, birçok ülkenin yeni ekonomik-ticari bloka meyletmesi Batı’nın hesaplarını boşa çıkarabilir… 

Küresel işçi sınıfının, Yeryüzünün Lanetlilerinin sorunu, hangi kapitalist bloğun güç kaybettiği, hangi yeni güç odağının yeni durumdan kârlı çıkacağı değil.  Kapitalizm dahilinde hiçbir sorunun çözülme olasılığı yoktur. Kapitalizm varlığını korudukça, sosyal kötülükler (açlık, yoksulluk, işsizlik, aşağılanma, etik yozlaşma), doğa tahribatı, ekolojik yıkım, iklim krizi derinleşmeye devam eder… Her geçen gün nihai yıkıma daha çok yaklaşıldığı bir dünyada vakitlice iki kapitalist bloğun çatışmasını seyretmekten, sayın seyirciler olmaktan çıkmanın vakti artık geçmiş olmalıdır… Kapitalizm dahilinde asla bir çözüm olmadığının büyük harflerle kafalara kazınması gerekiyor… İnsanlığın komünizm dışında asla bir geleceği olmayacak… Bunun için de ayağa kalkmak, eko-sosyalist bir geçiş programıyla insanın insanla-toplumun doğayla uyumlu olduğu komünist topluma giden yolu aralamaktan başka bir çare ve başka bir gelecek yok… Zira, geç kalınırsa geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir…

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.