Düşünce ve Kuram Dergisi

Oluş-Zaman Düzleminde Politika ve Özgürlük 

Veysi Biçen

Terzi Hermes’in “Hür sizsiniz”, Hallâc-ı Mansûr’un “Enel Hak” dediği yerde duran insan, her şeyden önce kozmik düşünen insandır. Kozmik düşünce; evreni, dünyayı, insanı, varlığı, ölümü, yaşamı, toplumu ve canlı doğa anlayışını bir bütün içerisinde olup ve zamanın ruhuyla düşünmek ve bütünlüklü algılamak demektir.Oluş ve zamanın ruhunu taşıyan kozmik düşünce, düşünce yöntemlerinin genelini ifade eden düşünce tarzıdır. Düşünce, insan varlığı açısından toplumların gelişim diyalektikliğinin bir sonucu ve ürünüdür. Diyalektiksel gelişme oluş ve zamanın ruhuyla bütünleştikçe kozmik düşünce, varlığı ve insanı tanımlamanın hakikati ifade etmenin düşünce tarzı olarak açığa çıkar. Oluş, varlık ve zaman gibi olgular kozmik olduğu kadar, onu açıklayacak olan düşüncenin de kozmik olması bir zorunluluk olarak öne çıkar. Zorunluluk kozmik düşünen insanı politika ve özgürlük bilincine doğru götürür. Dolayısıyla politika ve özgürlük bilincinin kaynağı kozmik düşüncedir. İnsanı özgürlüğün inancına doğru yol almasını sağlayan düşünce tarzı ise, politik düşünüş biçimidir. Böylece insan, politika ve özgürlük bilincinin yaşam felsefesini oluşum hikâyesinden başlatarak, manaya ve hakikate ulaşmayı amaç edinir.

 

Varlığın Oluşum Hikâyesi ve Zaman

Sınırsız ve sonsuz olarak tahayyül edilen “şey” varlıksız ve yokluksuz olan şeydir. Ne tam olarak var olandır ne de hiç olmayandır. Varlıkla yokluğun tam da ortasında duran şeydir ki, buna oluşumun başlangıç ilkesi denir. Birlikten bütünlüğe doğru yol alan bu ilke varoluşu gerçekleştiren oluş ve zamanın ruhudur. Bu ruha bilinç, akıl, enerji, zaman, din, ilahi ruh, tanrı vb. diyenler olmuştur. Hava, ateş, ışık, su, toprak gibi elementlerle de yaratılış teorilerinin felsefesi yapılmıştır.

Kozmik boşluktan hiçliğe, hiçlikten sıfıra, sıfırdan ol’a, ol’dan zerreciğe, zerrecikten potansiyel haldeki her şeye dönüşen varlığın oluşum hikâyesi varlık yokluk arasında belirecek evrenin varoluşunu gerçekleştirdiğine inanılır. Sessizlikten sese, söze, dile gelen oluşumun, zaman, mekân gibi kozmolojinin temel yapı taşlarını oluşturduğu; ruh-beden, enerji-madde, ışık-karanlık, yer-gök ikilemleriyle de varlığın diyalektiksel evrim serüveni ve çark-ı feleki anlatılmaya çalışılır. Mitoloji, din, felsefe, bilim gibi inanç ve düşünce sistemlerinin hemen genelinde varlığın oluşum hikayesi bu temelde işlenmiş olup, evrenin amacı sorgulanmıştır. Oluşumu başlatan töze ulaşılmaya çalışılmış, varlığın gerisinde duran şeyin ne olduğu merak edilmiş, varlığın kökenine dair bir çaba sarf edilmiştir. Bilim de dahil olmak üzere yaratılış teorilerinin hemen genelinde iki temel kozmolojik olgu öne çıkar. Bunlardan biri oluş, diğeri zamandır.

“Oluşumun hızına zaman diyoruz” diyen Abdullah Öcalan’a göre, “zaman oluşturucudur.”[1] Zamanın oluşturucu özelliği, oluş ve zaman olgularını birbirine sımsıkı bağlar. Oluşumun hızı, zamanın oluşturucu niteliğini açıklar. Zamanın oluşturma ve yapma gücü, onu doğal olarak oluş olgusuyla eşleştirir. Bu nedenle zaman, bazı inanç ve düşünce sistemlerinde “Tanrı” olarak da kabul edilir. Oluşu harekete geçiren ve varlığın gerisinde duran ilke, ilkesellik, güç veya kuvvet zaman olarak da algılanır. Aynı şey oluş olgusu için de geçerlidir. Oluş ve zamana biçilen anlam ikisini birbirine içerler. Fakat daha önceleri, yani semavi dinlerde, yine Yunan düşünürlerinden Platon ve Aristo’yla başlayan, Newton’la devam eden ve 20. yüzyıla kadar uzanan genel yaklaşım, zamanın oluş ve varlıktan bağımsız olduğu yönündeydi. Ancak meselenin böyle olmadığı hem Albert Einstein’ın “İzafiyet Teorisi”nden hem “Büyük Patlama” (Big Bang) kuramından anlaşılmış olup, genel kabul gören şey, oluşumun zamansız, zamanın da oluşsuz olamayacağı yönündedir. Yani oluş olmayan zaman, olmayan zaman da olmayan oluş demektir. Oluş varsa zaman, zaman varsa oluş varlığa gelmiş demek oluyor. Buradan politikanın özgürlüksüz, özgürlüğün de politikasız olamayacağını anlıyoruz!

Zaman “nötr” bir olgudur. Nötr olan kozmik şeyler hem vardır hem yoktur. Zaman olgusu da öyledir. Var ile yok arasında olan şeydir. Varlık ile yokluğun tam da ortasında duran şey kozmik olgular arasında en çok zaman olgusuna karşılık gelir. Bu nedenle tarihte çoğu düşünür zamanı tanrı veya varlığın kökeni olarak görür. Dolayısıyla zaman, varlıkla yokluk arasında işlevselliği sağlayan kozmik bir öğedir. Yokluktan varlığa, varlıktan yokluğa döngüsel bir seyir izleyen zaman, kendisini “hem var hem yok” kılar. Tek başına zaman nötrdür. Ve herhangi bir işlevi yoktur; bu onun yokluk halidir. Fakat oluşla birlikte nötr ve yokluk konumunu aşan zaman, oluşumun hızına ve gücüne dönüşür. Ki bu da onun varlık halini ifade eder; oluş ve zaman bu kadar birbirini gereksinir. Bu aynı zamanda kuantumdaki tamamlayıcılık ilkesine denk düşen bir ikilemdir. Zaman olgusu için geçerli olan asıl ikilem, zaman mekan ikileminden çok oluş zaman ikilemidir. Oluşu varlığın formlaşma hali olarak değerlendiren A. Öcalan, varlık ile zaman olgularını “ikiz”[2] kavramlar olarak yorumlar. Oluş oluştukça varlığa, yani maddeye, maddi gerçekliğe dönüştüğünden oluş-zaman ikileminde özgürlüğün sembolü zamandır! Zaman işin çokça dillendirilen sınırsızlık, sonsuzluk ve ölümsüzlüğün istem ve dilekleri özgürlük tanımını ifade eder. Politika ise, en çok oluşta karşılık bulur. Oluş politikaya, zaman ise özgürlüğe çıkar. Zamanın özgürleşebilmesi için, yani zamanın nötr olmaktan çıkabilmesi için oluş ile buluşması şarttır. Özgürlüğe çıkan yol, oluşan politik düşünce gücüdür. Politik düşünce kendi zamanını nötr olmaktan çıkarır ve zamanın ruhunu oluşturur. Zaman dinamik güçtür ve eylemdir. Dinamik güç ve eylem birliği sembolize ederken, özgürlüğü amaç edinir. Oluş ise, bir devrim halidir. Başka bir anlamda değişimdir. Varlığın politik değişim gücünü oluşturur. Bu temelde oluş bir devinim hali olarak politika karakterlidir. Politika oluşu zorlayan ve nesnel gerçeklik olan varlık üzerine kurulur. O bunu zaman ve özgürlük amacından kopmaksızın yapar. Madde ya da maddi gerçeklik üzerine şekillenirken mekan, beden yahut kurumsallaşmayı amaçlar. Bununla birlikte, maddi ihtiyaçların yanı sıra manevi ve kutsal değerlerin özgürlük bilincinin gerçekleşmesine temel kaynaklık eder.

 

Oluş-Zamanın Yaratılış Teorisi

Kozmik ve politika gücünün bir arada işlevsel olduğu en temel olgu oluştur. Oluşun boşluktan ya da yokluktan varlığa doğru bir seyir izliyor olmasını, onun amacının sadece maddeleşmek olduğu çıkarmasına yorumlamamak lazım. Oluş her şeyden önce özgürlüğü amaçlar. Politik düşünce yapısına sahip olduğu için o bunu zaman üzerinden gerçekleştirir. Zamanı kozmik ve politik düşünceyle besleyen oluş, zamanın özgürleşmesini sağlar. Zamanın ruhundan kastedilen ruh, aslında oluştur. Oluşun ruhu, potansiyel haldeki her şey olarak özgürlüğü amaçlar. O bunu yaparken kendi ikilemi olan zamandan bağımsız yapmaz, tam tersi, onunla özgürlüğe doğru yol alır. Bunu en çok bilim, din ve mitolojiler, varlık ve yaratılış teorileriyle yapmaya çalıştılar. Örneğin; Büyük Patlama kuramı yoğunlaşan enerji kütlesinin sıkışmasından söz eder. Sıkışan kütlesel tek bir nesnenin kıvılcımı, büyük bir patlamaya neden olmuş ve koca evreni meydana getirmeye yetmiştir. Bu kuramın sihirli sözcükleri “sıkışma”, “kıvılcım” ve “patlama”dır. Sıkışma, kütlede yoğunlaşan enerjinin oluş halini anlatır. Oluş sıkıştıkça sıkışmışlık halinden kurtulma arayışına girer. Sıkışmışlıktan kurtulmaya çalışan oluşum davranışı onun özgürlük arayışını gösterir. Yani oluş, varlık ve evrenin nihai amacının özgürlük olduğunu anlatır. Kıvılcım ise, sıkışmışlık halinden kurtulmaya çalışan ve özgürlük eğiliminde olan kozmik ve politik düşünce gücünü açıklar. Yani oluş, özü itibariyle kozmik ve politik düşünce eksenlidir. Patlama ise, oluşta zamanın başlama anıdır. Patlamayla birlikte nötr konumda olan zaman, aktif hale gelerek nötr olmaktan çıkar.Benzer bir durum mitoloji, din, felsefe ve bilim eksenli olan Zerdüşt öğretisinin yaratılış teorisinde de vardır. Zerdüştlüğün yaratılış teorisinin ana gövdesini oluşturan temel öğeler ışık ve karanlık ikilemidir. İkileminin ışık ilkesini temsil eden Ahura Mazda aynı zamanda iyilik ilkesini sembolize eder. İkilemin karanlık ilkesini temsil eden Ehrimen ise kötülük ilkesini sembolize eder. Buna göre, yaratılış henüz başlamamışken, kozmik boşlukta sınırsız ve sonsuz düzeyde ışık ve karanlık vardır. Işığın bulunduğu kozmik boşluk mekanına Spenta Mainyu denilir. Angra Mainyu ise karanlığın mekanıdır. Bu iki mekan arasında onları birbirinden ayıran ve adına Vayu denilen bir şey vardır. Vayu denilen kozmik öğe durağan olduğundan ışık ve karanlık birbirinden habersizdir. Gün gelir, her ne olduysa Ehrimen (karanlık ve kötülük) ışığı fark eder. Fark edildiklerini anlayan Ahura Mazda, ışığı ve ışığın bulunduğu kozmik Spenta Mainyu mekanını Ehrimen’in saldırılarından korumak için ihtiyaç olarak savunma amaçlı evrenin yaratılışına karar verir. Bunun üzerine Ahura Mazda, aralarında bulunan Vayu’yu harekete geçirerek yaratılışı başlatır. Sonuç olarak aralarında üç bin yıllık kıran kırana şiddetli bir savaş başlar.

Görüldüğü üzere oluş, Ahura Mazda’nın Vayu denilen kozmik öğeyi harekete geçirmesiyle başlar. Bu kozmik öğeye zaman da denilmektedir. Bazı araştırmacılar[3] Vayu öğesini doğrudan zaman olarak tanımlar. Oluş ve zaman Vayu denilen kozmik öğede aynı anda başlar. Bu, oluş ve zamanın varoluş sürecinde aralarındaki sıkı ilişki, bağıntı düzeyini ve ikilemli hallerini gösterir. Oluşun yaratılışıyla asıl amacının özgürlüğün eğilimi olduğunu da açıklar.

A. Öcalan, oluşu varlığın farklılaşma, formlaşmayla ilgili olarak değerlendirir.[4] Buna göre, ister makro-mikro evren boyutuyla oluşan, ister beşeri anlamda oluşan ve toplumsallığın sosyolojisi üzerine bir şeyler söylemiş olalım; her halükarda oluş bir farklılaşma ve farkındalık hali olarak gelişme gösterir. Fark, farklılaşma, farkındalık sözcükleri bir şeyin güdüsel ve sebebi dayanağı olan saik halini ifade eder. O şey kendi içinde de başka şeylere göre saikleşmiş olabilir. Bu onun oluş olma özelliğini yansıtır. Yani farklılaşma oluşun doğası gereğidir. Canlı doğanın çeşitlilik, renklilik, farklılık, çoğulculuk vb. gibi yaşam motifleri oluşun temel karakteristik özellikleri olarak, her daim oluşu yeniden oluşuma doğru, farklılaşmaya ve farkındalığa doğru tetikler. Oluşu tetikleyen, dürten statik konumdan çıkaran bu farkındalıklar kozmik kökenli olup politik tercihlidir. Her türlü iç ve dış etkenler oluşun kozmik ve politik güdüsü üzerinde bir baskı kurarak onu değişime, farklılaşmaya zorlar. Tüm bu tetiklenme ve baskılanmanın sonucunda olup, özgürleşme eğilimine ihtiyaç duyar. Dolayısıyla özgürlük arayışında oluş, politik bilinç edinerek, özgürlük zamanına doğru harekete geçer. Yani zamanın içine doğru akmaya başlar. Zaman dışı veya durağan konumunu sonlandırır.

Dikkat edecek olursak hem Büyük Patlama kuramının sonuçlarından olan kütlenin yoğunlaşma, tetiklenme, sıkışma, dürtülme, baskı ve patlama statik konumu sonlandırma halinden böyle bir yoruma varabiliyoruz, hem de Zerdüştlüğün yaratılış teorisinden. Bu konuda Zerdüştlüğün yaratılış teorisi, daha yakın anlaşılmaktadır. Oluşum farklılaşma ve farkındalık hali mitolojik anlatım ifadesiyle ama daha net vurgularla açıklanmıştır. Mesela Ehrimen’in ışığı fark etmesi ve Ahura Mazda’nın fark edildiklerinin farkına varması, oluşta farklılaşmanın hem doğasını hem harekete geçişini anlatır. Buradaki fark; farklılaşma ve farkındalık oluşumun başlangıç ilkesini açıklar. Fark ve farkındalığın kendisi kozmik güdülüdür. Hemen arkasından politik bilinç devreye giriyor. Ehrimen, Ahura Mazda’yı, karanlık ışığın güzelliğini, kötülüğün iyinin erdemini ve doğruluk ile ifade eder. Buna karşın Ahura Mazda; ışık ve iyi-doğruluk ilkesi de fark edildiklerini fark ederler. Kıskançlık, kin, öfke, saldırganlık güdülerine karşılık savunma ve özgürlük direnişi devreye girerek, oluşu ve zamanı başlatır.

Bu farkındalıklar, tıpkı kölelikten uyanışı doğru geçiştirilmişlikten diriliş ve direnişe geçişi; dilleri, kültürleri, ülkeleri, gasp edilmiş, işgal altında tutulan birey ve toplumların uyanarak, özgürlük mücadelesine geçişinin örnekleri gibidirler. Belki yeri değil ama hazır konu açılmışken bir kıyaslama noktasına değinmekte de fayda olsa gerek. Büyük Patlama kuramının oluş için patlama dediği yerde Zerdüştlük şiddetli bir savaştan bahseder. Büyük Patlama kuramı sıkışan kütleden bahseder. Zerdüştlük karanlık ile ışığın ortasında aralarında sıkışan Vayu öğesine dikkat çeker. Büyük Patlama kuramıyla Einstein, zaman oluşuyla başlar derken, onun Zerdüştlükle oluş, yani yaratılış için Ahura Mazda’nın çaldığı ilk kapı zamandır.

 

Oluş-Zamanın Politika ve Özgürlük Çıkışı

Newton, evren modelini zamandan bağımsız olarak üç boyutlu tasarlar. Onun evren modelinde bir cismin en, boy, derinlik boyutu vardır. Einstein, bu boyutlara zamanı da ekleyerek dört boyutlu bir evren modelinin teorisini geliştirir. A. Öcalan ise, mevzuya felsefik açıdan yaklaşarak mekan-zaman bağlamında bir yorum geliştirir. Ona göre, mekan genişlik, zaman ise derinlik[5] demektir. Zaman ve oluş varlık olguları, onun nazarında ikiz kavramlardır. Yani aralarında sadece bir tire(-) farkı vardır. Bu nedenle hem oluş hem zaman, politika ve özgürlüğü sembolize ederler, amaçlarlar.

Derinlik, varlığın oluşum gücüdür. Var olmanın mistik gerekçesidir. Varoluşun kendini gerçekleştirme hali, oluşum gücünün derinliğinin bir sonucu olarak onun niteliğini ve izlerini taşır. Kozmik insanın mikro evren olarak tanımlanmasının nedenlerinden biri de biraz budur. Düşünürlerin varlıkta aradıkları ama bir türlü ulaşamadıkları şey, derinliktir. Tanrı tanımları bile bu ulaşılamaz derinliğe yorumlanır. Örneğin; Luo Tzu’nun adını koyamadığı ama “Söz Tao diyorum ona” ile kastettiği şey derinliktir. O bu derinliğe meditasyon ve evrime yöntemleriyle bilinen zaman ve mekanın dışına çıkarak ulaşmaya çalışır.Genelde de tüm inanç ve düşünce sistemlerinin hemen hepsi üzerine yoğunlaştıkları her derinliğin yani oluşumun kozmik politik düşünce gücünü açığa çıkararak, yani felsefesini yaparak, özgürleşme eğilimine ve hakikat yolculuğuna çıkarlar. Dolayısıyla kendi farkına varan insanı tanımlamak bakımından Hegel’in “Kendini kavrayan doğa” tanımı; yine varoluş felsefesinin öncülerinden çıkar. Jean-Paul Sartre’nin “İnsan ne yaratırsa ondan ibarettir” sözü ile A. Öcalan’ın, “Yarım olan insan” felsefesini yaparak, “sürekli oluşum hali”ni ifade etmeye çalışıyor olması, özü itibariyle oluşumun derinliğine dikkat çekmek ve onu çözümlemek amaçlıdır. Yani “Derinlik ne demektir?” diye sorulursa; varlığın zamanı, oluşum hali, ruhu, enerjisi, tanrısallığı, bilinci, aklı, düşünce yasaları vs. deriz. Kozmik dediğimiz insan da biraz tüm bunların sonucu olarak gelişir. Tüm bunların toplamıdır. Bilgelik, entelektüel donanım, politik düşünce gücü, ideolojik bilinç vb. oluşum halleri, kendini kavrayan, tanımlayan, keşfeden, farkına varan, farkındalık yaratan insanın derinlik ölçüleridirler. Demek ki insanın da kendinde ulaşmaya çalıştığı bir derinlik hikâyesi vardır. Yüreğinin, beyninin, ruhunun derinliklerine inerek gerçek olanı açığa, yüzeye çıkarma çabası vardır. Bu yönüyle insan da kendi içindeki derinliğin bir sonucu olarak vardır. Ve o derinliğin nitelik izlerini taşır. Bilgelerin ve peygamberlerin yaptıkları şey de bu derinliğe ulaşmak ve yine kısmi olarak onu açığa çıkarmayı başarıyor olmalarıdır.

 

Enerji-Madde Ekseninde Özgürlük Tanımı

Varlığın en temel ikileminden biri olan enerji olgusu, halen de tam olarak tanımlanabilmiş değildir. Günümüz koşullarının imkanlarıyla enerjiyi tanımlamak oldukça zordur. Enerjinin hızı, yoğunluğu, değişim gücü, hareket dinamiği gibi özellikleri onu tanımlamayı engelliyor. Kabaca enerjinin akışkan hali ve maddileşme eğilimi gösteren özellikleri kısmi olarak tahlil edilebilmektedir. Maddileşme eğiliminde olmayan ya da böyleyken enerjinin özgürlük kapsamını tanımlamak imkansız gibi gözüküyor. Enerji hangi ölçülerde özgürdür? Enerjinin özgürlük kapsamı sınırsız mıdır? Evrenin nihai amacı özgürlük ise bunu uygulamaya alan enerji midir? Enerji ölümlü mü, ölümsüz müdür? Varlıkla yokluk arasındaki döngüselliğe tabi midir? Yani var olup yok olan, yok olup tekrar var olan var mıdır? Gibi sorular hiç şüphe yok ki özgürlük tanımını da zorlaştırmaktadır. Aynı şey “ruh-beden”, “ışık-karanlık”, “yer-gök”, ikilemlerinde de vardır. İnsan, ruhunun derinliklerine ne kadar ulaşabiliyorsa, gök kubbenin derinliklerine de ancak o kadar ulaşabilir. Hayatta en zor olan iş, sınırlı olan gerçeklerin sınırsız olan gerçekleri tanımlama uğraşıdır. Bu paradoksun imkansızlığı insan tarafından reddedilmiyor, ama meramı anlamak, algılamak, bilmek ve tanımak olan insanın çabaları da anlaşılmıyor değil.

Şüphesiz enerji olgusu da ruh gibi çok boyutlu tanımlanmayı bekleyen kozmik bir olgudur. Mevcut haliyle enerji kavramının sözlük anlamı “maddede var olan ve ısı, ışık biçiminde ortaya çıkan güç, erke”[6] olarak tanımlanır. Isı ve ışık olgularının durağan değil değişken, donan değil akışkan, katı değil esnek vb. devinim hallerinden enerjinin o maddeye göre çok daha hür ve özgür olduğu genel bilinenler arasındadır. Isı ve ışığın ana kaynağı “ateş” çağrışımı yapmaktadır. Kuran-ı Kerim de dünyayı aydınlatsın diye güneş için zeytinyağından kandil yakıldı denilir. Zerdüştlükte de ateş kutsaldır. Ahura Mazda’nın “ruhu”[7] olarak kabul edilir. Bilimde de bir ateş topu olan güneşin kütle çekimi kuvvetiyle tüm gezegenleri yörüngesinde tuttuğu ve bir uzay sistemi, düzeni oluşturduğu söylenir. Yani inanç, mitoloji, din, bilim ve düşünce sistemlerinin ortak özelliği enerjiyi ısı, ışık, ateş olgularıyla tanımlıyor olmalarıdır. Ruh, enerji ve tin sözcükleri kavram olarak eş anlamlı olması da ortak anlamlarda buluşurlar. Daha doğrusu anlamları da aynı olmakla birlikte biri dinsel, biri bilimsel, biri felsefik anlatım tarzıyla ifade edildiğinden literatürde değişkenlik gösterirler.

Ateşe ve ışığa dönüşmek arzusu, özgür ruhun nihai amacı olup, Mısır mitolojisinden Yunan ve Azteklere, Mithra’dan Terzi Hermes, Zerdüşt ve Sokrates’e kadar uzanan bir özgürlük arzusu, dileği ve felsefesi olarak açığa çıkar. Buna göre de bilimsel teorisi yapılmaya çalışılmıştır. Bilim de benzer formatta bilimsel değil, bilimsel bir analiz geliştirmiştir. Bu anlamda madde, varlığın katılaşan, cisimleşen, form ve şekil alan ve enerjinin maddeleşme eğilimi göstermiş olan yanı olarak kabul edilirken, enerji ise varlığın içinde akışkan halde olan ve oluşum gücü olan varlığın tözü olup, ikilemin asli tarafını temsil eder. Yani madde-enerji ikileminde enerji, özgürlüğün sembolüdür. İnsanın enerjik, değişken, aktif, yetkin, üretken, yetenekli, olgun, bilgeli, iradeli, kararlı, tuttuğunu koparan, zihin genişliği olan, akıllı, zeki, zeka küplü, gelişime açık, zamanın ruhuna uyum sağlayan, zamanın akışında düşünce üreten, ideolojik, politik örgütlü, felsefik vs. özellikleri, enerjinin özgürlük sembolüne en yakın özgür yaşamın ilke ve ölçüleridir.

A. Öcalan, “maddi parçacığın mahkûm haldeki enerji paketçiği olduğuna” dönük inancını paylaşırken, ışığın bir enerji hali olarak “ne kadar özgür bir akışkanlığa sahip olduğuna” dikkat çeker ve özgürlük tanımını “zekanın yoğunlaşmış hali” üzerinden açıklar.[8] Enerji-madde ekseninde hakikati açıklamaya çalışan A. Öcalan’ın bir diğer özgürlük tanımında madde, enerji karşısında varlıkta duvar ve hapishane olarak dile gelir. Öcalan’ın bu tanımı tarihte, M.Ö. 493 yılında ilk kez rastlanan eskatolojik bir Yunan mitinde yazılmış olan ve Sokrates’in de savunup kabul ettiği “Beden ruhun mezarıdır”[9] şeklindeki açıklamayla özde değil ama biçimde benzerdir. A. Öcalan şöyle der: “Anlam artımının özgürlükle ilişkisi vardır. Enerji-madde ikilemindeki katılaşmış maddi parçacık denilen yan hep anlamı engellemekle yükümlüdür. Tıpkı duvar gibi. Duvar içindekileri korur ama aynı zamanda hapseder. Evrende bu ikilem her olguda vardır. Duvar bazen tam bir savunma aracı olurken, bazen de hapishane halini alır.”[10] Alıntıdan da anlaşıldığı üzere duvarın yani maddenin savunma rolü de olduğundan ikilemi bir bütünlük içinde düşünmek önemlidir.

Bütünlük ilkesi, beden mevzusuna ölü mezar şeklindeki algılamayı engeller. Varoluşun bir de zaman rolü yani yaşam mezarının olduğunu da hatırlatır. Evet, beden ruhun mezarıdır, madde enerjinin duvarıdır ama bundan ölümle kurtulamaz. Böyle olsaydı en başta inançlılar bunu denemekten geri durmazlardı. Ölümü tercih ederlerdi. Lakin anlatılmak istenen bu değildir. A. Öcalan’ın, Sokrates’in de hatta Mithra, Zerdüşt, Hermes, Mani ve Buda’nın da savunduğu bu ilke bütünlük ilkesi çerçevesindedir. Bu duvar ve ölü mezardan hem bu dünyada hem ahirette ancak doğruluk ilkesiyle iyi ve erdemlilikle, bilgece hatta peygamberce ve dervişane yaşam standartlarıyla kurtulabilir. Deyim yerindeyse amellerimiz iyiyse, adalet ölçülerimiz hakkaniyetliyse, hakikati benimsiyor zorbanın karşısında mazlumdan yana tavır alıyorsak vb. ilke ve ölçüleri yaşıyorsak, insanın öbür dünyayı beklemesine gerek kalmaz. Sokrates’in ölürken ki mutlu hali hep anlatılır. Nedeni özgürlük duygusunu tatmin olmaktan başka ne olabilir? Yine ülkesi, halkı, davası uğruna kahramanca direnmiş bir direnişçinin ölü yüzündeki tebessüm özgürlük duygusu ve bilincinden başka neyi izah edebilir? 23 yıldır en ağır tecrit koşullarında yaşayan ama “Ben zamanın kendisine dönüştüm” diyen bir halk önderinin sistemin kirlerini her nefeste kusmasının tadılmış özgürlüğü bir yana bırakalım “ruha yutulmuş özgürlük”ten başka neyle açıklanabilir?

Zamana dönüşmek maddeye dönüşmekten ne kadar farklıdır, hatta kaç bin kere daha zordur? Bu anlamda Terzi Hermes, Zerdüşt ve Sokrates gibi bilgelerin maddeden kurtulma eğilimi içerisinde olan ruhun felsefesini yaparken ölümsüzlük, sonsuzluk, sınırsızlık, mutluluk gibi terimlerle bahsettikleri şeyden özgürlük tanımını anlıyoruz. Tao, Buda ve Upanişadçılığın felsefelerinde de benzer özgürlük ve mutluluk tanımları vardır.

Doğu Asya toplumları kendilerine özgün meditasyon-trans-yoga yöntemleriyle maddi dünyanın kirlerinden arınmayı amaç edinirler. Ritüelin temel amacı ise insanın özgürlük ve mutluluk istemiyle alakalıdır. Maddi bilgiyle dolan zihnin boşalımı, mutluluğun kaynağı için en önemli ritüeldir.

Özgürlük ve mutluluğun kaynağı için ihtiyaç duydukları bu ritüel, ancak zihin boşaltılarak boşa akıp giden zaman durdurarak, bilinen zaman ve mekanın dışına çıkarılarak gerçekleştirilir. Amaç zihinde ve ruhta bir derinlik yakalamaktır. Maddi dünya gerçekliğinde insanlar, bu ritüellerle bir nefes de olsa huzuru, mutluluğu, özgürlüğü tadabilme şansını yakalamayı umuyorlar. Yani zihinlerini gereksiz maddi bilgilerden, kirlerden ve şeylerden kurtararak, arındırıp boşalttıkça ruhlarına dokunabilmek, en azından bu duyguyu yaşamak demektir. Benzer şeyler İslamiyet’te de vardır. İslamiyet’in mutluluk ve özgürlük tanımı imandır. İman ruhta içselleştikçe insan huzuru, mutluluğu ve özgürlük duygusunu tadabiliyor.Diğer yandan madde-enerji ikileminin bir başka bilimsel anlatım tarzı da dalga-parçacık ikileminin teorisidir. Bu konuda birçok bilimsel deney de yapılmıştır. En nihayetinde parçacığın madde, dalganın ise enerji olduğu tespit edilmiştir. Dalga, enerji yoğunluktayken parça katılaşmış enerjinin madde yoğunluğudur. Fakat dalga-parça ikileminin enerji madde ilişkisi ilginç veriler sunar.

Dalga ve parçacığın en önemli özellikleri, birbirinden kopmaz bir bütünlüğe sahip olmalarıdır. Birbirinden kopmaksızın aynı anda hem dalga hem parçacık olmak! Bu teori evrensel düzlemde “Bütünlük İlkesi”ni bilimsel açıdan kanıtlamak gibidir. Aynı anda özünü bozmadan farklılaşmak, iki ayrı şey olmak. Hem o hem o olmak. Hem odur hem odur! Bu en güzel özgürlük tanımıdır. Ama onu iki ayrı şey olarak, aynı anda yakalamakta mümkün değildir. Yani varlığın hem madde hem enerji boyutu, hem yokluk hem varlık, hem ölü hem yaşayan hali vs. ama onun hem ölü hem yaşayan halini aynı anda görmek mümkün olmuyor. Ya ölü ya yaşayan halini görürüz. Ya dalga ya parçacık olarak görürüz, ama o hem dalga hem parçacıktır. Daha da basitleştirelim; yaşayan insan aynı zamanda ölü olan insandır! Varlık aynı zamanda yokluktur. Her yaşam içinde bir ölümü, her ölüm içinde bir yaşamı barındırır. Her yokluğun içinde bir varlık nüvesi, her varlığın içinde de bir yokluk köşesi vardır. Tıpkı kalbimizin bir köşesine sığdırdığımız, ama hayatta hiç dokunmak istemediğimiz şeyler gibi birlikte yaşarız.

Dolayısıyla dalga-parça teorisi, enerji bazında hem evren hem insan açısından özgürlük tanımını açıklayıcı kılıyor. Özgürlük tanımında önemli olan şey insanın hem ölü hem yaşayan olduğunu kabul etmesidir. Ölüm sonrasında da tümüyle yok olmayacağına ikna olmak, doğada öyle ya da böyle varlığını sürdüreceğine inanmak ve en önemli özgürlük tanımı ilkesi olarak öne çıkar. Aksi takdirde Sokrates gibi bilgelerin ölürken ki rahatlıkları ve mutlulukları anlaşılamaz. Kaldı ki başta A. Öcalan olmak üzere birçok düşünür, ölümün soyut ve sosyolojik olgu olduğunu söylerken, animist inanç düşünce sistemini ve kuantum, doğanın ve varlığın canlıcılık ilkesini hatırlatır.

İslamiyet’in şu sözünü de eklemekten geri durmayalım: “Her an ölecekmişsin gibi bu dünyaya çalış.” Yani özgürlük tanımında emek ile fani dünyayı yaşam ile ölümü birleştirir. Bu temelde emek, birey ve toplumların özgürlük sembolüdür. Emekten kopmamış birey ve toplumlar özgürlüğe en yakın olanlardır.

 

Politik Düşünce Tarzı

Politik düşünce tarzının kaynağının “kozmik düşünce” olduğunu açımladık. Evrende her olguda oluş adına bir şey varsa, devinim gücünü kozmik düşüncenin politik düşünüş tarzından aldığını da dinsel, mitolojik ve bilimsel örnekleriyle sunmaya çalıştık. Yani her oluşa geçme anı kararı kozmik düşünce eksenli politik düşüncedir. Bu insan açısından da ve tüm canlı türleri bakımından da öyledir. Politik düşünceyi sadece insanlar arasındaki diyalog yöntemi ve insana özgü bir şeymiş gibi de algılamamak gerekiyor. Politik bilinç-düşünce tarzı her varlıkta oluşun doğası gereği vardır. Örneğin kuantumda özgür tercih yasası diye bir şey vardır. Bir foton parçacığı hareket ederken geçtiği her yerde etrafında bulunan elektronlarla ilişkilenip sadece bir tane elektronda tercih yaptığı gözlemlenmiştir. Kuantumdaki bu olay foton parçacığın özgürlük yasasıdır. Foton parçacığının elektronlar arasındaki farkın yaptığı bu davranışı onun hem bir bilinç yapısına sahip olduğunu gösterir hem de yapısı gereği tercihte politik düşünce tarzına sahip olduğunu göstermiştir. Bu anlamda politik düşünce tarzını varlığın oluşum karakteriyle ilişkili bir evrensel yasa olarak düşünmek yaratılış olmasa gerek. Dolayısıyla insanın politik düşüncesi de kozmik yoğunlaşma tarzından gelir. Evrende yoğunlaşma tarzı yoksa eğer, açığa çıkacak olan politik düşünce, bilinen klasik politika ve devlet bürokrasisinin politikası olacaktır. Bu da insanın kendisine, benliğine, kimliğine ait olan bir politik düşünce tarzı olmayacaktır. Oysa insan, doğası gereği politik düşünüş tarzını, kozmik yoğunlaşmanın düşünce tarzından alır. İlk insan topluluklarında da bu böyledir. İlk insan politik düşünce tarzı siyaset, bürokrasi ve devlet sistemlerinden kaynağını almıyordu. İnsanlar her şeyin doğal halini yaşardı. Politik düşünce tarzlarının kaynağını daha çok doğadan, nesnel dünya gerçekliğini tahlil etmekten alıyorlardı. Ve onların politik düşünce tarzı, çağımızın devlet, bürokrasi ve siyasetinin politik düşünce tarzından çok daha gerçekçi ve kozmikti. İlk insanın politik düşüncesi kozmik yoğunlaşma eksenliydi. Devletin politik düşünce tarzı ise insanı kozmik yoğunlaşma tarzından uzaklaştırır. Devlet geleneği esasına dayalı klasik politika anlayışını türetir; bu da insanı kozmik yoğunlaşma tarzından yoksunlaştırarak gerçek anlamdaki politik düşünceye yabancılaştırır. Yabancılaştığı için de insan yeniden oluşum gücünü kendinde bulamaz hale geliyor. Dolayısıyla ideolojikleşme gücü de zayıflıyor. Devlet ve maddi uygarlık sistemi içerisinde ona ait olan ve gerçekçi olmayan bu politika tarzından kurtulmakta kolay değildir. Bunun için gerçekten de bilge olmak gerekiyor. Hatta bilgece yaşamın bazı standartlarında yetersizlik olduğunu, yine dinde bilgece yaşamın standartlarına yakın bir düzey ve nitelikte yaşayan binlerce değerli insan vardır.  Ama buna rağmen binlerce insan içerisinde bilgece ölçülerini tam anlamıyla yaşamak herkese nasip olmuş değildir. İstenilen düzeyde politikleşememenin, ideolojikleşememenin, partileşmemenin nedenlerinden biri de budur zaten. Sadece politikleşmeme örneği bile kozmik politik düşünce tarzı hattına girmenin öyle kolay olmadığını gösterir. Çoğu insan politik olduğunu düşünür. Oysa gerçekten öyle değildir. Politiklikle ne anlaşılması gerektiği bazen sapla saman gibi birbirine karıştırılıyor. Oysa politik düşüncenin doğal mecrası kozmiktir. Kaynağı kozmik yoğunlaşmada olan politik düşünce tarzı en sağlıklı ve gerçekçi olandır.

 

Politik Düşüncede Dilin Rolü

“Politik toplum, başı kopmuş tavuk gibi daha can vermeden sağa sola savrulan toplumdur. Bir toplumu işlevsiz ve güçsüz bırakmanın en etkili yolu, kendi öz varlığı, temel maddi ve manevi ihtiyaçları için zorunlu tartışma ve karar organı olan politikadan yoksun, (siyasetsiz, İslami deyimle şeriatsız) bırakmaktır. Hiç bir yol bu denli sakıncalı olamaz”[11] der. Dolayısıyla politika yapmanın temel argümanlarından biri de dildir. Dinin insan varlığı açısından önemi sözdür. Ve bu tanrısal bir gerçekleşme halidir. Dinlerde, oluş ve yaratılışa tanrı katında sessizlikten sese, söze, dile gelişle ol denilmesi, oluşumun bir dil hikâyesinin olduğuna da açıklık getirmektedir. Varlıktan dinliğe politik düşüncenin dilsiz olmadığı anlamına gelir. Bir yerde oluş ve zaman varsa, orada mutlaka dil de var demektir. Her oluş ve zamanın kendine özgü bir dili de vardır. Olmayan dil, olmayan oluş ve zamandır.

Martin Heidegger, “Hümanizmin Özü” adlı eserinde (sayfa 37), “Varlık düşünmede dile gelir. Dil varlığın evidir. İnsan onun evinde barınır” der. Heidegger, bu sözüyle “varlık”, “düşünce” ve “dil” olgularını bir çatı altında toplar ve ona da insanın barındığı “ev” tanımlamasını yakıştırır. Bu anlamda dil, düşüncenin barındığı evdir. Gerçek benliğimize karşılık gelen “şey”, dilde yansımasını yapar ve dil onun kimliğini sembolize eder. Başkaca bir tabirle “dil”, varoluşumuzun politik kimliğini ifadeye kavuşturduğu olgudur. Varoluşun özgürlük tanımı da politik dilde gerçekleşir. “Dil”, bir öngörü sanatı olan politik düşünce tarzının özgürlük melodisidir. Ayrıca dil, beden ve ruhun, yeni oluş ve zamanın elçisidir de. “Herkes kendi dilinin tutsağıdır” diye bir söz vardır. İnsan dil ile özgürleşir, dil ile tutsaklaşır da.Bir düşünün şu sözü önemlidir: “Kendini ifade etmeyen insan yarım insandır!” Tüm varlık türleri açısından da gerekli olan bir söz olsa gerek. Yerde ve uzayda suskun, sessiz ve sözsüz anlaşılmayı bekleyen milyonlarca yer-gök cismi vardır. Benliğin, kimliğin, duygu ve düşüncenin saklı kaldığı yerde insan, yarım haliyle anlaşılmayı bekleyen insanlardır. “Sakladığın değil paylaştığın senindir” sözü bu anlamda öğreticidir. İnsana ait olan şey, dile, ifadeye kavuşan şeydir. Saklı olan ise hiç kimseye ait olmayan şeydir: (Durağandır!) Hakikatin bilgisi insanın kendi benliğinde yatar. Onu uyandırmak, düşünce ve dile yansıtmak, politika yapmak demektir. Politika ve dil, insanı yarım olmaktan kurtaran ve özgürlük bilinciyle buluşturan, ekmek su kadar gerekli olan oluşum gücüdürler. İnsanın kendini ifade etme gücü, A. Öcalan’ın deyimiyle “yorum sanatı” varsa yarım olmaktan kurtulmuş demektir. Bu varsa özgürlük, yoksa tutsaklık başlar!

Birey ve toplumlarda dil olgusu, politika ve özgürlük bilinciyle anlam bulur. A. Öcalan şöyle der: “Anlamını en iyi dile, söze ve yapılanmaya kavuşturan toplumlar, kendilerini anlamlandıran, dillendiren, konuşturan, ihtiyaca göre çok yönlü yapılandıran toplumlardır. Özgürlükten yoksun toplumlar ise, tersine dillerini geliştirmemiş, açıkça konuşturmamış, kendilerini çok yönlü yapılandıramamış toplumlardır.”[12] Bu anlamda özgürlük bilincini edinmiş olan birey ve toplumlar yarım olmaktan kurtulmuş, kimlik edinmiş, dillerini konuşturmuş, politik düşünce tarzını yakalamış olan toplumlardır. Dolayısıyla özgürlük bilinci gelişkin olanın dili politik düşünce eksenlidir. Hakikati ifade ederler. Politik düşünce gücüyle adaleti konuşur, toplumsal hukuku tesis eder, toplumsal değer yargısını korur, savunuculuğunu yaparlar. Özgür toplumda yetişen bireylerin dili ideolojiktir, politiktir! Düşünce olarak sistemlidir ve örgütlüdür. Öngörüleri güçlüdür. Öngörü ve yorum sanatıyla zamanın dilini, ruhunu konuşur. Geleceği ve yaşamı kurgulayan, onu inşa eden bir güce, otoriteye sahiptir. İkna gücü gelişkin, ret ve kabul ölçüleri net, insanın yüreğine, duygu ve ruhlarına dokunmayı bilen olgun duruşlarıyla toplumun beğeni ölçüleri olarak öne çıkarlar, kabul görürler. Haliyle toplumun özgürlük imkanlarını yaratıp gelişmede çok daha etkilidirler. Hem kendileri hem yaşadıkları toplum ve dünya insanlık ailesi için imkanlar yaratarak, özgürlük ve hakikatin yolunu aşan birer sembol olarak çizgi mücadelesine dönüşürler. Şüphesiz sadece özgür olan toplumlarda değil, özgür olmayan toplumlarda da kendi kendini yaratmak için politik-bilge bireyler çıkararak özgürlük yürüyüşünü başlatabilir ve amacına ulaştırabilirler.

 

Politika ve Özgürlük Sembolü Sokrates 

Etik ve politika felsefesinin kurucusu, teorisyeni olarak kabul edilen Sokrates’le konumunu toparlarken, öncelikli olarak Sokrates’in tarihsel dayanağını oluşturan Kronos ve Prometheus’a dair birkaç noktayı açmakta fayda olsa gerek. Yunan mitolojisinin en eski tanrılarından olan Kronos, varlığı yokluğu tartışmalı bir halk olan ve daha çok mitolojik olarak kabul edilen Titanların soyundandır. Kronos, Titanların zaman tanrısıdır. Yunanca kökenli bir isim olan “krono”, “zaman” anlamına gelmektedir. Günümüzde açılımı “Zaman Bilimi” olan “Kronoloji” kavramının kökeni olarak da bilinir.

Kronos, yaşadığı çağın zamanını temsil eder. O bir çağın, bir halkın zaman tanrısıdır. Lakin gün gelir oğul Zeus, babası Kronos’a karşı başkaldırır. Çatışır, savaşır. Zeus, babası Kronos’u yener. Kronos ölür. Zaman durur! Zeus ise, zamanı yenen ve zamana hükmeden tanrı olarak kabul edilmeye başlanır. Kronos’un yenilgisinde öncü Zeus çağın tanrısı olur. Yeni bir çağ ve yeni bir zaman devri başlar. Zeus’un başlattığı yeni zamanın ve dönenmin ruhu kötülüktür! Bu zamanda Zeus, Yunanlıların Ehrimenıdır! Pandora kutusundan kötülüğü yayarak Tiranlıların egemenlikçi ve maddi uygarlık döneminin anlayışını başlatır. Kronos ölür. Ama Titanların kötülüğe (Zeus’a) karşı direnişi devam eder. Prometheus bu direnişin öncülüğünü yapan kişidir. Yarı insan yarı tanrı konumundadır. Prometheus’un babası Kronos’la birlikte yenilmiş olan en önemli üç tanrıdan biridir. Prometheus ve ailesi Titan soyundandır. Prometheus kendisi başta olmak üzere babası ve kardeşleri, yani ailece Zeus’un gazabına uğramışlardır.

Özetle, Prometheus, meşalesini güneşten yakarak Kronos şahsında durmuş olan zaman yeniden başlatır. Ateşi, yani bilgiyi tanrılardan çaldığı gerekçesiyle cezalandırılır Prometheus, Kafkas Dağı’nda bir kayalığa zincirlenir. Zeus’un Prometheus’a musallat ettiği kartal, her gün gelir onun ciğerlerini yer. Fakat Zeus’un canlandırma sistemine karşılık Prometheus’un ciğerleri her gece yenilenir.

Prometheus’un öyküsünde öne çıkan temel öğeler, ateş, ışık, bilgi, direniş, ciğer, ölümsüzlük, bilgelik, kahramanlık, tanrılık vs. olgularıdır. Bu olgular iki ana tema olur, oluş ve zaman olgularında anlam bulurlar. Işık, bilge, bilgelik, tanrısallık olguları doğrudan zamana, ateş, diriliş, ciğer, kahramanlık vs. de oluşa karşılık gelirler. Teslimiyete karşı direnişi, zamansızlığa karşı ölümsüzlüğü, yok olmaya karşı yeniden oluşu, cehalete, iradesizliğe, durağanlığa ve suskunluğa karşı tanrısal bilgelikte tercih yapan Prometheus, kendi şahsında Titanların zamanını ölümsüzleştirir, yeniden başlatır ve yeni bir oluşumun abidesi olur. Oluş ve zaman Prometheus’la yeniden canlanır, devreye girer, gerisi artık Sokrates’in çağını beklemektedir!

Kronos “zamanı”, Prometheus ise “oluşu” sembolize ederken, Sokrates onları politika ve özgürlük sahasına çekecektir. Bu anlamda Sokrates de yaptıklarıyla “politika ve özgürlüğü” sembolize edecektir. Sokrates, oluş-zaman politika ve özgürlük bilincini, ruhuna örgütleyerek Kronos ve Prometheus’un direniş geleneğini sürdürür. Zeus’a karşıtlığıyla bilinen Sokrates’in Titanların soyundan olması büyük bir olasılıktır. Onu Titanların soyundan saymak için tarihte belgelenmiş kimi veriler de mevcuttur. Sokrates, tıpkı Prometheus gibi bilgiyi halka dağıtan bir bilge insandır. Yunanlıların en önemli bilgesidir.

Yunan düşünürlerinin büyük çoğunluğu dolaylı dolaysız bilge Sokrates’in öğrencileridirler. Aristoteles Platon’un, Platon da Sokrates’in doğrudan öğrencisi olduğu bilinmektedir. Sokrates, politika felsefesinin kurucusu olarak politik düşünce tarzını temsil eder. O bunu yaparken kozmik düşünce tarzından yoksun değildir. Sokrates, sofist geleneğinin “ölçü-insan” felsefesine inanır. Doğu filozoflarının aksine o yönünü insana verir. İnsanı tanımlamadan, onu doğru bir yaşam akışına sokmadan, hayatı anlamlı kılacak bir bilinç ve düşünce gücüne ulaştırmadan koca evrenin peşine düşmenin yersiz ve sonuçsuz kalacağının farkında olan Sokrates, bilgece-erdemli bir duruşun “Kendini bil!” ilkesini hayata geçirir. Dolayısıyla Sokrates, “kozmik”, “politik” ve “felsefik” düşünce gücünü birleştirerek hakikat yoksulluğunun özgürlük arayışına girişir. Yaptıklarıyla Sokrates, sadece etik ve politika teorisinin kurucusu değil, 2500 yıldır devam eden Yunan felsefe çağının bilge öncüsüdür de. Başlattığı felsefe çağının bilgesi olarak Zeus’un zaman devrini geriletip, yeni bir zaman devrini başlatır. Sokrates’ten anlaşıldığı kadarıyla O, “kozmik zamanın insanı” olduğunun tamamen farkında gibidir!

Sokrates’te oluşumun başlangıç ilkesi ruhtur. “Ruh”, varlığın asli kökenidir. Onda öncelikli olanın ruh olmasına rağmen varlığı bir bütün olarak algılar. Onun nazarında insan, varoluşun temel iki öğesi olan beden ve ruhtan meydana gelmiştir. İnsan; “beden ve ruh” “bir maddi bir manevi” boyutuyla “birleşik bir varlık” olarak gören Sokrates’e göre benliğine karşılık gelen, onu her ne ise o yapan öğe ya da bileşen ruhtur.[13]

Kozmolojik açıdan da Sokrates “yer-gök” ikilemini kabul eder. Bunu yaparken göğü “ruh”, yeryüzünü de “beden” olarak tanımlar.[14] Sokrates’in kozmik düşünce felsefesinde ruh, bedene hakim olur. Bunu politik düşünce felsefesine de yansıtan Sokrates, gerçekte var olanın ruh olduğuna kanidir. O maddi olan her şeyin geçici olduğuna inanır. Buna göre, ruhun ölümsüzlüğü karşısında bedenin “araç” olmaktan başka bir şansı da yoktur. Zerdüşt ve Terzi Hemes’in ışık-ruh teorilerinde ifade edildiği üzere Sokrates’te maddeden kurtulan ruh, ölümsüzleşir. Ölümsüzleşmiş ruh için tüm sınırlar ortadan kalkar. Sınırsızlık ve sonsuzluk zamanı ruhun ölümsüzlük cevherine hakim olur. Sokrates’te maddeden kurtulma arayışında olan ruhun sembolü özgürlüktür!

Bu nedenle Atina sokaklarında başta gençler olmak üzere halka ve onların şahsında da insanlığa hakikatin bilgisini taşıyan Sokrates, insanları ruhlarını korumaya, özen göstermeye, ruhlarını terbiye ve tedavi etmeye çağırır. Dönemin cehaletine son vermek isteyen Sokrates, “incelenmemiş, sorguya çekilmemiş bir hayatın yaşanmaya değer olmadığını”[15] söyler. Sokrates’e göre, sorgulanmamış bir hayatın kıymeti harbiyesi yoktur. O, hayatı anlamlı kılmanın yolunu açmaya çalışır. İnsanın kendini gerçekleştirme haline “Eudaimonia”, yani “Mutluluk” diyen Sokrates mutluğun da mutsuzluğun da kaynağının insan olduğuna işaret edecek, insanları bilgelik yolunda erdemli bir hayata teşvik eder. Onun bilgi anlayışı “erdem”dir. Diyalog ve soru sorma yöntemiyle de insanları politik düşünce zeminine çekerek, politika anlayışını örgütler. Politika anlayışıyla mutluluk ve özgürlüğe giden yolun ilke ve ölçülerini oluşturur. Sokrates’in politika, özgürlük ve ölümsüzlük ruhunun formülü, bilgi-erdem-mutluluk= Eudaimonia’dır!

Son olarak Sokrates, “gençleri baştan çıkartmak ve kentin tanrılarına inanmayıp yeni tanrılar icat etmek” suçlamasıyla ölüme mahkûm edilir. Tıpkı Prometheus’ta olduğu gibi af dilemesi şartına karşı çıkarak “af dilemez”, teslimiyeti kabul etmez. Orpheusçu bir aziz olduğu söylenen Sokrates, ruhun ölümsüzlüğüne inanan biri olarak zaman dışı bir azap[16] korkusunda değildi. Ruh gücüne de inanan Sokrates ölüme giderken bile mutluydu. Çünkü o ruhunu maddeden kurtulacağına ve ölümsüzleşip zamana karışacağına inanıyordu.

Konumuzun başlığı olan “Oluş-Zaman Düzleminde Politika ve Özgürlük” yorumunu şöyle toparlayabilir: Sokrates, Kronos’un zaman ruhunu; Prometheus’un oluşum gücünü çağın politika ve özgürlük ruhuyla taçlandırır. Kronos “zaman”, Prometheus “oluş”, Sokrates “politika ve özgürlük” sembolü demektir.

 

 

[1] A. Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[2] A. Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[3] Siraç Bilgin, Zarathuştra
[4] A.Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[5] Demokratik Ulus Gazetesi, (19-25 Ağustos 2014 Sayılı Haftalık Gazete) A.H.K’nın “ Mekan-Zaman Oluşum Üzerine” başlıklı yazısından
[6] TDK- Türkçe Sözlük
[7] Davut Akgül-Felsefenin Doğuşu ve Yayılışı
[8] A.Öcalan,Demokratik Uygarlık Manifestosu
[9] Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler,sy. 232
[10] A.Öcalan,Demokratik Uygarlık Manifestosu
[11] A.Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[12] A.Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu
[13] Ahmet Cevizci,Felsefe Tarihi,sy. 76
[14] Bertrand Russsel,Batı Felsefe Tarihi, 1.Cilt,sy220
[15] Ahmet Cevizci,Felsefeye Giriş,sy. 41
[16] Bertrand Russel,Batı Felsefe Tarihi,1.Cilt,sy. 218

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.