Düşünce ve Kuram Dergisi

Doğal Toplumdan Rojava Devrimi’ne

Diyarpir Delibaş

Doğal toplum, uygarlık tarihi boyunca zıtlarının her türden saldırısına rağmen varlığını korumaya devam etti. Neolitik komünal değerler, çok ağır bedeller pahasına da olsa hep kendini yenileyerek varlığını günümüze kadar sürdürebildi.

Doğal toplum insan varlığının başlangıç tezidir. İnsanlık ilk kez doğal toplumla birlikte toplumsal bir varlık olarak ortaya çıkabildi. Ondan öncesi ise hayvansı bir yaşamdır. Sonrası da ona karşıt bir şekilde gelişen hiyerarşik ve devletçi toplum paradigmalarıdır.

Yeni toplumun yükseldiği zemin olarak etnisite; çöldeki, vadi ve ormandaki göçebe toplum olarak, özgür köylü ve ana varlık bir aile gibi binlerce yıldır her türlü amansız saldırılara, tahribatlara ve doğal zorluklara rağmen toplumun yaşayan ahlakı şeklinde varlığını sürdürdü. Bu, aynı zamanda komünal toplumsal değerlerin büyük ve görkemli direnmesidir. Bu direnme kültürü de destanları, dilleri, insani değerleri ve ahlaklarıdır.

İnsanlığın başlangıcındaki bu var olma tarzı; kadın eksenli, doğayla uyumlu, tahakkümsüz, sömürüsüz, güçlü bir dayanışma, tamamlayıcılık ve karşılıklı bağımlılık ilişkileri içinde gerçekleşmiştir. Bu, insanlığın çok güçlü komünal değerlerle var olduğunu da göstermektedir.

Yüzbinlerce yıl süren doğal toplum, insanın oluşumunda çok büyük ve önemli bir rol oynamıştır. Hiyerarşik ve devletçi sistemler, bilinçli bir şekilde doğal toplumu hep inkar etmiş, tarihi de kendileri ile başlatmışlardır. Toplumsal varlığın oluşumundaki komünal nitelik, biçime değil öze ilişkindir; toplumun ancak komünal tarzda varlığını sürdürebileceğini kanıtlar. Komünal niteliğin yitirilmesi, toplum olmaktan çıkmakla özdeştir. Komünal yaşamın aleyhindeki her gelişme, tartışmasız bir biçimde toplumdan bir takım değerlerin kaybı anlamına gelir. O halde toplumsal-komünal yaşamı temel yaşam biçimi olarak değerlendirmek hakikatin kendisidir.

 

“Doğal Toplum Bitmiştir” Yanılgısı

Doğal toplumun değerlendirme ve analizi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın savunmalarında en temel konu olarak ele alınmıştır. Bunun nedeni, insanın gelişimi ile toplumun doğuşunun ilişkisinin karakteriyle ilgilidir. Çünkü insanlaşmanın kökeni doğal toplumdadır. O nedenle de demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma, hiyerarşik, sınıflı ve devletçi toplumun dışında bir arayışı esas almaktadır. Bu nedenle her zamankinden daha fazla doğal toplumun temel değerlerini esas almak hem gerçekçi hem zorunlu hem de devrimci görev olmaktadır.

İnsanın nasıl ve hangi toplumsallıkla var olduğunun doğru ve yetkince anlaşılmaması, oldukça ağır ve vahim sonuçlara yol açabilir. Nitekim şu ana kadarki toplumsal hareketlerin içine düşmüş oldukları çıkmaz da bununla bağlantılıdır. Örneğin, Sovyetlerdeki reel sosyalist pratiğin yıkıcı ve acılı sonuçları bu gerçeklikten kopuk değildir.

Doğal toplum her ne kadar M.Ö. 4000’lerde gelişen hiyerarşik güçlerce geriletilmiş ve sonrasında ilk şehir devleti olan Uruk’un ( M.Ö. 3200) sınıflı toplumuyla ciddi zayıflamış ve giderek tümden bastırılmış olsa da, bu topluma özgü Neolitik Devrim’in komünal değerleri günümüze kadar toplumsal gözeneklerimizde varlığını sürdürmüştür. Dolayısıyla, “Doğal toplum tümden bitmiştir,” demek doğru olmaz. “Bitmiştir,” demek yerine, “Bastırılmış, parçalanmış, tükenme noktasına getirilmiş; halen cılız da olsa varlığını korumaya devam etmektedir,” demek daha doğrudur. Buna bağlı olarak da doğal toplumun bu bastırılmış, parçalanmış demokratik komünal değerlerini yeniden canlandırıp ayaklandırmaktan başka kurtuluş yolu görünmemektedir. İnsanlığın içine girdiği toplumsal, ekolojik bunalımların temel nedeni doğal topluma ters düşme gerçeğidir. İnsan da tıpkı bitkiler gibi, ancak kendi kökü üzerinde sağlıklı gelişebilir. İnsanlığın ilk var olma tarzı doğal toplumda olduğuna göre, yönümüz de mutlaka doğal topluma dönük olmalıdır.

Bugünkü kapitalist modernitenin insan-toplum adına türettiği ya da kullandığı tüm kavramlar, insana yabancılaşmayı geliştiren, onu köleleştiren, düşüren, hiçleştiren bir anlayışa hizmet etmektedir. O nedenle de kapitalist modernitenin diliyle sağlıklı insana, sağlıklı bir topluma ulaşmak mümkün değildir. Tam tersine toplumsal komünal değerlerden daha fazla uzaklaşma, daha fazla anlam kaybına maruz kalma, daha fazla kişiliğin parçalanması, daha fazla kendine yabancılaşma ve daha fazla yozlaşma gerçekleşmektedir. Bu durum diğer toplumlardan daha farklı olarak tüm sömürge halklarda olduğu gibi Kürtlerde de ciddi bir yabancılaşmaya neden olmuştur.

Doğal toplum, sadece Neolitik toplum olarak da akla gelmemelidir. Neolitik dönem, doğal toplumun son aşamasını ifade eden, yerleşik yaşama geçişle başlayan çok önemli bir toplumsal devrimdir. Bununla bağlantılı olarak Kürt Halk Önderi, Neolitik dönemi, “doğal toplumun en kalıcılaştığı dönem olarak algılamak daha doğru bir yaklaşımdır” demekte ve “Doğal topluma bir başka deyişle, Paleolitik ve Neolitik toplum insanlığı da denildiğini,” belirtmektedir.

Doğal toplumda insanlık binlerce yıl klan, kabile ve aşiretler şeklinde yaşamıştır. Günümüze kadar gelen ana, kardeşlik, özgürlük, eşitlik, sorumluluk, emek, adalet, dayanışma, cömertlik, yiğitlik, kahramanlık, tamamlayıcılık, bayram gibi birçok kavram o dönemden, bu süreçlerden bugüne gelmektedir. Bu kavramları ya da değerleri yaratan doğal topluma “Ana-kadın” veya “Ana-Tanrıça” kültürleri damgasını vurmuştur. O nedenle de komünal toplumun yaratıcı gücü Ana-kadın, Rahip-Şef-Bilge ittifakına karşı büyük bir mücadele vermiştir. “Üçlü İttifak”, yükselen hiyerarşiyi ifade etmektedir. Hiyerarşinin, ataerkil toplumun esasta anaerkil güçle çatışmasından güç aldığı ise halen yaşanan etnisite toplumlarında gözlenmektedir. Ataerkil ahlak, birikimi meşrulaştırıp mülkiyetin yolunu açarken; komünal toplum ahlakı ise, toplum dışı ihtiyaçlara hizmet eden birikime, “kötülüğün kaynağı” gözüyle bakmakta ve dağıtılmasını teşvik etmektedir. Başka bir deyişle özel mülkiyete karşı topluluk mülkiyetini korumaya çalışmaktadır.

Hiyerarşinin komünal toplum değerlerine karşı saldırıları, beraberinde kahramanlığın doğuşunu da getirmiştir. Bu dönem, klan, kabile ve aşiretlerin dış saldırılara karşı direnme ve karşı saldırılara geçme şeklinde süregelen bir dönemdir. Aşiret sadece biyolojik bir büyüme değildir. Aynı zamanda hiyerarşiye karşı bir nevi direnme formasyonudur. Aşiretlerin direniş ve uygarlaşma dönemi de diyebileceğimiz bu aşama için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, yaşamak için aşiretin, aşiret içinde de kabile ve ailenin güçlü olması gereken çağın bu niteliğinin, yeni zihniyeti doğuran maddi gerçeklik olduğunu belirtmektedir. Kürt Halk Önderi, “M.Ö. 4000 yıldan beri gelişen bir aşiret bilinciyle hem yakın akraba ve komşu aşiretlerin, hem de çeşitli devlet güçlerinin bitmek bilmeyen saldırıları, Ortadoğu etnik yapısının gücünü ortaya koymaktadır. Bu yapıların Ortadoğu coğrafyasında bu kadar güçlü olmaları ve halen ayakta kalmalarının altındaki temel tarihsel gerçeklik bu hususlardır. Adeta her aşiret grubu bir ulus, bir hanedan, hatta zihniyet itibariyle bir din ve lehçesi itibariyle bir dil sahibi gibidir. Ulus şovenizminin zayıflığı yanında aşiret şovenizminin, duygusallığının, zihniyetinin güçlülüğü de kaynağını bu gerçeklikten alır,” demektedir.

 

Toplu ve Planlı Saldırılar

İnsan soyu ilk defa derli toplu bir şekilde, planlı olarak kendi türünü ganimetleştirme ve köleleştirme amacıyla imha etmeyi amaçlıyor; koşullar da bunu mümkün kılıyor. Hiçbir hayvanda kendi türünü yok etme biçiminde bir eyleme tanık olmuyoruz. Hele toplu, planlı ve örgütlü bir imha hiç yoktur. Dünyada yaşayan canlılar içinde ilkin insan türü bunu yapıyor, uyguluyor. Bu da sınıflı toplumla birlikte gelişiyor. Sınıflaşmanın gelişmediği Neolitik toplumda ve daha önceki çağlarda böyle bir uygulamayı görmek mümkün değildir. Sömürücü egemen sınıfın bir uygulaması olarak gelişen planlı, talan amaçlı saldırı ve yok etme, giderek sistemleşmektedir.

İnsan emeği ve artı ürünün değerleri üzerine kurulan tüm uygarlıkların, doğdukları günden beri kendi özlerini yitirmeden tüm alt ve üst yapılarında kendilerini yaşayabilmeleri gerçek bir dehşeti ifade ediyor. Açıktır ki, öldürmeyi fazilet bilen bir ideolojinin, ezilen ve sömürülen insanlığa verebileceği hiçbir şeyi yoktur. Binlerce insanı çarmıha geren, insanları arenalarda vahşi hayvanlara parçalatan, kesilmiş insan başlarından kuleler yapan, ganimet için katliam seferlerine çıkan sistemlerin insanlık ailesine kan, gözyaşı, talan, sürgün ve bunalımdan başka verebileceği hiç bir şey yoktur; olamaz da.

Mazlum halkların ve insanlığın payına düşen ise bu dehşete boyun eğmek, bu dehşeti “meşru” ve “uygarlık” olarak görmek; yine bunu yapanları da “haklı” ve “kahraman” olarak kabul etmek, sonuçta kendi emeğine yabancılaşarak kendini inkar etmektir! İşte, Kürt Özgürlük Hareketi tam da buna isyandır.

Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik komünal değerlere sahip çıkarak, Kürt tarih ve kültürünü dünya halklarının tarih ve kültürüyle mukayese ederek açıklamaya çalışması, bunu “Kürdistan Devriminin Yolu” adlı manifestoyla ilan etmesi, “Kürt tarihi ve kültürünün yeniden yaşam bulmasında devrimci Rönesans rolünü oynamıştır. Denilebilir ki, Kürtlerin demokratik uluslaşması bu manifestoyla radikal bir başlangıç yapmıştır.”

Eğer Kürt Özgürlük Hareketi ve öncülük ettiği halk savaşçılığının teorik, ideolojik ve politik çizgisi; doğru olmasaydı, Kürt hakikatini, tarih ve kültürünü doğru yansıtmasaydı, Kürtler tüm asimilasyon, katliam ve tahribatlara rağmen varlıklarını sürdüremezdi. Nitekim o dönemde birçok grup ve kişilik Kürt sorununu ele almış, belli bir yaklaşım da göstermiştir. Ancak demokratik komünal değerlere, Kürt tarihine ve kültürüne doğru temelde sahip çıkamadıkları için kendileri bile tasfiye olmaktan kurtulamamışlardır.

Kürt Özgürlük Hareketi kendini hep yenileyebilmiş, görkemli şekilde değişim ve dönüşümü sağlayabilmiştir. Bu noktada Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sözleri yeterince açıklayıcı olmaktadır: “İdeolojik dönüşümümde netlik kazanan, zor içeren tüm hiyerarşik toplum biçimlerinden kopuş bir zihniyet devrimi değerindedir. Bu, devrimin doğa ve toplumun özündeki akla dayandırılması, tükenmek bilmeyen bir çözüm gücüne ulaştırılması anlamına da gelmektedir. Artık kendine güvenen ve hakim kişilik paradigmamda köklü tıkanmalara ve çözüm bulamama endişelerine yer yoktur. Büyük acılar ve büyük kötülükler, eğer öldürmezlerse, büyük gerçeklere ve güçlendiren özgür yaşama götürür. Hakim dünya sisteminin, ona hizmet eden kişilik özelliklerini iflasa götürmesini ve bu yönlü alternatifine yol açmasını yeniden doğuş ve ideolojik devrim olarak değerlendirmek doğrudur.”

 

Bir “Devrimler Zinciri” Olarak Rojava Devrimi

Yeniden Doğuş ve İdeolojik Devrim”in güncel pratik örneği Rojava Devrimi’dir. Rojava Devrimi’nin mimarı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dır. Sadece yeni paradigmasal açıdan da değil. Öcalan’ın orada 20 yıllık bizzat pratik emeği vardır. Bu gerçeği görmeden Rojava Devrimi’ni, Kobanê Direnişi’ni anlamak mümkün değildir.

Küresel hegemon güçler, Rojava’da sistem krizine alternatif bir çözüm ürettiği için Kürt Halk Önderi’nin paradigmasını hedeflemekteler. Orada kapitalist modernite ile demokratik modernite her yönüyle yoğun bir savaş içerisindedir. Kürt Halk Önderi’nin, “Üçüncü Dünya Savaşı” dediği gerçeklik de budur. Rojava Devrimi, birçok güç açısından beklenmedik bir gelişme olarak ortaya çıktı. Rojava’da biriktirilen güç ve elde edilen stratejik pozisyon, Özgürlük Hareketi’ne Ortadogu’da yürütülen çok yönlü savaşın kaderini tayin edebilecek bir konum kazandırmıştır. Bu nedenledir ki, Rojava şahsında Kürt Halk Önderi’nin paradigması hedeflenmektedir. Tüm “mevzilenmeler” buna göredir. Kobanê ve Şengal gibi yerlerde girilen ilişkiler, konjonktürel ilişkilerdir ve bu gerçeği değiştirmemektedir. Bölgesel gerici güçler sahiplerinden icazet alarak mümkünse buradaki birikim ve kazanımları, demokratik Kürt iradesini tanımadan yedeklemek, eğer bu mümkün değilse de halkların demokratik iradesini ezmek için Rojava’yı hedeflemekteler. Rojava’daki devrim gerçekliği böyledir.

Rojava’da, başta sömürgeci Baas rejimi olmak üzere bölgedeki gerici güçleri aşarak, demokratik komünal değerleri canlandırıp geliştiren, Küresel hegemon ve bölge gericiliğinin vahşi çetelerine karşı kahramanca direnen, insanlığın ortak değerlerini savunan ve tüm dünyanın gözleri önünde yenilmezliğini kanıtlayan, insanlığın onur ve gurur duyduğu görkemli zaferi kazanan gücün felsefesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefesidir. Rojava’da yaşayan, Rojava Devrimi’ni birlikte yapan halkların ve azınlıkların yayınladıkları sözleşme bunu açıkça göstermektedir; bu, aynı paradigma ve felsefenin ürünü olduğunu kanıtlamaktadır. Peki, bu sözleşmede neler yer almaktadır? Sözleşmedeki şu vurgulara kulak verirsek eğer:

“Din, dil, ırk, inanç, mezhep ve cinsiyet ayrımının olmadığı, eşit ve ekolojik bir toplumda; adalet, özgürlük ve demokrasinin tesisi için;

“Demokratik toplum bileşenlerinin siyasi-ahlaki yapısıyla birlikte çoğulcu, özgün ve ortak yaşam değerlerine kavuşması için;

“Kadın haklarına saygı ve çocuk ile kadınların haklarının kökleşmesi için;

“Savunma, özsavunma, inançlara özgürlük ve saygı için;

“Bizler demokratik özerk bölgelerin halkları; Kürtler, Araplar, Süryaniler (Asuri, Keldani ve Arami), Türkmenler ve Çeçenler olarak bu sözleşmeyi kabul ediyoruz.”

Açık ve nettir ki, Rojava’da inşa edilmek istenen demokratik-komünal, ahlaki ve politik bir toplumdur. Bu çerçevede Rojava Devrimi, bir değil birden çok devrimin iç içe yaşanmasıdır.

Rojava Devrimi, en başta bir zihniyet devrimidir; kadın devrimidir; gençlik devrimidir; özetle “devrim içinde devrimler ziciri”dir!

Bu eser, hiç kuşkusuz ki yaşamlarını halkların özgürlük özlemine katık eden devrimci kahramanlarındır! Kuşkusuz bu anlamda Rojava Devrimi, uygarlık tarihi boyunca hiyerarşik-devletçi toplumlara karşı mücadele veren insanlığın binlerce yıllık umududur.

Devrimci kahramanlık, ahlâki ve politik topluma yaptığı katkılarla anlam buluyor. Ahlaki ve politik topluma katkı sunmayan, ona hizmet etmeyen eylemler, devrimci kahramanlık eylemleri olarak tanımlanamaz. Bundan dolayıdır ki “haksız savaşların kahramanı olmaz!” Haklı savaşların ise İnanna ile başlayan ve Prometheus, Demirci Kawa, Spartaküs, Mazlum Doğan, Kemal Pir’lerle devam edip Arîn Mirkan’larla zirveye ulaşan ve günümüze kadar gelen binlerce kahramanı vardır!

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.