Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Özgürlük Devrimi Yerel Olduğu Kadar Evrenseldir

Zeynel Günaydın

Beş bin yıllık devletçi uygarlık tarihinde her zaman toplumsal kesimler ile egemenlikçi kesimlerin toplumsal sorunlara çözüm bulma yolu farklı olmuştur. Çünkü her iki kesimin kimyası farklıdır. Ezilen toplumsal kesimler her zaman için eşitliği, adaleti, özgürlüğü ve tüm bunların yaşayabileceği gerçek bir demokratik sistemi arzular ve bunun için mücadele ederken; egemenler ise her zaman hegemonya peşinde olmuştur. Bu gerçek, her iki kesim açısından da varoluşsal nedenlerle tarih boyu değişmezdir. Egemenler her zaman ezilene ihtiyaç duyduğundan ve ezilen de var olmak isteyeceğinden beş bin yıllık devletçi uygarlık tarihi, aynı zamanda bu iki karşıt kesimin mücadele tarihidir. Tarihin “uzun süre” kapsamında karşımıza çıkardığı temel gerçeklik budur.

Günümüzde bu mücadele devletçi uygarlığın son beş yüzyılını temsil eden kapitalist modernite koşullarında verilmektedir. Bugün dünyanın her yerinde egemenlerin hegemon olma; ezilenlerin de eşitlik, özgürlük, demokrasi mücadelesi sürmektedir. Burada önemli olan her iki kesimin kendi fabrika ayarlarına, yani özlerine uygun davranabilmesidir. Tabi tarihin hiçbir zamanında egemen kesimlerin ezilenlerin ruh haline büründüğü, onların istediği şeyler ister hale geldiği görülmemiştir. Kuşkusuz egemen sınıf içinden gelen ama zamanla insan ve toplum olmanın özünü yakalayarak egemen sınıftan uzaklaşan insanlar vardır. Ama hiçbir zaman egemen sınıflar veya kesimler amaçları olan hegemon olma yolunun, eşitlik, özgürlük ve adaletin boy verdiği demokrasilerden geçtiğini düşünmemiştir. Çünkü hegemon olmayla eşitlik, özgürlük, demokrasi değerleri çelişir, çatışır. Bu bakımdan her zaman için egemen kesimlerin çıkarlarını en iyi ifade ettikleri sistem, devlet olmuştur. Bu açıdan tarih boyu tüm devletler, adı ve biçimi ne olursa olsun egemenlerin bir icadı olmuştur. Bu yönüyle egemenlerin tarih boyu kendi fabrika ayarlarına ters düştüklerinden bahsedilemez.

Kendi özünden koparak yabancılaşma örnekleri ise daha çok ezilenlerin cephesinde hem de çok sayıda yaşanmıştır. Ezilenler eşitlik, özgürlük ve adalet için mücadele etmiş olsalar da buna hangi yol ve yöntemlerle ulaşacaklarına dair çoğu zaman bir kafa karışıklığı, muğlaklık yaşamışlardır. Bu da ezilenler açısından her zaman amaç-araç çelişkisinin görülmesine neden olmuştur. Yani ezilenler eşitlik, özgürlük gibi istemlerine çoğu zaman gerçekte egemenlere ait olan devlet mekanizmasıyla ulaşabileceklerini düşünmüş ve öyle pratikleşmişlerdir. Böyle davrandıklarında da amaçlarına, dolasıyla özlerine ters düşen bir konuma gelmiş ve sistemiçileşmişlerdir. Tarihte bunu, özü devletçi sisteme kapalı olan pek çok aşiretin dağılma pratiklerinde, pek çok ezilen sınıf mücadelesinin yönünü devlete vermesinde veya devletleşmesinde görürüz. Yine özellikle Marksizmin versiyonları olan sosyal demokrasi, reel sosyalizm ve ulusal kurtuluş hareketlerinde çok açık şekilde görürüz.

Tüm bunlar göstermektedir ki mücadele etmek, tepki göstermek tek başına yetmemektedir. Asıl olan doğru taleplerle ve doğru yöntemlerle mücadele etmektir ki bu da bütünlüklü olmayı gerektirir. Bu da ancak amaç ve araç ilişkisini doğru kurmuş bir zihniyet yapılanmasıyla olur. Tarihi ve güncel tüm gerçekleşmeler egemenlerin araçlarıyla ezilenlerin amaçlarının gerçekleşemeyeceğini yeterince ispatlamıştır. Diğer bir deyişle tarihi ve güncel tüm gerçekleşmeler, bağımsızlığın veya sistemiçileşmenin esas olarak zihniyette yaşandığını ortaya koymuştur. O halde ezilenler için gerekli olan amaçla uyumlu bir sistemi mümkün kılacak zihniyet dünyasını edinmektir. İnsani ve toplumsal olan tüm gerçekleşmelerin birer inşa olduğunu ve tüm inşaların da bir zihniyete dayandığını gözettiğimizde durum daha iyi anlaşılır.

Peki, tüm bunlar neden önemli? Önemli, çünkü hem küresel hem bölgesel hem ulusal ve hatta kişisel ölçekte yaşadığımız tam da budur. Kişiler, örgütler, uluslar ve insanlık ölçeğinde yürütülen mücadelelerin amacına ulaşması için amaca uygun bir araca sahip olmak gerekir. Bunun için de hegemonik sistemin hükmetmediği, ondan kopmuş bir zihniyet dünyası gereklidir. Aksi takdirde ne kadar büyük bedel verilirse verilsin hatta görünürde zafer de elde edilsin, sonuç sistemiçileşme olur. Nitekim büyük zaferler elde etmiş ulusal kurtuluşçuluk ve reel sosyalizm bunu her yönüyle göstermektedir.

Bugün Ortadoğu’da da bir kaos yaşanmaktadır ve kendince herkes bu kaostan çıkışın yolunu bulmaya çalışmakta ve bunun için mücadele etmektedir. Hem de günde yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği, toplu göçlerin yaşandığı, ülkelerin yerle bir olduğu, rejimlerin yıkılıp yenilerinin kurulduğu koşullarda bunlar olmaktadır. O halde ezilenler, aynı zamanda Üçüncü Dünya Savaşı olarak da ifade edilen bu kaostan, savaştan nasıl çıkacak, çıkmalı? Amaç-araç ilişkisinin önemini bildiğimize göre, hangi araçla amaçlarına uygun bir gerçekleşmeyi sağlamak durumunda? Tam da burada tüm saldırılara karşın varlığını koruyan kadın öncülüklü Rojava Özgürlük Devrimi bir çıkış olabilir mi? Daha da arttırılacak bu sorulara doğru yanıtlar vermek, uğruna çok büyük bedellerin verildiği eşitlik, özgürlük ve adaletin sistemleşmesi için hayati önemdedir.

 

Ulus-Devlet Çözüm Mü?

Hemen söylemek gerekir ki ezilenler açısından ulus-devlet çözümü asla bir seçenek olamaz, olmamalıdır. Çünkü ulus-devlet tepeden tırnağa en safkan bir egemenlik aracıdır. Dolayısıyla egemenliğe karşı mücadele eden ezilenlerin kimyasıyla en uyuşmaz ve tezat teşkil eden sistemdir. Bu nedenle ezilenlerin yönünü ulus-devlete vermeleri, ancak kendi eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik olan doğalarından kopması yani başkalaşıma uğramalarıyla olur. Böyle olduğunda da zaten ezilen bir toplumsal kesim olmaktan çıkılmış ve komünal olan öze ihanet edilmiş olur.

Bugüne kadar ulus-devletin çözdüğü tek bir sorun vardır, o da tüm toplumsal sorunları içinden çıkılmaz hale getiren, daha da derinleştiren egemenlerin hegemon olma sorunudur. Çıktığı dönemde feodal beylerin, derebeylerin paylaştığı iktidar; ulus-devletle tüm iktidarı elinde toplamak isteyen burjuvazinin olmuştur. Bu yönüyle ulus-devlet, tarih boyunca görülen en tekçi, merkezi ve hegemonik devlet biçimidir. Onu, öncellerinden ayırt eden temel özellik budur. Ama bugün iki nedenden dolayı egemenler için bile giderek tercih edilen bir seçenek olmaktan çıkmaktadır.

Birinci neden her zaman hegemonya peşindeki burjuvazi için artık ulus-devlet sınırlarının dar gelmeye başlamış olmasıdır. Mevcut burjuvazi, eş deyişle sermaye küreselleşmiştir ve artık bir ulus-devleti değil tüm küreyi hegemonyasına almak istemektedir. Burjuvazide, küresel sermaye güçlerinde yaşanan bu hacimsel büyüme, ulus-devletçi güçlerle çelişki yaşar hale gelmelerine neden olmuştur. Mevcut durumda küresel sermaye güçleri açısından her bir ulus-devlet, geçmişin bir derebeyine dönüşmüş durumdadır ve ulaşılmak istenen küresel hegemonya için ulus-devletin aşılması bir zorunluluk haline gelmiştir.

Bununla bağlantılı ikinci neden ise ulus-devletli dünyada ezilenlerin her yerde ulus-devletin temsil ettiği hegemonyaya karşı yürüttüğü mücadeledir. Kadınların, gençlerin, ezilen sınıfların, yok edilme sürecine alınmış kültürlerin, etnisitenin, inanç gruplarının, ekolojist hareketlerin kısacası iktidarla çelişki yaşayan tüm toplumsal kesimlerin yürüttüğü mücadele kapitalist modernite güçlerini ulus-devlette değişiklik yapmaya zorlamaktadır. Çünkü özü farklılıkların tek’in içinde eritilmesi anlamına gelmek üzere soykırım olan ulus-devletin, tüm toplumsal kesimlerde büyük tepkiye neden olması ve onun şahsında kapitalist moderniteye karşı mücadele ediliyor oluşu, ulus-devleti küresel sermaye güçleri açısından astarı yüzünden pahalı hale getirmiştir. O nedenle küresel sermaye güçleri açısından ulus-devlet bedeninden kurtulmak ve yeni bir bedenle hegemonik amacı sürdürmek bir ihtiyaç haline gelmiştir. Küresel sermaye sistemi, daha büyük kaybetmemek, sermayenin daha fazla yayılmasının önündeki engeli aşmak için bu değişikliği yapmayı gerekli görmektedir.

Kısacası artık ulus-devletin bir geleceği yoktur. Ama ezilenler için tercih edilemeyecek olmasının nedeni, ulus-devletin faşist özünün toplumun ve insanın komünal olan özüyle yaşadığı ontolojik karşıtlıktır. O artık tarihin çöp sepetine atılacağı zamanı beklemektedir. Bunun zamanını ise toplumsal güçlerin ona karşı yürüttüğü özgürlük ve eşitlik mücadelesinin düzeyi belirleyecektir.

 

Ulus-Devletten Kurtulmak

Belirtilenlerden ulus-devletin iddiasız olduğu veya ondan kurtulmanın kolay olacağı sonucu çıkarılmamalıdır. Tersine yok olmamak için her türden çılgınlığı yapacağını 20. Yüzyılda yapılanlar yeterince açığa çıkarmış durumdadır. Her iki dünya savaşında ölen insanların sayısı, belki de insanlık tarihindeki tüm savaşlarda ölen insan sayısından daha fazladır. Yine insanlığın başına nükleer silahı atarak yüzbinlerce insanın bir keresinde yok olmasına neden olan sistem ulus-devlet sistemidir. Kimyasal, biyolojik silahların kullanılması, azami kar için doğanın yok edilmenin eşiğine getirilmesi hep bu dönemde gerçekleşmiştir. Tek başına Yahudi soykırımı her şeyi açıklamaya yeterlidir. Kısacası ulus-devleti var eden kârcılığa doymamakta ve yapmadık şey bırakmamaktadır. Varlık sorunu yaşadıkça da daha fazla çılgınlaşmakta ve yaşamı, tüm farklılıkları soykırımdan geçirmektedir. Bunu küresel çapta gördüğümüz gibi, Ortadoğu’da da fazlasıyla görmekteyiz. Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihi ulus-devletin ne denli yok edici ve Ortadoğu toplumsallığına ne denli karşıt bir sistem olduğunu her yönüyle ortaya koymuştur.

Gerçekte bir halklar bahçesi olan ve 1924 yılına kadar da böyle gelen Anadolu coğrafyası, İngiltere’nin başını çektiği kapitalist modernite güçlerince kurdurulan TC ulus-devleti döneminde bir halklar mezarlığına dönüşmüştür. Anadolu ve Kurdistan’daki tüm farklılıklar Türk-İslam sentezinde eritilmiş, yok edilmiştir. Öyle ki bu soykırım politikası TC ulus-devleti açısından var olmanın koşulu olarak görülmüş ve bugüne kadar da uygulanan tek politika olmuştur. Asimilasyon, fiziki ve kültürel soykırım saldırılarıyla Anadolu ve Kurdistan’da Ermeniler, Asuri-Süryaniler, Rumlar, Êzidî Kürtler fiziki soykırıma uğratılırken; Lazlar, Çerkesler, Araplar kültürel soykırımdan geçirilmiştir. Kürtler ve Aleviler ise hem fiziki hem de kültürel soykırım politikalarına karşı varlık mücadelesi vermektedir. Yüz yıllık cumhuriyet tarihi boyunca kurulan tüm hükümetlerin cumhuriyetin varlığını sürdürmek için uyguladıkları tek politika bu olmuştur. Farklılık sadece imkânlarda ve bu politikanın uygulanma düzeyinde olmuştur. Mevcut durumda ise AKP-MHP-Ergenekon ittifakı cumhuriyet tarihinin tüm birikimini bu soykırım savaşında Kürtleri yok etmek için seferber etmiş durumdadır. Diğer bölge ulus-devletlerinin de benzer uygulamaları esas almaları temsil edilen aynı öz gereğidir. Nitekim Irak, Suriye ve İran ulus-devletlerinin tüm toplumsal farklılıklara benzer şekilde yaklaştıkları, katliamlar yaptıkları görülmektedir. Burada da fark, zihniyette değil, kapasitededir.

Ulus-devleti sadece bir beden yani bir devlet biçimi olarak görmemek de büyük önem taşır. O da her oluş gibi bir zihniyetin ürünüdür ve onu var eden zihniyet, en fazla da zihniyet alanında hegemon olmayı önemser. İktidarı yayma kapasitesiyle paralel, zihni hegemonmayı da yeryüzünün her yerine, hatta her bireyine kadar yaymıştır. İşte ezilenlerin, kendisine karşı savaşanların bile çoğunlukla onun gibi düşünmesinin, duymasının ve onun araçlarını esas almasının nedeni budur. Hegemoniktir, her yerdedir, sistemin tüm imkânlarını, insanların ve hatta karşıtlarının duygularına, düşüncelerine, algılarına, özcesi yaşamlarına hükmetmek için kullanmaktadır. Kapitalist modernite koşullarında sistem içinde erimelerin bu denli fazla olmasının, sistem karşıtı mücadelecilerin sistemin birer dişlisi haline gelmesinin altında yatan bu gerçekliktir. Yani ezilenler açısından kaybetme, savaş meydanlarında değil, zihniyet dünyasında gerçekleşmektedir. Zihniyette kaybedenin de ruhta, duyguda, düşüncede, yaşamda kaybetmesi kaçınılmaz olmaktadır.

İşte kapitalist modernitenin bedeni gibi görünen ama gerçekte onun zihniyetinin bütün öğelerini kendinde taşıyan ulus-devlet sisteminden, onun ruhsallığından kopmanın zorlukları buradan kaynaklanmaktadır. Tam da bu noktada zihniyette, dolayısıyla ruhta, duyguda, düşüncede, yaşamda kapitalist modernist yaşamdan kopuş, en büyük gereklilik ve devrimdir. İşte Abdullah Öcalan’ın felsefesi ve paradigmasıyla Rojava’da gerçekleştirilen budur. Onu ulus-devlet saldırılarına karşı ayakta tutan ve arayış halindeki insanlar için umuda dönüştüren de bu özelliğidir. Yani temsil edilen zihniyetin sistem dışı olmasıdır.

 

Rojava Devrimi Çıkış Yoludur

Devletçi uygarlığın başından beri Ortadoğu coğrafyasında çıkış bulmaya çalıştığı halde, Ortadoğu’nun toplumsal genleri nedeniyle buna fırsat bulamayan ve ancak bundan beş yüzyıl önce Avrupa’da gelişebilen kapitalist modernite sistemi, yaklaşık iki yüzyıldır Ortadoğu coğrafyasına yerleşmeye, yayılmaya çalışmaktadır. Mevcut durum kendisi açısından ne tam başarı ne de başarısızlık halidir. Kapitalist modernite sistemi yukarıda belirtildiği gibi ulus-devletin astarı yüzünden pahalı hale gelmesi nedeniyle onu çıktığı mekânlarda biraz yumuşatsa da Ortadoğu’ya enjekte etmeye çalışmaktadır. 19. Yüzyıldan beri kapitalist modernite sistemi Ortadoğu’da milliyetçilik, mezhepçilik ile Ortadoğu toplumlarını, hatta imparatorluk şeklindeki devletleri bölüp parçalayarak yönetmeyi esas almaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun da parçalanması bu kapsamda gelişmiş ve bu imparatorluktan onlarca ulus-devletçik ortaya çıkarılmıştır. Nitekim Ortadoğu’daki tüm devletlerin böyle oluştuğu ortadadır.

Ulus-devlete göre daha çoklu olan imparatorlukların başına bu getirilirken, toplumlar ulus-devletlerin salgıladığı milliyetçilik, mezhepçilik zehirleriyle birbirine düşürülmekte ve yabancılaştırılmaktadır. Gerçekte sadece bir avuç egemene ait olan ulus-devletle kendisini özdeşleştiren ve bir yığına dönüştürülen geniş kalabalıklar, geçmişlerini unutmakta, milliyetçi ve mezhepçi motiflerle karşı karşıya gelmektedir. Böylelikle kapitalist modernite sistemi bir yandan Ortadoğu’daki imparatorluk diğer yandan da tarih boyunca farklılıkların birlikte yaşadığı Ortadoğu toplumsal geleneğini parçalamaktadır. Toplamda ise Ortadoğu’yu güçsüz düşürmektedir. Bugün yirmi iki ulus-devletçik kurdurttuğu Arap toplumunun geçmişten daha güçlü olduğunu kimse iddia edemez. Kurdurttuğu Türk, Fars ve Arap ulus-devletlerini hem birbirinin rakibi haline hem de soykırımcı karakterleri nedeniyle sürekli iç savaş yaşar hale getirmiştir. Suriye, Irak, İran ve Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma bakıldığında bunu çok net bir şekilde görmek mümkündür.

Kapitalist modernite sistemi bizzat kurduğu bu devletlerin ulus-devletçi çizgide kalmalarına azami özeni göstermektedir. Bu güçlerin demokrasiye duyarlı hale gelmeleri, ulus-devletçi çizgiden uzaklaşmaları anlamına geleceğinden bunun olmaması için oldukça dikkatlidir. Bu yönüyle Üçüncü Dünya Savaşı’nın yaşandığı günümüz Ortadoğu’sunda da kapitalist modernite sistemi, Ortadoğu’yu hala ulus-devletçilikle dizayn etmeye çalışmaktadır. Bunu her birisi kendi imalatı olan ulus-devletleri birbirine düşürerek, bu ulus-devletlere karşı mücadele eden toplumsal kesimlerin yönünü yeni ulus-devletçiklere vererek veya toplumsal güçlerin özgürlük mücadelelerine karşı mevcut ulus-devletleri destekleyerek yapmaktadır. Toplumsal yaşamda da milliyetçiliği, mezhepçiliği, iktidarcılığı, bencilliği, erkek egemenliğini capcanlı tutarak kişiyi ve toplumu paramparça ederek herkesi biyolojik yaşamın sınırlarında tutmaktadır.  Böylelikle hem egemenlerin hem de ezilenlerin dünyasını ulus-devletçilikle, onun ruh, duygu ve düşünceleriyle doldurarak yapmaktadır.

İşte Rojava Devrimi’nin önemi tam da buradadır. O kapitalist modernite sisteminin dolayısıyla beş bin yıllık devletçi uygarlık sisteminin dışına çıkabilme anlamındadır. Onu var eden paradigma ve dünya görüşü, genelde devlet odaklı, özelde de kapitalist modernist yaşamdan kopmayı öngörmektedir. Rojava Özgürlük Devrimi’ni var eden dünya görüşü ve paradigma ezilenleri zihniyet düzeyinde özgürleştirmekte, egemenlere hizmet eder halden çıkarmaktadır. Zira tarih boyunca tüm devrimler halklar tarafından yapıldığı halde devrimlere kendi sınıfsal çıkarları temelinde konanlar ise her zaman egemenler olmuştur. Rojava Devrimi ile birlikte artık ezilen tüm toplumsal kesimler, egemenlerin zihniyet dünyasında kurduğu hegemonyadan kurtulmuş oluyorlar. Artık ezilenler kendi eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik özlerine uygun duygunun, düşüncenin, ruh halinin, eylemin ve toplumsal sistemin ne olduğunu çok somut bir şekilde görmektedirler. Ezilenler Rojava Devrimi ile devletçi uygarlık tarihi boyunca yaşadıkları ve çoğunlukla da kendilerini sistemiçileştiren amaç-araç çelişkisini yaşamaktan kurtulmuştur. Artık ezilenlerin elinde komünal olan amaçlarına uygun bir araç yani toplumsal sistem bulunmaktadır ki, bunun adı devlet değil, demokratik özerkliklere dayalı demokratik konfederal sistemdir. Nitekim Rojava Özgürlük Devrimi, siyasi ve askeri iktidarın yeni bir devlet şeklinde el değiştirmesi anlamında olmayıp devlet dışı bir toplumsal örgütlenme sisteminin oluşturulması anlamındadır. Evet, Rojava’da 19 Temmuz 2012 yılında gerçekleşen ve tüm saldırılara rağmen günümüze kadar varlığını sürdüren devlet değil, demokratik konfederal sistemdir. Dünyanın adeta ulus-devlet tarafından sömürülmedik yerinin kalmadığı kapitalist modernite koşullarında yaşamanın, örgütlenmenin, sistem kurma tahayyüllerinin gerçekleşmiş halidir. Kapitalist modernite koşullarında ütopyaların gerçekliğe kavuşmasıdır.

 

Egemenlerin Gözünde Rojava

Rojava Özgürlük Devrimi, Ortadoğu’ya yayılmak istenen ve dünyada da hakim olan ulus-devletin tam karşıt kutbundadır ve gerçek panzehridir. O, dolayısıyla onu var eden felsefe, paradigma ulus-devlet sisteminin ve onu var eden zihniyetin toplumsal yaşamda yarattığı tüm sorunlara çözüm bulma iddiası ve kararlılığındadır.

İnsanı birbirinin kurdu olarak gören ve bu hale getiren ulus-devletçiliğin aksine insanı varoluşsal olarak toplumsal ve komünal olarak görür. İnsan-insan, insan-doğa ve kadın-erkek ilişkilerini yok etme, tahakküm kurma üzerine değil, karşılıklı güçlenmeyi ve gelişmeyi sağlayan simbiyotik ilişkilenme üzerine kurar. Doğadaki ve toplumsal yaşamdaki var oluşu, özgürlük ruhunun birer gerçekleşmesi ve çeşitlilik olarak görür. Aynılığı değil, farklılığı oluşun dili olarak tanımlar. Bu görüşe göre aynılık kavramsal düzlemde vardır, gerçekte olan ise farklılıktır. Yani oluş farklıdır. Farklı olanı aynılaştırmaya çalışmak bir yok ediciliktir ki bu da tekçi ulus-devletin en temel işidir. Ulus-devletin var oluşun diline aykırılığı, doğa dışılığı da buradan ileri gelir. Doğal olanla oynamak, onu yok etmek söz konusu varoluşu da yok edeceğinden kurulacak toplumsal sistemlerin de oluşun diline uygun olması gerekmektedir. Yani kurulacak her toplumsal sistem, çokluğu, farklılıkların eşitçe birliğini temsil etmelidir. İşte ulus-devlet böyle değil de tekçi olduğundan hep kriz, savaş üretir. Ortadoğu ve dünyada ulus-devletin yarattığı onca kriz ve çözümsüzlük de bundandır. O nedenle insan ve toplum var olacaksa bu ancak insanın çoklu ve toplumsal olan doğası temelinde mümkün olacaktır ki, bu da farklılıkların eşitçe birliği anlamına gelen demokratik özerkliklere dayalı demokratik konfederal sistemdir. Bunun pratikleşmesi de tüm yetersizliklerine karşın Rojava Devrimi olmaktadır.

Bugün Rojava’da tüm toplumsal farklılıklar yani Kürtler, Araplar, Ermeniler, Asuri-Süryaniler, Türkmenler, yine Sünniler, Aleviler, Êzidîler, Hristiyanlar eşit ve birliktedir. Aralarında milliyetçilikten, mezhepçilikten kaynaklı bir mücadele, savaş yoktur. Tersine özgürlüğe ve dayanışmaya dayanan bir bilinçle bu farklılıkların demokratik ulus temelinde bir araya gelişleri ve güçlerini birleştirmeleri vardır. Zaten devrimin tüm saldırılara karşın varlığını koruması da bu sayede mümkün olmaktadır. Burada insansal ve toplumsal olan her şeyin birer inşa olduğunu görmek çok büyük önem taşır. Yani ulus-devlet de bir inşadır, demokratik konfederalizm de. İnsanların, ulusların, dinlerin, mezheplerin, insan ile doğanın, kadın ve erkeğin birbirinin rakibi veya düşmanı haline getirilmesi de bir inşadır; tersine tüm bu farklılıkların eşit ve özgür ilişki temelinde bir arada olmaları da. Demek ki zihniyet insansal ve toplumsal olan üzerinde bu kadar belirleyici ve yaratıcıdır. Burada önemli olan zihniyetin neye dayandırılacağıdır. Egemenler iktidarcılığa, kârcılığa, bencilliğe, erkek egemenliğine dayandıklarından, zihniyetlerini böyle kurguladıklarından doğa, toplum, kadın ve yaşam karşıtıdır ve boğucudur, yok edici ve devletçidir. Ezilenlerin zihniyet çeperlerini kardeşlik, eşitlik, özgürlük, adalet, birlikte yaşam oluşturduğundan bunların kuracağı toplumsal sistem de doğal olarak adı ne olursa olsun devlet dışı ve bu öze uygun olacaktır. İşte Rojava Özgürlük Devrimi’nin büyüklüğü de buradadır. Egemenlerin karşıt kutbundaki toplumsal kesimlere ait, onların özlerine uygun bir gerçekleşmedir. Zaten bu nedenledir ki tüm egemenlikçi sistemler, güçler tarafından hedeflenmektedir.

Bugün “DAİŞ’e Karşı Uluslararası Koalisyon” adı altında Rojava’da bulunan kapitalist modernite güçleri, sömürgeci, soykırımcı TC, değişmemekte ısrar eden despotik Suriye rejimi, Ortadoğu’nun tüm gericiliği, erkek egemenlikçi ideoloji ve örgütler, Kürt ihanet ve işbirlikçiliğini temsil eden KDP farklı yol ve yöntemlerle bu devrime düşmanlık etmektedir. Yani egemenler ve egemen olma çabası içinde olanlar bu devrimin kendileri için ne denli büyük bir tehlike olduğunu, toplumun kendilerinden nasıl da alınıp güç haline geldiğini ve bunun kendileri için varlık sorunu yarattığını çok iyi gördüklerinden, devrime toplu halde düşmanlık etmektedir. Kimisi devrimi çizgisinden saptırmaya çalışırken, kimisi çizgi temelinde toplumsal inşa gerçekleşmesin diye bozarken, kimisi de devrimi fiziki olarak yok etmek için saldırmaktadır. Bir iş bölümü temelinde gerçekleştirilen tüm bu saldırıların ortak hedefi ise devrimi tasfiye etmektir.

Bu yönüyle Rojava Özgürlük Devrimi’nin egemenler açısından taşıdığı anlam başkadır ve kendileri için varlık sorunu yaratmaktadır. Çünkü tarih boyunca egemenlerin özenle kurguladıkları, bazen adına mitos, bazen değişmez dini kural, günümüzde ise bilim adına evrensel yasa dedikleri, gerçekte ise egemenlerin çıkarları temelinde inşa edilmiş olan özne-nesne zihniyetinin tüm varyantlarını yerle bir etmekte; kadını, doğayı, insanı, ulusları, yaşamı egemenlere ait olmaktan çıkarmakta ve özgürleştirmektedir. Bu açıdan Rojava Özgürlük Devrimi ve onu var eden felsefe, paradigma egemenlerin sorunlarını değil, egemenlerin kendilerini çözmektedir. Bu nedenledir ki, Rojava Devrimi egemenlerin gözünde farklı, ezilenlerin gözünde de farklı görünecektir. Egemenler nezdinde ne denli tehlikeli ve yok edici ise, ezilenler nezdinde de o denli umut kaynağı ve yaşatıcıdır. Nitekim her iki kesimin devrime yaklaşımı tamamen bir zıtlık içermektedir.

Görüldüğü gibi Rojava Devrimi’nin sorun çözücülüğü, krizden çıkarıcı özelliği egemenler için geçerli değildir. Tersine egemenler için devrim sorun kaynağıdır, yeni ve daha derin krizlere sokucudur. Zaten yukarıda adını andığımız tüm egemenlikçi güçlerin toplu tasfiye saldırıları da buradan kaynağını almaktadır. Amansız saldırmakta ve yok etmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

 

Rojava Devrimi’ni Savunmak

Demek ki Rojava Devrimi’nin sorun çözücülüğü, krizden çıkarıcı özelliği egemenler için değil, ezilenler için geçerlidir. Demek ki ezilenler de krizdedir, çıkış aramaktadır ve krizden çıkışın yolu ise Rojava Devrimi ve onu var eden felsefe ve paradigmadadır. Evet, kadın bugün egemen erkeklik nedeniyle sadece Kurdistan veya Ortadoğu’da değil, tüm kürede krizdedir. Var olma mücadelesi vermektedir ve varoluş için başarmak durumundadır. Başarının erkek egemenlikçi sistem içinde olamayacağı açıktır. Zira kendisine gerekli olan xwebûnluğunu (kendi olmak) elde edeceği, kendi olacağı bir sistemdir ki, bu da erkekle eşit ve özgür olacağı bir sistemi gerektirir. İşte Rojava Özgürlük Devrimi kadının bu büyük ve küresel çaptaki özgürlük mücadelesinde çıkışın yolunu göstermektedir. Nitekim Rojava Devrimi bir kadın özgürlük devrimi olarak gerçekleşmiştir. Mevcut durumda da kadın, devrimin öncüsüdür. Devrimin tüm dünya kadınları tarafından bu kadar sahiplenmesinin nedeni de buradan gelmektedir. Kadın özerk örgütlenmekte ve erkekle eşit-özgür ilişki temelinde yaşamı yeniden inşa etmektedir.

Rojava Devrimi soykırımın kıskacına alınmış, hakkında soykırım kararı verilmiş Kürtler için krizden çıkmanın, varlığını korumanın, özgürlüğü sağlamanın yoludur. Büyük milliyetçiliklere karşı mikro milliyetçilikle mücadele edilemeyeceğini KDP pratiği yeterince ortaya koymuştur. Her zaman için makro milliyetçilik, mikro milliyetçiliği yutmuş ve mücadele eden halkın çok daha büyük felaketler yaşamasına neden olmuştur. Kürtler açısından var olmak ve özgürleşmek diğer halklarla eşit ve özgür ilişki kurabildiği ölçüde mümkün olacaktır. Rojava Özgürlük Devrimi Kürtlerin diğer halklarla nasıl ilişkilenmek istediğini de ortaya koymuştur. Güç haline gelen her kesimin bir diğerini ezmeye çalıştığı günümüz koşullarında Kürtler böyle yapmamış, devrimi diğer halklarla birlikte yapmayı, diğer halklarla eşit ve özgür ilişki geliştirmeyi esas almıştır. Bu, diğer halklara kazandırdığı gibi Kürtlere de kazandırmıştır. Nitekim başta Araplar olmak üzere diğer halkların devrimi sahiplenmesi, Kürtlerle yaptığı ittifak olmasa, Kürtlerin Üçüncü Dünya Savaşı koşullarında ve bu kadar saldırı altında varlıklarını ve devrimi koruması pek mümkün olmayacaktır. Demek ki Kürtlerin maruz bırakıldığı soykırım politikalarından kurtulması da halkların eşit ve özgür ilişki temelindeki birliği ile mümkün olmaktadır.

Aynı şey diğer halklar için de geçerlidir. Ulus-devlet koşullarında Ermeni soykırımının gerçekleştiğini hem tarihsel örnekler hem de güncelde Karabağ’da yaşananlar ortaya koymaktadır. Ama Rojava Özgürlük Devrimi’ndeki Ermeniler özerk ve biriciktir. Kürtler ve diğer halklarla eşit ve özgür ilişki temelinde birlikte yaşamakta, varlığını korumakta, özgürlüğünü yaşamaktadır. Aynı şey Asuri-Süryaniler için de geçerlidir. Ortadoğu’nun en temel ve eski halklarından biri olmalarına karşın kendilerine günümüze ancak atabilmişlerdir. Yok edilmenin eşiğine getirilmiş olan bu halkın Rojava Özgürlük Devrimi’ndeki yeri biriciktir. O da diğer halklar gibi özerktir, varlığını korumaktadır ve özgürlüğünü yaşamaktadır. Demek ki Rojava Özgürlük Devrimi bu halklar için de krizden çıkarıcı ve sorun çözücüdür.

Halklar için geçerli olan bu durum, dini ve kültürel gruplar için de geçerlidir. Tümü Rojava Özgürlük Devrimi içinde özerkliklerini korumakta ve buna dayalı olarak varlığını sürdürmektedir. Kuzey ve Doğu Suriye ile Rojava’da yaşanan bu devrimin egemenlerin yarattığı tüm toplumsal sorunların çözümünde ne denli etkili olduğunu on iki yıllık pratik yeterince ortaya koymuştur. Hem de tüm bunlar kapitalist modernitenin amansız tasfiye konseptinin yürürlükte olduğu koşullarda gerçekleşmektedir.

Demek ki Rojava Devrimi ve dayandığı felsefe, paradigma; ezilenler, kadınlar, halklar, inanç grupları, kültürler ve hatta doğa için sorun çözücüdür, krizden çıkarıcıdır, işlevseldir. O halde Rojava Devrimi ve onun dayandığı felsefeyi, paradigmayı sahiplenmek, her yere taşımak; dünyanın her yerindeki eşitlik, özgürlük mücadelesinde rehber edinmek gerekir. Hem Kurdistan’da hem Ortadoğu’da hem de dünyada ezilenlerin krizden, kaostan çıkmasının; dünyanın her yerinde verilen eşitlik ve özgürlük mücadelelerinin başarıya ulaşmasının, egemenlere küresel çapta hak ettikleri tarihi yenilgiyi yaşatmanın yolu Rojava Özgürlük Devrimi’nden geçmektedir…

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.