Düşünce ve Kuram Dergisi

Güney Afrika’da Müzakere Deneyimi 

Essa Moosa (Nelson Mandela'nın avukatı)

Geçtiğimiz son birkaç ay içerisinde Türkiye’de Kürt sorununun çözümü yolunda kayda değer bir ilerleme gerçekleşti. Kürtçe, mahkemelerde savunma aracı olarak kullanılmasa da kovuşturmaya uğrama korkusu olmadan konuşuluyor. “Devlet ile Abdullah Öcalan dahil Kürt halkının liderleriyle” gizli görüşmelerin yapıldığı da artık bir sır değil.

Halihazırda sorunun her iki tarafında yer alan akademisyen, sanatçı, hukukçu, siyasetçi ve kanaat önderlerinin katıldığı bir dizi konferans yapıldı, daha da yapılacak. Basın, yazılı ve elektronik medya, gelişmeler konusunda özgürce ve her hangi bir tereddüt yaşamaksızın yayın yapıyor. Hatta Abdullah Öcalan ve diğer siyasi tutsakların koşullu olarak serbest bırakılacağından dahi söz ediliyor. Dahası, Diyarbakır’da Nisan ayında mahkemeye çıkacak 151 sanık hakkındaki suçlamaların düşürüleceği hakkında söylentiler de mevcut.

Güney Afrika, bu gelişmelere yabancı değil. Güney Afrikada, Güney Afrika hükümeti ile hapiste olduğu süre içinde Nelson Mandela arasında görüşmeler gerçekleştiriliyordu. Bu görüşmeler gizli yapılıyordu. Hükümet, bu görüşmelerin bir kısmını, kamuoyunun zihin dünyasını görüşmelerin sonuç larını kabul etmelerini sağlayacak şekilde etkilemek üzere sızdırıyordu. Görüşmeler gerçekleşirken, güvenlik güçleri özgürlük savaşçılarına karşı yürüttüğü kampanyayı sertleştiriyordu. Siyasi aktivistler tutuklanıyor, çeşitli siyasi suçlarla suçlanıyordu. Amaç, özgürlük hareketlerini marjinalize etmek ve bu davalarla ilişkilendirerek, ileride yapılacak olası görüşmelerde dezavantajlı durumda bırakmaktı. Benzer bir şablonun Türkiyede de oluşmaya başladığını görüyorum. Bu nedenle, Türkiye’nin Kürt ve Türk halklarının, Kürt sorununun çözümü için gerçekleştirilebilecek olası görüşmelere hazırlamak amacıyla Güney Afrika deneyimiyle tanıştırılmasında yarar olabilir.

Kürt sorununun çözümü, son haftalarda Ortadoğuda gerçekleşen demokrasi yanlısı protestolarla birlikte aciliyetini yeniden ortaya koydu. Türkiye, çeşitli sorunlar yaşayan Ortadoğu ülkelerinde siyasi değişimin gerçekleşmesinde anlamlı bir rol oynayabilir. Ancak Türkiye’nin böylesi bir rolü oynayabilmesi için içerde barışı sağlaması ve Kürt sorununu çözmesi gereklidir. Tüm koşullar, Kürt sorununun barışçı yollardan çözümünü müzakere etmek için uygun görünmektedir. Türk ve Kürt halklarının liderleri, Türkiye’de kalıcı barışın sağlanması için var olan fırsatı değerlendirmelidir. Bunu, gelecek Türk ve Kürt nesillerine borçludurlar. Güney Afrika deneyiminden de öğrenecekleri mevcuttur. Güney Afrikada barışın yol haritasını bağlamına oturtabilmek için öncelikle Güney Afrika deneyiminin tarihsel arka planını sergilemek gerekir.

 

Güney Afrika Deneyimi 

Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Güney Afrika’daki Özgürlük Hareketi’nin öncü örgütüydü. 1912 yılında, ülkenin siyah halklarının çıkarlarını temsil etmek üzere kuruldu. ANC tarihinin erken dönemi, ayrımcı yasaların kaldırılması ve tam vatandaşlık haklarının alınması amacıyla dönemin hükümetlerine sunulan sayısız dilekçe ve ziyaretle doludur, ancak herhangi bir başarı elde edilememiştir. ANC’nin 1949 yılında Gençlik Birliği’nin baskısıyla kabul ettiği eylem planı, geçmiş dönemlerdeki sorgulama ve protestolarından farklı olarak bir başkaldırı döneminin habercisi oldu. Eylem planının sonucunda, 1952 yılında başlayan başkaldırı kampanyası, Güney Afrika tarihindeki en büyük, şiddet içermeyen direniş kampanyasına dönüştü.

 

Özgürlük bildirgesi 

ANC, 1955 yılında Özgürlük Bildirgesi’ni kabul etmesini sağlayacak Halk Kongresi’nin 1953 yılında toplanması konusunda etkili oldu. Bu belge, diğer konuların yanı sıra, Güney Afrika’nın içinde yaşayan herkese ait olduğunu ve aşağıdaki ilkelere bağlılığını vurgular:

  1. halk yönetmelidir,
  2. tüm ulusal toplulukların eşit hakları olmalıdır,
  3. halk, ülke zenginliğini paylaşmalıdır,
  4. toprak, onu işleyenler arasında paylaştırılmalıdır,
  5. herkes yasalar önünde eşit olmalıdır,
  6. herkes insan haklarından eşit şekilde yararlanmalıdır,
  7. iş ve güvenlik sağlanmalıdır,
  8. eğitim ve kültürün kapıları açılmalıdır,
  9. konut, güvenlik ve refah sağlanmalıdır,
  10. barış ve dostluk var olmalıdır.

 

Referandum 

1960 yılında, Güney Afrika bir cumhuriyet olmalı mı sorusu referanduma sunuldu. Bu sadece beyazların katıldığı ve beyazların salt çoğunlukla cumhuriyet lehinde oy kullandığı bir referandumdu. ANC ve aralarında Güney Afrika Komünist Partisi, Coloured Peoples Congress, Natal Indian Congress, Transvaal Indian Congress’in de bulunduğu diğer örgütler, beyaz olmayanlara danışılmadığı gerekçesiyle sonuca karşı çıktı. Hükümetin, ANC’nin kitlesel eylemlerine tepkisi, acımasız, baskıcı önemler almak ve meşhur Sharpville Katliamı’nı gerçekleştirmek oldu. Bunu, 1960 Nisan’ında ANC ve PNC’nin yasaklanması izledi; ardından örgütler sürgüne gönderildi ve yer altına inmek zorunda kaldı.

 

ANC’nin tarihçesi 

1960’a kadar ANC’nin amaçları şiddet-dışı ve reformistti, ancak bu durum 1961 yılında, ANC’nin silahlı kanadı olan “Umkhonto we Sizwe’nin kurulmasıyla değişti. Umkhonto, Ulusal Parti’nin uzlaşmazlığı ve ülkenin siyahlarının yaşadığı sorunların tespit edileceği bir Ulusal Kongre toplanmasını reddetmesinin doğrudan bir sonucu olarak kurulmuştu. 1970’ler ANC için bir konsolidasyon süreci oldu, fakat 1985’te “halk mahkemeleri”, halkın eğitimi vb. devlete doğrudan meydan okuyan ve ülkenin yönetilmesini imkansızlaştıran fikirler geliştirildi. Ülke genelinde başlayan halk isyanı olağanüstü halin ilan edildiği 1986’nın ortalarına kadar sürdü. Devletin karşı devrimci programının Birleşik Demokratik Cephe (UDF) ve çok sayıdaki üyesi üzerinde yıkıcı etkisi oldu, fakat, hükümet taktiklerinin beyhudeliği segregasyonun sürdüğü mekanları hedef alan 1989’daki isyan kampanyasında açığa çıktı. Başkaldırı kampanyasının sonucunda, devleti daha da sıkıştıran ve siyasi örgütlerin yasaklarının kaldırılmasını talep eden kitlesel demokrasi hareketleri doğdu.

 

Harare Deklarasyonu 

1989 boyunca ANC, Afrika Birliği Örgütü’nün (OAU) 21 Ağustos’ta Harare Deklarasyonu’nu kabul edip uygulaması konusunda etkili oldu. Harare Deklarasyonu, demokrasiye müzakereler aracılığıyla ulaşmayı hedefler. Müzakereler başlamadan önce bir müzakere ortamı yaratmayı amaçlayan deklarasyon başka konuların yanı sıra, tüm siyasi tutsakların salıverilmesi; yeni anayasal ilkelerin kabul edilmesi ve bir anayasa kurucu organı ile geçiş hükümetinin kurulması için hükümetle ANC arasındaki husumetin müzakereler başlamadan önce sonlandırılması çağrısında bulunur. Deklarasyon aynı zamanda yeni anayasanın kabulüyle birlikte tüm silahlı çatışmaların bitirilmesi ve yaptırımların kaldırılmasını öngörür. Son olarak, deklarasyon BM’nin biraz farklı bir biçimde kabul ettiği yukarıdaki amaçlara ulaşmayı hedefleyen bir program oluşturur.

 

Müzakereler hakkında görüşmeler 

Apartheid hükümeti ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC) arasındaki görüşmeler, Nelson Mandela’nın hapiste olduğu bir dönemde başlatıldı. Aynı zamanda yasaklı olan ANC, bilhassa Güney Afrika’nın Apartheid hükümetinin destekçileri olan kanaat önderleri ile görüşmeler başlattı. Bu kişiler, görüşmelerin gerçekleştirildiği Lusaka’ya, (Zambia) davet edildiler. Başkan Mandela, ANC’nin sürgündeki liderlerine kendisini zaman zaman hapiste ziyaret eden karısı Winnie Mandela ve zaman zaman kendisiyle görüşen avukatı aracılığıyla aracılığıyla bilgi verirken ANC ise kendi mesajlarını yine Bayan Mandela ve avukatı aracılığıyla başkan Mandela’ya ulaştırdı. Elbette bu en etkili iletişim yöntemi değildi. ANC’nin Güney Afrika’daki destekçilerinin endişesi, Apartheid hükümetinin başkan Mandela’yı gerek yurt içi, gerekse dışındaki destekçilerinin kabul edemeyeceği ödünler vermeye zorlamasıydı. Ne var ki başkan Mandela destekçilerine, Irkçı ve seksist olmayan, demokratik bir Güney Afrika için taleplerinden taviz vermeyeceği konusunda güvence verdi.

 

Gerçek müzakereler 

ANC ve diğer kurtuluş hareketleri üzerindeki yasağın kalkması ve siyasi liderlerin hapisten salıverilmesinin ardından, De Klerk hükümeti ile ANC arasındaki gerçek görüşmeler, başkan Mandela liderliğinde başladı. Bu görüşmeler çeşitli durumlarda kilitlenip kesildiyse de, yeniden başlatıldı ve nihayetinde yeni demokratik anayasa kabul edildi ve Başkan Mandela liderliğinde demokratik bir hükümet kuruldu. Gerisi tarihtir. Başkan Nelson Mandela salıverildikten sonra kurulan Barış Komisyonlarının kurtuluş hareketiyle Apartheid hükümeti arasındaki husumeti sonlandırması amaçlandı. Kurtuluş Hareketinin Barış Komisyonu liderliğini Mandela üstlenirken, Apartheid hükümetinin Barış Komisyonu’nun liderliği ise Cumhurbaşkanı FW. De Klerk tarafindan üstlenildi.

İlk toplantı Mayıs 1990’da yapıldı. Bu toplantıda taraflar husumetlerin yok edilmesi ve müzakerelerin barışçıl bir süreçte gerçekleştirilmesine duydukları bağlılığı açıkladı. Bu sürecin işlemesi için gerekli ortamın hazırlanması konusunda mutabakata vardılar. Aşağıdaki konularda tavsiyeler sunmak üzere ortak bir çalışma grubu kuruldu:

(a) Güney Afrika bağlamında siyasi suçu oluşturan nedir?

(b) Siyasi tutsakların salıverilmesi için izlenecek takvim,

(c) Siyasi tutsakların salıverilmesi ve ülke içinde ve dışında yaşayanlara siyasi suçlarla ilgili olarak dokunulmazlık tahsisi ile ilgili norm ve mekanizmalar.

Hükümet ANC’nin Ulusal Yürütme Kurulu ve ülke dışından seçilmiş başka bazı üyelere dokunulmazlık vermenin ele alınmasını ivedilikle kabul etti. Böylece, husumetlere son verilmesine destek olabilecek ve müzakerelerde yer alabileceklerdi. Aynı zamanda normal siyasi faaliyetlerin yapılmasını olanaklı kılacak biçimde güvenlikle ilgili yasal düzenlemelerin gözden geçirileceğini de taahhüt eden hükümet, olağanüstü hali kaldırdı.

Barış Komisyonlarının ikinci toplantısı 6 Ağustos 1990’da yapıldı. Bu kez taraflar, Ortak Çalışma Grubu’nun siyasi tutsakların salıverilmesi, kovuşturmaya uğramama güvencesi, programların uygulanması konusunda takvimler ve mekanizmalarla ilgili tavsiyelerini kabul etmek için mutabakata vardılar. Bu toplantıda ANC silahlı mücadelenin derhal geçerli olmak üzere durdurulduğunu ilan etti. İki taraf da kendisini bir müzakere süreci aracılığıyla barışçıl bir çözüme ulaşmaya adamıştı. Hükümet, tüm insanların özgür siyasi faaliyette bulunmasına izin vermek için İç Güvenlik Yasası’nın belirli bazı hükümlerini derhal yürürlükten kaldıracağını taahhüt etti. Toplantıya katılan taraflar şu görüşü açıkça ifade ettiler: “Bugün burada üzerinde mutabakata vardığımız şey, ülkemizin gerçek barış ve refahı yolunda önemli bir kilometre taşı olabilir. Yeni bir anayasa için müzakereleri sürdürecek yol artık açılmıştır.”

Takip eden olaylar, tarihtir. Tüm tarafların katılımıyla gerçekleşen bir konferansla, geçiş anayasası, ulusal birliğe dayalı bir hükümetin kurulması ve böyle bir hükümetin seçimi için yapılacak seçimler konusundaki çalışmaların ayrıntıları belirlendi. Görüşmeler sürerken, taraflar bazı konularda çıkmaza girdi. ANC’nin güvenlik güçlerinin kışkırtması sonucunda gerçekleştiğinden şüphelendiği taşradaki şiddet olaylarının artması sebebiyle, Başkan Mandela görüşmeleri askıya aldı. Ardından bir ulusal barış anlaşması sağlandı. Amacı, ülkeyi saran şiddeti tutsak etmekti. Barış Anlaşması siyasi partiler ve örgütler, güvenlik güçleri, ordu ve polis için “davranış kuralları” belirliyordu. Aynı zamanda çatışma çözücü mekanizmalar da oluşturmuştu. Görüşmeler, çok partili bir forum önderliğinde yeniden başlatıldı. Bu görüşmeler sonucunda geçici bir anayasa kabul edildi. Bu anayasa, De Klerk hükümeti tarafından 1993 yılında yürürlüğe konuldu. ANC’yi ezici bir çoğunlukla iktidara taşıyan ilk demokratik seçimler 1994 yılında gerçekleştirildi. Başkan Mandela, demokratik Güney Afrikanın ilk Cumhurbaşkanı oldu.

 

Görüşmelerin amacı 

Çatışmalı siyasi durumlarda görüşmelerin amacı, sorunu silahlı müdahaleler yerine barışçı yollardan çözmektir. Görüşmelerin mutlaka sonuca ulaşmak için kullanılan bir araç olarak değerlendirilmesi gerekir. Çeşitli durumlar, etmenler, gelişme ve çıkarlar, birinin hasımlarıyla müzakere etmesini zorunlu kılabilir. Müzakere ederken, çok pragmatik ve realist olmak gerekir. Görüşmelerin amacı, amaca barışçı yollardan ulaşılmasını sağlamaktır. Kişinin nihai hedefine ulaşması için kimi ödünler vermesine hazırlıklı olunmalıdır. Genellikle müzakere sürecindeki bir taraf, rasyonel görünmek suretiyle moral açıdan güç kazanmaya çalışır. Böyle yaparak, yeni müttefikler kazanmak hedeflenir. Amaç, adil ve ahlaki olduğu sürece, taviz vermek, asla baştaki hedeften sapma anlamına gelmez. Kurtuluş Hareketi ilk demokratik seçimlere gelene kadar pek çok ödün verdi. Bunlar temel hedef olan demokratik; ırkçı ve seksist olmayan, içinde özgürlük, saygınlık, adalet ve temel insan haklarının hakim olacağı bir devlete ulaşmak amacıyla verilmiş, stratejik ödünlerdir.

 

Azınlık hakları 

Uluslararası Sivil ve Siyasi Haklar Şartı’nın 27. Maddesi, azınlıkların kendi kültürlerini yaşamak, dinlerini ilan edip ibadetlerini yerine getirmek ve kendi dillerini kullanmak haklarından alıkonmaması gerektiğini şart koşar. Bu maddeden esinlenen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 18 Aralık 1992’de Ulusal veya Etnik, Dini, ya da Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Deklarasyonu’nu kabul etti. Deklarasyon, bu tür azınlıkların kimliklerini, kültürlerini, dillerini, gelenek ve göreneklerini yaşama haklarını, anadillerini öğrenme ve bu dilde eğitim görme haklarını, kendi derneklerini kurma ve onları sürdürme haklarını ve sınır ötesinde ulusal, etnik, dini veya dinsel bağlarının bulunduğu başka ülke vatandaşlarıyla ilişkilerini sürdürme haklarını düzenler. Bu deklarasyon, BM üyesi bir ülke olarak Türkiye’yi bağlar. Dolayısıyla, Kürtlerin bir azınlık grubu olarak kimliklerini kabul edip, Deklarasyonda tanımlanan biçimiyle haklarını tanimak durumundadır. Türkiye’nin Kürtleri kendi kültür, dil, gelenek ve anadillerine sahip bir azınlık olarak kabul etmemesi, Uluslararası Hukuka ihlali olduğu gibi, Uluslararası İnsan Hakları Protokollerine ve Araçlarına da aykırıdır.

Başkan Nelson Mandela ile Abdullah Öcalan’ın mücadeleleri arasında çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır. Her ikisi de kendi halklarının meşru liderleriydi; halklarının meşru örgütlerini yönetti, ikisi de ülkelerinde örgütleriyle birlikte yasaklandı, yer altına indi, ikisi de yabancı istihbarat ajanları tarafından aldatıldı, ihanet suçlamasıyla yargılanıp ömür boyu hapse mahkum oldu ve cezalarını bir adada çekti; her ikisine de, kurtuluş hareketleriyle birlikte “terörist” yaftası yapıştırıldı.

 

Hakikat komisyonu 

Geçici Anayasa Apartheid hükümeti ve kurtuluş hareketleri arasında müzakere etti ve çatışma, kavga, anlatılmamış acılar ve haksızlıklarla dolu bir geçmişle tüm Güney Afrikalılar için insan haklarını, demokrasiyi ve barışçıl bir ortak yaşamı tanıyan bir gelecek arasındaki uçurumu kapatmak üzere Hakikat ve Uzlaşma Komisyonlarının kurulmasını sağladı.

Komisyonun amacı, ulusal birliği ve geçmişin çatışma ve ayrılıklarının üstesinden gelen bir anlayışla uzlaşmayı sağlamaktı. Böylece Komisyon geçmişin korkunç boyuttaki insan hakları ihlallerini açığa çıkarırken, gerçekleri anlatan insanlara dokunulmazlık verilmesini sağlayıp, kurbanların bulundukları yerlerin ve başlarına gelenlerin tespit edilmesi yoluyla bu kişilerin durumlarının telafisi için önerilerde bulundu.

Güney Afrikadaki Hakikat Komisyonlarının başarılı olup olmadığına ilişkin farklı görüşler mevcuttur. Çoğu kişi bu komisyonların Güney Afrikanın baskıya maruz kalmış halkla rının beklentilerini karşılamadığını düşünmektedir. Diğerleri ise kimi kurbanların akıbetini belirlemek ve yine bazı kurbanların kalıntılarının yerlerini tespit etmek bakımından başarılı olduğu görüşündedir. Gerçeğin tamamını açıklayanlara dokunulmazlık verilmiştir. Gerçeği tümüyle anlatmadığı düşünülenlere ise dokunulmazlık tanınması reddedilmiştir. Büyük insan hakları ihlallerinin sorumlusu olanların çoğu Komisyonla birlikte çalışmayı reddetmiştir. Böylelikle kendi kendilerine yargılanmalarının önünü açmışlardır.

Fakat sözü edilen büyük insan hakları ihlallerinin üzerinden geçen zaman nedeniyle kanıt ve şahit bulunması konusundaki güçlükler yüzünden, çok az sayıda yargılama gerçekleşebilmiştir. Gerçekleşen yargılamalarda da failler ya delil yetersizliğinden suçsuz bulunmuş, veya devletle girdikleri itiraf pazarlığı karşılığında hapis cezası dışında cezalar almışlardır. Kurbanlar, komisyonun tazminat için geliştirdiği öneriler karşısında da hayal kırıklığı yaşadı. Kurbanların çoğu, komisyonun tavsiyeleri zamanaşımına uğramış olmasına rağmen halen telafilerin yapılmasını beklemektedir. Tazminat programı idari zorluklar ve kaynakların kıtlığı nedeniyle beklentileri karşılamamıştır.

Çatışan tarafların geçmişin yaralarını sarıp gelecek için uzlaşmak üzere kendilerine en uygun mekanizmaların ne olduğuna karar vermesi elzemdir. Eldeki mekanizmalar yargılama, telafi/tazminat, adalet reformları, hakikat komisyonları, genel aflar veya bunların kombinasyonları olabilir. Kürt ve Türk halklarının arasındaki çatışma düşünüldüğünde, aynı şekilde hangi mekanizmanın veya hangi kombinasyonların geçmişin yaralarını sarıp, gelecek için uzlaştırmak konusunda kullanılabilir olduğuna kendileri karar vermelidir.

Sürecin başarıya ulaşması için Türk ve Kürt halklarının süreci sahiplenmesi önemlidir. Çatışan taraflar arasındaki ayrılık ve bölünmeleri daha da büyütecek mekanizmalardan kaçınmak gerekir. O nedenle, barış, uzlaşı ve farklılıkta birlik amacına ulaşmak için iki tarafın da tıpkı bizim Güney Afrikada yaptığımız gibi çeşitli ödünler vermesi gerekebilir. Bu süreçte şunun farkında olunmalıdır: Kurbanlar sadece ne olduğu değil, sevdikleri insanlara ne olduğu hakkındaki gerçekleri bilmek isterler. Bu çatışmanın her iki tarafı için de geçerlidir.

Güney Afrika’nın Türklere ve Kürtlere kendi ülkeleri için en iyi modelin hangisi olduğu konusunda bir reçete sunması gerektiğini düşünmüyorum. Değerlendirmeye alınabilecek çeşitli seçenekler mevcuttur. Bunlar, kapsamlı bir genel af, genel affa karar verme yetkisine sahip olan veya olmayan hakikat komisyonları, tazminatlar, adalet reformları ve yargılamalardır. Bizler sadece deneyimlerimize dayanarak, tarafların barışa giden yolu birlikte yürümeleri için diyaloglarının gelişmesine katkı sunabiliriz. Böylece sürekli bir uzlaşı, farklı lıkta birlik ve barış için kendi halklarının çıkarına en uygun olan şeyi seçebilirler. Farklılıklarını diyalog ve müzakere yöntemiyle çözebildikleri ölçüde, birlikte güçlü bir ulus olup, bölgedeki barışa olumlu bir katkı sunabilirler.

 

Türkiye’de barış için yol haritası 

Barış için yol haritası, müzakereler için gerekli ortamın yaratılmasıyla başlamalıdır. Bu süreç, çatışan tarafların Kürt sorununa diyalog ve müzakere yoluyla barışçı bir çözüm getirmek konusundaki taahhütlerini, çatışan taraflar arasındaki tüm husumetin sona erdirilmesini, tüm örgüt ve liderlerin barış sürecine katkıda bulunabilmeleri için yasaklarının kaldırılmasını, tüm siyasi tutuklu ve hükümlülerin koşulsuz serbest bırakılmasını, tüm sürgünlerin, mültecilerin ve savaşanların geri dönüşüne koşulsuz olarak imkan verilmesini, dönenlere dokunulmazlık sağlanmasını, halihazırdaki Türkiye Anayasası’nın örgütlenme, seyahat ve ifade özgürlüğünü düzenleyen maddelerinin tüm vatandaşları kapsayacak şekilde revize edilmesi ve güvenlikle ilgili yasal düzenlemelerde özgür siyasi faaliyetlerin barışçı bir ortamda gerçekleşmesini sağlayacak şekilde değişikliklerin yapılmasını içermelidir.

Barış için yol haritası, tarafların Kürt sorununda barışçı çözüme ulaşması için, yapılar, mekanizmalar ve bir takvim içermelidir. Bilinmektedir ki, Abdullah Öcalan, hapiste barış için Yol Haritası metni kaleme almıştır ve bu metin Türk otoritelerinin elindedir. Bu metin, iki tarafın hem “müzakereler hakkındaki görüşmeler”, hem de bizatihi gerçek müzakereler için oluşturacağı gündemi belirlemek için başlangıç noktası olarak değerlendirilebilir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.