Düşünce ve Kuram Dergisi

İmralı’da 21. Yüzyıl’ın Direnişi ve Paradigmas

Cevahir Ömürcan

Türk devlet tarihinde İmralı Adası’nın özel bir yeri vardır. Aslında ada cezaevlerinin, evrensel insanlık tarihinde hemen hemen bütün coğrafyalarda ortak bir hikâyesi vardır. Yalnızlaştırmanın, çıldırtmanın ve belki de yaşarken her an öldürtmenin dürtüsüyle, her yer ve zamanda ada cezaevlerinin hikâyesi, bir bakıma birbirinin aynısı olmaktadır. Bu anlamıyla İmralı Adası’nın ve cezaevinin genelde Türk devlet tarihinde, özelde ise Kürt halkının direniş gerçekliğinde özel bir yeri ve önemi vardır. Günümüz itibarıyla adanın/ada cezaevi konseptinin gereklerine baktığımızda, İmralı cezaevinde yaşananların çok farklı olduğunu neredeyse bütün çevreler dile getirmektedir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın burada ortaya koyduğu direnişi, mücadeleyi ve kendini her gün yaratmayı da sadece dostlar değil, düşman bile hayret ve takdirle izlemektedir.

Öncelikle İmralı’nın nasıl bir sisteme sahip olduğunu, direkt kimlerle bağlantılı olduğunu iyi bilmemiz gerekiyor. Bunu bilebildiğimiz oranda; burada uygulananların ne olduğunu, hangi siyasete ve siyaset merkezlerine bağlı olarak geliştiğini daha iyi anlayabiliriz. İmralı sistemi, 15 Şubat Komplosu döneminde özel olarak hazırlanmış, komplonun bir parçası ve devamı olarak düşünülmüştür. Ondan dolayı da en başta bu ada cezaevinin sistemi ve merkezi, uluslararası güçler ve onların bölgedeki işbirlikçileri tarafından denetime tabi tutulmaktadır. Buradaki amaç, Kürt Halk Önderi’ni gün be gün tüketirken aynı zamanda bir mücadeleyi tasfiye etmektir.

Uluslararası güçler, İmralı sistemi içinde Kürt halkına ve onun önderliğine yönelik geliştirdiği ilk saldırıda idamı gündeme almıştı. Burada oluşturulan mahkemeler ile yürütülen yargılamalar ya da bu minvalde oluşturulan mizansenlerin amacı; “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” ti. Yani idam tehdidini gündemde tutarak, aslında sindirmek ya da kaba anlamda kör bir direnişi geliştirmek hedeflenmişti. Her iki olasılığın gelişmesi durumunda ise ortaya çıkacak sonuç bölgeye, bölge halklarına büyük kaybettirecekti. Durumun farkına varan Kürt Halk Önderliği, komplonun devamı niteliğindeki bu uygulamalar karşısında; bugün sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkan ve Kürtler kadar bölge halklarına da kazandıran direnişi geliştirdi.

 

Her Gün Direnişin Kendini Yenilemesi

Kaba anlamda direnişin ve mücadelenin ne olması ya da nasıl olacağı konusunda yerleşik algılar mevcuttur. Direnişin ve mücadelenin anlam ayrılığı, elde edilecek sonuçlarla ilgili olarak gelişir. Bu anlamda Kürt Halk Önderi’nin içine girdiği duruş, direniş ve mücadele ezber bozan cinstendir. Bundan dolayı da hem karşıtları, hem de diğer çevreler tarafından uzun bir süre anlaşılamadı ya da anlaşılmak istenmedi. O ana değin yapılan hesaplar ve yürütülen tahminler, öngörüler çok farklıydı. İki ihtimal üzerinde mutabık ve sessiz bir beklenti söz konusuydu. Bu ihtimallerden biri kaba anlamda direnmek, kısa sürede kendini yok etmek ve bu şekilde yiğitçe, ama sonuçları itibariyle de dinmeyecek bir savaşa ve yüz binlerce insanın hayatına sebep olabilecek bir yaklaşım geliştirmekti. Birçok zindan direnişinde bu tür örnekleri görmek mümkündür. Fakat buradaki durumun ciddiyeti; uluslararası güçlerin gerçekleştirdiği plan üzerinden daha berrak bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu durumu en yalın ve derin bir şekilde gören Kürt Halk Önderi, “[…]Bu direnişi geliştirenlere, bu şekilde canlarını feda edenlere bir borç olarak, onların gerçek yoldaşı ve mücadele arkadaşı olarak bu yöntemi tercih etmeyeceğim. Daha uzun süreli mücadele ve direnişi esas alacağım,” diyerek, daha o dönemde İmralı sisteminin ne kadar yaman olduğunu ve ancak bu şekilde mücadele ile bu sistemin sonuçsuz kalabileceğini ortaya koymuştur. Bu durumu da günü birlik direniş, her gün kendini yenileme ve müthiş bir yoğunlaşma olarak formüle eden Kürt Halk Önderi, haklılığını ise aradan geçen yıllar içinde defalarca teyit etmiştir.

Aynı dönemde göstermelik mahkemeler ile birlikte Kürt Halk Önderi şahsında mücadele ve halk gerçekliği yargılanmaya başlanmıştır. Bu durum karşısında da günlük mücadele içinde olan Kürt Halk Önderi, mahkemeleri de bir mücadele ve direniş alanı olarak belirlemiş bununla birlikte mahkemeye sunulan yazılı belgeler de aslında komplo karşısındaki mücadelenin ve direnişin ne olması gerektiğine, neyi-nasıl yapmak gerektiğine de güçlü bir ışık tutmuştur. Belki de bu dönemin en önemli ayrıntıları, ortaya konulan bu savunmalarla birlikte ortaya konulmuştur.

 

Savunmalarla Birlikte Yargılamak

İmralı Adası’nda oluşturulan mahkeme, daha başından itibaren yargılamadan ziyade, hükmün ilamı için yoğun bir çaba içine girerken; aynı zamanda bölge genelinde yürütülen şoven politikalar ve ırkçı atmosferin ilk elden farkına varan Kürt Halk Önderi, bu politikaları boşa çıkarmak için mahkemeye kendi kişisel tarihini, toplumsal kimliğinin şekillendiği coğrafyayı anlatan “Urfa Savunmaları”nı sunmuştur. Bununla hem tarihi hem de egemen güçlerin sömürge statüsünün de altında tuttukları Kürt toplumuna dayattıkları tarihsel gerçeklikler üzerinden çözümlemelere girişen Kürt Halk Önderi, toplumsal anlamda daha ilk başlarda iki kavram üzerinden bir gerçeğe dikkat çekmiştir. O temelde de burada Kürt toplumunun tarihsel düzleminde, hem kahramanlığı hem de ihaneti nasıl yorumladığını ortaya koymuştur. Günümüze değin bu kavramlar etrafında nasıl bir tarihsel yolculuk yapıldığını önemli tespit ve çözümlemelerle ortaya koymuştur.

Yine ortaya konulan mücadele ve direniş sürecinde; olgusal anlamda sorunun ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı konusunda da önemli tespitlere giden Kürt Halk Önderi, yıllar öncesinde dile getirdiği, “Tarih günümüzde saklıdır, biz tarihin başlangıcında gizliyiz,” belirlemesine uygun çerçeveyi diğer savunmalarında dile getirmiştir. İnsanlık tarihinin bütününe yepyeni bir bakış açısıyla yorum getiren ve bu temelde günümüz sorunlarına yeni çözüm yolları öneren Kürt Halk Önderi Öcalan, “[…]Başkalarını savunmak isteyen önce kendini savunmalıdır, başkalarını yargılamak isteyen önce kendini yargılamalıdır,” diyerek savunmalarını ele almıştır.

Aynı süreçte AİHM’e başvuru yapılması ve burada da bir “mahkemenin” yapılıyor olması, Öcalan’ın başlattığı tüm uygarlığı sorgulayan bir zihniyet savaşımına dönüştü. Kürt Halk Önderi Öcalan, yazdığı savunmalarında; tüm uygarlığın doğuşunu ve evrensel tarihin oldukça bilimsel ve felsefi bir çözümlemesini yapmıştır. Özellikle sınıflı toplum anlayışının, din ve mitolojik söylemlerin bunu ne kadar güçlü bir şekilde beslediğini, toplumsal gelişmelerin ve dönüşümlerin de bu gelişmelerde nasıl bir rol oynadığını açıkça ortaya koymuştur. Böylece yıllardır kaba anlamda yürütülen toplumsal mücadelelerin, yapılan tespitlerin temel yanılgılarını da gözler önüne seren Kürt Halk Önderi; “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete Doğru” ismini verdiği savunmasıyla sistematik olarak izaha kavuşturmak istemiştir.

 

Birey ve Toplumsal Gerçekliği Tanıma-Mücadele Etme

Uygarlık tarihi boyunca olduğu gibi, 20. yüzyılın bütün büyük devrimleri ve direnişleri de tüm yoğunluğuyla sınıfsız-sömürüsüz topluma ulaşma arayışını sürdürmüş olsa da, pratikte bunun gerçekleştirilmesi mümkün olmamıştır. Bunda belirleyici olan etkenlerin başında iktidara ve onun en sistematik olarak kendisini ifade ettiği devlete yaklaşım gelmektedir. Belki bu konuda en çarpıcı belirlemeyi Mihail Bakunin, “Tahtta oturan biri 24 saatte değişir,” belirlemesiyle yapmıştır. İmralı süreci öncesine kadar, genel anlamda Kürt Özgürlük Hareketi de kısaca “Reel sosyalist” diye tanımlanan bu 20. yüzyıl kuram ve istemlerine göre strateji belirleyerek mücadele etmiştir. Ancak ortaya çıkan sonuçlar ve reel sosyalizmin yaşamış olduğu yıkımların da nedenlerinin doğru analizi temelinde İmralı eksenli olarak yapılan çözümlemeler ve gelişen eleştiriler üzerinden yeni bir paradigma ile tarihsel özgürlük yürüyüşü, olması gereken rotasına girmiştir.

Daha öncesinde de vurguladığımız gibi, bu temelde yürütülen çalışma ve söylenen her sözün gayesi; yürütülen mücadelenin neye karşı olduğunu görünür kılma amaçlıydı. Özellikle 2000’li yılların başında İmralı direnişinin bir tarafını bu çözümlemeler ve tespitler oluştururken, diğer tarafta hem bölge de hem de uluslararası alanda siyasette ciddi bunalım ve krizler yaşamaktaydı. Bu dönemde TC’de cezaevi direnişleri, ekonomik krizler, IMF’in dünyanın birçok yerinde işgallere ve isyanlara neden olan ekonomik-politikaları, ABD’nin Irak İşgali, Güney Kürdistan’da yaşanan sıcak çatışmalar, 11 Eylül saldırıları ve bölgeye uluslararası müdahalenin geliştirilmesi gibi onlarca olay birbiriyle bağlantılı ve tetikleyici bir rol oynamıştır. Bütün bu ve benzeri gelişmeler, İmralı’da geliştirilen yazılı savunmalar ile dile getirilen direnişin ne kadar haklı olduğunu da ortaya koymuştur.

Buradan hareketle Kürt Halk Önderi, direnişinin ve çözümlemelerinin merkezine sadece Kürt sorununu ve kimliğini yerleştirmedi. Zaten daha öncesinde de enternasyonal duruş ve mücadele içinde olan Kürt Halk Önderi, İmralı direnişinde bunu daha da ileri götürerek, çevresel sorunları, kadın özgürlük sorununu ve genel anlamda kapitalist uygarlığın yaşadığı krizi tahlil etmeye, bunlarla birlikte Kürt ulusal sorununun çözümünü aramaya başlamıştır. Bu bağlamda da birey-toplum ve paradigma arasında ciddi yoğunlaşmaların yanı sıra perspektiflerini de tüm kamuoyuyla paylaşmaya çalışmıştır. Elbette burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise komplo saldırısı esnasında ortaya çıkan durumu ifade eden “yetersiz yoldaşlık ve sahte dostluk” cümlesi olmuştur.

İmralı merkezli yürütülen mücadele ve direnişte şunu rahatlıkla görebilmekteyiz; mücadele ve direnişin temel hedefleri ve kazanımları doğrultusunda sürekliliği tartışılmazdır. Ondan dolayı da dinamik ve donanımlı olmayı ön koşul olarak kabul etmektedir. Tüm bunlarla birlikte, aslında geçmişten günümüze Kürt Halk Önderliği’nin hem dostluğa hem de yoldaşlığa yüklediği anlam bütünselliği içinde klasik ve ezberi aşmayan yaklaşımlara ve tarzlara yer yoktur. Zaten bunun bir sonucu ve neticesi olarak komplo gibi çok devletli ve küresel sermayedarların katıldığı bir saldırı gündeme geldi. Buna dikkat çeken Kürt Halk Önderliği; bunun önemle üzerinde durarak, doğru yoldaşlığı kapsamlı bir şekilde değerlendirdi. Özellikle komplo süreci ve devamında ortaya konulan yetersiz mücadele ve eylem çizgisini kabul etmedi! Bunun yerine PKK’nin yeniden yapılandırılmasını, hatta daha kapsamlı bir mücadeleyi geliştirebilmesi için halkı da içine alan bir kongre hareketi olarak örgütlenmesini daha uygun gördü.

 

Yeni Paradigma: Ne Yapmalı, Nereden Başlamalı ve Nasıl Yaşamalı?

İmralı’da direniş ve mücadele iç içe gelişirken, bölgede de yeni konseptler ve projeler devreye giriyordu. Sistem yaşadığı krizi bölgesel müdahaleler, yeni ittifaklar ve yapılanmalarla aşmaya çalışıyordu. Bazen ekonomik krizler yaratıyor, bazen de sıcak çatışma ortamlarında aradığını bulmaya çalışıyordu. Özellikle bu müdahalenin Ortadoğu’ya düşeni ise daha çok çatışma, kıyam ve katliam oluyordu. Tüm bunlarla birlikte çözüm için de artık daha yüksek sesli tartışmalar, ne yapılması, nereden başlanması ve nasıl yaşanması gerektiğine dair görüşler ortaya çıkıyordu. 2004 yılında Kürt Halk Önderi, Atina Savunması’nın ardından tekrardan AİHM için “Bir Halkı Savunmak” adlı savunmasını yazdı. Bu savunmada çevresel felaketlerden tutalım da mühendislik ürünü olarak saptırılmış ve inşa edilmiş toplumsal gerçekliklere, devlet denilen canavarın nasıl bir iktidar mekanizması ve tahakküm sistemi olduğuna yönelik kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Özellikle bu savunmada dile getirilen ekolojik belirlemeler, toplumsal gerçekliğin kuantumik zihniyet kalıpları üzerinden yorumlanması, insanlık tarihinde çığır açan niteliklere sahip olması açısından son derece önemlidir. Elbette ilk olduğunu söyleyemeyiz, daha öncesinde de çeşitli düşünürler ve sosyal bilimciler bu belirmelere benzer değerlendirmeler yapmış, kralın çıplak olduğunu görmüşlerdir. Fakat burada Kürt Halk Önderi’ni onlardan ayıran en temel özellik şudur: Yaptığı belirlemeleri herhangi bir düşünce kuruluşunun ya da herhangi bir araştırma kürsüsünün sınırları içinde hapsetmemiş, onu, toplumun enerjisine ve örgütüne dönüştürmeye çalışmıştır. Bu anlamda 2004 yılı, İmralı direnişi ve yeni paradigma olgusunda, önemli bir kilometre taşı ve belli bir netleşme zamanına da tekabül etmektedir.

Ekoloji sorunuyla yüzleşen bir toplumsal çözümleme, sistem karşıtı hareketlerin ve tüm ötekilerin de içinde olduğu birleşik bir mücadele alanı olarak, evrenselden yerele ya da tam tersi bir mücadelenin vazgeçilmez olduğuna dikkat çeken Kürt Halk Önderi, aynı zamanda birincil doğanın başlangıç noktası olarak da ekolojiye dikkat çekmişti. Buradan hareketle binlerce yıllık tarihsel süreci çözümleyerek günümüze değin bütün evreleri ve toplumsal evrimleri, sonuçlarıyla birlikte değerlendirmiştir. Burada önemli olan salt neolitik devrimle sınırlı bir algı yaratmak ya da Sümeroloji uzmanı olma değildir. Aynı dönemde uygarlığın bütün uğrak yerlerinde ve resmi ideolojilerinde derinleşme elbette önemlidir, fakat İmralı mücadelesi ve direnişiyle Kürt Halk Önderi günümüzün tarihsel başlangıcına dikkat çekti. Ondan dolayı da sorunun başlangıç noktası olarak ekolojik çözümün vazgeçilmezliğine değindi.

Bununla bağlantılı olarak kadın konusuna da dikkat çeken Kürt Halk Önderi, “Yarım kalmış çalışmam,” diye ifadelendirdiği bu alanda, büyük çözümlemeler ve önemli perspektifler açığa çıkarmıştır. Toplumsal sapmanın başından günümüze değin tüm hâkim ideolojilerde ve iktidar mekanizmalarında, en yoğun ve acımasız saldırılar erkek egemen sistem üzerinden kadına karşı yürütülmüştür. Kapitalist modernite dönemiyle birlikte kadının hem genelevlerde hem de özel evlerde olduğu kadar, serbest pazar ekonomisinin neredeyse her alanında ve metaların kraliçesi konumuna düşürülen kadının özgürlüğünü, toplumun özgürlüğü olarak ifade eden Kürt Halk Önderi, hem bu konunun önemine hem de içinde bulunduğumuz durumun “kölelik ötesi” olduğuna da dikkat çekmiştir.

Tüm bunların yanı sıra bu dönemde yapılan en önemli çözümleme, kuşkusuz devlet mekanizması ve işlerliği üzerine olmuştur. Toplumun nasıl bir cendereye alındığını, devletin yaşamın tüm alanlarında özellikle egemen sistem anlayışıyla birlikte nasıl bir hakimiyet alanı oluşturduğuna yönelik önemli çözümlemeler geliştiren sayın Öcalan, İmralı gerçekliğinde, “Bunun da doğru mücadelesi nasıl olacak?” sorusuna önemli cevaplar geliştirmiştir. Özellikle 20. yüzyılın devrimcilerinin, ulusal kurtuluş hareketlerinin ya da sosyal demokratların içine düştüğü temel yanılgıyı ortaya koyarak, çözümün de ancak buradan başlayabileceğine dikkat çekmek istemiştir. Devletin sosyalisti olmayacağını vurgularken, devletin varlığının aslında özgürlük alanlarını ve toplumsal yaşamın biraradalığını-bütünselliğini kabul etmeyeceğini kapsamlı bir şekilde dile getirmiştir. O temelde de demokrasiye duyarlı devlet ya da devlet artı toplum formülasyonu üzerinde bir yoğunlaşma açığa çıkarmıştır. Bunun için devleti ele geçirmek ya da direkt olarak yıkmak yerine, devletin hakimiyet alanlarını sınırlandırmanın ve bununla birlikte toplumsal yaşam alanlarının daha da güçlendirilmesinin önemine dikkat çekerken, evreni ve toplumu da bu düzlemde kuantum fiziğinin belirsizlik ilkeleri üzerinden de mücadele etmesi gerektiği yönünde kanaat geliştirmiştir.

 

Çözüm: Daha Çok Toplum, Daha Çok Özgürlük

Tarihin birçok durağı ve kırılma anı genelde ironik! Belki de bu işin mayasında ya da tabiatında bu vardır. İmralı’nın son 16 yıllık tarihine yakından baktığımızda, bu gerçeklik kendisini defalarca pekiştirmiştir. Kürt Halk Önderliği’ne yönelik İmralı’da geliştirilen saldırıların en önemlisi olarak yalnızlaştırma yani tecrit esas alınmıştır. O nedenle de denizin ortasında bir ada ve adada bir hücre tasarlanmıştır. Çünkü sistem yöneticileri ve hakim sınıflar insanın yegane gücünün toplumsal gerçeklikten geldiğini hesap etmiş, İmralı sisteminde de bunu bir karşı silah olarak kullanmak istemişlerdi. Kürt Halk Önderi bu durumun farkında olduğu için, “Herhangi biri buraya 24 saat dayanamaz,” diyerek durumun ciddiyetini, yakıcılığını gözler önüne sermiştir.

İroni ise burada ortaya çıkıyor; egemenlerin yalnızlaştırarak çözmek, sindirmek ve yenmek istediği sayın Öcalan, mevcut koşullara ve fiziki ortama aldırmaksızın kendisini çoğaltmayı, bunu da toplumun oluşturduğu güçle sağlamayı hedefliyordu. Bu temelde de uzunca bir süredir sorguladığı denemeler, yaptığı tahliller ve dile getirilen çözümlemelerin ardından, toplumsal yaşamın ancak toplumun dahil olmasıyla birlikte gelişebileceğini ortaya koydu. Bu temelde de 2005 yılında yaptığı çağrı ile ilk başta KKK sistemini (Komên Komalên Kurdîstan)-KCK (Komên Civakên Kurdîstan) ilan etti. Burada çözüm ve yeni yaşamın paradigması da net bir şekilde ortaya çıkmış oldu.

Daha öncesinde olduğu gibi devletin kendine ait olmasını hedefleyen bir yaklaşım tamamen aşılarak, bunun yerine toplumun kendini örgütlemesi ve bunun da yaşamı idame ettirmesi yeni dönemin ve paradigmanın mücadelesi olarak benimsendi. İmralı’da ortaya çıkan bu muazzam direnişin ve mücadelenin geldiği bu nokta, aynı zamanda Kürt sorunu çözümü ekseninde sistem krizinin de aşılmasını hedeflemektedir. Böylesine büyük ve insanlığın binlerce yıllık tarihine müdahale anlamını da taşıyan bu paradigmasal doğuş, Kürt Halk Önderliği şahsında zaferin gündelik yaşama yansıması, sonuçlandırılması olmaktadır. Bu anlamıyla da başından itibaren İmralı işkence sistemine baktığımızda; yaman bir mücadelenin ve anı anına bir direnişin geliştirildiğini, bunun da milyonlarla bütünleştiğini görmekteyiz. Bu dönem içerisinde fiziki yönelimler karşısında bu minvalde sert cevaplar, toplumsal ayaklanmaları da barındıran reaksiyonlarla karşılaşan sistem sözcüleri ve egemenleri, itiraf edemeseler de her gün daha çok kaybettiklerinin farkındadırlar…

Bugün, İmralı’da yıllar öncesinde Kürt Halk Önderi’nin belirttiği gibi: “Yalana dayalı düzen kaybedecek, özgürlük kazanacaktır.”

 

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.