Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürtler Açısından Türkiye’de Sınıf Mücadelesi ve Ulusal Sorun İlişkisi

Suat Gökalp

Günümüz itibarı ile Kürtlerde sınıf, ulus, ulusallık, ulus-devlet ve nihayetinde Demokratik ulus (vb) gibi kavramsallaştırmalar konusunda bir bilinç devrimi (temel esasları itibariyle) yaşamaktadır. Kuşkusuz derinliğine ve bütünlüğüne anlamak, zaman gerektirmektedir. Bununla birlikte, kimi hususlar var ki, netleştirmediğinde sömürgeci özel-psikolojik savaşın kafa karıştırıcı ve manüplatif etkisine girmeye yol açmaktadır. Böylesi etkiler ise Özgürlük Hareketi’nin (Ö.H’nin) politik hattını anlamayı önlemekte, savrulmaya sebebiyet verebilmektedir. Bu durum, verili tarihi sürecin sunduğu elverişli şartlardan yararlanabilmeyi önleyebilmektedir. Çünkü böylesi süreçler sonuç alabilmek için örgütlü mücadele yürütebilmeyi ve örgütlü hareket edebilmeyi, yine örgütselpolitik hattan sapmamayı/savrulma yaşamamayı gerektirir! Ayrıksı tutumlara girmemeyi, ferdi tutumlara kaymamayı ve doğrultu kaybını yaşamamayı zorunlu kılar. Böylesini net bir doğrultuda örgütlü mücadele yürütebilmek, bahse konu kavramsallaştırmalar noktasında ve özel olarak Kürtlerin tarihsel süreçlerinde bu kavramlar bağlamında yaşamış olduklarına dair net bir tarihi perspektife, sağlam tarihsel kavrayışa ve aynı oranda günceli doğru idrak etmeye bağlıdır. Gravi’sel perspektif ışığında konuya dair eğilmek gereklidir.

Bilindiği gibi Ortadoğu’nun sosyopolitik yapısı genel olarak 1700’lere, kısmı müdahaleye uğramış haliyle ise 1800’lere dek kendine özgü bir içerik taşımıştır. Bölge’nin devleti-sistemi bu özgün içerikte bir denklem oluşturmuş, 1800’lere dek varlığını sürdürmüştür. 1740’lardan itibaren Batı’lı hegemon güçlerin Bölge’ye yönelişi, bu özgünlüğü bozacaktır. Batı’da egemenliğini kurup oturtan sistem, Doğu’ya açılmış, yönelimde bulunmuştur. İlk girişi “ticari” görünümlü olsa da, bu eksen üzerinden 1800’lerin başından itibaren siyasal ve zamanla kültürel egemenlik içerecek tarzda bir sistemsel yönelim söz konusu olmuştur. Ulusdevlet modeli başta olmak üzere, kapitalist modernite tüm unsurlarıyla Bölge’ye sızmıştır. Bu sızma Bölge siyasal denkleminde derin alt üst oluşlara, ayrışma ve parçalamalara, sosyal farklılaşma ve başkalaşımlara yol açmıştı, neden olmuştur. Böylesi bir sosyopolitik deprem etkisi sonucu adeta geniş bir tarihsel sayfa açılmıştır. Kürtler, Bölge’nin en kadim halklarından olmaları sebebiyle, bu depremden derinden etkilenmişlerdir.

Tarihsel planda protokürt boylar olarak Devletli eril sistemle ilk yakın temas Sumer devlet modeli ile olmuştur. Ancak, toplumda sınıfsal ayrışmanın belirgin olarak açığa çıkışı esas itibariyle Med siyasal organizasyonunun dağılıp Pers devlet iktidarının tarih sahnesine çıkmasıyla olduğundan, devlet ile asıl ilişkilenme Kürtlerde Pers devleti dönemine denk düşer! Bu, Kürt toplumsal gerçekliğinde son derece tahripkar sonuçlar yaratmıştır. En başta öz-kurumsal yapıları dağılır. Kökleri Neolitik kültüre dayalı ortakçı-özyönetim ve bu geleneğe bağlı kabilesel Aşiretsel yönetim anlayışında yarılma gerçekleşir. Pers devlet mekanizması ile işbirliği temelinde varlığını koruma pozisyonuna geçen kesim, Kürt toplumsal üst tabakası olarak belirginleşir. Bu üst tabaka “yabancı” iktidar gücü ile bağımlılık ve işbirliği temelinde ilişkilenmiş, bağımlılık ve işbirlikçiliği içselleştirmiştir. Böylece Kürt toplusal gerçekliği ve idari geleneğinden kopmuşlardır. Yabancılaşmışlardır! Yabancı iktidarın egemenliği Kürt toplumsal yapısı üzerinde temsiletmeye başlamışlardır. Bunun karşılığında adına “Kürt Beylik sistemi” diyebileceğimiz yerel özerk idareler elde etmiş, kendi darelitist çıkarlarını muhafaza etmeyi elde etmişlerdir. Elbette, kimi yönleriyle Kürt toplumsal gerçekliğinin korunmasına katkıları da olmuştur. Ancak, Beylik Sistemi’nin oluşum özellikleri, zaman içinde alacağı yapısının ipuçlarını da vermektedir. Bu sistem, Perslerin ardında aynı esaslar üzerinden Helen, Romalılar, Sasaniler, Emeviler, Abbasiler, Akkoyunlar, Safeviler ve Osmanlılar ile de ilişkilenip ayakta kalacaktır! Her şeye rağmen, 1500’li yıllara dek genişözerklik halinde varlıklarını sürdürmeleri önemlidir, Kürt toplumsal gerçekliğinin korunmasında – bahsedilen çerçevederol oynamıştır.

Buna karşın alt tabakalarda aşamada olarak derinleşecek olan dağılma öncüsüz kalma (tarihi gelenekli idari anlayıştan yoksunlaşma), bilinçsiz yoğun haline gelme, kültürel yabancılaşma cenderesine çekilerek her gücün üzerinde egemenlik kuracağı bir toplum olma durumu yaşamıştır. Yanı sıra, mülksüzleşip kırda ve kentte yoksul kesimi oluşturma, kurmançlaşma açığa çıkmıştır.

Kürt üst tabakasının Beylik Sistemi, bahse konu niteliği dolayısıyla beyliklerin sayısının çokluğu temelindetoplumda parçalı bir duruma yol açmıştır. Bundan kaynaklı ayrıksılıklar, farklılaşmalar oluşabilmiştir. Bununla birlikte, bu Beylikler dahilinde Kürt toplumsal Kültürü sınırlı bir çerçeve de olsa da korunup yaşatılabilmiştir. Özellikle Pers egemenlik sürecinden 1514’lere, Çaldıran Savaşı döneminde tek Bağımsızlığa yakın bir statü içinde kalan bu Beylikler, toplumsal varlığın korunup geliştirilmesinde (bahse konu eleştiri boyutlarını taşımakla beraber) tarihsel bir rol oynamışlardır. 1500’lerden itibaren OsmanlıSafevi çatışması süreçleri devreye girer. Bu çatışma zemininde Kürt Beylikleri çoğunlukla Osmanlı’nın yanında yer alırlar. Bu tutum zaman içinde Beylik statüsünün daralıp sınırlanması ile sonuçlanacaktır!

Böylece 1890-1920’li yıllar arasında, yenilgi ve teslim alınma sonrasında, Kürt Beylikleri adeta iğdiş edilmiştir. Kürt orijinli statü hedefi, yerini aileviaşiretsel varlığını korumaya bırakmıştır. Bir yerde bu durum yenilgi ve başarısızlığın kendilerine kesilmiş fatura olmaktadır. Bu ise sonuçta “ aile – aşiret çıkarlarını koruma” amaçları uğrunda Kürtlük “Pazar metası” kabilinden kullanılır, araçsallaştırılır hale düşürülmüştür! Elbette, bir sınıf olarak Kürt üst tabakası’nın kendiside araçsal kılınmıştır. İdeolojik, örgütsel ve maddi şartları elvermediği halde, sömürgeci güçlerle bu üst tabaka kullanıp Kürt toplumu üzerinde inşa edilmek istenen Türk egemen sınıf tahakkümünün işbirlikçisi “burjuva sınıf olarak konumlandırılmıştır. Gravi’nin dediği gibi, aristokratik ve işbirlikçi kılınmış Tarikatçı gelenek Kürt toplumu gerçekliğinde “özel ve örtülü soykırım” geliştirilmesinin aracı haline getirmiştir. Bu ise, objektif olarak Kürt toplumsal özgürlük sorununun çözümünde “burjuva öncülüğünün maddi zeminini yok eder. Sorun, Kürt yoksul ve emekçilerinin çözmesi gereken bir sorun haline gelir! Sömürgeciler bu realiteyi gördüklerinden, bir yandan soykırımla inlemeye, diğer yandan Kürt toplumunda emekçi çizginin gelişimini engelleme çabasına yönelmişlerdir.

Kürt üst tabakası 1847 yenilgisinden başlayarak Beylik dönemlerine özgü kurumsal yapıları kaybederler. Bu kurumlaşmalar peyder pey gerileyip daralmayı yaşalar. Tasfiye sürece yayılarak işlemiştir. 1900’e gelindiğinde, bir nevi “Beylik artıkları” diye tanımlanabilecek kesimler –kullanılmak üzeresömürgeci metropollere taşınırlar. Gösterdikleri işbirliği karşılığında şahsiaileviaşiretsel varlıklarını koruma hakkı tanınır. Bu süreçlerde paradoksal bir şekilde hem ortam bulduklarında isyan örgütlemeye ve hem de sömürgeci ulusu’un inşa sürecinde rol üstlenirler ( ittihatçı çalışmalarda yer alarak). Bir yandan Orda da yer alır, bir yandan Kürtçülük esaslı Batılı güçlerle diplomatik ilişkiler kurma peşinde koşarlar. Böylesine bir “milliyetçilik” tutumun sahibi olurlar. Bu “milliyetçilik”,ifade edilen karakter itibariyle “ ilkelmilliyetçilik” olarak tanımlanmaktadır. İlkel – milliyetçilik, o zamandan başlayarak Kürt üst tabakasının politik karakterini ifade ede gelmiştir. Bu zihniyet ve onun politik algısı, isyanlar boyunca toplumda bir Kürtlük duygusu oluşturmuştur. Ancak bağımlı bir “kralcılık” anlayışını aşamamışlardır. Kürt ve Kü’çni çerçevede bir programı, strateji ve taktiğe dayalı bir toplumsal hareket düzeyine kendilerini taşıyamamışlardır. Ulusal bir bilinç oluşturamamışlardır. Ulusal bir hareket açığa çıkamamışlardır. 1910-1920 yılları arası süreçte merkezi bir statü edinmeye el veren onca olanağa, olumlu koşula rağmen, bahse konu bu üst tabaka Kürtlüğünden kaynaklı sorunlar, o dönemin konjonktürel ikliminden yararlanabilmeyi engellenmiştir. Kürt toplumunun özgürlük sorunu bu yüzden 100 yıl sonraya havale edilmiş, tarihi fırsat kaçırılmıştır.

Elbette bu duruma Bölge’de kendini yerleşik kılma mücadelesi yürüten Batılı hegemonik güçlerin politikaları da etki yapmıştır! Batı damgalı ulusdevlet modeli 1800’ler de kapitalistmodernite’nin temel bir politikası olarak Bölge’ye yedirilmek istenmiştir. Fakat bu “yabanı bir aşıdır”, kolayca tutmamıştır. Buna karşı Bölge halklarının direnişi gelişmiştir. Ancak, başarılı olunmayınca toplumsal yapılarda derin bir bozulmaya, içte ve çevre toplumlarla karşılıklı çatışmalara yol açan tahribatlar yaşanmıştır. Bölge toplumlarının sosyokültürel dokularında, yönetici üst sınıfların kurmuş oldukları siyasal denklemde büyük alt üst oluşlar gerçekleşmiştir. Osmanlı, kendince geliştirdiği “yapay ulusçuluklar’ ile ( Osmanlıcılı ki Panislamizm vd) karşı çıkmaya, kendi çözümünü geliştirmeye çalışmış ve fakat başarılı olamamıştır. Sonuçta Batı destekli politik müdahaleye maruz kalmıştır. İttihatçı hareket, Kemalist hareket (tıpkı günümüzde siyasalİslam ile yapılmaya çalışıldığı gibi) devreye konulmuş, Osmanlı’nın yıkılışı gerçekleşmiştir. Bölge’de genel bir “ulusal kurtuluşçuluk” furyası başlamış, görece bağımsızlıklar edinilmiştir. Bölge’nin etnik, kültürel, inançsal realitelerini hiçe sayarak Batı hegemonik çıkarları yönünde Bölge sınırları çizilmiş, siyasal denklem yeniden kurgulanmıştır. Bu denklemde Kürtler küresel ve Bölgesel güçler arası çıkar ilişkilerinin araçsal faktörü kılınmış, süreç tamamlanınca da inkar – red kapanına sokularak denklem dışına atılıp yok sayılmıştır. Kür’tan, fiilen 1514, resmi olarak 1639’da ikiye bölünerek, 1700-1800 yılları arası zayıflatılıp güçsüz kılınarak, 1800, 1940 yılları arası baskı, katliam ve kendine özgü soykırım uygulamalarına tabi tutularak; 1916 SykesPicot, 1923 Cazan, 1926’lı yılların yeni dizayn sürecinin dışında bırakılıp inkar edilerek bütünlüklü bir soykırım sisteminin pençesine atılmıştır. “Kürt Kapanı” böyle kurulmuştur. Elbette buna karşı Süleymaniye’den Antep’e, Sino ve Mehabad’tan Ağrı ve Dersim’e, Qamışlo’dan Amed’e isyanlar gelişmiştir. Ancak, bahse konu iç ve dış nedenlerden ötürü başarılı olunmamış, yenilgiyle sonuçlanmıştır. Bu sürece Kuzey özelinde eğilip daha yakında incelemek yararlı olacaktır.

Özü itibariyle bu yıllarda (1920-1980) Kürt toplumsal gerçekliğine bütünlüklü bir soykırım politikası dayatılmıştır. Kürtlerin bu politikaya karşı duruşu ise kültürel-toplumsal varlıklarını koruma anlamını taşımıştır. Kürtlerin kendisinden(özel de üst tabakadan), küresel hegemonik politika ve hesaplarından kaynaklı boyutlar ana hatları ile konmaya çalışıldı. Bunlara ek olarak, kuzey parçasında Türk egemen sınıfların içiktidar çatışması ve mücadelesinin de yansıması, derin tahripkar sonuçları olmuştur.

Bilindiği gibi, Osmanlı enkazı üzerinde yeni bir siyasi yapı inşa etme mücadelesinin kliklerinden biri olan ittihatçı klik, savaşın sonunda ( destekçisi Almanya’nın yenilgisine gerek ) yenilmiştir. Mustafa Kemal ve ekibi o şartlarda, coğrafyanın etnik ve inançsal realitesini de gözeterek yeni bir ulusalcılık geliştirmek isterler. Gravi buna “Anadolu Ulusalcılığı” tanımı getirmektedir. Elbette bu ekip de iktidarcıdır, çağ gereği ulusalcıdır. Ancak, sosyokültürel gerçekliği hesaplayarak bir buluşma zemini yakalamaya çalışmaktadır. Bunun verilerini Amasya Protokolü, Erzurum ve Sivas kongreleri, ilk BMM ‘si temsili ve ittifakında, yine 10 Mart 1922’deki Kürt Reform Kanunu’nda, 1921 Anayasası’nın ruhunda girmek, tespit etmek mümkündür. Anadolu halklarının birliğinin temel harcı olarak Türk ve Kürt ittifakı geliştirilmek istenmektedir. Ulusçuluk anlayışları buraya oturtulmak istenir. Kapitalist modernite güçleriyle ilişkileri vardır, ancak bahse konu ulusçuluk anlayışı dolayısıyla, kendilerine özgü bir çizgiyi de muhafaza etmek isterler. Bu durum, İngiliz hegemonik çıkarlarıyla çelişmekte; politikalarına mutlak itaat isteyen tutumla uyuşmamaktadır. Sonuçta İngiliz hegemonik gücü M. Kemal ve ekibi siyaseten tasfiyeye yönelir. Kendi güdümlerinde bir çizgiye çekilmiş olan İnönü-Çakmak ikilisi aracılığıyla siteme yeni bir yön verirler! M. Kemal sembolik bir figür olarak adeta  köşk’e hapsedilir. İnönü-Çakmak ikilisin öncülüğünde, “Kemal” ismi etrafında oluşan sembolik anlamı da araçsal kılıf olarak kullanıp “Kemalizm” adı ile anılacak olan ideolojiyi 1923’lerden başlayarak şekillendirirler. Buna göre Türk homojen-ulus anlayışını 1924 Anayasası ile resmiyete kavuştururlar. İktidarı ele geçirirler. Bu temelde tüm muhalifler etkisizleştirilir, yenilen ittihatçılar (Çakmak’ta temsil edilerek) yedeklenerek Kemalist ideoloji ile ittifak halinde, halen bir biçimde “ben varım” demeye çalışan Kürtlere yönelime başlarlar. “1925 komplosu” diye …….. adlandırılan süreç böyle başlar. Kürtlerle Türkler arasında kurulan tarihi ilişki zemini böylece dinamitlenir. Kendine özgü ve anti-kürt karakterli soykırım modeli tüm uygulamalarıyla devreye konur. “Türklük” esaslı yapay ve üsten dayatmacı bu politika ve ulusçuluk anlayışı toplumlara zorla kabul ettirilmeye çalışılır.

Bu dönemde Güney parçasında Arap-Baasçı iktidarı kendi içinde iktidar mücadelesini nihayete erdirememiştir ve tümden bir baskı ve egemenlik oluşturamamıştır. Bundan kaynaklı boşluk doğmuştur. Bu boşluğu Güneyli işbirlikçi ve (devletçi zihniyeti) taşıyan üst tabaka Kürtleri değerlendirmiş, ilkel-milliyetçi çizgiyi daha belirgin kılarak kendilerini örgütleyip devletli-sistemin uzantısı olarak yerelde iktidar olmuşlardır. Kuzey’de ise, yeni iktidar kliğinin politik hattının kendilerini tümden denklem dışına attığını gören, bundan rahatsızlık duyan ve buna karşı isyan örgütlenmesine giren Kürt üst tabakalarının girişimleri başlar! Ancak, bir biçimde sistemli ilişkili konumlanışa sahip (orduda da yer alan) pozisyonlarından dolayı zaten devlet kontrolünde bulunduğundan, daha başından müdahaleye uğrayıp provokasyonlarla da erken doğuma zorlanıp yenilgiye uğratan akıbete uğratılırlar. (Şeyh Said isyanı) Örgütlü bir Kürt hareketinin gelişiminin önü alınmak istenir. Yine, kırsalda, birbirinden yalıtılmış durumda olan, iyi kötü Kürtlüğü bir biçimde taşıyan Kürt yerel idarecilere alışmış yoksul halk kesimleri, karşılarına çıkan homojen ulus-devlet uygulamalarına tepki duymakta, yabancılık çekmekte ve reaksiyoner nitelikte lokal ayaklanmalar geliştirmektedir. Çok sayıda olsa da, başarı şansı olmayan bu hareketlenmelerde yenilgiye uğratılmıştır. Kürt üst tabakası yeni arayışlara koyulur. Görece daha organizeli olmak Ağrı isyanı planlanır ama sonuç yine yenilgi olur. Kürtlüğün tümden denetime alınamadığı alan olarak Dersim kalmıştır, oraya da müdahale gelişir. Bu yönelime karşı Dersim Kürtleri özvarlıklarını koruma amaçlı meşru direnişi sergilerler. Ancak, yine yetmez, yenilgi yaşanır. Böylelikle 19251938 yılları arasında, Kürt üst tabakası öncülüğünde Kemalist-ulusalcı iktidarın kendilerinin varlıklarına yönelttiği soykırımcı uygulamalarına karşı varlıklarını kuruma mücadelesi veren Kürtler başarılı olamamış, yenilmişlerdir. Sonuçta çok daha derinlikli ve bütünlük arz eden bir sömürgeci yönelime kapı aralanmıştır.

Bu yıllar Kürt toplumsal gerçekliğinin anlaşılıp doğru tanımlanabilmesi açısından hayli önemli derslerle doludur. Türk ulus-devletinde Kürtler daha uluslaşmadan katı bir inkar ve imha sistemiyle karşılaşıyorlar. Bu, öz kimlik öğelerini yitirmelerine yol açan tahribatlar yaratıyor. 1925-1940’lı yılara sığdırılan baskı ve katliamlarla eşgüdüm içinde 1925’de Şark Islahat Kanunu, 1935’de Mecburi İskan Kanunu gibi kanunlarla işleyen derinleştirilmiş asimilasyon ve eritme politikalarına tabi tutuluyorlar. Böylece Kürtlere bütünlüklü bir politika dahilinde toplumsal varlıklarını tasfiye dayatılıyor. Bu realite doğru tanımlanmadan 1925-1950’li yıllarında Kürtlerce yürütülen “Varlığını koruma mücadelesi” de doğru anlaşılamaz, Kürt Hareketi doğru tanımlanıp analize tabi tutulamaz.

Elbette tüm bu gerçekliğe rağmen, tekrardan ve özet olarak, Kürtlerden kaynaklı nedenleri ele almak gerekir. Çünkü 1’ci ve 2’ci dünya savaşları arası yıllarda TC rejimi hala inşa sürecindedir ve önemli zayıflıkları taşımaktadır. Sürecin başından itibaren modern bir Kürt ulusal hareketinin gelişebilme koşulları mevcuttur. Klasik gerekçeler (kapitalistleşme zayıf, burjuva sınıfı yok, öncülük yok vs) asli yanıtlar sunmamaktadır. O dönem şartlarında benzer koşulu yaşayıp da gelişim göstererek statü sahibi olan örnekler hiç de az değildir! Yine, küresel hegemon güçler yeni dizayn planlarken daha baştan herhangi bir gücü, toplumu dıştalamıyor, nedenli güç olup etki düzeyine sahip olduklarını gözetmektedirler. Dolayısıyla, böyle bir engel de başlangıçta yoktur. Asli nedenleri içte aramak, bunları sonradan belirleyici hale gelecek engeller olarak değerlendirmek daha doğru sonuçlara oluştura bilir.

İçsel nedenlerin başında kuşkusuz Kürt üst tabakasının tarih içinde şekillenmiş olan bağımlılık esaslı işbirlikçi karakteri gelir. Bahse konu yıllara geldiğin de zihni olarak sömürgeci güçlere bağımlı kalıp aileviaşiretsel çıkarlarını güvenceye alıp yerel iktidar edinme yerleşik hal olmuştur. Bu şekilde topluma öncülük etmişlerdir. İlkel-milliyetçi anlayışları onları ulusal demokratik taleplerden, böylesi bir zihniyet ve özgürlükçü bir programa ulaşmaktan uzak tutmuştur. Dünya görüş ve algılarını dar kılmıştır. Zihniyet dünyalarında –Gravi nin ifadesiyleözgürlük, bağımsızlık silinmiş gibidir. “ Bir merkezi güce bağlı olmadan, sırtını dayanmadan ayakta kalınamaz” inancı hakimdir. Kültürel yabancılaşma ve bunu topluma taşıma gibi tahripkar rol oynamaları söz konusudur. Tüm bu yönler dolayısıyla, devletli-sistemin uzantısı rolünü görmüşlerdir. Sömürgeci güçlerin uygulamalarını engelleme gücüne sahip olamadıkları gibi, objektif olarak meşru kılıcısı görevi görmüşlerdir.

Alt tabakalardan, yoksul kesimden kaynaklı yönlerde vardır. Üst tabaka da yaşanan başkalaşım, halka yabancılaşma ve toplumun geleneksel kültürde bir idari öncülükten yoksunlaşıp gerilemesi yaşamıştır. Bu gerileme, bilinçsizliğe yol açmıştır. Aile ve kabile formatın da kalmaya, parçalanmaya neden olmuştur. Böylesi bir sosyo-politik zeminde toplum kendi içinde ailevi nedenlerden kaynaklı çatışır, enerjisini bu noktada tüketir hale gelmiştir. Kendi kendini boğuntuya getirip zayıflatan bir toplum gerçeği oluşmuştur. Ailesel-aşiretsel ölçüler “namus” olarak algılanmıştır. Toplumsal norm-namus tan türeyen namus anlayışının toplumsal niteliği aile-aşiret sınırlarına sıkıştırılıp daralmıştır. Toplumsal namustan/ahlaktan kopuş ise toplumu zayıflatan, güçsüzleştiren durumlar açığa çıkarmış, bu ise ulusal toplum ve ulusal bilinç düzeyine ulaşmada engelleyici rol oynayabilmiştir.

Bu şekilde ele alınabilinecek içsel nedenler, Kürtlerin 1920-1950 li yıllar arasında uluslaşma, statü sahibi olmaların da, kendilerinden kaynaklı engelleyici faktörler olarak rol oynamıştır. 1950 li yıllara böyle getirilmiştir. 1950 yılına gelindiğinde diğer parçalarda da farklı bir durumdan bahsedilememektedir. Doğu da Muhabad yıkılmış, ilkel-milliyetçi KDP çizgisi umut vaad etmekten çok uzaktır. Kuzey de isyan ve direniş bastırılıp yenilgiye uğratılmıştır. Genel bir sessizlik yaşanmaktadır. Kürt hareketi bir geçiş sürecindedir. Üst tabaka geleneksel önderliği yıkılıp tasfiye olmuştur. Gravi nin ifade ettiği gibi, kürt varlığı ve özgür yaşam istemine dair karamsarlık, güvensizlik ve inançsızlık oluşmuştur. Çağdaş Kürtlük daha doğmadan boğdurulmuştur. Üst tabaka öncülüklü girişimler sonuç vermemiş, “düşük doğum” aneden olmuştur. Modern sınıf öncülüğü açığa çıkamamıştır. Kürtlükten kaçan aydın tipolojisi türemiştir. Dağınık ve parçalı durumdaki geniş halk yığınları ise varlık sürdürme çabasına gömülmüştür.

Kuzey de, böylesi bir iklimde “49’lar davası” ile beraber bir kıpırdanış yaşanmıştır. İlkel-milliyetçi çizgisi bu kez kuzey de T-KDP adıyla ortaya çıkar. Cılızdır. Ki, kısa zamanda devlet denetimine girmiştir. Özellikle Faik BUCAK ın öldürülmesi sonrasında bu kesim üzerinde devlet kontrolü oturtulmuştur. O dönem Türk solu nun Kür’an uzantıları ise hakim ulus hastalığı olan sosyal şovenizm den muzdariptirler. Dönem itibarı ile en temel tartışma konusu Kürt ve Kür’ın varlığıdır. Bu kavramlar etrafındaki tartışmalarla küresel sistem ve onunla ilişkili sömürgecilikçe yaratılan tabular kırılmak istenmektedir. Ancak, slogandan öteye geçilememekte, net bir programa kavuşulamamakta ve kaba sosyolojik analizlerin dışına çıkılamamaktadır. Gravi nin yaptığı benzetmeyle ifade edersek, kuzey de bu çizgi etrafındaki analizler ikinci meşruiyet döneminde Kürt Teali Cemiyeti’nin gerisinde kalabilmektedir.

1950’li; 60’lı yıllarda Kür’ın her parçasın Reel-sosyalist ve ilkel-milliyetçi çizgiden oluşan ikili ideolojik açmaz bulunmaktadır. Aslında, reel-sosyalist etki taşıyan sol tandanslı grupları da ilkel-milliyetçi çizginin türevi olarak ele almak yerinde olacaktır. Orta sınıf çizgisini temsil eden küçük-burjuva reformist-milliyetçiliğin özü buraya oturur çünkü! Diğer parçalarda da versiyonları bulunmaktadır. (DDKO, YNK, KOMALA, özgürlük yolu vd). Bu çizginin üzerinde yükseldiği zemin esas itibar ile geleneksel toplumun çözülüp ülkenin parçalandığı ve yerine inkar sisteminin egemenliğinin tesis edildiği ve bu temelde kapitalist ekonominin yansıdığı kentsel zemindir. Kent küçük burjuvazisini de temsil etmektedir. Kürt milli burjuvazisi gelişemediğinden, bunlar burjuva çizgisini de temsil ede gelmişlerdir. Söylemde keskin olup eylem de reformizmi yaşarlar. Ciddi bir programdan yoksun olmuşlardır. Dar sosyo-ekonomik çıkarlar temelinde emperyalizm ve sömürgecilik ile ilkesiz ve teslimiyetçi ilişkiye daima açık olmuşlardır. Markist söylemi kimi zaman kullansalar da özleri böyledir. Bu yüzdendir ki darlığı, elitizmi ve marjinallığı aşamamışlardır. Geniş kitleler nezdinde Kürtlerde halk ve ulus olma bilincini geliştirememişlerdir. Ciddi bir tarih ve politik çalışmasını pratik-politik zeminde geliştirmekten uzak kalmışlardır. Söylemsel düzeyde kürt halk gerçekliğini dillendirme Türkiye sol geleneği içinde (sınırlı düzeyde ) olabilmiştir.

Kısaca şu söylene bilir: 1920-1975 yılları arasında Kür’da ilkel-milliyetçi çizgi (bahse konu karakteriyle) baskın olmuştur. 1975 yenilgisiyle yenilmiş ve başarısız kalmıştır. Bu çizgi, emperyalist ve sömürgeci güçlerle daima dar-çıkarlar ekseninde ilişki de olmuş, kendi dışında bir çizginin gelişmesine imkan tanımamıştır.

1950-70 yılları arasında Güney KDPsi ön planda olmuş, kendi dışındaki tüm hareketleri, çizgileri ya kendi eksenine alıp uydulaştırmış, ya da aksi hareketler ettiklerinde entrika ve komplolar, sömürgecilere teslim etme gibi kirli yol ve yöntemlerle tasfiye etmiştir. Dr. ŞiwanlarakuzeydeDr. MuinilereDoğudayapılanlar bunun çarpıcı örnekleri olmaktadır. Tıpkı Stalin’in tüm diğer ülke devrimlerini “Anayurt Rusya’yı koruma” adına satması gibi, Güney KDP’si de Kürdistan’ın tüm diğer parçalardaki devrimci hareketlerini Güney’deki ( esasta aşiretsel, dar yerel) çıkarları uğruna satmıştır. Asla gerçek anlamda ulusal toplum refleksine sahip olmamıştır. Nasıl ki 1970-75 yılları aralığında zayıflama, yenilme sürecine girmişse, ancak o şartlar altında değişik gruplar ( esasta ilkel milliyetçiliğin orta sınıf türeci olan, YNK, KOMALA, DDKO, ÖZGÜRLÜK YOLU vb.) gelişebilmiş, çıkış yapabilmişlerdir. Bu tarihten itibaren, yani 19751980’e dek yenilip gerileyen ilkel milliyetçi çizgi ile bunun türevi ve uzantısı olan reformist milliyetçi orta sınıf çizgisi aynı engelleyici çabayı bu kez yoksul emekçi çizgiye karşı göstermişlerdir. Son derece entrikacı ve saldırgan bir şekilde yönelimler gerçekleştirmişlerdir. Örneğin 19791980 arasında Mardin, Urfa ve Amed’de saldırıp Özgürlük Hareketi’nin çıkış süreci kadrolarından 50’yi aşkın militanı katletmişlerdir. Karakteristik özsel nitelikleri itibariyle objektif olarak devletçi zihniyeti temsil ettikleri için, sömürgeci rejim direk ya da dolaylı yollarla bu hareketleri teşvik etmiş ya da ortam sunmuştur. Dönemin hareketlerine etkide bulunan Türkiye sol geleneği Kürt halk bilincinin oluşup güncellenmesinde katkılar sunmuşlardır. Ancak daha çok romantik duygu kulbarı ile sınırlı kalmış eylemsel kulvarda gelişme gösterememişlerdir. Ardılları ise hakim ulus anlayışının sosyal şoven zehrini taşıyıp reformistmilliyetçi Kürt gruplara da sızarak böylesi tahripkar etkiye neden olabilmişlerdir. Sonuçta bahse konu tüm çizgi ve eğilimler, belirtilen yapıları dolayısıyla Kürt toplumsal sorununun çözümüne yanıt oluşturamamışlardır. Halk özgürlük çizgisinin Öcalan öncülüğünde çıkış gerçekleştirdiği zemin ve iklim böylesi bir zemindir.

1970’li yıllarlın iklimine dair Öcalan şunları belirtmektedir. “ Kürtlük modernist yaşam karşısında tam bir ayak bağı konumuna indirgenmişti. Burjuva ulusal hareketi oluşturması gereken sınıf zemini daha doğuşunda kendini Türk olarak tanımlamak zorundaydı. Entelektüelin konumu Kürtlüğün inkârıyla yakından bağlantılıydı. Entelektüel Kürt olamayandı. 1970’ler Kürdistan’ın ve Kürtlerin çağdaşlık doğrultusunu kökten belirleyebilmek için karar gerektiren yıllardı.”

Açık ki; “Kürt var mı yok mu” tartışmasının olduğu zamansal kesitte “ Kürt vardır” demek, başlı başına bir yöntemsel doğruluğu ifade etmek demektir. Bunu tamamlayacak bir diğer adım ise, Kürt toplumsal realitesini tarihsel anlamı bağlamında doğru tanımlayabilmenin önünde engel oluşturan ikili ideolojik kıskaçtan (reel sosyalist ve ilkel milliyetçi) kopuşla, bunlarla mücadele edebilmek mümkün olacaktı. Bunlardan arınmadan doğru bir tanım olası değildi. Nihayetinde, bu ideolojik eksende yapılan tahliller ulus devletçiliğe, dogmatizme kaymışlardır. Bunlar sonuç almamış, çözüm açığa çıkaramamışlardır. Dolayısıyla, o günün şartlarında Kürt halk geçekliğine ve Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı haklarının yasaklanmasıyla ilgili sorunların çözümüne dair bilgiler sığdır; genelgeçerdir. Gerçekçi bir somut çözümü içermeyen darlıktadır. Bilinen tek şey direnilmesi gerektiğidir. Fakat teori yaşama göre dönüşüm sağlayacak, yeni çıkış gerçekleşecekti. İşte Özgürlük Hareketi’nin ve Öcalan’ın çıkışı bu iklimde sağlanmıştır. Öcalan da bu çıkışlarında Dev-Genç, Mahir, Deniz, İbo’larca temsil edilen gelenekten etkilendiklerini söylemektedir. Ancak Kürt halksal gelişiminin tarihi şekillenmesinde oluşan geleneğe bağlı olan özgün bir yanda daima korunmuştur. Böylece Kürdistan tarihinde ilkelmilliyetçi çizgi dışında, sınıfsal ve ulusal perspektifte yoksul halk geleneğine dayalı özgürlükçü bir çizgi çıkış yapacaktır, gelişecek ve tüm parçalarda etki yaratan, örgütlenen ve eyleme geçen realiteye sahip olacaktır. Bu tarihimiz açısından her yönüyle bir ‘dönemeç’, devrimsel gelişme, tarihsel yeniden ayağa kalkış anlamına gelecektir. Bu niteliğinin daha iyi anlaşılıp, çıkışta yaşanan hatalı kavrayışların nasıl zorlayıcı olabildiğini irledemek için çıkış koşullarına daha yakından bakmak gerekir

1970’ler, devrim (1968 devrimci devrimci gençlik hareketi) ve karşı-devrim (finans çağının toplumsal ahlakı yıkan gelişimi) ikileminin çelişkisi ve çatışmasın da yılları almaktadır. 68 hareketinin antimodernist kültür devrimine, finans çağı ile toplumsal ahlakı zayıflatıp kültürel çürümeyi geliştirme ile yanıt verilmiştir. Finans sistemi iktidar ve devleti yoğunlaştırmış, ulus devleti kendine daha da bağlamıştır. Bu kapitalist modernitenin küresel bunalım süreçlerine denk düşen zaman diliminde gerçekleşmiştir. Türkiye de bu ikili genel eğilimin etkisine girmiştir. 68 kuşağının devrimci fikirleri Türkiye solunu hareketlendirmiştir. Küresel finans krizi sistemsel bunalın etkisinde dünyadaki diğer bağımlı ülkelerde olduğu gibi Türkiye ulus devletini de etkilemiş darbeler geliştirmiştir. “24 Ocak kararları” diye bilinen ‘acı reçeteler’ işleme konmuş, ekonomide dışa açılma adı altında küresel sistem ekonomisi ile daha derin bağımlılık içeren bütünleşme politikaları öne çıkarılmıştır. 1971 ve 1980 darbeleriyle devrimci hareketlerin gelişimi engellenip bahse konu küresel reçetelerin “dikensiz ortamda” pratikleştirilmesi amaçlanmıştır. Yıpranıp zayıflayan ulus devlete zaten Kemalizm ile rövanş arayışında olan siyasal İslam/Türk İslam sentezli milliyetçi takviye yapılıp desteklenir. Böyle çıkış aranır. Küresel hegemonik sistem “yedekli çalışma” ve bağımlı ülkeleri böyle yönetme politikasını o zamandan başlayarak Türkiye’ de temellendirmeye koyulmuştur.

Aynı süreçlerde reel sosyalist sistem de bunalım içindedir. Bu bunalımda en öenmli husus ise “ulus devlet” anlayışında açığa çıkmakta ve yaşanmaktadır. Bilindiği gibi ABD’nin 1. Emperyalist paylaşım savaşı ardından hegomonik çıkış amaçları ile ilgili planı gereği “ Willson prensipleri” diye anılan “ulusların kaderlerini tayin hakkıUKKTH” projesi gündeme girmiştir. Toplumların, ulusların özgürlük sorunu bir ihtiyaç olarak kendisini dayatmaktadır. Batılı hegemon güçlerin buna binaen çözüm projeleri, yanıtları olmuştur. Lenin’in de sömürge ve ezilen halklar açısından farklılıkları olsa da, ulus-devler çerçevesini aşmayan UKKTH’nı öne çıkarır. Bunun bilimsel sosyalist kuramdaki tarihsel dayanağı esas itibariyle Hegelci devlet anlayışıdır. Almanya’nın dağınık ve parçalı olduğu koşullarda merkezi devlet bir çözüm olarak görülmüş, Hegelci devlet anlayışı, Marks ve Engels tarafından desteklenmiştir. Buna bağlı olarak, Paris komünü deneyimi de çok daha derinliğine incelenmeden “burjuva diktası varsa proleterya diktatörlüğü de olmalı” türünden bir kavramsallaştırmaya gidilmiştir. Daha o yıllarda bilimsel sosyalizme sızan bu devletçi anlayışın yanlışlığını anarşistler görmüş eleştirmiştir. Bernstein haklı eleştirilerde bulunmuş ancak konuyu ele alış ve alternatif sunum itibariyle liberalizme sağ sapmaya kayan savrulması yüzünden çözüm olamamıştır. Marks devlet tahlilinde zayıflığını görüp giderme arayışına girmiş ama ömrü buna yetmemiştir. Engels “ilkel komünal toplum” tahliliyle görece bir derinlik katmıştır. Lenin Bernsteincı savrulmaya tepkiyle de ilgili olarak proleterya diktatörlüğünü devlet eksenli derinleştirir. Kropotkin’in “SSCB’yi demokrasi üzerinden kalıcılaştırma” önerisinde bulunuşu söz konusudur. Lenin, o süreçlerde içte ve dışta yaşanan toplumsal ihtiyaç ve sorunlarından sonuçlar çıkarıp “sosyalizme ancak en geniş demokrasi üzerinden geçilir/gidilir” der. Dolayısıyla devlet tahliline yeniden koyulur. Ancak onun ömrü de yetmez. Sonuçta bilimsel sosyalizmde yer edinen Hegelci devlet anlayışı proleterya diktatörlüğü tezleri üzerinden hareket eden Stalin ulusal sorunun çözümünü devletle özdeşleştirir. Stalinist ulus devlet modeli olarak SSCB ve bağlantılı reel sosyalist ülke ve hareketlere bu model yayılır. Reel sosyalizmin en temel çözülme nedenlerinden olan ulus devletçi sapma çıkış koşullarında bu sistemden etkilenen Özgürlük Hareketini de kapsamış; Öcalan’ın ifadesiyle belirtirsek “ulus devletçi ideolojik muğlaklığı yaşamasına neden olmuştur.

Reel sosyalizmin bu yanılgılarını derinden yaşayan Türkiye solu, derin kavramsal bunalımı yaşamakta aşırı soyut bir toplum algısı içinde debelenmekte ideolojik planda marjinalliği aşamamaktadır. Sosyalist harekette bir gelişme kıpırdanma olsa da, ideolojik realite böyledir. Siyasal İslam gelişim halindedir. Kürt realitesi bu çevrelerde bir biçimde dillendirilmese de, kendilerine has özgün yol haritalarında sınırlı bir yer tutmaktadır. Kürt toplumsal özgürlük sorunu derinlikli ele alınmamaktadır. Sol hareketi durdurmak için ırkçı faşist gruplar harekete geçirilmiştir. Laik Kemalizm’le rövanşa tutuşan Siyasal İslamın asli uğraşı buna dönüktür. Böylesi çoklu ideolojiler ile mücadele ortamı vardır. Ulusal devlet ile toplumculuğun karıştırıldığı düşünsel zemin bu ortamda şekillenmiştir. Öcalan’ın bahsettiği “ulus-devletçi ideolojik muğlâklık” bir de böylesi Türkiye koşullarından etkilenerek oluşmuştur. Ayrıca 1950-70’li yıllar arasında Stalinist ulus-devlet modeliyle sonuna ulaşan ulusal kurtuluş mücadelelerinin varlığı da teşvik edici bir etki yaratmıştır.

Elbette Kürt Hareketi’nin çıkışta yaşadığı “ulusal devletçi ideolojik muğlaklık” realitenin bir yanını ifade etmektedir. Özgürlük Hareketi bahse konu neolitikkomünalist gelenekten beslenen demokratik toplumcu bir damar daha vardır ki, Öcalan bu durumu özetle şöyle aktarıyor. Ulusdevletçilik ile geleneksel demokratik toplumculuğun eklektik ele alınması üzerine bir program edinilmiştir. Nihayetinde, Özgürlük Hareketi, o gün itibariyle gerek reel sosyalist ideolojik açmazları, revizyonizmi, gerekse Türkiye soluna da sinen ulusdevletçi modeli derinlikli çözüp aşacak deney tecrübe ve kapasiteye sahip değildi. “Sömürge Kürdistan” tezine bağlı kalınarak bahse konu ulusal kurtuluşçu teori esas alınmıştır. Özgünlük olarak salt kurumsalideolojik çerçeve ile yetinilmeyecek, özgür yaşam için devrimci savaşa girişilip örgüt ve eylem iç içe geliştirilecektir. Bu Kürt toplumsal gerçekliğine, onun tarihsel toplumsal kimliğine dayatılan inkar ve yok etme politikası ile ilişkili olarak böyle olmak zorundaydı. Bu yönüyle varlığını kabul ettirme ve özgürlük mücadelesini iç içe ele almak durumundaydı, öyle de yapıldı. Çünkü varlığın inkarı zemininde özgürlük sorunu olmaz! Öncelikle varlılığın ispatı mücadelesi gereklidir. Bu “diriliş devrimi”ni ifade edecekti, öyle de oldu. İspatı sağlanan bu toplumsal varlığa özgür mekân, statü edinme mücadelesi gerekliydi. Bahse konu soykırım uygulamaları ancak böyle durdurulabilirdi, öyle de hareket edildi ve edilmektedir. Bu politik amaca sahip sömürgecilik zorun her türlü yol ve yöntemi kullanmış, hala da kullanmaktadır. Buna karşın ancak meşru savunma esaslı şiddet ile direnilebilirdi, öyle de yapıldı ve bu esaslarda direniş sürmektedir. “Bölünmezlik” fetişizmine oturtulan sömürgeci ulus-devlete karşı ayrı bir ulus devlet hedefine ancak zor ile ulaşılabilinirdi. Bu ve benzeri realist okumalar üzerinden stratejik ve taktik belirlenecek program şekillendirilip mücadele geliştirilecekti. Anti-sömürgeci ve halk savaşı stratejisini içeren bir ulusal kurtuluş stratejisi belirlendi direniş başladı. Kuşkusuz bugün Özgürlük Hareketi Kürt siyasal hareketinde paradigmasal değişim yaşanmış ve ulus devletçi kurtuluş stratejisi bünyesinde devletçi çözümü esas aldığından eleştirilip aşılmıştır. Fakat bahse konu yılların şartları ve Özgürlük Hareketinin o dönemdeki anlamında ele alındığında o strateji birçok gelişime zemin oluşturmuştur. Hayatın pratik öğreticiliği, teori-kuram düzleminde olgulaştırıcı dersleri ışığında demokratik ulus gerçeğine ulaşana dek bahse konu strateji temelinde mücadele yürütülmüş, eksik-aksaklıklar taşımakla birlikte bu mücadele üzerinden ulusal diriliş devrimi gerçekleştirilmiştir.

Demokratik ulus 2003’te resmen ilan edilmiştir. Öcalan bunu “3. büyük doğuş” diye tanımlamaktadır. Öcalan bu üç doğuş kesitini şöyle izah etmiştir. Birinci doğuş, 1973 ile 78 yılları arasında yaşanmış devrimci fikirler ile tanışıp buluşarak Kürtlük bilincini edinmenin zihinsel doğuşunu ifade etmiştir. İkinci doğuş 1980-2003 yılları arasında yaşanmıştır. Bu dönemde, bahse konu bilinç temelinde örgütlenilmiş, eyleme geçilmiş ve ulusal diriliş devrimini gerçekleştirilmiştir. Bununla birlikte nesneleştirilmiş Kürt’ten özneleşen Kürtlüğe geçiş sağlanmıştır. Üçüncü doğuş ise 2003 ile günümüz arasını içermekte özneleşmiş bulunan özü zenginleştirmeyi, kalıcı varlık haline getirmeyi ve özgür yaşamda ısrar etmeyi ifade etmektedir. Böylece Özgürlük Hareketi mücadelesi sürecinde Kürt toplumsal özgürlük sorununu çözmede ilk defa ilkel milliyetçi çizgi dışında bir çizgisel hat oluşturulmuştur. Bu hat, çeşitli tarihsel aşamalardan geçerek eksiklik ve yanılgılardan kurtularak çözümleyici bir ideolojik düzeyi açığa çıkarmış. Buna uygun pratik hattı içeren devrimci demokratik program şekillendirilmiştir. Bugün Kürdistan ve Kürt ulusal toplum gerçekliği nezdinde açığa çıkarılan kazanımlar, yaratılan değerle ve ulaşılan düzey hangi bakımdan ele alınırsa alınsın, her bir başlı başına tarihidir, devrimseldir, çığır açıcı niteliktedir. Bügün Kürdistan sathında iki temel çizgi üzerinde ulusal özgürlük mücadelesi sürmektedir. Bunlar; Güney merkezli ilkelmilliyetçi zihinlerin öncülüğündeki ulusal devletçilik ve Kuzey merkezli demokratik modernitedemokratik komünalist zihniyetin öncülüğündeki demokratik ulusçuluktur. Bununla birlikte dört parçadaki diasporadaki Kürt toplumsallığının genelini etkileme, örgütleme harekete geçirme, modern ulusal özgürlükçü örgütlenmelerde birleştirilip direnişe geçirici etki ve öncülüğü ile asli umut sunan çizgi Demokratik Komünalist çizgidir.

Sonuç olarak, Kürt ulusunun toplumsal özgürlük sorunun açığa çıkışı ve tarihi seyir içinde aldığı biçim; sorunun katmerleşmesi, bunda rol oynayan ideolojik yapılar ile bunlara dayalı örgütlenmelerin tahripkar rolleri tartışıldı. Öte yandan küresel ve yerel egemen güçlerin bu sorundaki rolleri ana hatlarıyla ele alınmaya analiz edilmeye çalışıldı. Alternatif gelişim esaslı özgürlük hareketi çıkışı bu konularda zihinsel, sınıfsal ve ulusal bir netleştirme sağlamıştır. Özgürlük Hareketi bu işlevi ile devrimsel bir tarihi misyona sahiptir. Toplumun bu mücadeleyi sahiplenişi böylesi bir arka plana özgürlükçü güncel perspektife dayalıdır. Artık kafası karışık, siyasetten anlamayan, kendine güvenmeyen, iradesiz, nesne kılınmış Kürt gerçekliği yıkılmıştır. Yani paradigmasal zihinsel bakış ile iradeli özgüvene sahip ve mutlak statüye kitlenmiş bir toplumsal Kürt gerçekliği açığa çıkarılmıştır. Geriye dönüş yoktur.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.