Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürtlerde Ontolojik Bir Problem Olarak Birlik Sorunu!

Hasan Aşkın

Bir toplumun varlık tartışması, o toplumun ölümüne varlık mücadelesi içerisinde olmak zorunda kalması, yaşayacağı en büyük felaket sınırıdır.
Doğa, yaşam çeşitliliği ve doğal zenginliğiyle sayısız varlığa ev sahipliği yapar. Varlıkların çoklu hali birbiri lehine ortam hazırlar. Her varlık varoluşunu sürekliliğine borçludur. Bu doğal denge bir varlığın diğer bir varlığa yaşam zemini oluşturmasıyla korunur. Bütüncül yapının ve dengenin temelini varlığın iç birliği ve dış uyumu sağlar. Toplumların varoluş doğasında da benzer bir durumu görmek mümkün. Karşılıklı bu pozitif etkileşim, evrensel oluşum sürecini de karakterize eder. Her parça kendini bütünde, bütün ise kendini parçalar da yaşamsal kılar. Tek başına hiçbir varlığın yaşama şansı yoktur. Varoluşun karakteri bütüncüldür. Bu doğal olduğu kadar toplumsal bir kuraldır da.
Toplumsal varlık; dil, kültür, inanç, ahlaki, politik ve ekonomik olarak bir bütünü ifade eder. Bu onu oluşturan birey ve birimler için de böyledir. Bu bütünlük, birlik içinde kendisini sürekli kılıp, örgütsel ve eylemsel olduğu oranda varlığın birliğinden ve bütünlüğünden bahsedilebilir. Bu alanlardaki parçalı durum birliği, doğal olarak varlığı tehlikeye düşürür. Toplumsal varoluş anlamsal ve yapısal olduğundan, özsavunmasını da bu temel üzerine inşa eder. Bir toplumun tek tek birey ve bileşenlerinde bu öz ne kadar gelişkin ve organize ise, varlığın savunma refleksi, direnci, varoluş iradesi ve ısrarı o kadar güçlüdür.
Ortadoğu coğrafyası tarihten bugüne toplumsallığın ve uygarlığın oluşum, gelişim ve hegemonik mücadelesinde hep merkezi, jeostratejik ve jeopolitik bir rol üstlenmiştir.
Güncelde kapitalist sistemin kaderi bu coğrafyada belirlenmektedir. Tüm küresel, bölgesel ve yerel güçler bu sürecin aktörü olma savaşımını verirken, süreçten en çok etkilenecek ve etkileyecek olan Kürt toplumunun parçalı, sıradan bir karşı koyuş ile cevap olması zordur. Hiçbir Kürt bireyi ya da kurumu, Kürt varlığının inkarı ve imhası üzerinden kendi varlığını koruyamaz. Bunun ne doğal ne de toplumsal bir karşılığı vardır. Tarihsel yaşanmışlıklar bu konuda yeterince öğreticidir. En küçük bir canlının doğanın dengesinin korunmasındaki önemi düşünüldüğünde, toplumsal bütünlüğün kendini her bireyin bir diğerine ihtiyacı ulusal birlik bağlamında anlaşılırdır.

Kürt toplumsal varlığının varoluş sorunu ne kadar kapitalist sistemin son iki yüz yılında daha fazla belirginlik kazanmışsa da, bu tarihin her aşamasında Kürt varlığının yüz yüze kaldığı temel bir sorundur. Kürt varlığının yaşadığı bu varlık sorunsalı coğrafya ve tarihi ile direkt ilintilidir. Kürtlerin yaşadığı Toros-Zagros dağ kavisi insanlığa ve uygarlığa beşiklik etmiş, neolitik kültürün geliştiği ana coğrafyadır. Kürtler, neolitik kültürün oluşumunda merkezi rol oynadıkları gibi neolitik kültür de, Kürt toplumsal varlığının biçimlenmesinde belirleyici roldedir. Kürt coğrafyası, toplumsal karakterli kültür ve inanç merkezlidir. Bu Kürt toplumsallığının da ana karakteridir. Kabile demokrasisine dayanan bu gerçeklik onun otoriterleşmeye, sınıflaşmaya yer vermeyen özü kadar, kolay egemenlik altına alınamamasının da temel nedendir.
Bu özü nedeniyle Kürt varlığının devletçi yapılara karşı direnişi, Sümerlerle başlamış ve günümüze kadar kesintisiz devam etmiştir. Proto-Kürt yapılanmaları olan Huriler, Gutiler, Kassitler, Mitanniler, Nairiler, Medler gibi irili ufaklı yapılanmalar esasında varlığın, hegemonik merkezlere karşı kendilerini koruma amacıyla gelişen federasyon ve konfederasyonlardır. Kürt varlığı Zerdüşti inancın ideolojik temeli üzerinden birliğini sağlayıp, Medler döneminde halklaşma sürecine girdi. Sonraki süreçlerde, başta Persler olmak üzere bölgesel devletlerle Kürt üst tabakası sürekli bir işbirliği içinde oldu. Bu ilişki zamanla işbirlikçiliğe ve ihanete dönüştü. Toplumsal yapıda ilk ciddi ayrışmaya ve parçalanmaya götürdü bu durum. Parçalanmışlık, üst tabakanın da kendi içinde ayrışmaya götürme sonucu ciddi bir toplumsal sorun ve tehlikenin oluşmasını getirdi.
Kürt varlığının iç dinamikleri birçok yönden parçalandı. Siyasal parçalanmışlık İslamiyet ile birlikte inanç, kültür ve dilde ciddi sonuçları oldu. İnanç olarak, çok boyutlu bir mezhepleşme ve tarikatlaşmayı getirdi. Ailecilik, aşiretçilik ve işbirlikçilik temelindeki parçalanmışlık tüm toplumsal yapıyı bir ağ gibi sardı. Varlığın bütünlük sorunu kendisini her alanda ve aşamada hissettirir. Her alana yansıyan bu parçalı durum, varlığı varoluş sorunuyla karşı karşıya getirdi. İşbirlikçi kesimin dar ailesel çıkarlarını korumaya dönük ilişkileri, hakim devlet dil ve kültürüyle bütünleşmeleri; inkarı asimilasyondan öte kültürel soykırıma varan ihanet zeminine dönüştürdü. Buna karşın toplumda gelişen kendisi olma arayışı ve mücadelesi hem devletçi yapılara hem de işbirlikçi kesime karşı bir direnişi açığa çıkardı.
Siyasal ve ekonomik yapının sınırlı gelişimi bu parçalanmışlıklarla direkt ilintilidir. Yüzyılları aşan parçalılık, iç dinamikleri körelttiği gibi zayıf, dışa bağımlı, özyönetiminden yoksun ve dış saldırılara açık bir konum oluşturdu. Birlik ihtiyacı her dönemin sorundur. Ancak son zamanlarda, bu sorun dış tehlikelerin büyüklüğü oranında daha da ağırlaşan bir ihtiyaça dönüştü. Kapitalist sistemin yayılmasıyla bu ihtiyaç daha da hayatiyet kazandı. Sistemin ulus-devlet bağlamında oluşturmaya çalıştığı siyasal yapı, kendi dışındaki ulusal yapıların, kültür ve değerlerin reddi, inkarı ve imhası üzerine inşa edildi. Bu durum Kürt varlığını tarihte hiç olmadığı kadar imhasıyla yüz yüze getirdi.
Hegemonik güçler tarafından şekillendirilen Ortadoğu, kültürler, inançlar ve halklar dikkate alınmadan, ulus-devletlerin siyasal yapıları öncelenerek oluşturuldu. Daha başından sorunlu, çatışmaya zemin sunan ulus-devlet sınırları toplumsal parçalanmışlıkların ve çatışmaların merkezi haline getirdi. Her devlete, ulus-devlet amaçsallığı dahilinde red, inkar ve imha hakkı tanındı. Kürt varlığı bu yeni durumda salt coğrafik olarak dört parçaya bölünmedi; bir toplumu toplum yapan tüm değer ve dinamikleri de parçalandı. Son iki yüzyılda şiddetli imha seferleriyle yüz yüze kalan Kürt varlığı, son yüzyılda görülmemiş bir varoluş sorunuyla karşı karşıya kaldı.
19. ve 20. Yüzyılın dünyasında yaşanan değişimler ciddi tehditler kadar fırsatlarda sunmuştu. Değişim ve yapılanmada dönüşümün hızlı ve köklü yaşandığı yüzyıllar idi bunlar. Her toplumun üst sınıfı ve aydın kesimi bu süreci öngördüğü oranda hazırlıklı karşılamış ve varlığını örgütleyerek kurumsallaştırmıştır. Ancak Kürt varlığı bu süreçte, aydın kesimin ve üst tabakanın basiretsizliğinin bedelini ağır ödedi. 19. Yüzyılın dar çıkarlarıyla örülen bölgesel direnişler zamanın ruhuna yanıt olamadı. 20. Yüzyıl ise, Kürt üst tabakası ve aydın kesimi tarafından güçlü bir yapılanmayla karşılamamış, kendi içinde parçalanarak dış yapılara eklemlenmişlerdir. Kendisi olma, kendi varlığını iç dinamikleriyle oluşturma arayışı yerine, tüm gücüyle dış güçleri destekleyerek bir şeylerin alma beklentisine girdikleri sancılı bir süreç yaşandı. Bölge ulus-devletlerin oluşumu sonrası Kürtlerin payına düşen salt parçalanmış coğrafya ve toplumsal yapıyla izah edilemez. Öncü rolündeki dinamiklerin örgütsüz, parçalı, öngörüsüz ve liderlik vasfından uzak yapısı bu sonuçta belirleyici role sahiptir.
Yakın tarih birçok Kürt oluşumuna tanıklık etti. Yüzyılın sonunda Xoybun, Azadi gibi oluşumlar yetersizde olsa değerli ve anlamlıydılar. Bunun yanında mevcut sistemi aşamayan, ona eklemlenen bir çok oluşumda görüldü. Bu dar ve sınırlı yapıların, tarihsel süreç ve sorunların ağırlığı karşısında şansları yoktu. Öyle de oldu. Hemen her parçada geleneksel güçlerin işbirlikçiliğe yönelmesi, sınırlı sayıdaki isyanın bölgesel ve yerel yapıları ezilmelerine neden oldu. Buna paralel Güney’de KDP ve YNK şahsında sistemin dar bir alanıyla sınırlandırılan Kürtlük anlayışı karşısında, bütünün inkarı ve imhası üzerine işbirlikçilikten ihanete doğru giden bir ilişkiye dönüştü. Bu yapılarla diğer parçalarda da aynı karakterli örgütler türettiler. Buna sistemin hegemonik ve bölge ulus-devletlerin desteğide vardı. Kendi dışındaki çıkışları komplolarla tavsiye ettiler. Kürtlük, Kürt varlığı adına oluşturulan bu yapılanmalar esasında kapitalist sistemin ve bölge ulus-devletlerinin içte Truva atı rolü biçtiği bir ajan örgütü konumuna getirildiler.
Fiziksel soykırımlarla başlayan süreç, kültürel soykırımla tamamlanmak istendi. O yüzden neredeyse 80 yılı aşkın bir süredir Kürt varlığını kanıtlamaya çalışıyor. Yaşanan iç sorunlar ve dış inkar Kürt varlığını “ Var mı yok mu?” tartışmalarına muhatap kıldı. Kürtler, “ devletsiz en büyük halk”tır. Ancak varlığını kanıtlamak zorunda kalması sorunun derinliğini göstermektedir. Özgürlük Hareketi öncülüğünde “yaklaşık 50 yıllık mücadelenin ilk 30 yılı bu varlığın kanıtlanmasına dönüktür. Bu mücadele süreci Kürt varlığını sadece kanıtlamakla kalmadı, önemli oranda var kıldı.”(Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Cilt)
Uzun süre Kürt varlığı kendi iç dinamikleriyle bir uluslaşmayı yaşayamadı. Kapitalist sistemin içinde ulus-devlet rolü bile verilmeyen Kürt halkı, salt inkâr ve imhasıyla değil, ciddi bir deformasyonla da yüz yüze kaldı. Kürt hâkim sınıfı bunun öncüsü oldu. Kendi deformasyonunu topluma dayattı. Buna rağmen Kürt toplumu dört parçada ulus düşüncesini demokratik ulus formatında geliştirip, zihniyetini kurumsallaştırabildi. Kürt halının ulus olarak yapılandığı bu süreçte tüm iç ve dış koşullar uygun durumdadır. Toplumun her dört parçada tek bir bütünmüş gibi Kürt varlığını ve toplumsal değerlerini sahiplenmesi ve kurumlaşmaya dönük tepkileri final niteliğindedir. Çokça yokluğunu yaşadığı ideolojik, politik ve örgütsel öncülük sorunu önemli oranda aşılmış durumdadır. Temel sorun ise, her parçada toplumun dirilen işbirlikçi, ihanetçi duruşudur. Demokratik ulus formatında topluma öncülük eden dinamiklerin tüm pozitif yaklaşımlarına rağmen kendisini ulus-devlet zihniyetiyle ulus-devletlerin yanında konumlandırmış bu güçler ile birlik sorunu çözülmüş değil.
Bu ayrışma Kürt varlığını ve çıkarlarını daha iyi temsil iddiasından kaynaklanmamaktadır. Asıl sorun , toplumsal mı, yoksa dar ailesel çıkarların önceliği ve çatışması mıdır? Daha iyisini yapma iddiası anlaşılırdır. Bu farklılıklara yol açsa da, son tahlilde ortak bir paydada birlik mümkündür. Ancak bugün KDP şahsında temsilini bulan bu çizgi, işbirlikçiliğin de ötesinde 2500 yıl önce Harpagos’la başlayan ve kurumlaşarak devam eden çizginin güncel kılınmasıdır. Kendi olmayanın varlığına içsel karşı duruşudur. Her şeye rağmen dört parça ve diasporadaki toplumsal ve entelektüel tepki pozitiftir. Demokratik ulusu, demokratik özerkliğe taşırma hedefiyle mücadelenin bütünlüklü verilmesi ortak bir amaca dönüşmüştür. Bu ruh son 50 yıllık mücadelenin sonucu olarak canlanıp, ete kemiğe büründü. Bu ruh hiçbir dönemde olmadığı kadar bütüncül ve isteklidir. Kürt varlığının ölüm sınırından bu aşamaya gelmesi, tüm negatif iç ve dış karşı duruşlara rağmen olmuştur. Sorun; şimdiye karşı açığa çıkarılıp, geliştirilmiş bu değerlerin kurumlaşarak daimi kılınması mı, yoksa bunların inkarı ve imhasını varlık nedeni olarak gören ulus-devletlerin ve hegemonik gücün saldırıları karşısındaki kaybetmeye mahkum parçalı bir duruş mu?
Fırsat olarak tanımlanan iç ve dış koşulların en uygun zaman ve zemininin kullanılması kader anıdır. Bu kader anlarında her varlık kendi kaderini belirler. Ortaya çıkan sonucun nedeni, varlığın kendi iç dinamiklerinin ne kadarını, nasıl kullandığı ile ilintilidir. Dış koşullar ne kadar aleyhte olursa olsun iç dinamiklerin direnci halinde kendisini iç koşullarla uyumlu hale getirir. Dış dinamikler pozitif ya da negatif oluşu toplumun kaderini, varlığını iç dinamiklere rağmen belirleme niteliğinde olamaz. Ciddi etkileri olsada, kader anı iç dinamiklerle belirlenir.
20. Yüzyılın başında Ortadoğu’da Kürt halkının aleyhine gelişen denge arayışı, Kürtlerin iç parçalnmışlığıyla Kürt varlığını ölüm sınırına getirdi. Bugün bölge yeniden dizayna sahne olmaktadır. Kürt aklı ve ruhu bir yüzyıl daha kaybetmek istemiyor. Kapitalist sistemin bölgede yansımasını bulan kriz-kaos anıdır. Kriz ve kaos karakteri gereği bunalım kadar ciddi olanaklarda sunar. Kaos anında Kürt varlığının olumlu ya da olumsuz yönde gelişimini belirleyecek olan iç dinamiklerin nasıl örgütleneceği, hangi düzeyde harekete geçireleceği ve ne düzeyde direnç gösterdiği ile ilintilidir. En önemlisi de anlamsal, ahlaksal ve kurumsal hazırlık düzeyidir. Güç ilişkilerinde ne iç dinamikler ne de dış dinamikler gelişmelerin seyrini yüzde yüz belirleme gücündedir. Ancak hazırlık olayı ve dinamizm bunu lehte ya da aleyhte sonuçlandırma potansiyeline sahiptir. 21. Yüzyıl siyasetinin bu sıcak günlerinde, Kürt varlığı kader anıyla karşı karşıyadır. Varlığın bütüncül özü, bütünsel bir mücadeleyi sert ve zorunlu kılar. Kürt halkı sonuçlarıyla ne dış güçleri lanetleme, ne de iç sorunlarla gerekçelendirme lüksüne sahiptir. Bugün tarihi fırsatın gerçeğe dönüşmesi için ulusal birlik, varlığın olmazsa olmazın ön şartı olmaktadır.

 

Kürt Varlığı ve Demokratik Ulus ÇözümüKürt varlığını karakterize eden olgular inanç ve kültür yönü ağır basan kökeni; neolitik topluma uzanan, sınıflaşmaya, sömürüye yer vermeyen ahlaki-politik, demokratik ve özgürlükçü değerlerdir. Kabile ve aşiret formu, inançsal olarak mezhep ve tarikatlarla ilişkili olarak bu varlığın sosyolojisini oluşturur. Bu form, ciddi farklılıklara, parçalanmışlıklara uğramış olsa da, varlığın kendini oluşturma, var etme ve koruma zemini olagelmiştir. Günümüzdeki bu form toplumsal yapıda belirgin olarak görünür olmasa da, ilişki ve yaşamında baskındır. Kürt varlığı kendisini dışa dönük olmayan, kendi içinde sınırlı bu form ve değerler üzerinden günümüze ulaştırıp korumaya almıştır. Dış gelişmelerin uzağında, kendi içinde sürekli daralan, etkileşimi sınırlı, değişimi zamanın ruhuna göre yaşamayan bu sosyoloji kendi dışında sürekli değişen, yenilenen toplumsallık ve modernize olan değerlerle kendi geleneksel toplumsallığı ve değerleri arasında sıkışıp kalmıştır.
Kapitalist modernitenin geleneksel ve toplumsal olana karşıt temelden konumlanışı, toplumları ciddi bir değişime zorladı. Kürt varlığının doğal toplum yapısı ve sonrasında ciddi bir değişim geçirmeden bu özelliğini koruması, günümüz sistemiyle sorunlar yaşamasına neden oldu. Red ve inkar karşısında yerelde içe büzülmeler, uzun süreli dış dayatmalar karşısında ciddi çözülmeler yaşayarak, iç bütünlüğünü geleneksel olanla koruma tam anlamıyla yaşanmadı. Bu durum toplumsal yapı da çarpık ilişkilerin gelişimine zemin oldu.
Toplumsal varlık, dinamik ve hep bir oluş halindedir. Her toplumsal yapı geçirdiği dönüşümlerle kendi varoluşunu gerçekleştirerek geliştirir. Uluslaşma, bu gelişim sürecinin bir aşamasıdır. Kapitalist bilim anlayışının ulus tanımı ve onun siyasal formu olan ulus-devlet toplum doğasına ters, onun değerlerini temsil etmez. Günümüz ülke ve devlet sınırları içinde ne etnik, ne inanç, ne dil, ne kültür, ne de siyasal-ekonomik olarak homojen bir toplum vardır. Bu realite tüm farklılıkların birlik olgusu içinde yapılanmasına zemin sunar. Tüm toplulukları özgünlüğü içinde ahlaki, politik, demokratik ve komünal değerleri esasında özgür iradeleri ile bir araya gelip, oluşturdukları birliği demokratik ulus perspektifi içinde ele almak mümkün. Demokratik ulus, tüm topluluk birey ve grupların kendisini özgür iradeleriyle örgütleyip kurumsallaştırdığı ve temsil ettiği farklılıklar bütünüdür. Her varlığın birlik içindeki varoluş hakkı, demokratik ulusun en temel ilkesidir. Bu günümüz toplumsal sorunların çözümü açısından da demokratik ve sonuç alıcı yöntemdir.
Demokratik ulus, ulus-devlet tanımındaki unsurlarla ve pazar birliği ile tanımlanamaz. Ulus olgusu karakteri gereği anlamsal, zihinsel ve tüm yapıları birey ve birimleri içine alan bir birliktir. Büyük oranda iç dinamiklerin yoğunlaşmasıyla ilintilidir. Demokratik ulus tüm iç dinamiklerine ( buna doğası da dahil) kendi bünyesinde yer vererek bütüncül bir yapı amaçlar. Amaçlanan birlik ne kadar yapısaldı, o kadar zihinseldir. Tüm farklılıkların ortak paydada bir anlayışta buluşmasıdır. Hiçbir doğal ve kültürel farklılık birliğin önünde engel değildir. Birlik bu farklılıklarla anlam bulur, değer kazanır. Farklılıkları reddeden birlik anlayışı ulus-devlet zihniyeti vardır. Demokratik ulus bunu başından reddeder ve buna alternatif bir yapılanma olarak amaçsallık kazanır.
Kürt varlığı doğal toplum yapısı ile ne kadar ulus-devlete uzaksa, o kadar demokratik ulusa yakındır. İktidar dışı konumlanışıyla demokratik değerlerle iç içedir. İç dinamiklerde ki ahlaki ve politik yapısı demokratik değerlerin öncelenip, özyönetim esaslı örgütlenmesine uygun zemin sunar. Bu iç yapısı dış dinamiklerde ki ilişkilerine de yansır. Kürt varlığının demokratik ulus olarak yapılanması dışsal bu formülün içsel uyumu değildir. Bilakis içsel değer ve dinamiklerin öncelediği bir yapılanmadır. Kürtlerde gerçekleşen demokratik ulus bilinci ve birliğidir. Bu her parçadaki Kürt’ü ortak paydalarda bir araya getirmekte, söz konusu Kürt varlığının bekası olduğunda ani ve hızlı refleksi gösterebilmektedir. Yasaklar, sınırlar, baskılamalar bu refleksin önünde ciddi bir engel teşkil etmez. Dört parça ve diasporada bunu 15 Şubat komplosu ve Kobane direnişine verilen tepkiyle gördük. Bu olaylar arasındaki zaman farkı, Kürt ulusal birliğinin zihniyeti, gelişimi ve bütünlüğünü görmede yeterli düzeydir.
“Kürt halkı ve ulus gerçekliği tarihte ilk defa en fazla gelişkin bilinç aşamasını yakalamış durumdadır. Burada söz konusu olan, yeterli ve yetersiz, gerçekliğin bir elit grup veya parti bilinci dahilinde olmayı aşmasıdır. Gerçekliğin ana kütlesi, halk ve ulus olarak kendi gerçekliğinin bilincine varan bir ulus veya halktan bahsediyorum. Ulusun kendisi kavram olarak bir zihniyet durumunu ifade eder. Kürtler açısından bu zihniyet durumu gerçekleşmiştir. Fakat aynı hususu bedenleşme için söylemeyiz. Salt zihinle yaşanamayacağına göre, bedenleşme önemli bir gerçekleşme, dolayısıyla hakikat durumunu ifade eder, edecektir.” (Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifesto,5.Cilt)
Bugün dört parça Kürdistan ve diasporada gelişen ulusal bilinç bedensel bir yapıya ihtiyaç duymaktadır. Bu bilincinin örgütlü kılınıp, demokratik özerklik temelinde yapılanması varlığın oluşum, gelişim ve daimiliği açısından vazgeçilmezdir. Bu da komple bir bilinç, ruh gibi tüm parça ve diasporadaki Kürt farklılıklarını içine alacak bir birliği de zorunlu kılmaktadır. Ulusal birliğin bedenleşmesi; Kürt varlığının uluslararası ilan iradesinin beyanı olacaktır.

 

Sonuç Olarak
Birlik sorunu, her varlığın varoluş sorunudur. Toplumsal yapı tüm dinamikleriyle bir bütündür. Bütünü oluşturan hiçbir parça (birey ya da birim) kendini bütünün dışında güvende tutamaz. Varlık her şeyin temelidir. Varlığı olmayanın ne ahlakı, ne politikası, ne özgürlüğü, ne demokrasisi, ne özyönetimi, ne ekonomik olarak yarını, ne de hakları olabilir. Tüm bunlar ancak var olmakla mümkündür. Doğada tüm canlılar da olduğu gibi, öncelik bütünün varlık güvenliğidir. Tüm görüş ve anlayış farklılıklarının üstünde, ayrı ayrı yapılanmaların aralarında tartışma konusu bile yapamayacakları bir önceliğe ve üstünlüğe sahiptir. Aidiyet, kimlik tümüyle varlıkta ifade bulur. Toplumsallık ve değerleri adına bireysel ya da kurumsal bir ifadelendiriliş olacaksa, bu varlığın dışında mümkün değildir.
Tarihten günümüze Kürt varlığı iç dinamiklerinin parçalı ve dış güçlerin sürekli saldırıları altında hep bir tehlike ve yok oluşla karşı karşıya kaldı. Bu tehlike kimi dönemlerde azalsa da hep bir yakın tehdit olarak varola geldi. Genelde bu sorunun yakıcılığı yaşanan tarihi dönemle ilişkilidir. Kürt kimliğinin sürekli olarak yaşadığı sorun bugün bir dönüm noktasındadır. Varlığın kendisini kurumlaştırarak daimi kılması ya da yüzyıllık inkar ve imha sürecinin tamamlanma tehlikesi ikilemi ile karşı karşıyadır. Ulusal birlik düğümünün çözümü bu kader anını belirleme özelliğine sahiptir. Hiçbir Kürt bireyi ya da kurumu, bu birlik ihtiyacının dışında kendisini tutamayacağı gibi sonuçlarından da kaçınamaz.
Birliği olmayanın bütünlüğü, varlığı, iradesi ve karşı koyacak gücü olmaz. Kendi içinde birliğini sağlayıp, irade olmayanı kimse varlık olarak tanımaz.
Tanınmak, kabul edilmek varlığın iç bütünlüğü ile ilişkilidir. İçsel bütünlük tanınmanın, kabul edilir olmanın ön şartıdır. Bugün Kürt varlığının önemli oranda tanınıyor olması, bu birliğin bütünüyle olmasa da belli düzeyde sağlanmış olmasındandır. Dört parçadaki Kürt halkının ortak irade olup, ortak amaca yönelmesi, hayatiyet arz eden ve varlığın bütününe tehdit olarak algılanan olaylara ortak refleksi bunu görünür kılmaktadır.
Buna paralel öncü ve aydın kesimlerden aynı düzeyde birlik arayışı ve iradesi vardır. Buna karşıt dar ailesel çıkarlarını bölge ulus-devletlerinin çıkarlarıyla aynı potada buluşturanlar da söz konusu. Bunlar işbirlikçi bir karakterin ötesinde ajan-ihanetçi bir çizgidedir. Bu çizginin toplumda bir karşılığı olmasa da, varlığın bütünlüğü ve varoluşu açısından ciddi bir engel ve tehlikedir.
Kürt varlığını ve ulusal birliğini çözüm bekleyen Kürt sorunu merkezli problemi olarak ele alıyoruz. Asıl amaç bu sorunun Kürt halkı lehine, birlik ekseninde çözümüdür. Kapitalist sistemin hegemonik gücü ve bölge ulus-devletlerinin çıkarları gereği Kürt varlığının inkârı ve imhası istemi kabul edilir olmasa da anlaşılırdır. Ancak buna zemin sunan, ortak olan iç dinamiklerin tutumu kabul edilir olmadığı gibi, anlaşılır da değildir. Tarihsel süreç içinde karakter kazanmış işbirlikçi-ihanetçi çizginin bugün Kürt varlığı karşısında dış güçlerden daha tehlikeli bir karşıtlığı sergiliyor olması, varlığın birlik ve tüm iç dinamiklerinin bütünlüğüne olan ihtiyacını gösterir. Dört parça ve diasporadaki Kürt halkı bunun farkındalığıyla ulusal bilinci yapısal bütüne dönüştürme iradesini göstermektedir. Bölgenin yeniden dizaynı tehlikeler kadar fırsatlarda sunuyor. Sorun Kürt varlığının tüm dinamikleriyle buna nasıl cevap olup, süreci değerlendireceğidir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.