Düşünce ve Kuram Dergisi

Seçime Giderken 3. Yol

Zennur Durdi

Cumhuriyet yüzyılını bitirip, 2. Yüzyılına giriyor. Geleneksel çizgiler etrafında yeni güç dengeleri oluşuyor. Yeni vizyonlar hazırlanıp sunuluyor. Herkes tarafından kabul edilen gerçeklik, bu sürecin çok zorlu bir süreç olacağıdır. Neyin çıkacağı, hangi gücün veya güçlerin kazanacağı noktası önümüzdeki günlerde daha hararetli şekilde tartışılacaktır. Sürecin yoğun yönelimlerle dolu olacağı uzun bir süredir gündemdedir. Dolayısıyla bu süreç her güç için çok yoğun bir mücadele süreci olacaktır. Mevcut durum sadece içteki güçlerle sınırlı kalmayacak, dıştan girişimler olacaktır. Çok girift ve karmaşık bir siyasal ve politik bir süreçle karşı karşıyayız. Bu süreç Cumhuriyet’i yeniden inşa sürecidir. Tek bir gücün bu inşayı gerçekleştirebilme kapasitesi şu an için mümkün görünmüyor. Bu nedenle dönemin temel karakteri ittifak ve birlikler dönemidir. Ortada homojen bir sosyoloji veya iki-üç güç yoktur. Tam tersine Türkiye heterojen bir sosyolojiye sahiptir. Bunlar göz önünde bulundurularak ittifaklar oluşturuluyor, var olanlar güçlendiriliyor. Küçük ölçekli ittifaklar dışında şu an Cumhur, Millet, Sosyalist İttifaklar oluştu ve en son Emek-Özgürlük İttifakı da bu sürece dahil oldu. Hangi ittifak ve ittifakların bu süreçten başarılı çıkacağı ihtimaller dahilinde birçok konu tartışılmaktadır. Bu yapılırken kim ne yapacağı daha fazla analiz edilerek bir yönüyle konumları ve karakterleri soyut tanımlamalarla bırakılıyor. Siyasetçiler, aydınlar, toplum öncüsüyüm diyenler ortak bir paradigmadan yoksun bir şekilde şikayet ediyorlar. Sadece iktidarı topluma şikayet ediyorlar. Bütünlüklü bir çözümden yoksun olan bu şikayetler toplumda umutsuzluğa ve mücadelesizliğe sebep olmaktadır. Bu anlamda objektif koşulların doğru çözümlenmesi ve çözüm üretmesi en temel sorun olarak ortada durmaktadır.

 

Gereksizleştirme

“Normal” bir sistemde yaşamadığımız gibi içinde bulunduğumuz süreci de “normal” olarak tanımlayamayız. İsabetli bir devlet çözümlemesi yeni çıkışlara vesile olabilir. Kuruluşundan bugüne kadar devlet bazı sorunları sürekli olarak işledi ve buna göre bir algı yarattı, yaratmaya çalıştı. Bunlar, dışta Ermeni ve Yunan sorunları iken içte Kürt, Alevi ve İslami kesimlerin sorunlarıydı. Ermeni ve Yunan sorununu bu halkların tasfiyesi ve imhası ile çözmeye çalıştı. Yunanlarla esas olarak 1950’lerden sonra Kıbrıs ve Ege Adaları sorunlarıyla karşı karşıya geldi. Son dönemlerde Türk-Yunan ilişkilerinin savaş üzerinden sürekli olarak işlenmesi aynı kökene dayanmaktadır. Ermeni sorunu olarak tanımlanan sorun ise 1900’lerden önce başlayan ve 1915 olaylarıyla trajik bir biçimde sonuçlandırılan bir sorundur. 1980’lerden itibaren uluslararası alanda karşısına çıkmaya başladı. İçeride ise Kürtler, Aleviler ve İslami kesimlerden kaynaklı sürekli olarak kendisini meşgul eden sorunlar vardı. Barışçıl ve demokratik yöntemlerle sorunlara yaklaşılmadı. 1980’ler ve 2000’lerle beraber İslami kesimler sistemin kenarından merkezine çekilerek bu sorun önemli oranda gündem olmaktan çıkarıldı. Fakat Alevi ve Kürt sorunu halen temel sorunlar olarak durmaktadır. Özellikle devletin kuruluş paradigmasıyla bağlantılı Kürt halkının varlığını kendi uluslaşma projesinin önünde engel olarak gördüğü için çözümsüzlük devam ediyor. Hatta iktidar odaklarınca bu sorun araçsallaştırılarak toplumu yönetme tekniğinin önemli bir bileşenine dönüştürülmüştür. Devletin bunlardan vazgeçmesi; var olan Cumhuriyet rejiminden vazgeçmesi olacaktır ki, kolay kolay bundan geri adım atılacağı düşünülmemelidir. Devletten çözüme dair hiçbir beklenti olmamalıdır. Olsa bile barışçıl ve demokratik bir çözüm olmayacaktır. PKK Lideri Abdullah Öcalan devletten beklemek konusunda “… Her şeyi devletten beklemek, savaşçı iktidar kliğinin oltasına takılmak gibidir.” demektedir. “Belki bir yem sunulur ama bu yem sadece avlamak içindir. Devlet konusunda halkları aydınlatmak demokrasinin ilk adımdır. Daha sonraki adımlar kapsamlı demokratik örgütlenme ve sivil eylemliliktir…”

Demokratik mücadelenin güçlenmesi de bu anlamda devleti ürkütecektir. Kullanılan demokrasi kavramı bile Atina’daki erkekler demokrasisi gibidir. Sadece bir kesim için demokrasi geçerli kılınıyor ki, buna demokrasi demek abesle iştigaldir. Sürekli Türk demokrasisi deniliyor. Adı Türk olmasına rağmen Türklüğe dair hiçbir şey yoktur. Aslında devlet Türk halkının da inkarı ve istismarıdır. Halklara bunu doğru anlatmak oluşturulan algının kırılmasına yol açacaktır. Devletin varlığı bir algı oluşumudur. Algılarda devletin değiştirilip-dönüştürüleceğini aşmak, bu dönemde en etkili çalışmanın sonucu olmakla birlikte kendisiyle beraber cesaretli dönüşümlere yol açacaktır. Bu, devletin yanaşacağı, isteyeceği bir durum olamayacaktır. Fakat demokratik halk mücadelesinin gelişip güçlenmesi onu sınırlandırmaya mahkum ve mecbur edecektir. Bu yönüyle devlet olgusu ile özellikle Türk devleti olgusu gereksizleştirile bilinir. Demokrasi güçlerinin perspektifi“gereksizleştirme” üzerine kurulabilir. Gereksizleştirme mevcut baskıcı kurumların ihtiyaç olmaktan çıkarılmasıdır, halklara devlet ötesi bir sistemin olabileceğini göstermektir. Bu, devlet ve iktidarın tümden hedef alındığı derin ve soluksuz bir mücadeledir. Bir zihniyet ve ideoloji mücadelesidir. Sadece yerel bir mücadeleyle sonuç alınamayacağı gibi kendini de sınırlandırmak olacaktır. Bu yönüyle halklar ne kapitalist hegemonik sisteme ne de statükocu güçlere teslim edilebilir.

 

İttifaklar

Devletin yürütücü bir gücü ve hatta kendisi devlet olan yürütücü bir güç vardır. Sistemin merkezine çekilen siyasal İslamcılığı temsil eden AKP-MHP’dir, bu yürütücü güç. Aslında İslamiyetle alakası olmayan Emevi sultanlığından başka bir şey değildir. Siyasal İslamcılık son derece pragmatist bir ideoloji ve politikaya sahiptir. Bir projedir. “Yerli ve milli” söylemi oryantalist ideolojinin Türkiye halidir. Buna karşı kendini devrimci-solcu bir konuma yerleştirmeye çalışan elit yaklaşımdır. Kendi amaçlarını gerçekleştirmek için ahlaksız ve yüzsüzce her şeyi istismar eden politik bir tutum izler. Jakobenizm: İstismarcılık denilebilir. Bu yönüyle her iki ittifak sürekli olarak temel mücadelenin kendileri arasında olduğu, bütün olayların bundan ibaret olduğu işleniliyor; ya “iyi” ya da “kötü”nün tarafındasın çıkmazı dayatılmaya çalışılıyor. Her ikisine göre de kendileri iyi diğerleri kötüdür. Halklar bu iki çıkmaza sokulmak isteniyor. Dolayısıyla Türkiye ve Kürdistan’daki mücadele bunun dışında, bu ittifakların sınırlarının dışında yürütülmelidir. Biri iktidarcı diğeri demokratik değildir. Her iki ittifakta baskıcı, inkar edici ve faşist karakteri, en iyi ben temsil ederim yarışındadırlar. Emek ve Özgürlük İttifakının bu anlamda yapacağı en büyük hata ve yanlış mevcut durumun sınırlarını aşacak bir program ve politika eksikliği ile halka gitmek olacaktır. Var olanı aşacak bir strateji ve taktik zenginlik gerçekleşmeden, yapılacak her eylemlilik ve girişim karşıt bir argümana dönüşmekten öteye gidemeyecektir.

Emek ve Özgürlük ittifakı özgün bir ittifaktır. 3. Yol dediğimiz mücadele stratejisi ve taktiğini yürütmektedir. Neden halklar 2. Yüzyılın kurucu misyonuna verilen cevaptır. Birçok bileşenin bir araya geldiği, oturup tartışabileceği bir masadır. Şimdiye kadar oluşmaması-oluşturulamaması halklar açısından büyük bir talihsizlikken, bileşenler için güçlü bir özeleştiri olabilir, somut bir özeleştiri mücadelesine dönüştürülebilir. Şimdiye kadar bileşenler mücadele ettiler fakat parçalı olduğunu, herkesin kendi cephesiyle sınırlı kaldığını ve hatta aynı karede görünmemek için harcanılan çabayı da görmemiz gerekir. Fakat bundan sonra parçalanmaya yer olmamalı, her şartta ve koşulda bu birliğin korunmasının ötesinde güçlendirilmesi çabası olmalıdır. Emek ve Özgürlük ittifakı esasen doğru değerlendirilirse Türkiye’nin merkezi meclisi olabilir. Mademki halk için mücadele ediliyor, o zaman halkın istediği o olmalı. Unutulmamalı, halkı yönetmek için değil, halkın kendini yönetmesi ve demokratik ortak yaşamı için mücadele edilmelidir.

 

Devleti Demokratikleştirme

Önümüzde bir seçim süreci vardır. Yapılacak seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakının amacı ve hedefi ne olacaktır? İttifaklar ortak olma veya tek başına devletin başına gelip hükümet kurma mıdır? Görüldüğü kadarıyla ittifaklardan güç devşirme gibi ucuz ve basit yaklaşımlar kimileri tarafından yapılmaya çalışılıyor. Son derece kariyerist, popülist ve kendini bazı övgülere kaptıranlar olacaktır. Fakat temel hedef demokratikleşmeyi geliştirmektir. Hükümete ortak olmak hedeflenebilir, tek başına hükümette olunabilir. Her legal parti ve ittifakın amaç edindiği şey ülke yönetimine gelmektir. Seçimler bu amaç için basamaktır. Fakat demokratikleşme nasıl sağlanacak? Devleti demokratikleştirme ve hatta halklaştırma gibi bir gaflet her zaman vardır. 20. Yüzyılın tüm halk mücadeleleri devletin başına geçmek olarak somutlaştı. Burada başarılı olmasına rağmen kısa süre içerisinde demokrat ve sosyalistim diyen hareketlerin hepsi devletleşti. Devleti demokratikleştirme hedefinde olanlar devletin kendisi oldular. Dolayısıyla karakter, yapı ve zihniyet olarak devlet ve demokrasiyi birbirinden ayırmak ve birbirinin karşısına konumlandırmak gerekmektedir. Devlet demokratikleşmez, demokrasiyle etkisiz hale getirilebilir. Demokrasi devletin toplumsal alandan çıkarılmasını hedefler. Dolayısıyla 3. Yol mücadelesi seçim argümanını demokratikleşmenin zemini yapabilmelidir. Demokratik yönetim, demokratik kurumlar geliştirmek stratejik toplumsal mücadelenin gerekliliğidir. Bu, toplumla hareket edilerek yapılacak bir iş ve mücadeledir.

 

Konumlanma

Doğru bir konumlanma bu yönüyle kendisiyle iş yapar bir tarz, tutum ve eylemlilikte getirecektir. Mevcut konjonktürel durumda konumsal olarak net bazı belirlemelerde bulunulabilinir. Özellikle muhalif-karşıt, alternatif seçenek gibi konumsal kavramlar önemlidir. 3. Yol  bir sistemin muhalifi veya bir-iki gücün karşıtlığı değildir. Çünkü 3. Yol  bir alternatif ve temel bir seçenektir. Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan’da bunun ne kadar gerekli ve etkili olduğu kurulmak istenen ilişki ve diyalogla daha çok anlaşılır oluyor. Hem dünya sisteminin hegemonik güçleri ve hem de yerel statükocu güçler bu alternatif çizginin yürütücü güçlerini havuç-sopa politikasıyla alternatif olmaktan çıkartmak, sistem içileştirmek istiyorlar. Bu anlamıyla ideolojik, politik, ekonomik, askeri ve çok yönlü bir yönelimle kendilerine doğru çekmek istemektedirler. Bununla etkisizleştirmek ve sistem içi cılız sesli bir muhalif durumuna düşürmek, kendi politikalarının aleti yapmak istemektedirler.

Bu anlamda kavramları etkili ve doğru kullanmak çok önemlidir. Konum ve pozisyonel olarak muhalif-karşıt ile alternatif-seçenek kavramlarının algılanma biçimleri çok farklıdır. Çünkü sistemin zaten yürütücü bir gücü vardır ve buna karşı madalyonun diğer yüzü diyebileceğimiz bir muhalefette vardır. Bu muhalefetin amacı ve programı mevcut gücün yerine geçme hedeflidir. Alternatif ve seçenek dediğimiz 3. Yol bunun dışında, haricinde bir yapı ve karakterdedir. Yüzeysel bir değerlendirmeyle muhaliftir, karşıttır, var olanın zıddıdır denilebilir. Ama klasik bir yaklaşımla değil. Tam tersine başkadır, yenidir, halktır, demokrasi ve özgürlüktür.

 

Demokrasi Diplomasisi

3. Yol perspektif ve programında olan güçlerin ilişki ve ittifakları olacaktır. Kurulacak olan ilişkilere Demokrasi Diplomasisi diyebiliriz. Bu diplomasi sonucu ilişkilerin ittifaklara evrilebilme durumu da her zaman vardır. Unutulmamalıdır ki, ittifaklar ilişkilenme ve bu ilişkilenmede ortaklaşılan hususlar üzerinden kurulur. Alternatifin alternatifi diplomasisi yani ilişkilenme tarzı olmalıdır. Burada konjonktürel ve çıkara dayalı bir ilişkiden bahsedemeyiz. Esasen toplumsal sorunları çözme ve demokratikleşmeyi geliştirmek amacındadır. Kısa vadeli, belli bir dönem için taktik ilişkiler olabilir, olmalıdır da fakat esas ve temel bileşenlerle kurulacak ilişkiler stratejikleştiğinde ittifaklaşırlar. Stratejik ilişki dönemsel değildir.

Alternatif diplomasi olarak adlandırıldığımız ilişkilenme tarzının bazı parametrelerini belirtebiliriz.

1- Temel dayanağı halktır ve halka dayanmaktadır ki, toplumsal mücadele halklarla yürütülebilinsin. Her aşamaya halk dahil edilir, halkın onayı alınır ve halka karşı en hassas sorumluluk bilinciyle hareket edilir.

2- Her kesimin temsilcileriyle ve her güçle belli bir diyalog ve ilişki içerisindedir. Sürekli analiz eder ve bunun sonuçlarını aleniyet ilkesi gereğince toplumla ve kendi bileşenleriyle paylaşır.

3- Çeliştirilecek ilişki devletçi zihniyet ve programında olanlarla olmaz. Devlet ve iktidar dışı kadın ve bileşenlerle kuracağı ilişki temel mücadeleyi belirlerken, devlet ve devlete angaje olan güçler ve kesimlerle de ilişkide olmayı sürdürür; onları dönüştürmeyi, sınırlandırmayı, tarafsız bırakmayı hedefler.

4-Çoğulculuğu esas alarak her kesimden halklarla ilişkilenmeyi ve bunun dönemsel değil, stratejik bir misyon olarak görmeyi, kendi paradigmasının bir gereği olarak ele alır.

Bu eksende demokratikleş(tir)me temel bir görev ve hedeftir; hukuktan siyasete, askeriyeden ekonomiye kadar demokratikleş(tir)me olmazsa olmaz kabilindendir. Yıkıcı değildir, tam tersine ahlaki ve politik toplumun önündeki engelleri ortadan kaldırır. Karşısındakine benzemez ama küçük burjuva tutumundaki gibi her yerde farkımı belirleyeyim kaprisine de girmez. Hiçbir şekilde teslim olmadığı gibi teslim de almaz. İktidarcılık ve onun somutlaşma formu olan devlet(çiliği) reddeder. Merkeziyetçiliği kabul etmediği gibi yerel ve evrenselin diyalektiğinde hareket eder, örgütlemesini geliştirir. Farklılıklar 3. Yol bileşenlerinin temel mücadele dinamiğidir. Temel hedef, toplumun öz gücünü ortaya çıkarma gayretinde istikrarlı bir Radikal Demokrasi mücadelesi vermektir.

 

3. Yol nedir?

3.Yol hem bir paradigmaya dayanır hem de bir paradigmanın adıdır. İdeolojik (demokratik sosyalizm) ve felsefik (özgürlük) alanlarda somutlaşmayı yaşar, kendi parametrelerini oluşturur ve peyderpey hayata geçirir. Dünün eleştirisi ve bugünün analiziyle forma kavuşturulmuş demokratik çözüm yollarını ifade eder. Özellikle doğaya karşı talancılık, topluma karşı yozlaştırıcılık, kadına karşı kölelik sorunları en temel ve derin sorunlarıdır. Bunlara yönelik nasıl çözümler sorusu durulan yerden ve zeminden bakılarak geliştirilebilir. Liberalist, postmodernist ve sol-sekterist zeminler üzerinden analiz yapmak ve önermelerde bulunmak sorunları çözmekten ziyade daha da derinleştireceğini ve “alternatifim” diyenlerin er ya da geç benzeşeceklerini belirtmenin gereği bile yoktur. Dolayısıyla ortadaki sorun herkes tarafından görülebilir. Ortadaki kadın, doğa, toplum ve bunlar etrafında kavramsallaştırılmış sorunlar gerçektir, gerçekliktir. Fakat buradaki can alıcı nokta çözüm önermelerinin kendisidir. Geliştirilecek çözüm durulan yerle, hareket noktasıyla alakalı olarak gelişir. Karmaşa veya kaos dediğimiz durum sadece bir olaylar süreciyle sınırlı değildir. Kavramlar dünyası içinde geçerlidir. Dolayısıyla sağlıklı ve netleştirilmiş kavramlarla başlamak sonuç alıcılığı getirecektir. İnsan, toplum, doğa, kadın, siyaset, aile, demokrasi, ahlak ve benzeri kavramlar hakkındaki değerlendirmelerimiz önemlidir. Var olan anlam kargaşasını köktenci tarzda atamayacağımız gibi kabul de edemeyiz. Bu anlamda hakikat gücümüzle yanlış yorumlardan arınmak, onları mahkum etmek gerekir. İdeolojik, politik ve felsefik bir mahkum etme yaklaşımı olmalıdır. Var olanı kabul etmek kadar reddetmekte doğru değildir. Tam tersine basite kaçmak kolayı seçmek olur ki devrimcilik böyle değildir.

 

Dönem Devrimciliği

Devrimcilik sadece zora mı dayanır? Zora dayanarak verili olanı yıkarak, yeni bir inşada bulunmak adına eskiye benzemeyen yeni bir şeyi oluşturmak için, eylemlilik içinde olmak en eski tarzdır. Bu yaklaşım içinde olanlara muhafazakar bile denilemez. Dikkat edilirse devrimci tarzda zor yoktur demiyoruz. Tam tersine “zor” vardır. Fakat bu zor kontrolsüz bir zor değildir. Kurumlar bütünlüğünü ifade eden Demokratik Siyasetin kontrolünde meşru müdafa biçiminde somutlaşarak yer bulur. Şart ve koşullara göre öncelikler değişebilir fakat en nihayetinde ilkesel olarak demokratik mücadelenin yaklaşımı böyledir.

Bunun yanında evrimci tarz denilen reformist yaklaşımlarda mevcuttur. Aslında reformizm var olandan memnun olmakla birlikte bazı tali hususlarda sistemden şikayetçidir. Bu şikayetleri giderildiğinde kendisi tam bir sistem savunucusu olabiliyor. Türkiye ve Kürdistan’da reformist çizginin güçlendiği dönemler olmuştur. Esasen Türkiye’deki demokrasi mücadelesini baskılayan da bu reformist çizgidir. Fakat Özgürlük Hareketi’nin girişimleri özellikle Kürdistan’da bunlara alan bırakmayacak kadar görkemlidir. Özellikle ilk yıllar önemlidir; elektrik, yol, su dan ülke, halk, özgürlük ve demokrasi mücadelesine gelinmesi devrimci tarzla alakalıdır. Günümüzde de Kürt sorunu gibi yakıcı bir sorun, bireysel hak ve özgürlükler temelinde ele alan yer yer toplum savunuculuğunu iddia edip devrimci geçinen güçler, hem Türkiye ve hem de Kürdistan’da vardır. Bu yaklaşım liberal bir yaklaşım olmakla birlikte zora girdiğinde mücadele edeni susturmaya çalışır, verilen mücadelenin zamanının ve miadının geçtiğini belirterek kendi reformist anlayışını hakim kılma dayatmasında bulunur. Halbuki mevcut sistem (anti-toplum) zaten bunu yapıyor, verilen mücadelenin içini  boşaltmak, anlamsızlaştırmak hedefindedir. Kendine devrimci ve demokratım diyenlerin görevi ise buna karşı mücadeledir, anlama ve anlamlandırmadır. Ahlaki-politik toplumun mücadelesine girişilirken her türlü liberalist, reformist, sol-sekterist anlayış ve argümanlardan arınmak en temel görevdir. Aksi takdirde liberalist-reformist tarz sistem içileşmeyi yaşarken sol-sekterist tarzın marjinalleşeceği kuşku götürmez. Bu anlamda ilişki ve yaşamıyla sisteme bağlı, sistem içi anlayışında kişi ve kurumlarla bu mücadele yürütülemez. Öcalan, “Bana göre mevcut epistemolojiler iktidar aygıtlarının bir parçası olmaktan kurtulamamışlardır. İradeleri hilafına bu böyledir.” demektedir. Ve devamında tarihsel olarak şu eleştiriyi yapmaktadır: “Karl Marx gibi en bilimsel yaklaşım sahibi bir düşünürün, kapitalin iç yüzünü en yetkin gören kişi olduğu kuşku götürmez. Ama bu çok önemli özelliği kendisini kapitalist moderniteden kopartmaya yetememiştir. Marx’ın dayandığı bilgi yapıları ve yaşamı binlerce bağla bu moderniteye bağlıydı. Bunları suçlamak için değil, gerçekliğini anlaşılır kılmak için belirtiyorum. Benzer sorunlar Lenin ve Mao içinde geçerlidir. Düşündükleri sistem birçok öncülüğüyle (başta bilgi yapıları, modern yaşam anlayışları) kapitalist moderniteye bağımlıydı.”

 

Sonuç olarak

Türkiye’de yapılacak 2023 seçimlerinin 2. Yüzyılın kaderini belirleyeceği gerçeğini herkes dile getirirken neyin çıkacağını, nasıl bir neticeyle karşılaşacağımıza yönelik net bir cevap verilememekte. Net cevap vermek isteyenler ise seslerini kısarak, kem küm ederek sadece beklentilerini dile getiriyorlar. Herkes beklentili bir ruh hali içerisinde var olan kurumlar ve sınırların içerisinde dönüp dolaşıp şikayet etmektedir. Mücadelesizlik var denilse de çok zayıf ve parçalı bir mücadelenin olduğunu net olarak belirleyebiliriz. Bu anlamda önümüzdeki aylar daha yoğun gelişmelerle geçecek. Emek ve Özgürlük İttifakının 3. Yol perspektifinden öncü-belirleyici anlamda dahili, hem herkesin beklentisi ve hem de halklar adına sağlıklı bir sonucun adı olacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.