Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu Tarihsel Diyalektiği ve Sınırlarüstü Yönelim Özellikleri

İsmail Biçen

Kürt Halk Önder Abdullah Öcalan, “Diyalektik materyalizmi Türkmen tarihselliğine uygulayın, Türkmen tarihini aydınlatın; materyalizm esas tarih alanında sonuç alacaktır. Asıl tarih size kazandırır. Tarih şimdidir. Geleceği kurmak istiyorsan şimdiyi kuracaksın,”[1] der ve bin yıl önce Baba İshak direnişinin bugüne uyarlanmasına işaret eder. Geleceğin yeniden inşası, kurulması hafıza körlüğüyle mümkün değildir. Kör hafıza ile inşa edilecek şimdi problemli olacak hem de temeli sağlam olmayacaktır. Tarihsel diyalektik fenerine toplumsal sorunlara doğru tutarken, tarihsel hafıza gibi bir kılavuz sürekli canlı tutulmalıdır. Ahlaki-politik toplumun hem inşa edilmesi hem de sınırlar üstü evrenselliği için kaçınılmaz hakikattir.

Ortadoğu’da yaşanılanların geçmişten kalan anılardan ibaret sayamayız. Tam aksine canlı bir tarih hakikatiyle karşı karşıya olduğumuzun bilinciyle ele almalıyız. Ortadoğu tarihini aydınlatmak için kaçınılmaz olarak ilkin sağlam bir yönteme ihtiyaç duyarken, tarihsel diyalektik yaklaşım en kusursuzu gözükmektedir. Bugün Neolitik devrimin yaşandığı topraklarda evrenselleşen Kürt kadın devrimi canlanırken; binlerce yıl evvel yaşanmış neolitik devrim başta olmak üzere komünal, kabile konfederasyonu demokratik modernite çizgisinde güncelliğe erişiyor.

O nedenledir ki, Abdullah Öcalan, “Tarih günümüzde gizli, biz tarihin başlangıcında gizliyiz,” derken yukarıda belirtilen gerçekliğe dikkat çeker. Bugün dahi Tevrat, İncil, Kur’an incelendiğinde Sümer ve Mısır mitolojilerine kadar uzanması boşuna değildir. Toplumsal-kültürel sorunların doğru çözümlenmesi adına Zerdüşt’ün “doğru düşün, doğru konuş, doğru yap” diyalektiğin ne kadar önemliyse, tarih de bir o kadar önemlidir. Tarihsiz toplumsal sorunların çözebilmek ve ilerisini görebilmek oldukça güçtür. Toplumsal sorunlara devletçi, iktidarcı zihniyetle eğilindiğinde sonuç hep hüsran olacaktır. Ancak tarihsel diyalektikle ele alındığında farklı ve zihin açıcı sonuçların elde edilme olasılığı artacaktır. Dolayısıyla bu aynı zaman da belli sınırlara hapsolma özelliğin yırtılması anlamına da gelir. Ulaşılacak hedef karanlık değil, aydınlık olacaktır.

Aydınlık-Karanlık İkilemi

Daha güçlü zihniyete ulaşılması için tarihsel diyalektik, sağlıklı bir zihniyete ihtiyaç duyar; ki bu ancak zihniyet devrimiyle mümkündür. Abdullah Öcalan, “zihniyet devrimiyle kastedilen özgür toplum bilinci ve inancıdır. Bilinç sadece olup biteni bilme değildir. Nasıl yapılacağını da bilmektir. İnanç ise bildiğine inanmak ve gereklerini yapmaktır. Uygulama gücünü ve kararlılığını ifade eder,” der.

İnsan toplumu başlangıcından bugüne ahlaki politik olarak yaşamıştır. İnsanlık tarihinin evrensel “aydınlanma merkezi” Göbeklitepe tikelliğin ve evrenselliğin rahmi gibidir. Animizm diyalektik döngüsünün aktığı merkezdir. Ahlaki, politik, inançsal, ekonomik, komünal, köy vb. inşa yeridir. “köy-komün yönetimi, ilkel demokrasi” yi inşa etmişlerdir.

Burada hem yerelliği hem de sınırları aşan evrenselliği görmek mümkündür. Göbekli Tepe inanç-aydınlanma merkezi olarak Nippur’a, Kudüs’e ve Mekke’ye evrilirken tikellik ve evrenselliğin tarihsel diyalektik bağlamında canlılığını gösterir. Eğer ki inanç ve aydınlanma merkezi Sümer’de devletle iktidarlaştıysa son iki yüzyılda ise ulus-devletle tam bir kan emen vampire dönüştüyse bunun yanlış, sapmış zihniyet ile ilgisi var. O zamanın rahipleriyle günümüzün modernite rahipleri arasında farklılıklar olsa da özce anti-toplumsal ve sömürgecidirler. Uygarlıkçı güçler ile demokratik uygarlıkçı güçlerin Ortadoğulu mücadeleleri de bu anlamda hala devam etmektedir. Bir örnekle buna anlam kazandırmak mümkündür: Mezopotamya topraklarında bundan yaklaşık 4.500 yıl önce Nippur kenti yıkılarak Mezopotamya kan revan içinde, viraneye döndürüldü. Dağdan gelen komünal topluluk Gutiler bu toprakları yıkıma çeviren tarihin ilk imparatoru Sargon’u ve onun Akad devletinin varlığına son vermesiyle Nippur’un gözyaşları dindirildi ve yeniden inşasına başlandı. Bugün de 4.500 yıl sonra aynı topraklar uygarlık güçlerince kan revan içinde bırakılmıştır. Kadınların ağıtları ve uygulanan vahşet karşısında dağlıların çocukları Rojava Kürtleri demokratik ulus temelli demokratik özerklikle yıkım, viran içinden özgür yaşamı yeniden inşa mücadelesine girişmişlerdir.

Tarihsel diyalektiğin şimdiyi inşa etmesi kadar halklar arasında sınırları aşarak dünyanın Kobanê’ye sahip çıkmasıyla hem neolitik kültür hem de kabilelerin dayanışma ruhu uyandırılmış ve yeniden anlam kazanmıştır. Şimdi geleceği kurmanın temelleri sağlam bir şekilde atılırken Ortadoğu bağlamında, Ortadoğu’nun şahsında da insanlığa aydınlık, umut, ışık olmaktadır. Aynı zamanda düz ilerlemeci tarih anlayışı da geçersizleşmiştir. Yani ulus-devlet zorunluluk değildir. Ya da devlet olmadan insanlar kendilerini yönetemez algısını boşa çıkartan tarihsel diyalektiğin ruh verdiği demokratik Rojava özerk sistemi söz konusudur.

Boğazlaşmanın Adı Ulus-Devlet

Ortadoğu’da Huriler, Sümerler, Kasitler, Babiller, Mısırlar, Akadlar, Asurlar, Mitanniler, Persler, Medler, İskitler, Fenikeliler vb. devletçi ve toplumsal halklar yaşamışlardır. Gün gelmiş Asur gibi militarist imparatorluğa karşı Med Konfederasyonu çatısı altında Zerdüşt ideolojisine dayalı direnişler sergilenmiştir. Ya da Hz. İbrahim şahsında Nemrut uygarlık düzenine veya Musa’nın Mısır Firavununa karşı direnişleri söz konusu olmuştur. Her ne kadar isimler öne çıksa da halkların devletçi ve iktidar sahibi sistemlere karşı önemli direnişleri olmuştur. Halkların direnişi İslam zamanında da devam etmiştir. Ne zamanki dinler; gerek İncil/Hristiyanlık gerekse de Kuran/İslam iktidarlaşmış, işte o zaman halklara da zulüm başlamıştır. İlk eşitlikçi, adil vb. ideolojik özünden saparak, astarı yüzünden pahalı hale gelmiştir. Özellikle Alevilik bağlamında gelişen direnişler, yine Karmati, Mazdek, Hürrem, Babek, Türkmen, Şeyh Bedrettin, Kürt direnişleri incelendiğinde tarihsel diyalektik bağlamında uygarlıkçı güçler karşısında “varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama” direnişleri olduğu rahatlıkla görülecektir.

Ortadoğu’da tüm savaşlara, yıkımlara karşın; Ortadoğu’nun farklı etnik, elini, mezhebi tarikatları yan yana birlikte yaşamayı bilmişlerdir. Aynı şekilde Avrupa’da da tarihsel diyalektik komünal direnişler temelinde sürmüştür. Ancak M.S.1800’lü yıllardan sonra ulus-devlet virüsünün Ortadoğu’da bulaştırılmasıyla birlikte halklar büyük kafese alındılar. Milliyetçilik, dincilikle aynı kafesin içine konularak halkların boğazlaşmasına sebep verdi.

Ortadoğu’nun en önemli kadim halkları vardır: Araplar, Farslar, Kürtler, Ermeniler, Asur, Suryani, Keldaniler, Türk, Türkmenler, Yahudiler yine Balkan ve Kafkasya’dan sürülen topluluklar vardır. Buradaki halklar Mezopotamya ve Anadolu topraklarında birlikte yaşamışlardır. Dinsel, mezhebi, tarikat, kültürel vb. farklılıkları ayrıştırıcı, çatıştırıcı değildir. Ancak emperyalizmin misyonerlik başta olmak üzere Ortadoğu’ya ulus-devletle sızmasıyla birlikte çok kültürlü bu bahçenin bu bahçenin içine atılan bombayla dağılmış, parçalanmışlardır. “Benim de bir devletim olsun!” tuzağına çekilen topluluklar Ortadoğu kapanında aç aslanlara yedirilmişlerdir. Araplar yirmiyi aşkın devletle kendi hakikatine ters düşmüş ve emperyalizmin oyuncağı olmaktan öteye gidememişlerdir. Ulus-devletçi sistem İslam’ı da milliyetçilikle bozunuma uğratarak, Arapların İsrail’le çatışkısı yüzünden de kendi dar sınırlarına hapsetmiştir. Türk ulus-devletinde de aynı tiyatro sahnelenmiştir. Türklere devlet vererek; Ermeni, Süryani, Rum, Çerkez ve Kürtlere saldırtılmıştır. Devlet karşılığında Anadolu ve Mezopotamya topraklarını okyanus kadar ceset yığınına dönüştürmüştür. Yahudi halkı da Filistin topraklarına zorla yerleştirilmiş ve devlet olma karşılığında Arap devletlerinin bekçiliğine razı edilmiştir. İsrail-Filistin çatışmasının faturası halklar nezdinde ağır olmuştur.

Ortadoğu tarihsel diyalektiğinin halklar açısından ulus-devlet çizgisi mezarlıkları çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır. Gerek Suriye, gerekse de Irak’ta Baas bir rejim olarak inşa olurken zihniyet olarak milliyetçi, beden olarak ulus-devlettir. Dolayısıyla Araplığı esas alındığında farklı etnik yapıdan ve zihni-mezhebi yapı da olanlara dönük yıkıcı ve kıyıcı pozisyondadır. Baas ideolojisi özü itibariyle Arap milliyetçiliğidir. Baasçılık – kısaca diriliş demek- fikir olarak Ortadoğu’daki Hristiyan Mişel Eflak ve Sünni Müslüman olan Selahattin el-Biter tarafından oluşturulmuştur. Çıkışlarını milliyetçilik ve sosyalizmin kimi özelliklerine dayandırmaktadırlar. 1946’da kurulan Baasçılık, Arap toplumunu İslam ve Araplık üzerinden inşaya çalışmıştır. Irak’ın kendi topraklarında egemen etnik ve mezhebi yapı olarak Sünni-Arap üzerinde kendini konumlandırması karşısında Şiilik saldırı altında kendisini hissetmiştir. Suriye’de ise Nusayrilik iktidar olurken, Sünni olanlar tehdit altında kalmıştır. Her iki toprakta da mezhepçiliğin kaşınmasından ötürü milliyetçiliğin de rüzgârıyla sürekli bir gerginlik, kutuplaşma ve çatışma nedenine yol açmıştır. Karşıt olanların birbirini yok etmesi üzerine kurgulanan bu oyunda Baas rejimleri iktidar çıkarları ve oyunlarına göre katliam yapmaktan geri durmamışlardır.

Son iki yüzyılda İngiltere’nin başını çektiği kapitalist güçlerin ulus-devletçilik üzerinde milliyetçiliği İslam’ın boğazında zorla aşağıya dikerek bir felakete sebep olmuşlardır. Böylece Ortadoğu’da dini maske altında İran Şialıkla, Arabistan Sünnilikle bir kaos yaratırken; Suriye, Irak gibi ülkelerde de Baasçılık üzerinde milliyetçi ideolojinin tek tip toplum oluşturma çabalarının yol açtığı bastırma, imha karşısında direnişler söz konusu olmuştur.

Dolayısıyla hem Baasçılık, hem dincilik mezhepçilik gibi çatışmacı, inkârcı, tekçi yapılanmalar (buna Nasırcılık, Kemalizm gibi olguları da eklediğimizde) ulus-devletçi merkezlerle Ortadoğu sürekli bombardıman altında kalmıştır. En son Saddam Hüseyin’in idamını değerlendiren Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “ulus devletinde boynuna ip geçirildiğini” söyledi ve çok geçmeden Irak toplu mezarlara dönüştü. Mezhepsel görüntü altında bölgeler kendi iktidarı için halkları birbirine kırdırmaktan çekinmediler. Aynı biçimde Afganistan’da, Libya’da ve en son Suriye’de olan biten hikâye, yıkım ve ağıtların yerden göğe yükselmesi olmuştur.

Kapitalist modernitenin “gübreliğinde oluşturulan IŞİD eliyle ”halklar birbirine kırdırılmış, insanlar yurtlarından kaçarak büyük denizlerde sulara gömülmüşlerdir. Ulus-devletin yüzyıllık tarihselliği içinde halklara böylesine ağır bedellerle pahalıya mal olması trajiktir, korkunçtur. Şüphesiz yaşanılanlar bir kader değildi, olamaz da. Bu sürgit düzen karşısında Kürtlerin başını çektiği ve Rojava başta olmak üzere Kürdistan’da geliştirilmeye çalıştıkları demokratik ulus ve demokratik özerklik modeli çıkış kapısı olmaya adaydır.

 

Demokratik Değerlerle Yeniden Buluşma

Abdullah Öcalan, “iktidar hastalığı yaşamı gerçekten öldürür” der. Tarihsel diyalektik içinde devletin vb. özgürlük alanlarını sınırlayıcı ve halkları kafese koyucu yönünün önemine dikkat çeker. Dolayısıyla tarihten bugüne getirilen devasa toplumsal sorunların çıkış yolu da şüphesiz demokratik ulus çözümüdür. Demokratik konfederal sistemin bir özyönetim olduğu ve kendi kendini yönetme olduğu realitesinden hareketle tarihsel diyalektiğin güncellenmesi olarak da okunabilir.

Demokrasi özde devlet ve iktidar olmayan toplumsal yönetimdir. Tarihte klan, kabile, aşiret ve kavime kadar toplulukların kendilerini yönetmeleri bir nevi proto-demokrasidir. Dolayısıyla Ortadoğu’nun tarihsel kültüründe mevcut demokratik özyönetim kültürü gerçek kurtuluş yoludur. Ortadoğu’da halkların sınırlar üstü eğilimi tarihsel kültürden beslenmekte olan demokratik modernitedir. Demokratik modernitenin kökleri toplumsal kültüre dayanmaktadır. Tarihsel kültür üzerinden uygarlıkçı yaşama ve onun zihniyetine, sistemine, sınıflaşmaya, devletleşmeye karşı demokratik modernitenin unsurları olan klan, kabile, aşiret vb. çizgisinde kültürel yaşama, komünal demokrasiye dayanmaktadır. Ortadoğu’da ulus-devletin ucu kapalı, tekçiliğe dayalı, dinci-milliyetçi doku katı sınırlar, devasa duvarlar örerken, demokratik uluslar birliği, demokratik ulus birimleri olarak inşa olduklarında sınır, duvar, birbirini yok etme, düşman görme gibi parçalayıcı yaklaşımlar olmayacaktır. Abdullah Öcalan, bölgenin kadim kültürleri, halkları olan Arap, Kürt, Ermeni, Yahudi, Asuri (Süryani, Keldani), Türk, Türkmen, Kafkas kökenliler, Fars, bazı etnisiteler (aşiret ve kabileler) demokratik ulus kimlikli olarak inşa edildiklerinde tarihsel kültüre karşılık verip, kapitalizmin parçalayıcılığına karşı durabileceğini belirtmektedir. Elbette Öcalan bunu Dicle-Fırat tarım, suenerji komünü üzerinden sistemleştirmektedir. AB kömür, çelikle temelini atıp bugünkü devletler birliğine gelmiştir. Halklar da Ortadoğu’da demokratik Ortadoğu konfederalizmi üzerinden bu birlik ve kardeşliği oluşturabilinecektir. Ne kadar farklı birlik ve komün kendin inşa edebilirse demokratik Ortadoğu konfederalizm sisteminde birlikte bir arada bulunabilecektir. Güncel bağlamda IŞİD barbarlığı karşısında sloganımızın “demokratik Ortadoğu konfederasyonu” olduğunu Öcalan belirtirken; Ortadoğu’da sınırlar üstü birliğin adı ve kardeşliğin temelini oluşturur. Bu aynı zamanda çoğul demokrasi, çoğul sosyalizm de olmaktadır. Ortadoğu’da son iki yüzyılda toplumsal kültüre dönük bu kadar vahşi saldırı karşısında halkların çoğulcu, özgür, eşitlik bilinci temelinde yurttaşların dayanışma, ortak yaşam evi inşası şüphesiz Ortadoğu demokratik konfederalizmdir.

Anadolu ve Mezopotamya’da binlerce yıldır yaşayan toplumsal kültürler demokratik ulus zihniyetiyle (özgürlükçü, dayanışmacı) ve onun bedenleşme hali demokratik özerklikle baş belası kapitalizm ve onun hastalıklı sistemi ulus devletten kurtulabilir. Kültürler demokratik ulus grupları temelinde inşa çalışması yürütürlerken iç içe oldukları kültürlerle de üst düzeyde Demokratik Uluslar Birliği çerçevesinde yaşamlarını ortak ev çatısı altında sürdürürler. Bununla tekçilik sistemi yıkılmakla kalmayacak, tekillik-evrensellik diyalektiği temelinde Ermeni, Süryani, Helenler vb. bir arada yaşayabilecekler.

Demokratik ulus, özgür yaşam felsefesi, anlayışı ve mantığıyla Ortadoğu ortak evinde (konfederalizm) bir arada, yan yana yaşayabilmenin temellerini güçlü bağlarla kurar. Halkların sınırlar üstü birliği son iki yüzyılda örülen temeli parçalayarak binlerce yıldır ortak yaşamın ifadesi olan kültürel yaşamla yeniden canlanacaktır. Böylece Araplarda olduğu gibi daha fazla içe kapanmacı, tutuculuk, yeni sınırlar gelişmez; aksine devletler teknik koordinasyona indirgenir. Yine İsrail-Arap çatışması sarmalından da çıkılır. Milliyetçilik, dincilik ve cinsiyetçilik gibi toplumu kuşatan gerilikler hızla aşılarak demokratik özgür yaşam öne çıkar. Tarihte kadına dönük köleleştirici zihniyet kırılarak neolitik ruh, bugün özgür kadın mücadelesinde güncellenebilir. Yine Ermeni, Asuri, Rum ve Kafkaslardan yürütülen sürülen Çerkez vb. topluluklarda Ortadoğu’da yeniden kendi uyanışlarını radikal demokrasi ile yaşar hale gelebilirler. Birlikte bir arada ortaklaşarak dayanışma temelinde özgürce yaşanabilir. Klan ve kabile toplulukları binlerce yıl hâkimiyet ilişkisine göre değil dayanışma ilkesine göre yaşadılar. Tarihsel diyalektiği Ortadoğu’da yeniden canlandırmanın kendisi de ortaklaştırıcı ve bütünleştirici günlerinden geçmektedir.

Bugün Kürdistan coğrafyasında yeniden birlik ve kardeşlik temelinde örülen demokratik konfederalizm sistemi, alttan üste doğru radikal demokrasi temelinde komünler-meclisler tarzında kendi kendini özyönetim olarak örgütlenmenin olmaktadır. Özellikle Rojava’da demokratik konfederalist sistem, demokratik özerklik temelinde yapılandırmaktadır. Sosyal, siyasal, ekonomik, hukuki, diplomasi, öz savunma vb. boyutlarda kendini inşa etmektedir. Kadın öncülüğünde geliştirilen ve örülen demokratik toplum sistemi farklı kimliklerle birlikte ortak evde yaşamanın temelleri olmaktadır. Rojava Kürdistan’ındaki demokratik ulusun, demokratik özerklikle inşasına dönük tüm etnik, dini, kültürel vb. toplulukların sahip çıkması Ortadoğu açısından güçlü ve alternatif çözüm modeli göstermektedir. Dolayısıyla Ortadoğu, demokratik konfederalizmi salt Kürdistan açısından değil; İsrail Filistin’den, Afganistan, Pakistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada hayat bulabilecek bir sistemdir.

Son iki yüzyılda kapitalist modernitenin sunduğu ulus-devlet sistemi Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Türkiye, Mısır vb. ülkelerde çatışmacı, bölücü, yıkıcı, boğazlaştırıcı hareket karakterinin milliyetçilik-dincilikle toplumları ne hale getirdiği ortadadır.

Bu nedenle Kürdistan’da halkların inşa etmeye başladıkları demokratik konfederalizmin tarihsel kültürel olarak (kabile konfederasyonları vb.) damarları sağlamdır. Sınırları tekçiliği, milliyetçiliği, dinciliği, cinsiyetçiliği esas almayan yapısı çoğulcu demokrasi, çoğulcu demokratik sosyalizmdir. Milliyetçilik zehiri aşıldıkça, demokratik zihniyet bilinçlerde örüldükçe; ekmek ve su kadar ihtiyaç olduğu daha fazla görülüp sahiplenilecek, kendi komünlerini inşaya başlayarak cevap olacaklardır. Çünkü Ortadoğu’da ulus devletler artık tarihin çöp sepetine doğru atılırken yepyeni bir çağ başlamaktadır. Demokratik Ortadoğu çağı olmaktadır bu.

Demokratik Ortadoğu çağı; demokratik ulus, demokratik konfederalizm, ekonomik, ekolojik, endüstri temelli oluşturarak tarihin köklerindeki kültürel özüyle yeniden bulaşabilmektedir. Bunun başlangıcının ateşi Rojava’da kadın öncülüğünde yakılması, Ortadoğu’yu karanlığa boğanların kendilerinin karanlıkta bozulması ve Ortadoğu’nun yeniden aydınlanma zamanına dönmesine de vesile olacağını belirtmek mümkündür.

 

Demokratik Modernite Çağı

Öncesi olmakla birlikte 19. ve 20. yüzyıl boydan boya cumhuriyetçi/milliyetçi sistemlerin hakim olduğu bir yüz yıl oldu. Elbette ki cumhuru – halkı- olmayan cumhuriyet türleriydi. Özellikle Ortadoğu’daki birçok cumhuriyetçi oluşuma bakıldığında ulus-devletçi karakteri gereği halkın olmadığı bir cumhuriyet tarlasına dönüştüğünü söylemek gerçeğe aykırı olmayacaktır.

21. yüzyıl ise demokratik modernitenin tarihsel kökleri binlerce yıl önce ahlaki-politik topluma dayanmasından hareketli demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, insan hakları, ekoloji, kadın özgürlüğü vb. içine alan bir sistem olmaya aday olduğunu söyleyebiliriz. Ulus-devletler halkları devletleştirirken, demokratik konfederalizm halkları hem demokratikleştirmekte, hem de irade kazandırıp özgürleştirmektir.

Ortadoğu’da ulus-devletlerin ve efendilerinin demokrasinin posasını çıkardığını göz önüne alındığında, ilaç gibi gelecek olan demokratik konfederalizmin kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Demokrasiyi toplumsallaştırmış ve politikayı yerelde inşa etmiş toplum üstten beklemeden kendi kendini yönetebilecektir. Pekâlâ devlete ihtiyaç kalmadan da topluluklar kendi kendini daha iyi yönetebilirler.

Demokratik modernite çağının geldiği belirtilirken kastedilen halkların radikal demokrasi ile kendi kendilerini yönetmesinin zamanı ve ruhudur. Artık Ortadoğu’da “ben” kral-iktidarlaşmalar yerine; “biz” toplumsal-birey olarak tarihsel diyalektiğin ateşini yakarak Ortadoğu’yu aydınlatmanın tam zamanıdır. Bu manada demokratik modernitenin zamanı ve ruhunu doğru okuyabilme ve uygulama gücü haline gelebilmenin kılavuzu zihniyet devrimidir. Demokratik ulusun zihniyeti özgürlük, eşitlik, ahlaki-politik bakış açısı, kadın özgürlükçü, ekolojik ve toplum sağlıkla doludur. Yine farklılıkları içselleştirmiş, radikal demokrasiyi kavramış, demokratik zihniyetle donanmış zihniyetlerin-bireylerin toplumsallığıdır.

Demokratik konfederalizm bu zihniyetin pratikte kurumsallaşma halidir. Yani özyönetime, meclise, komünlere dönüşmesidir. Başka bir ifadeyle taban demokrasisi demokratik yönetimin kendisi olmaktadır. Bu nedenle demokratik konfederalizm sağlıklı toplumsallaşmadır. Köy, kasaba, sokak, mahalle, ilçe, kent gibi yerleşim yerlerinde meclis, komünlerle kendi kendini yöneten ve söz, tartışma, karar alabilen toplumsal işbirliğidir. Yerel demokrasi bilinci geliştiği oranda demokratik ulus bazında düşünme ve oradan da evrensel boyutta izleyici değil katılımcı olunabilinir. Yereldeki bir dere suyundan ağaca, bölgeselde madenler, petrol, ulusalda savaş-barış vb. konulara aktif katılarak politika yapar. Karşılıklı yardımlaşma, dayanışma ilkesini derinliğine ve genişliğine uygulamakla mükelleftir. Paris Komün deneyimi, yine New England Amerikan (1770) kasaba meclislerinde de olduğu gibi günümüzde Latin Amerika, Afrika vb. ülke, kıtalarda da bu yöne doğru hızla yol alındığı gerçeği bu realiteye işarettir.

Tarihsel diyalektiği içinde Ortadoğu’da demokratik ulusu ve konfederalizmi, uygulayan, ona öncelik yapanlardan biri de Kürt halkıdır. Özellikle Rojava Kürdistan’ında daha fazla ete kemiğe büründüğü görülmektedir. Etnik ve dini, kültürel vb. farklılıkların demokratik ulus zihniyetine dayanması, aşağıdan yukarıya radikal demokrasi sistemiyle oluşturulan yönetim modeli umut vericidir. Yine Ortadoğu’da kadın özgürlüğünün toplumsal hayatın her alanında özgün, özgürlükçü örgütlülüğü, sistemini hızla inşa etmeleri umudu gerçeğe yakınlaştırıyor. Kürdistan coğrafyasında ulus-devletler tel tel dökülürken, yeniden inşa edilen özgür yaşam,demokratik birlik ile birleşerek Ortadoğu’ya, Ortadoğu şahsında insanlığa ışık saçmaktadır. Devlet olmayan demokratik konfederalizmin kurulması aynı zamanda sınırları aşma anlamında yeni bir süreçtir. Sınırlar üstü demokratik değerlerle ve barışçıl, özgürlükçü, dayanışmacı ilkelerle farklı ülkelere ve topluluklara yaklaşım gösterilir. Sonuç olarak, Ortadoğu tarihsel diyalektiği döngüsü içinde binlerce yıl önce oluşturulan ahlaki-politik toplumsal çekirdek binlerce yıl aradan sonra aynı topraklarda demokratik modernite çağının içini demokratik ulus ve demokratik komünalizmle doldurmaya başlamıştır. Artık Ortadoğu’da emperyalizm ve onun piyonu ulus-devlet eliyle toplumları zapturapt altına almak mümkün değil. Bu demir parmaklıkları parçalayan Kürtler kendi öz demokratik sistemleriyle tarihte Med konfederasyonunun oynadığı rolü güncelde daha derinliğine ve genişliğini oynuyor. Binlerce yıl sonra yeniden uyanan halklar özgürlük baharını güçlü karşılamaya hazırlar.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.