Düşünce ve Kuram Dergisi

Politik Eyleyiş ve Özgürleşme 

Metin Yamalak

Özgürlük ve politika ilişkisi, insan ile ilişkili bir bağlamda anlam bulmaktadır. Onlarla kendince anlam yükleyen insandır, insanın analitik aklının yorum-anlam gücüyle bir hakikate kavuşmaktadır. Kendi varlığını ve bütün çevresini yorumlayabilen tek canlı insandır. Özgürlük ve politika bu anlamlandırma bağlamı içinde olgu kimliği kazanmıştır. Özgürlük ve politikanın birbiriyle ilişkisi aslında onların insanla ilişkisidir.

Theodora Rozsak “Bilincin Evrimi” kitabında Pico Della Mirandola’dan insanı (Adem) tanımlayan aslında insanın politikleşme zorunluluğunu dile getiren bir alıntı aktarmaktadır. “Ne bir köle ne de tamamen bağımsız bir hür kişi.. Sana salt kendine özgü bir işlev de vermedik. Adem, sen kendi yargına göre istediğini şeyleri, istediğin biçimde kendin seçeceksin, hangi şekil, hangi işlevlere sahip olacağına sen karar vereceksin. Ne cennet ne de cehennemden yarattık seni, ne ölümlü ne de ölümsüzsün… Seçme özgürlüğü ve onurunla kendini yaratan ve şekillendiren biri olarak seçtiğin, tercih ettiğin biçimi alacaksın. Vahşilik taşıyan düşük hayat biçimlerine yozlaşabileceğin gibi ilahi ve yüksek hayat biçimlerine yönelik bir yeniden doğuş için, ruhunun tercihine göre imkan ve güçlerin olacak.”(1)

Doğa varlıklarını dışında tutarsak, iktidar devlet olgularından bağımsız olarak insan, Mirandola’nın tanımladığı gibi kendi seçeneklerini kendisi belirleyen, kendi kaderini tayin eden bir durumdadır. Ama insan hiçbir zaman dış koşullardan yalıtık bir varoluşa sahip olmamıştır. Doğa ve toplum her zaman onu iten, çeken koşuldan koşula sürükleyen belirleyici faktörlerdir. Bu sebeple Rousseau: “ İnsan özgür doğar oysa her yanda zincire vurulmuş durumda” demektedir. Zincirler , tercih ya da zorunlulukların insana getirdiği sınırlamalardır. İnsan istediği gibi sınırsız eyleyememes, özgürlüklerden geriye düşmedir. Ama zaten her şeyiyle birbirine bir eko-dengeyle bağlı doğada sınırsız özgürlük hiçbir varlık için mümkün değildir.

 

Her şey birbirine bağlıdır

İnsan toplumsallaşarak bazı yükümlülükler altına girmiştir. Her yükümlülük bir yanıyla bazı özgürlüklerden vazgeçiştir. Bu bir tercihtir. Pozitif inşa sürecidir. İnsanı böyle bir tercihe götüren nedenler onun çevresiyle uyum içinde, kendi beslenme, barınma, üreme gibi temel gereksinimlerini daha güvenli, daha sağlıklı, daha kalıcı ve sürdürülebilir koşullarda karşılayabilme olanağını sevmesindendir. İnsan haricindeki diğer sosyal canlılardan aklıyla ayrılan insan özgürlüğün sınırlarını çok genişlettiğinden, bu sınırları sabit bir döngüde tutmak mümkün değildir. İnsanlar sürekli yeni hakikatler keşfedip bilinçlerinin sınırlarını genişleterek, yeni özgürleşme alanları aşmakta, özgürlüğe yeni tanımlar kazandırmaktadırlar.

İktidar ve devletlerin oluşumuyla özgürlük alanlarını negatif bir yönde belirleme süreci ile özgürlük çok çeitli tanımlara ulaşmıştır. Aristoteles özgürlüğü “devleti yönetme sanatı”(3) olarak tanımlarken, J.S.Mill, J.J Rousseau gibi düşünürler “yasaya bağlılık” olarak tanımlamıştır. Liberal ideoloji “her türlü sınırsız bireycilik” olarak tanımlarken, Montesquieu, “Kanunların izin verdiği her şeyi yapabilmek”(4) olarak tanımlamıştır. Kant, “gerçekleştirilmesi zorunlu bir ödev” olarak, Hegel özgürlüğü; ‘ruhun özü’(5) olarak tanımlarken, Marks, “zorunluluğun bilinci” olarak tanımlamaktadır. Bu liste uzayıp gidebilir ve her bir tanım ayrı bir kuramın parçası olarak kendine özgü kavram ve tanımlara sahiptir. Bunların ayrıntılarına girme niyetinde değiliz, ancak hepsinin gösterdiği şey insanların belli bir tartışma ve aldığı kararlar çerçevesinde ortaklaşarak kendi özgürlük alanlarını belirlemesi, yani politika yapmasıdır. Bizim irdelediğimiz konu ise bu politikanın hangi nitelikte olacağıyla ilgilidir.

Politikanın da, özgürlüğün de çok sayıda tanımı vardır. İkisi de iktidarlaşmamış toplumların (ahlaki ve politik toplum) temel özelliğidir. İnsanlar bu niteliklerle toplumsal yaşamlarını örgütleyebilmiştir. Bu yönlü tüm çabalarda da amaç, daha fazla özgürleşmedir. Öcalan’ın dediği gibi, (6) aslında özgürlük sadece insanın değil, tüm evrenin ulaşmak istediği sonsuz bir amaçtır. İnsan potansiyel olarak özgürlüğü yaşayabilme yeteneğine sahip olsa da çevresine ve kendisinde bulunan maddi ve manevi olgular ve varlıklarla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmaları aşma istemi ve bunun eyleme dönüşerek yeni boyutlara ulaşma durumu özgürleşmedir. Bütün evren böyle işlemektedir. Diyalektik nicel birikimlerin belli bir sıçrama aşamasına varıp nitel dönüşümün gerçekleşmesiyle oluşmaktadır. Ancak bu nitel dönüşümler pozitif bir yönde olabileceği gibi, negatif yönlerde de olabilir. Evren, bilindiği gibi milyarlarca yıllık bir zamana tekabül eden böyle diyalektik bir döngüye sahiptir. Doğadaki  bütün hal değişimleri ve çeşitlenmeler, enerjilerin birikimi ve belli bir aşamadan sonra, biçim ve nitelik değişimleriyle sonuçlanmaktadır. Tıpkı tohumdaki hücrelerin su toprak ve güneşle beslenip çoğalması ve belli bir birikimden sonra tohumu çatlatıp filize dönüşmesi, yani özgürleşmesi gibi, bütün evren de sürekli maddi zihni kabukları çatlatıp onun dışına çıkarak yeni bir yaşam serüvenine başlamakla özgürleşmektedir.

 

Özgürlük eylemi yeni özgürlük alanları yaratma sürecidir

Konuyu daha spesifik olarak insan ve toplum şahsında irdelediğimizde, politika ve özgürlük birbirine ve aynı zamanda hakikat, ahlak, demokrasi gibi olgulara bağlı ve onlarla birbirlerinin koşulu olma ilişkisine sahiptir. Bunlar toplumsal ekolojinin iskeletini oluşturan olgulardır. Bir ekolojide küçük büyük her şey birbirine bağlı olduğu gibi, birbirlerinden ayrılamama şartına da bağlıdırlar. Birinin yokluğu veya dönüşümü diğerlerinin de yokluğu veya dönüşümü demektir. Örneğin; Politika demokratik değilse, iktidara, sınıfa bağlı olacaktır ve toplumsal özgürlüğü de yok edecektir. Bağımlılığı, köleliği oluşturacaktır. Yani toplum karşıtı bir sistemin aracı olarak şekillenecektir.

Toplumsal ekoloji kültürel niteliklidir, doğadaki ekoloji gibi çok sayıda birbirinden farklı özneye sahiptir. Toplumsal kültürün her bir öğesi yüzlerce, binlkerce kez denenip sınanarak, uyum için gerekli tüm değişim ve dönüşümleri yaşadıktan sonra öğe niteliği kazanmaktadır. Doğal toplumlardaki politika kurumu kültürleşmiş bir yapıdadır, o toplumda yetişen her birey o kültürü almakta ve onun gereklerine göre davranmakta, sorumluluk altına girmektedir. Modern toplumda olduğu gibi ayrıca bir okula gidip politika öğrenmeye ihtiyaç yoktur. Toplum kolektif bir okul olarak, kendi bireyini bu konuda zaten donatmaktadır. Bir toplumsal sorunun çözülmesinde, yaşamın önünde engel olan zihniyet, tarz ve yöntemin aşılmasında veya varolan yaşam olanaklarının daha da geliştirilip genişletilmesi için toplumun her politik öznesi kendiliğinden harekete geçer, bu konuları tartışıp, tartıştırır. Fikirleri yoğunlaştırır, karar ve eylem süreçlerine doğru örgütleyerek sürdürür. İktidar, sınıf, devletin oluşmadığı toplumsal yapılarda politika bu şekilde, demokratik nitelikte gelişmekte, yaş, cins, sınıf ayrımı olmaksızın her toplumsal öznenin dahil olduğu bir özgürleşme sürecidir. Bu demokratik politik süreç hem özgür eylemenin hem de özgürleşmenin, yeni özgürlük alanları yaratma sürecidir.

Özgür davranmak politika yapmanın koşuludur, özgür olmayan bir birey politik olsa bile engelli bir politik öznedir. Öncelikli görevi özgürlüğünü sınırlandıran unsurlarla mücadele edip engel olmaktan çıkarmaktadır. Bu eyleme yöneldiği andan itibaren zaten politika yapmaya yönelmiş demektir. Bu eylem için amaç, fikir,strateji, taktik, tarz, yöntem, ilke, ahlak gibi bir çok olgu birleşip yoğrularak kararlara dönüşür ve pratikleşir, bu politikadır ve özgürlüğü sağlamak için işlemektedir. Abdullah Öcalan politikayı “Özgürlük Sanatı”(7) olarak tanımlamaktadır. Ahlaki ve politik toplum özelliği bozuma uğramamış her birey ve toplum toplumun inkarı üzerinde inşa edilen sınıflı, cinsiyetçi bütün iktidar yapılarına karşı özgürlük sanatını yani politikayı işletmek durumundadır. Bundan geri duran toplumun hali köleleşme, sömürülme; her türlü onur kırıcı duruma düşme olacaktır. Modern Çağ ulus-devlet liberal-ideolojiyle köleleşmenin, sömürülmenin onur kırıcı duruma düşmenin en yaygın ve en derinlemesine yaşandığı çağdır. En politikleşmiş ve sanal bir özgürlüğe inandırılmış birey ve toplumlar, günümüzde yaşamaktadır. Bağlılık ve bağımlılık tamamen negatif bir karakterde geliştirilmiştir. Öcalan, insanlaşma ve ahlaki-politik toplum bağlamında, “özgür insan nereye bağlı olduğunu bilen insandır” (8) demektedir. İktidar, devlet yapılarının oluştuğu zamandan beri insanlar sayılamayacağı kadar maddi, zihni zincirlerle bağlanmıştır. Nereye bağlı olduğunu ve nereye bağlı olması gerektiğini bilirse ilk göreceği şey onu özgürlükten düşüren negatif bağlar, yükümlülükler olacaktır. Marlo Morgan, “Sonsuzluğun Mesajı”nda neleri bırakmış olduğumuzu bile bilmezsek gelecekte neler için savaşmak gerektiğini nasıl bilebiliriz ki? “ (9) diye sormaktadır. Geçmişi ve yitirilmiş olanları bilme, bilinci  ve neye, nereye bağlı olmak gerektiği bilinci özgürleşmek için şarttır. İnsanı insan yapan bilincidir. Ve onu düştüğü bu özgürlük çukurundan çıkaracak olan da yine bilinci, zihin gücü olacaktır. Sömürüyü, köleleşmeyi de yeni boyuta çıkaran, insanın anlamsız, gereksiz hale geldiği teknik, teknolojik, sanal yaşam hakimiyetinin geliştirildiği çağımızda insan kalmak en büyük erdem haline gelmiştir. Bu erdem özgürlüğe, özgür topluma bağlı olan ve bunların devamı için politik bir tutum içinde olan o politikanın gereklerini  yapan insanın tutumudur. Özgürlük evrenin olduğu gibi, bu evrenin küçük ama etkili bir parçası olan insanın da amacıdır. Ama her türlü (dini, cinsiyet, zihniyet, doğa, kültür, sanat, toplum) iktidarcılıkla kuşatılmış dünyada özgür yaşam için politikleşmek, yani bütün bu negatif durumların bilincine varmak ve bu bilinçle yüklenilen sorumlulukların gereğini yapmaya yönelmek, insan kalmak için gerekli bir tutumdur. Özgürleşme politik bir tutumla radikal demokrasi temelinde bütün iktidarlara karşı mücadele etmek ahlaki ve politik toplumu diriltmekle mümkündür. Kapitalist modernite tüketim kültürünü ve koşullarını özgürlük sanmak ve bu özgürlüğü daha da geliştirmesi için sürekli kapitalist modernite güçlerinden talepte bulunmak günümüz insanlarının en büyük yanılgısıdır. Bu apolitiktir ve insanın kendini ve özgürlüğü yadsımadır. Geriye ne kaldığını da günümüzün doğa ve toplum krizleri acı bir şekilde göstermektedir.

 

  1. Theodore Roszak, “Bilincin Evrimi” s.21, İnsan Yay. 1995
  2. J.J.Rousseau, Toplum Sözleşmesi,S.29
  3. Aristoteles, Politika,sy.7, Remzi Kitabevi,2000
  4.  Montesquieu; Kanunların Ruhu
  5. G.W.F. Hegel
  6. Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 3. Cilt
  7. Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu 3.Cilt
  8. Abdullah Öcalan
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.