Düşünce ve Kuram Dergisi

Pozitif Diyalektik Yoruma Göre Devrim

Mahmut Yamalak

Demokratik uygarlık paradigmasının diyalektik anlayışı için Ali Fırat çeşitli eserlerde birbirini besleyen tanımlamalar yapar. “Evrensel akış diyalektiği[1] dediği diyalektik yorumu “Yıkıcı olmayan, yapıcı diyalektik”[2] olarak tanımlar. Diyalektiğin negatif yorumuna alternatif olarak gelişen diyalektik yorumu için “Karşılıklı besleyici bir diyalektik[3] ve “Yok edici değil gelişmeci diyalektik[4] der. “Sosyalist felsefik[5] ifadesini kullanır. Bu çalışmada ve genel olarak da kısaca “PODİ” olarak tanımlayacağımız Ali Fırat’ın diyalektik yorumu, felsefi olarak da önemle incelenmeyi ve anlaşılmayı gerektiren bir alan olarak karşımızda durmaktadır.

 

Diyalektik İçin Kısa Bir Giriş

Pozitif Diyalektik (PODİ) hareket halindeki bir topluma odaklanır. Genel olarak tüm devletli uygarlık sürecini çözümleyerek onu yeniden tanımlamaya ve ondan çıkış için çözümler oluşturmaya odaklanır, özel olarak da varlığı inkar edilen, baskı ve inkar politikalarıyla bastırılmaya çalışıldıktan sonra kendi öz gücüyle mücadelesini yükseltmeye çalışan değişim halindeki Kürt toplumuna.

Bu toplumun oluşum tarzını, karakteristik özelliklerini, ahlak, siyaset, kültür, sanat, inanç özelliklerini, uğraşlarını, üretim tarzını, hedeflerini inceler. Bunun için, inceleme, anlama, çözümleme, kavrama yol-yöntemlerini tespit eder.

Toplumu tanıma uğraşında amaç ve yöntem PODİ’de iç içe uygulanır. Amaç diyalektik tarzında toplumun incelenmesidir; Yöntem ise diyalektiktir. Dolayısıyla yöntem amaçla birlikte oluşur. Amacı varoluş sürecindeki en önemli koşul, amacı gerçekleştirecek yöntemin onunla uyum içinde olmasıdır. PODİ, esas olarak bu birliği sağlayacak optimal dengeye yoğunlaşır.

Bilgilenme sürecinde,incelediğimiz olay- olgunun ne olduğunu; inceleyen özne olarak bizim kim olduğumuzu ve bunun için hangi yöntemi uyguladığımızı somutlaştırarak ilerleriz. Bu noktada diyalektik olay- olgunun tarihini ve diğer şeylerle bağlantısını; sürecini, gelişimini ve alacağı olası biçimlerini; diğer şeylerle ilişkisini, özcesi onun devrimini bize açıklayan düşünme, yorumlama ve bilgi edinme yöntemi olarak önem kazanır. Bu amaçla soyutlama yöntemine başvurur. Genellemelere giderek bilginin sınırlarını, bunu elde etme yöntemini, nasıl düzenleneceğini, nasıl bölümlendirileceğini tespit eder; uygun ilkeler, normlar oluşturur.

PODİ’ de başlangıç zemininin toplumsallık olduğuna işaret etmiştik. Toplumsallıkta ilk basamak da komünal toplumdur. Komünal toplumdan günümüze tüm tarihsel süreç yapı ve sistem iç içe incelenerek çözümlenir. Yapı, tarihsel gelişimi içinde konumlandırılarak tanımlanırken, aynı tarih incelemeleri (Din, tarih, kültür, politika vb) ile onların yapılanmaları iç içe, bütünlük içinde incelenir.

Genel olarak diyalektik dört tür ilişki inceler; özdeşlik- farklılık ilişkisi, zıtların iç içeliği, çelişki, nitelik- nicelik ilişkisi.

Diyalektik incelemede amaç; bir varlık, bir kimlik vs. nasıl ortaya çıkmış, nasıl işliyor, oluşmasını ve işlemesini sağlayan sistem nedir gibi sorular cevap aramaktır.

  1. Özdeşlik- farklılık ilişkisinde bir şey diğer şeylerle aynı genellik içindedir ama kendi farklılığına da sahiptir. Buna göre; Kürt halkı insan genelliği içindedir ama onu var eden ontolojik (Varlık bilimsel) özelliklere sahiptir. Diyalektik onun genel ve özel yanlarını ayrıştırır; Diğer kimliklerle özdeş olan yanlarını evrenselliğe, farklı yanlarını ise onun kimliğine, bağımsız varlığına ait olarak tespit eder.

Bir varlığın oluşum sürecinde zaman ve mekanda sahip olduğu tüm ilişki ve çelişkiler onun varlığına tabi olurlar.

  1. Zıtların iç içeliği, farklı olanları bir arada yaşamasıdır. Bu şekilde farklılar, kendi farklılıklarını koruyarak bir bütün oluştururlar. Bunlardan herhangi biri farklılığını koruyamazsa bir arada olmak değil birinin diğerine tabi olması gerçekleşir. Buda farklılığın olmaması, her şeyin aynılaşması anlamına gelir.

Zıtların bir arada olması varlığı diğer varlıklarla bütünlük içinde oluşmaya yönlendirir. Böylece varlığın diğer varlıklara göre durumu; evrensellik içindeki yeri ve ontolojik yapısı onun sınırlarını da belirler. Varlığın tarihselliği de ancak böyle anlaşılmış olur.

  1. Çelişki, farklı ve birbirine bağımlı öğeler arasındaki karşıtlık ilişkisidir. Hem birbirinden farklı hem birbirine bağlı olarak farklılığın temel olmasıyla sürdürülebilir. Bir kimlik diğer kimliklerle bir arada yaşarken, aynı zamanda kendi varlığını da korumak zorundadır. Onun farklılığını besleyen koşullar değişim halindedir; O da ayakta kalabilmek için bir değişime ayak uydurmak durumundadır. Farklılığa rağmen bir arada yaşamanın yarattığı gerilim çelişkide ifadesini bulur.

Farklı öğeler birbirlerini besleyerek büyür, gelişirler; birindeki değişim hepsini farklı oranlarda etkiler; birbirlerine engel olurlar, birbirlerine müdahale ederler veya birbirlerini geliştirirler. Bütün bu karmaşık süreci yöneten diyalektik yasa çelişkidir.

  1. Nitelik- nicelik ilişkisi aynı süreçte iki ayrı zamansal uğrak noktasını ifade eder. Biri niceliksel birikim, diğeri niceliksel dönüşüm sürecidir. Süreç= önce ve sonra=hazırlık, gelişme ve gerileme evreleri demektir. Buna klasik tabirle niceliksel birikim ve niteliksel değişim denmektedir.

PODİ’ de ikisi aynı süreçlerdir ve iç içedirler. Değişim bir noktadan sonra başlamaz; aksine, sürecin tümünde vardır. Değişim varlığın ontolojik yapısında bulunmaktadır. Gözle görünür bir hale gelmeden de ondan söz edebiliriz.

Bu noktada “Devrim” olgusuyla karşılaşırız. Nicel birikimi sağlayan her damla özünde varlıkta yaşanan niteliksel dönüşüme de bir katkıdır. Bundan dolayı da varlık da değişim devamlıdır. Klasik devrim tanımında, toplumsal düzlemde “Devrim” için objektif durumun ve sübjektif durumun olgunlaşması temel şart gösterilir. Objektif durumda toplumsal sorunların birikmesi, sübjektif durumda da bu sorunlara müdahale edebilecek bir oluşumun ortaya çıkması gerekir. Nicel süreçte yavaş yavaş olgunlaşan sorun nitel sıçrama anında değişime uğrar, denir. Her şeyden önce burada “Nicel birikim” denilen süreçte yaşanan değişim göz ardı edilerek süreç diyalektik bağlamından koparılmaktadır.

Kürdistan’da 1970’lerde ilk adımla birlikte “Nicel birikim” denilen süreci yaşıyoruz; ancak bu tarihsel sürecin her anında da niteliksel değişim dönüşümleri sağdırarak ilerliyoruz. Nitel- nicel süreçler bizim örneğimizde bir ve aynı şeylerdir. Kürt Özgürlük Hareketi ortaya çıkmadan önce yaşanan “Nicel birikim” süreci ise, egemenler açısından bir yönetme krizi yaratmamış, aksine halkımız için bir yok oluş sürecini başlatmıştır. Bu durumda birbirinden ayrı nitel ve nicel süreçler teorisi, toplumsal gerçekliğe uymamaktadır. Her değişim varlığın yapısına bağlıdır ve onda yeni bir görünüm demektir. Aynı şekilde kendinden önce ve sonraki görünümlerle ilişki içindedir, bu da onu tarihsel kılar, bundan dolayı her değişim nitel bir değişimdir, amaç aynı zamanda nicel yenilikler içerir. Salt nitel veya salt nicel değişimler olamaz, bu süreçler ancak iç içe var olabilirler.

Değişimin kesin bir sınırı veya mutlak bir anı yoktur. “1789’da Fransız Burjuva Devrimi oldu” veya “17 Ekim 1917’de Rusya da Sosyalist Devrim oldu” demek öznel ifadelerdir. Nitel-nicel değişim iç içe olduğundan, varlığın başlangıçtan beri aldığı her görünüm onun ontolojik yapısına göredir. Ontolojik sınırlar aşılınca “Değişim” değil, başkalaşım olur. “Varlık başka varlıklara göç eder[6]

 

Diyalektik-Devrim İlişkisi

Diyalektiğin temel konusunun “Değişim” olduğunu ifade etmiştik. Değişen nedir, değişimde rol oynayan unsurlar nelerdir, değişimin kapsamı, niteliği nedir; onun yönü, hareketi nedir gibi sorular diyalektiğin kapsamındadır. Değişimi inceleme tarzı, o yöntemi ve sonuçlarının derlenmesi de buna dahildir. Değişim devrimsel de olsa diyalektik onun evrimini inceler; onun devrimsel denilen O’ndaki sıçrayışlarının nedenlerini irdeler.

Bu süreç soyutlama sürecidir. Buna, kavram ve kategori yaratma süreci de denebilir.Ali Fırat’ın Demokratik Uygarlık Manifestosu’nda gerçekleştirdiği de özünde bu süreçtir. Diyalektik olarak bir varlığı veya kimliği incelerken gerçek dünyayı hem bütünlüklü hem de parçalara ayırarak zihinde yeniden oluşturma, tanımlama ve yeniden kurgulama gibi duraklara başvurularak ilerleme sağlanır.

Bu şekilde toplumsal gerçeklikte tanımlana şey somut evren, dünya, sosyal- siyasal pratik olarak tarihsel süreç, insan ilişkileri ve toplumsal inşalar olmaktadır. İnceleme, anlama, çözümleme sürecinde tümevarım, tümdengelim; pratik- teori bütünlüğü, deney-akıl bütünlüğü iç içe uygulanan yöntemler olarak diyalektik süreçte rol alırlar.

Toplumsal sorunun incelenmesinde başlangıçta yapılan şey sorunun gerçek nedenini, aynı zamanda çözümü de içeren kategoriyi tespit etmektir. Bu kategori Hegel’ de “Tin”, Marx’ da “Kapitalizm” iken, Ali Fırat’ da uygarlık süreci ve toplumsallık olmaktadır. PODİ’ nin uğraştığı alanlarda toplumsallığın çıkışı ve özellikleri; toplum içinde devletçi uygarlığın gelişmesinin nedenleri; devletçi uygarlıktan kurtuluş olarak toplumsal sorun toplum- karşı toplum- özgürleşme (öze dönüş) gibi alanlardır. Toplum nasıl evriliyor, bu değişime engel olan devlet ve bundan doğan gerilim ve çelişki ve engelin etkisizleştirilmesinin yol- yöntemleri aranır.

Tarihin akışı toplumsal oluş’un arenası olduğundan, başlangıç toplum ve onun tarihselliğidir. İnceleme ve anlama tarzı soyutlama, ayrıştırma ve eleştirel çözümlemedir. Değişim anlayışı ise, kesintili değil, iç içe geçmiş anlardan oluşan bir akışa dayalıdır. Buna göre başlangıç şu an ve gelecek arasında sürekli bir akışın olduğu görülmeden gerçeklik anlaşılamaz.

Oluş süreci ile varlık arasında bu tarz bir ilişki kurulduğunda an’ da gelişen değişimin esasta o “An” da olup biten bir şey olmadığı, önemli olanın tüm bir süreç olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Değişimi salt an’da algılamak kesintiliği, süreç’ te algılamak ise akışkanlığı gösterir. An ‘ a takılmak süreci unutturur, bağlantıları kurmayı zorlaştırır. Süreç diyalektiktir. An’ da takılmak ise pozitivizme götürme riskini barındırır.

 

Diyalektik “Devrim” Paradoksu

Klasik tanımda devrim, yönetenlerin yönetemez duruma geldiği, yönetilenlerin de artık var olan yönetim sistemini kabul etmediği durumlarda gelişir. Bu radikal değişim toplumsal kurumlar ve onlara bağlı yapılardan, değerlerden yenilerine radikal bir değişimi ifade eder.

Marksist devrim kuramı üç temel parametre üzerine bina edilmiştir.

1.Toplumdaki baskı ve sömürü katlanılamaz duruma gelmiş olmalıdır.

2.Egemen güçler yapısal değişimlerle bile sorunlara çözüm bulamıyor durumda olmalıdır.

3.Yeni bir sınıf radikal değişimin öncülüğünü yapmaya aday olarak ortaya çıkmış olmalıdır.

Bu parametrelerin ilk ikisi objektif durumu ifade ederken sonuncusu subjektif durumu ifade eder. Devrimin diyalektiksel açılımına bakıldığında, başından beri birbirleriyle zıt olgulardan bütünlüklü bir teori üretmenin zorluğu görülebilir. Diyalektiğin esas alanının değişim olduğunu belirtmiştik. Bu değişim akışkandır, kesintisizdir; başlangıç- gelişim- şimdi ve gelecek arasında sürekli bir ilişkiye dayalıdır. Marx’ ın diyalektik yorumunda da“değişim” olay- olgular, hızlı veya yavaş sürekli değişim halindedir. Değişim hareketin doğal sonucudur. Değişimi göz ardı ederek olay-olguları tanımak imkansızdır.

Engels; “Hareketsiz madde, maddesiz hareket denli us almaz bir şeydir. Öyleyse, maddenin kendisi gibi hareketin yaratılması da yok edilmesi de olanaksızdır[7] der.

Engels mekanik hareket anlayışını reddedip hareket-madde özdeşliğini formüle ederken, diyalektiğin yasalarıyla çözümleme yapmaktadır. Ancak bu bakış açısı “Diyalektik materyalizm” (diya-mat) olarak formüle edilmekle birlikte yeni dogmalara sürüklenip diyalektikten uzaklaşmıştır. Diya-mat’ ta hareketin niceliksel yanı büyüme iken niteliksel yanı gelişmedir. Nicel birikim nitel sıçramalara dönüşür ve radikal değişimlere yol açar. Böylece nicel birikim zamanda yaşanan değişim göz ardı edilir. Değişim yalnızca “Devrim” denilen andaki sıçramayla sınırlandırılır. Dolayısıyla “devrim” in bu sınırlandırılmış tanımı diyalektik gelişim parodoksal bir ilişkiye yol açar. “Devrim” in bu dar yorumuna geçiş yapıldığında diyalektik, sınıf çelişkilerine dayalı bir yorumlama stratejisine dönüşür. Bu da onu dogmalaştırır. Ardından çelişki de uygarlıkla ortaya çıkan ve kapitalizmle birlikte yok olacak bir olguya; zıtların birliği sınıfsal gerilimleri açıklayan bir formüle; hareket ise enerjisini sınıf savaşımlarından olan bir olguya dönüşür.

Bu noktada “Devrim” diyalektik olmayan bir yorumla tanımlanan ve birer tarihsel gerçeklik olan sınıf ve devlete, diyalektik olmayan keskin bir müdahale biçimine dönüşür.

Komünist devrim, geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en radikal kopuştur.”[8] Kopuş, esas olarak eski devlet aygıtının tümden imhası olarak anlaşılmaktadır. “Devrim” devlet aygıtını parçalamayı; onu kuşatan ilişki ve değerleri ve yaratımlarını imhayı hedefler. Devlete ait baskı aygıtı, mali kurumlar ve bankalar, bürokrasi ve iş bölümü ele geçirilip yok edilince ve yerlerine yenileri geçince “Devrim” de somut olarak gerçekleşmiş olur.

Bütünlüklü olarak bakıldığında devrimin devleti ele geçirme ile sınırlandırılması, onu süreçten koparıp an’ın sınırlarına hapsetmektedir. Bu da onu pratik bir eylem haline getirmektedir.

Sistemden kurtuluş sisteme karşı mücadele özgürlükçü güçlerin temel hedefidir. Kapitalist modernite var olduğu sürece de bu gerçeklik değişmez. Bu mücadelenin nasıl bir kurtuluş projesine dayandırılacağı sorusu, yanıtlanması gereken temel bir sorudur. İktidarı devirmeyi hedeflemekle radikal mücadeleyi özdeşleştirme yanılgısı, diğer tüm mücadele biçimlerinin pasifleştirerek kenara itilmesine yol açmıştır. Böylece “Devrim” devleti ele geçirme ile özdeş kılınmıştır.

Ali Fırat’ın devrim olgusundaki kopuş noktası da buradadır: “Devlete götüren tüm düşünce ve hareket yapıları, iddiaları ne denli eşitlikçi ve özgürlükçü olursa olsun ters sonuç doğurmaktan kurtulamazlar. Her devlet eşitsizlik ve özgürlüksüzlük üretir. Özgürleştiren devlet olamaz. Dolayısıyla arayış devlet dışı yapılanmalarla ve devlet dışı zihniyetle olmalıdır.”

 

Pozitif Diyalektik ve Devrim

Diyalektik hareket, oluş sürecinin düzenini ve oluşunu oluşturan temel harekettir. Nitelik-nicelik, dönüşüm, çelişki, yadsıma, bütünlük, farklılık ve hareketin tanımlanmasına yardımcı olan olgulardır. “Devrim” in hareket yasalarını incelediğimizde, esasta olay-olgunun varoluş anından sonraki tüm biçimlerini şu an’ını saptıyor ve olası gelişim hallerini yorumluyoruz demektir.

“Başarılı bir Kürdistan Devrimi iyi bir insanlık devrimidir. Bunun sonuçlarını küçümsememeliyiz. Tabi ki de devrim oldu, sorun çözüldü de demeyelim. Şimdi de çözüm var, zaferden sonra da devam edecek, ama daha değişik koşullarda ve biçimlerde sürecek. Aslında sorunu çözmüşüz. Ben kendim için çözümde çok güçlü bir konumda olduğumu belirtiyorum. Kendimde çözdüğüm, insanlık için de bir çözümdür. Devrimleri biz her zaman böyle görürüz. Varsın insanlık bin yıl sonra tam kovuşsun. O mühim değil. Kaldı ki bizim her insanın kısa bir sürede komünizme götüreceğiz diye bir derdimizde yok komünizmi de içeren mücadele on bin yıl öncede çok güçlü çözümler vardı, şimdi de var, sonra da olacak. Mühim olan anlık olarak doğru pozisyonda olmaktır. Sorunu ortaya koymak ve çözüm olanağını da dayatmaktadır.’’[9]

“Devrim” olgusunda sosyalizm teorisine bir virüs gibi yapışmış “Devleti ele geçirme” ve “Nitel dönüşü an’da ki sıçramalar biçiminde yorumlama”, esasta diyalektiğin de boşa çıkarılmasına neden olmuştur. Sosyalizmi özünden uzaklaştıran bu anlayışlar değişimi an ile sınırlandırarak onu pozitivist bir kulvara sürüklemişlerdir.

Sembolik olarak bir devrim anından söz edilebilir. (Örneğin, 17 Ekim 1917 Rusya Sosyalist Devrimi günüdür.) Ancak o anı hazırlayan süreç insanlık tarihi kadar eskidir. Özel olarak Rus devrimcilerinin hazırlığı için de 19. yy başlarındaki Dekabiristlerden Narodiniklere, oradan çarlığa karşı direnen yüz binlerce insana, onlarca irili ufaklı örgüte, aydınlara, siyasetçilere, eylem insanlarına ve hatta çarlığın yetkilerini parlamentoya devretmeye çalışan Rus burjuvalarına ve Kerenski Hükümetine kadar tarihsel birikimden söz etmek gerekecektir. Bu gerçeklik ışığında “Devrim Anı” denilen anın gerçekte hangi an olduğunu tespit etmekte imkansızlaşır. Narodinkler’in çara suikast düzenlediği an mı, Lenin’in genel ayaklanma kararını aldığı an mıdır “Devrim Anı”?

PODİ “Devrim” olgusuna iki temel noktada itiraz ederek gerçekliği ortaya koymaya çalışır;

1. Devrimi devleti ele geçirme ile sınırlandırma

2. Devrimi an’da ki dönüşümle açıklamaya çalışma

PODİ’ nin devrime yaklaşımı, tüm kavram ve kategorilerle uyum içindedir. Bu, bütünlüklü düşüncenin de zorunlu bir koşuludur. Bir yerde tüm olay- olguların bir zaman- mekan ilişkisi içinde oluştuğunu söyleyip, ardından değişimi yalnızca an ile izah etmeye kalkışmak bu bütünlüğe aykırı olur. Elbette an’da gerçekleşen kimi niteliksel değişimler tüm bir tarihi de etkileyebilir. Kürdistan da yoğun olarak bunun örneklerine tanık oluyoruz. Ancak böylesi niteliksel her olay ve olguya baktığımızda, arkasında muazzam bir tarihsel birikim ve hazırlığın olduğu da görülecektir. O birikim sürecinin her anında ilmek ilmek örülen bir değişim vardır. An ise bunun üzerinden gerçekleşir. Bu nedenle diyalektikte asıl önemli olan sürece yoğunlaşmaktır. PODİ de süreç varlığın asıl önemli oluşumundan itibaren başlar. Varlığın kendisi süreçle birlikte zihinde yeniden inşa edilirken mekanla iç içe yorumlanır. Örneğin Kürt varlığı kendi zaman ve mekanının içinde oluşmuştur. Onu bu bütünlük içinde tanıma, subjektif yorumlamalar, öteki kimliklere göre tanımlanmasını veya kendi gerçekliğinden koparılmasını da önler. Varlığın oluş karakteri, değişim dinamikleri ve özellikleri anın içinde bulunduğu ilişkileri ve koşulları birlikte düşünmemizi sağlayan diyalektik bakış, varlığı belli bir kapsama göre açıklar. Mekansal durumda o mekanda bulunan her şeyle karşılıklı etkileşimini, zamansal durumdaysa onun kendine ait tarihini ve dinamiklerini anlaşılır kılan diyalektiktir. Böylece neden şu anda böyle olduğunu, ileride potansiyel olarak ne olabileceğini anlamamızı sağlar. PODİ bu gerçekliğin somut ifadesi olduğundan, an’da yaşanan gelişim nitel bir sıçrama yaratsa da onun diyalektik bir gelişimin sonucunda yaşandığını, sadece an ile açıklanamayacağını da seçimlemiş olur.

PODİ’ nin “Devrim” e yaklaşımı ikinci olarak evrensellik ve farklılık ilişkisiyle açıklanmaktadır. Buna, varlığın ait olduğu tüm ilişkilerde denilebilir. Varlığı tanımlamak için çizilebilecek en genel sınırları ifade ettiğimizde evrensellik fikrine ulaşırız. Kürt varlığının oluşumunda belirli bir süreci veya belirli ilişkileri değil, tüm süreçleri ve o süreçlerdeki tüm ilişkileri çözümleyerek onun gerçekliğine ulaşırız. Bu bize panoramik bir bakış sunar.

Ancak genelle sınırlı kalmak da yüzeysel bir analize götürür. Genel ile birlikte, varlığın o genel içindeki gelişimi de ele alınmalıdır. PODİ özelden genele, genelden özele aşama aşama ilerleyerek varlığın gerçek yerini saptar. Varlığın kendine has ayırt edici çizgileri ile sistem içindeki yerini ve tüm evrensel düzlemdeki konumunu inceleyerek varlığın tüm evreleriyle birlikte kavranması hedeflenir.

Bu çözümlemede varlığın bireysel özellikleri (örneğin; Kürt halkının kültürel yapısı, dili vs.), toplumsal ilişkiler içindeki ortak ve ayırt edici yanları, yönelimleri ve ulaştığı biçim birlikte tanımlanmaktadır. Tarihle şimdi, tarihle gelecek bir bütün olarak; maddi ve manevi yapılar, inşalar aynı varlığın eşit parçaları olarak ele alındığından hem diyalektik süreçle açımlanır hem potansiyel değişimi anlaşılabilir, varlığın gelişme süreçleri birbirini tanımlar; her aşama bir sonrakini içerir. Dolayısıyla her olasılık bu aşamalardan herhangi birinde önem kazanabilir. Değişim dinamikleri hem olasılık olarak hem de aşamalar özgülünde açıklanabilir olunca an’daki değişimler de bir anlam kazanabilir.

Üçüncü olarak PODİ, nesnel bir sonuca ulaşmak için öncelikle olay-olgunun gerçek değerini ve yerini tespit etmeyi hedefler. PODİ, varlığın gerçekliğinin bulunuşu için bir düşünme metodu, bir çözümleme diyalektiğidir. Ali Fırat’ın yöntemi sorgulama, var olan “doğru”larla kuracağı ilişkiyi tespit etme üzerine kuruludur. Bu yöntemde düşünce, incelediği olay- olgunun gerçekliğini ve bu toplumsal gerçeklikle kendi arasındaki ilişkiyi sorgulamakla başlar. Böylece var olan “doğru”lara bağlı kalma ile onları aşma arasında tercihte bulunabilir.

Doğru sonuç için PODİ olay-olgunun konumunu tespite yönelir. Sorunlar arasında nasıl bir ilişki vardır? Öncelik hangisinde olmalıdır? Anlam ve ilişki dereceleri nedir? Sistemsel bir bütünlük var mı? gibi sorular PODİ’nin olay-olgu konumlandırma sürecinde cevaplandırılırlar. Başta önemli görülen bir çözüm, bu perspektife ulaştıktan sonra geriye düşebilir. (Örneğin; klasik sosyalist teoride baş konumda olan devlet kurma veya var olan devleti ele geçirme bir çözüm olmaktan çıkmıştır.) Aralara sıkışan, önemsenmeyen bir olgu toplumsal sorunun başlangıcını ve tüm gelişmesini belirleyen, çözümü de içeren bir aşamaya yüklenebilir.(Örneğin; kadın özgürlüğü Demokratik Uygarlık Paradigması’nın temel bir kategorisi olmuştur.) “Yaptığımız çözümlemeler, kadın sorununun toplumsal bir dönüşümün temel nirengi noktasını oluşturduğunu ortaya koymaktadır.’[10]

Olay-olgunun toplumsal konumu PODİ ile birlikte yepyeni bir boyut kazanmıştır. Toplumsal sorunun başlangıcını salt sınıflaşmayla açıklayan dar- sosyalist bakış açısı çözümü de sınıf iktidarında, bir sınıfın diğerine karşı devrim yapmasında bulmuştur. PODİ için varlığın konumu çözüm için de temel öneme sahiptir. “Özgürlük Sosyolojisi” eserinde Ali Fırat toplumsal sorunun başlangıç noktasını sorgular. Bu, PODİ’nin toplumsal sorunlara yaklaşımının da anahtarını verir. Var olan teoriler ve olasılıklar birer birer elenerek gerçeğe ulaşılır. Bütün bu süreç esas olarak olay- olgunun neliğinin ve konumunun tespit edilmesi sürecidir. Sorunun çözümü de bu süreçte açığa çıkar. Gerçeklik, ancak doğru bir inceleme ve çözümleme sürecinin sonucunda bulunabilir. Bu da hem genel toplumsal sorunun hem de onun içinde Kürt varlığının doğru tanımlanmasını sağlayacaktır.

Varlığın konumu ancak zaman ve mekandaki ilişkileri ile açıklığa kavuşabilir. Dolayısıyla bir olay-olguyu açıklamak esasta bir sistemin açıklanmasını gerektirir. Bu açıklama olgunun içinde bulunduğu konumu zihinde yeni baştan inşa etmeyi de getirecektir. Oluş sürecinde ilişkiler ve çelişkilerle oluşan, zamanla olgunlaşan, kendi mekanında gelişen Kürt varlığının değişimini amaçladığımızda, diyalektik bütünlüğe bağlı kalmak durumundayız. Anlık dönüşümlerin de, ancak bu sürece uygun olduğu ölçüde “değişim” olabileceği söylenebilir.

Olay-olgunun çözümlenmesinde, çözümlemeyi yapan öznenin konumu da diyalektiğin konusudur. Özne tarihsel ve ideolojik bir perspektife ve bir tercihe sahiptir. Tıpkı olay-olgu gibi öznenin de bir tarihselliği ve oluşumu vardır. Özne dar bir perspektifle bakabilir, tali noktaları öne çıkarabilir, gerçeği gizleyebilir, çarpıtabilir veya algılamaya güç getiremeyebilir. PODİ öznenin olay-olguyla kurduğu ilişkinin düzeyine bakarak, ulaştığı sonuçların analizini temel bir yöntem olarak uygular.

Devrim olgusuna yaklaşırken bu tarihsel-toplumsal perspektiften uzaklaşma, toplumsallıkla bağı içinde onu tanımlama PODİ’nin diyalektik anlayışı gereğidir. Bu nedenle olgunun gerçek değerini, önemini ve anlamını bütünlük içinde tanımlar. An’da yaşanan her değişim de ancak bu perspektif ışığında anlam kazanabilir.

Toparlarsak; klasik devrim anlayışı “İktidarı ele geçirme” ve “Değişimi an ile sınırlama” gibi temel hatalarla diyalektik perspektiften uzaklaşmıştır. Ali Fırat, kendi devrim anlayışını şöyle formüle eder;

Benim için devrimin anlamı, uygarlık sisteminin sürekli alan ve uygulamasını daralttığı ahlaki, politik ve demokratik toplumun yeniden ve daha geliştirilmiş olarak bu niteliklerini kazanmasıdır.”[11]

Devrim bir iktidar aracı olmaktan çıkıp bir yaşam biçimine dönüşmektedir; Ahlaki, politik ve demokratik özellikleri kazanmak için günlük yaşam- eylem ve söylemlerini yeniden inşa süreci olmaktadır.

İnşa süreci herhangi bir an ile, politik mevziler kazanma veya kaybetme ile sınırlandırması yerine; Söylem, eylem ve davranışlarla gerçekleşen yaşamsal, siyasi program, strateji ve taktiklerle gerçeklik kazanır.

PODİ, değişimi bütünlük içinde tanımlar. Bu nedenle “Devrim” anında yaşanan sıçramalı geçişleri de ancak diyalektik gelişimle uyum içinde olduğu ölçüde kabul eder. Değişimi bu şekilde an ile sınırlı olmaktan kurtarıp yaşamın her anına yayar. Toplumsal dönüşümü yalnızca bir an ile sınırlamak, her şeyden önce ülkemizde yaşamın her anında gerçekleşen niteliksel dönüşümleri göz ardı etmek olacaktır.

 

 

[1] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü
[2] age.
[3] age.
[4] age.
[5] age.
[6] age.
[7] F.Engels, Anti-Dühring, Sol Yayınları, s. 116.
[8] Marx ve Engels, Komünist Manifesto, Sol Yayınları, Çev: M, Erdost, s.47.
[9] Ali Fırat, Nasıl Yaşamalı, Ocak 1994.
[10] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak
[11] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.