Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu Krizinden Çıkışın Yolu

Serdar Eren

Abdullah Öcalan, toplumsal sorunların nedenlerini değerlendirirken sermaye ve iktidar tekelini diğer tüm nedenlerin önüne koyar. Hem uygarlığın (yani sınıflı-devletli toplumun) kurulup yayıldığı dönemlerden modern zamanlara hem de kapitalizmin küresel hegemonyasını tesis ettiği dönemden günümüze Ortadoğu coğrafyası bu tespitin doğruluğunu gösteren kilit bir alan olarak öne çıkmaktadır. Geride kalan binlerce yılda açığa çıkan tarihsel gerçeklik, toplum ve doğa sömürüsüne dayalı sermaye ve iktidar tekeline sahip bir örgüt olarak devletin, Ortadoğu coğrafyasında yarattığı tahribat ve yıkımları gösteren bir film şeridine benzer. Bu süre boyunca demokratik toplum, varlığını korumak ve sürdürmek için ya devlet güçlerine karşı direnişe geçmiş ya da devlet egemenliğinin altında en temel varoluşsal değerlerine yabancılaşmamak adına bu egemenliğin ulaşamadığı sapa yerlerde, dağlarda-çöllerde yaşam kurma arayışına girmiştir. Toplumsal varlığı korumak adına girilen dolambaçlı yol, devletin varlığına paralel bir şekilde gelişen direniş kültürünün şekillenmesini de beraberinde getirmiştir. Dervişlik bu kültürün bir parçasıdır örneğin. İnzivaya çekilerek devletin yol açtığı toplumsal yozlaşmadan kendini korumaya, fikrini, pratiğini, kişiliğini arı tutmaya çalışan birey tutumudur dervişlik. Mala, mülke tamah etmemek esastır. Asalet ve direncin yersiz yurtsuz olmayı gerektirecek düzeyde geçerli olduğu boyun eğmez dik başlılığı temsil eder. O münzevi yalnızlıkla tezat oluşturacak şekilde toplumculuk aşk düzeyinde sahiplenilir. Nitekim derviş kişiliğinin dikkat çeken bir yanı da tezatları bünyesinde barındıran yapısıdır. Toplumculukla yalnızlığın, hoşgörü ile ilkesel inatçılığın, dünya malından elini çekmek ile kurtuluşun bu dünyada gerçekleşeceğini bilince çıkarmanın bir arada oluşu gibi. Tüm bu yönleriyle dervişler devlete karşı toplumsal özgürlüğün vicdanını temsil etti asırlar boyunca. Fakat belirtilenlerle birlikte, devlet sultasının kader diye insanlığın zihnine kazınmasına sebep başarısızlığın özneleridirler aynı zamanda. Hâkim uygarlık sistemi karşısında yenilmiş kişilerdir dervişler. Devletlerin toplumdan tecrit ettiği, kişiliklerinde somutlaşan erdemi toplumsallaştıramamış öznelerdir. Dervişlik, tüm erdemleriyle birlikte aynı zamanda, sözünü geçirememek ve başını alıp gitmekle bilinen bir tutumun ifadesidir. Özcesi, insanlığın en parlak beyinlerinin çıktığı bu toprakların günün sonunda intiharın yaşam çizgisi olarak belirlendiği coğrafyaya dönüşmüş olmasını açıklayan sembollerden biridir.

Rojava Devrimi Ortadoğu halkları için, bu tarihsel çizgi ve toplumsal gerçekliğin dönüşümü adına büyük önem taşıyor. 2011 yılında Tunus ve Mısır’da başlayan Arap Baharı’nın 1-2 yıl içerisinde halklar adına kara kışa dönüştüğü, isyan dalgasının kısa bir süre içerisinde Suriye Baas rejimini etkilediği tarihsel aralıkta gelişti devrim. Baas rejiminin katı ulus-devletçiliği ile bu rejime muhalif görünen fakat bölgesel ve küresel emperyalist güçlerin maşası olmaktan öteye gitmeyen karakterleriyle halkların asırlardır boğuştuğu sorunları kördüğüme çevirecek güçlerin at izini it izine karıştırdığı Suriye’nin kuzeyinde halklara umut oldu. Sonda söylenmesi gerekeni başta söylemek gerekirse; devrimle beraber Rojava Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’de oluşturulan halk demokrasisini savunmak, içinde bulunduğumuz tarihsel süreçte en önemli insanlık vazifesi olarak belirginlik kazanmıştır. Bu görevden kimse muaf değildir. Çünkü Rojava Devrimi, uygarlığın devindikçe içine gömüldüğü çözümsüz kriz gerçekliğinde, kadının, emekçinin, tüm ezilen ve sömürülenlerin yılmadan izlediği takdirde onurlu yaşama götürecek kurtuluş yolunu ifade ediyor. Bugün devlet güçlerinin gerçekleştirdiği yönelimlerden de görülebileceği üzere, bu yola türlü türlü engeller konabilir. Halkların öz kazanımını ortadan kaldırmaya dönük provokasyon ve saldırılar ardı ardına gerçekleştirilebilir. Devrim değerlerini istismara yeltenenler çıkabilir. Ne olursa olsun, devrime sahip çıkmak bugün Ortadoğu toplumları başta olmak üzere tüm dünya için en temel yaşam gereksinimlerinden biri olarak ortada durmaktadır.

Son dönemde Dêrazor’da aşiretler üzerinden geliştirilmeye çalışılan karşı devrimci yönelim Rojava Devrimi’ni savunmanın taşıdığı hayatiyeti bir kez daha hatırlatmış oldu. Bu son bir aylık süreçte yaşananlar devrimin üzerine inşa edildiği demokratik ulus kaidesinin dağılması durumunda yaşanacak kıyametin boyutlarının görülmesi açısından birçok önemli göstergeyi açığa çıkardı.

Bugün insanlık değerlerini savunmak adına Rojava Devrimi ve Rojava Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’de örgütlenen halk demokrasisini daha iyi kavramanın, yine dünya ölçeğinde ulaşılabilecek en ücra noktalara varana değin devrim gerçeklerini anlatmanın temel devrimci görevlerden birini teşkil ettiğine şüphe yoktur. Devrimle birlikte geniş toplumsal kesimleri kapsayacak düzeyde pratikleştirilme imkânları gelişen demokratik ulus paradigması ve demokratik konfederal sistem ise devrimin dayandığı temeller olarak önem taşımaktadır. Demokratik ulus sisteminin bölge ölçeğinde açığa çıkardığı özgürlükçü dönüşüm Ortadoğu’nun geleceği ve halkların binlerce yıllık despotizme rağmen halen korumakta olduğu eşitlik, özgürlük ve onurlu barış potansiyeli açısından önemli veriler açığa çıkarmaktadır.

 

Devrimin İdeolojik-Politik Ekseni

Devrim birçok açıdan, Abdullah Öcalan’ın önderliğinde yürütülen mücadelenin 40. yılında, bizzat kendisi tarafından serpilen tohumların yeşermesiydi. Bugün Rojava Kurdistan’da 30’lu, 40’lı yaşlarının üzerinde olup da Öcalan ile tanışmayan pek az kişi vardır. Öcalan ile doğrudan ilişkiye geçen, mücadeleyi bizzat kendisinden dinleyip öğrenen, tutum ve davranışlarına tanıklık eden, yaşanan toplumsal sorunlar üzerine fikir danışıp öneri alan bu kuşak 19 Temmuz 2012’de gelişen Rojava Devrimi’nde önemli bir yere sahiptir. Bu kuşaktan olan Kürt yurtseverlerinin önemli bir bölümü bugün devrim sonrası halk demokrasisinin inşasında önemli görevler üstlenmiş durumdadır. Bununla birlikte, Rojavalı Kürtlerin devrimci mücadele ile ilişkileri 2012’deki devrimden çok öncesine dayanır. Lozan’la birlikte dört parçaya bölünen Kurdistan’ın en küçük parçası olan Rojava Kurdistan’dan devrim saflarına doğru gelişen akım bu nedenle salt 19 Temmuz 2012 ile başlatılacak ya da sınırlandırılacak bir durum değildir. Devrimci yurtseverlik bilinciyle, Bakur Kurdistan başta olmak üzere ülkenin mücadele verilen her noktasında yer aldı Rojavalı Kürtler. Yürütülen devrimci mücadele kapsamında birçok savaşçısı, komutanı, yöneticisi ve şehidi bulunan Rojava Kurdistan için devrimin sıcaklığı 10-11 yıllık süreden daha uzun bir zaman dilimi kapsamında hissedilen bir gerçeklik olmaktadır.

Demokratik ulus fikri ve demokratik konfederalizm sisteminin benimsenmesinde ciddi bir zorluğun Rojava Kurdistan halkı şahsında yaşanmamış olması da Öcalan ile birebir kurulan ilişkinin etkisiyle izah edilebilir. Devrimin gelişmesinde etkili olan objektif koşullarla da birleşen bu durum, Kurdistan Devrimi’nde demokratik ulus düşüncesinin somut toplumsal gerçekliğe böylesine kapsamlı bir şekilde ilk kez uygulandığı parça olarak Rojava Kurdistan’ı dünya devrimler tarihine geçirdi. Bugün Rojava Devrimi’ni ve Ortadoğu halkları için taşıdığı önemi kavramak için demokratik ulus düşüncesinin ve bu düşüncenin siyasal formu olarak demokratik konfederalizmin anlaşılması gerekmektedir bu nedenle.

1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi’nin Avrupa’ya ve dünyaya yayılamaması, tecrit edilmiş Sovyetler Birliği’ne karşı küresel kapitalizmin saldırıları, Lenin’den sonra devrimi yönetecek yetenekli liderlerin çıkmayışı, bu kapsamda faşizmin yükselişi ve tüm bu faktörlerin birleşik etkisiyle devletleşme yoluna giren Sovyetler Birliği’nin devrimci karakterini günden güne kaybedişi ve nihayetinde 90’ların başında dağılması dünyayı mahşer yerine çeviren sorunların görünürlük kazanmasına yol açtığı gibi devrimci mücadelede izlenecek yola ilişkin de önemli göstergeler açığa çıkardı. Bu kapsamda ele alınacak temel konuların başında ulus gerçekliği ve ulusal soruna yaklaşım meselesi geliyordu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Orta Asya, Kafkasya, günümüzdeki savaşla birlikte Ukrayna; Yugoslavya’nın dağılmasıyla Balkanlar halkların birbirini boğazladığı alanlara dönüştü. Yine 60’lı yıllarda zafere ulaşan ulusal kurtuluş mücadeleleri sonucunda Afrika’da kurulan devletlerin ne sosyalizm ne de halk demokrasisi olan yönetimlerinin yaşadığı açmaz, yarattığı trajedilerle beraber devlet ve ulus kavramlarına yeni bir paradigmadan bakmanın imkânlarını açığa çıkardı. Bardağın dolu tarafını görmek misali, bu imkânların halklar lehine yetkin bir şekilde değerlendirilmesi, Abdullah Öcalan’ın tabiriyle soykırım kıskacında tutulan Kürt halkı için hayati önem taşımaktaydı. Marx’ın proletarya için belirttiği “insanlığın kurtarıcısı olmadan kendi kurtuluşunu gerçekleştiremeyeceği” tespiti, günümüz dünya koşulları ve ulusal sorun bağlamında Kürtler için geçerli olmaktaydı. İnşa edilmiş bir gerçeklik olarak ulusal varlığı devletle ilintili bir oluşum olmaktan çıkarmak bu yolda Öcalan tarafından atılan en ciddi adımı ifade ediyordu. Devrim programı, devlet ulusçuluğuna alternatif olarak demokratik ulus düşüncesinin geliştirilmesine dayanan paradigmasal dönüşüm temelinde oluşturuldu. Paradigmasal dönüşüm, siyasal düzlemde ise ulus-devlete alternatif olarak demokratik konfederalizmin hedeflenmesini gerektirmekteydi.

20. Yüzyıl boyunca dünyayı halkların kurban edildiği bir sunağa çeviren modern devlet sisteminin kutsadığı ulus putunun önündeki mistik perdenin kaldırılması bu doğrultuda yerine getirilmesi gereken önemli bir görevi ifade etmekteydi. Bu nedenle Abdullah Öcalan, İmralı’da ağır tecrit altında tutulduğu tutsaklık koşullarında hazırladığı Savunmalar’ında (Beş ciltlik Demokratik Uygarlık Manifestosu) ulus kavramına geniş bir yer ayırdı. Bu kapsamda, Savunmalar’da ulus konusu üzerine yapılan çözümlemelerde en genel planda iki temel nokta öne çıkmaktaydı. Birincisi, tüm toplumsal yapılar gibi ulus gerçekliğinin de döneme bağlı olarak kimi parametrelere dayalı inşa edilen bir kategori olduğudur. Yani ulusu burjuva sosyolog ve siyaset bilimcilerinin yaptığı gibi vatan, dil, pazar, siyasa, kader, tarih ve köken gibi olmazsa olmaz kıstaslara dayalı mutlak ve nesnel bir ortaklık olarak tanımlamanın (ve bu temelde inşa edilen ulus-devlet sisteminin) nesnel gerçeklere ters düştüğü ve bu tersliğin de etkisiyle toplumları çözümsüz sorunlar fasit dairesine hapsettiği ortaya konmaktadır. Ulusun olmazsa olmaz kıstasları arasında gösterilen öğelere Birleşmiş Milletler’de temsil edilen resmî ideoloji uluslarının bile ya sahip olmadığı ya da bu öğeleri birbiriyle çelişecek biçimde bünyesinde taşıdığı açıktır. Aynı dil, kültür, tarih ve kökene sahip Arapların 22 ulus-devlete bölünmesi, Türklerle dil, tarih ve kader bakımından ortak yanı bulunmayan Kürtlere Türklüğün dayatılması, kıstaslardan biri olarak öne çıkarılan siyasal birliğin ABD, İsviçre gibi federal-konfederal devletler söz konusu olduğunda belirsizleşmesi ilk akla gelen örnekler olarak konu bağlamında işlenebilir.

Modern çağla birlikte oluşturulmaya başlanan ulus gerçekliğinde belli nesnel faktörler etkili olmakla birlikte, bu faktörlerin nasıl değerlendirildiği, öne çıkarılan faktörler kadar gözardı edilen faktörlerin neye göre tespit edildiği öznel faktörlere bağlı olarak belirlenmektedir.  Yukarı verilen örnekleri ele alalım: İlgili toplumların (Kuzey Amerika, Anadolu-Mezopotamya, Ortadoğu’da yaşayan halklar) sosyal, kültürel, hatta politik yapılarıyla çelişkiye düşmeksizin (aynı dili konuşan halkların-aşiretlerin modern ulus-devlet sınırlarıyla bölünmesi, soykırım uygulamaları, asimilasyon dayatmaları vs.) bugün ulus diye bilinen toplumlar (Amerikan, Türk, Irak, Suriye, Ürdün, Mısır devlet ulusları) var olamazdı. Yani bu ulusların, bu şekilde oluşturulmasında öznel bir etki söz konusudur. Bu etkinin sermaye ve iktidar tekeline dayanan öznelerin belirleyiciliğinde gelişmesinin bedeli son 200 yıllık kanlı tarihtir. Bu bağlamda, ulus konusuyla ilgili olarak ikinci önemli nokta belirginlik kazanmaktadır: İnşa edilmiş bir gerçeklik olarak ulusu farklı esaslar üzerinden tanımlamak ve bu tanımlar üzerinden farklı siyasal-toplumsal sistemler oluşturmak mümkündür. Bahse konu olan, kapitalist ulus paradigması ise, bu yönlü bir arayış ve mücadele zorunludur. İnsanlık devlet ulusçuluğuna mahkûm değildir. Çünkü ulus tanımındaki farklılıklar sınıfsal çıkarlara dayalı olarak gelişmektedir. Bu yönüyle de tarafların temsil ettiği ideolojik esasları yansıttığı görülebilmektedir. Halkları birbirinden toprakla, kanla, vurgun mekanına dönüştürülen ticari pazarla vs. birbirinden yalıtmaya çalışmak kapitalist sistemin hakim sınıflarının azami sermaye ve iktidar biriktirme saplantısıyla ilgilidir. Toprak (vatan), dil, ırk, din diye ulus adına kutsanan tüm unsurlar paranın tanrılaştığı, toplumun bu tanrı karşısında pula dönüştüğü, yaşamın anlamını yitirerek dejenerasyona uğradığı bir hegemon sistemin yapıtaşları olmaktan öteye gitmezler. Hem geçmişte hem de güncel savaş gerçekliğinde savaşa sürdüğü askerlerin tutsak düşmeleri durumunda Türk devletinin geliştirdiği tutum bunu en çarpıcı haliyle gösteren kanıtlardan birini ifade etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda farklı cephelerde esir düşen Osmanlı askerlerinin kurtarılması veya iade edilmesi adına devlet hiçbir ciddi çaba ortaya koymamış, o askerlerin hayatta kalabilen kısmı kendi imkânlarıyla yıllar sonra evlerine dönebilmiştir. Aynı devlet geleneğini sürdüren TC bugün gerilla güçlerinin eline geçen askerleri söz konusu olduğunda da aynı tutumu sürdürmekte, o askerlerin ailelerinin yana yakıla yardım taleplerini görmezden gelmektedir. Daha da ötesi, özgürlük gerillalarının elindeki askerler ideolojik açıdan kaybedilmiş unsur olarak değerlendirildiğinden katledilmeleri devlet tarafından uygun görülmektedir. “Kutsal vatanı ve yüce ulusu savunan peygamber ocağı neferlerinin” ulus-devlet nezdindeki gerçek değeri budur. Benzer durum Vietnam’a gönderilen Amerikan askerlerine karşı ABD, Paris halkının özgürlük eğilimini boğmak için savaş halinde olduğu ve ülkesinde işgalci olarak bulunan Prusya ordusuyla iş birliği yapan Fransız ulus-devletlerinin pratiğinde görüldüğü üzere tüm modern devlet ulusçulukları için geçerli olmaktadır.

Abdullah Öcalan’ın emekçi halkın çıkarlarını esas alarak geliştirdiği demokratik ulus tezinde fetişleştirilmiş vatan, dil, bayrak vs. unsurlarına yer yoktur. Kutsanacak tek öğe yaşamın kendisidir. Bu da eşitlik, özgürlük, demokrasi, kadınlar başta olmak üzere gelişme ve kendini ifade etme imkanları kısıtlanan hatta kimi durumlarda tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılan tüm ezilenlerin kurtuluşu, insan ve doğanın uyumlu birliğini savunan toplumsal ekoloji vb. evrensel değerlerle tanımlanıp uygulanan ahlak ve politika ekseninde yaşamı anlama kavuşturmakla mümkündür. Bu nedenle demokratik ulusta -mutlak ölçülerle toplumların ruhunu, zihnini, bedenini boğan devlet ulusçuluğunun aksine- evrensel ilkeler doğrultusunda oluşturulan zihniyet ve kültür ortak payda olarak belirlenmektedir.

Öcalan, burada genel hatları verilmeye çalışılan demokratik ulus için “özgürlüğe ve eşitliğe en yakın ulustur” değerlendirmesini yapmaktadır. Demokratik ulus, devlet ulustan bu yönüyle de farklı ve devrimci bir vizyona sahiptir. Burjuva ulus teorisi, Avrupa devrimlerinin yenildiği ve evrenselliğini kaybederek gericileştiği dönemde oluşturuldu. “Vatanım dünya, milletim insanlık” diyen evrensel kurtuluş programı bu gericileşme süreci ile birlikte toprakla, dille, kan ve soy bağıyla birbirinden tecrit edilmiş halkların devlet ulus sistemine sokulmasıyla etkisini kaybetti. Fransızlar Fransa’yı geçmişten bugüne Fransızların yaşam alanı olarak gördü. Almanlar soylarını Nibelungen Destanı’nın Siegfried’ına dayadı. Türkler Hunlardan Sümerlere tarihi baştan sona Türkleştirmeye çalışıp Moğol bozkırlarından Anadolu’ya tarihin her dönemde devletli olduklarını iddia etti. Hegel diyalektiğinin en gerici yorumu ve Avrupa karşı devriminin ideolojisi pozitivizmi rasyonel dayanak noktası olarak öne çıkaran bu yaklaşımların tamamında amaç ulusu değişmez, katı, ezel-ebet sürecek bir olgu olarak zihinlere kazımaktı. Çünkü kapitalist sistemde devlet egemenliği ulusa dayalı olarak tesis edilmişti. Halklar birbirine böyle düşmanlaştırıldı.

Öcalan demokratik ulus için “özgürlüğe ve eşitliğe en yakın ulus” değerlendirmesini yaparken, toplumsal oluşumların değişen koşullarla birlikte gelişime açık, dinamik bir yapıya sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır bir yönüyle. Demokratik ulus da böyle bir yapıya sahip olarak, özgürlük ve eşitliğin mutlak bir şekilde aldığı en ideal hali olmaktan ziyade, günümüz dünya ve bölge koşullarında özgürlük ve eşitliğe en yakın, mevcut toplumsal sorunlar için çözüm gücü en yüksek ulus yaklaşımını ifade etmektedir. Örneğin mücadele hem içte hem de dışa karşı tüm dinamizmiyle devam edecektir. Zaten demokratik konfederalizm sistemiyle oluşturulan politik düzlem sınıfların, cinslerin, farklı kültürel ve inançsal kesimlerin kendi çıkarlarını savunduğu halk meclislerine dayanır. Demokratik toplumun özneleri olan tüm kesimler meclislerle aktif politikaya katılım sağlarken, komünler toplumsal dayanışmanın gerçekleştirildiği örgütlenmeler olarak sistemde yerini alır. Ezilenler ve devlet sistemi içerisinde dezavantajlı konumda tutulan kesimler başta olmak üzere toplumun politika, ekonomi, adalet, eğitim, sağlık, öz savunma gibi alanlarda esas karar alıcı olarak aktifleştiği demokratik konfederalizm sistemi harekete geçirdiği mücadele dinamikleri ile birlikte yozlaşmaya, gericileşmeye ve toplum aleyhine güç biriktirmeye meyilli odakların iktidarcı tutumlarına karşı meşru direnci üretme kanallarına sahiptir. Devlet ulusları bu imkânların yok edilmesi temelinde oluşturulmuştur. Anti-demokrasi ayıbını maskelemek için geliştirilen temsili demokrasinin mevcut toplumsal sorunların giderilmesi gibi esaslı gündemleri yoktur. Halka karşı yetkiyi kötüye kullanan devlet yetkililerinin adil bir şekilde yargılanması imkânsıza yakındır mesela. Toplumun güvenliğini sağlamakla görevlendirilmiş oldukları propaganda edilen polis, jandarma, bekçinin toplumsal güvenlik sorunu olarak gündemleşmediği gün yoktur neredeyse. Çünkü “egemenlik halkındır” palavralarının, üstünü örtmeye yetmeyeceği bir gerçeklik vardır ki o da devletin esas olarak topluma karşı kendini koruma ihtiyacı duyduğudur. Toplum sömürüsüne dayalı bir sistemin, buna karşı gelişen ve gelişme potansiyeli olan rahatsızlıklara karşı bütçesinin büyük bölümünü güvenlikçi politikalara ayırmasının arkasında bu ihtiyaç bulunmaktadır. Bu nedenle parlamentodan mahkemelere her kurum resmî ideoloji tarafından nasıl tanımlanıp propaganda edilmişse halk için tam tersi amaçlar doğrultusunda işlemektedir. “Polis toplumun güvenliğini sağlar” dendiğinde, “Polis toplum için güvenlik sorunudur” diye anlamak gerekir. “Yargı adaleti tesis eder” deniyorsa, “Toplum yargı eliyle haklarından mahrum bırakılır” sonucunu çıkarmak gerekir. “Egemenlik halkındır” sloganını da, “Devlet egemenliği toplumun nesneleştirilmesine dayalıdır” biçiminde okumak gerekir…

Ulus-devlet sisteminin en çapul örneklerinin Ortadoğu halklarının başına musallat edildiği düşünüldüğünde demokratik ulus ve demokratik konfederalizmin muazzam özgürleştirici bir potansiyel taşıdığı açıktır. Engels 19. Yüzyılın Almanya’sı için (19. Yüzyılda Avrupa’nın Ortadoğu’suydu Almanya) demokrasi ve komünizmin emekçi sınıflar açısından eş anlamlı olduğunu belirtir. Köylü isyanlarının kanlı bir şekilde bastırıldığı dönemlerden o zamana aradan geçen 2-3 asırlık dönem boyunca Almanya egemen sınıflar açısından, devlet hâkimiyetinin halka karşı mutlak olarak sağlanmasının ana politika olarak belirlendiği bir ülkedir. Böyle bir hâkimiyetin oluşturulmasında egemen sınıfı oluşturan zümre ve tabakalar arasındaki çelişkiler ve Napolyon istilasının etkileri geciktirici etkenler olarak rol oynamıştır. Fakat topluma karşı tutucu ve baskıcı politikalar yoğun olarak uygulanmaktadır. Fransa, İngiltere gibi ülkelerde sosyalist devrim üzerine tartışmalar yürütülürken devrimciler Almanya’da demokratik devrim planları üzerine çalışmaktadır. Burjuva sınıfı mevcut egemen sınıflar karşısında zayıf ve cesaretsizdir. Bu koşullarda ülkedeki demokratik devrimin inisiyatifi emekçi halka dayalı geliştiği takdirde, her türlü ayrımın ortadan kalktığı sınırsız özgürlük evresi komünizme denk bir toplumsal gerçekleşmenin önünün açılacağı çıkarsamasında bulunur Engels bu tespitiyle. Bu husus bugün, demokratik ulus sistemiyle kendi değerlerine sahip çıkarak kimliğini yeniden oluşturan, demokratik konfederalizm örgütlenmesiyle hak ettiği politik özneliğe kavuşan Ortadoğu toplumları için de geçerli olmaktadır. Çünkü Rojava Devrimi’nin dayandığı bu iki kaide, halkların gelişimi önündeki engelleri kaldırmakta, halkı politik irade ve çözüm gücüne kavuşturmaktadır.

 

Devrimle Yaşanan Değişim

Rojava Devrimi öncesi Suriye halkları Baas rejiminin baskıcı politikaları altında ezilmekteydi. Ülkede yaşayan farklı halkların demokratik esaslara dayalı bir şekilde birlik ve dayanışma içerisinde olmasına engel devlet uygulamaları söz konusuydu. Kürtler ülkenin anayasal haklara sahip kesimi olarak görülmemekteydi. Bu, halk olarak Kürtlerin inkâr edilmesinin de ötesinde, birey olarak dahi Kürtlerin vatandaşlık haklarından muaf tutulmasını içeren bir politikaydı. Bu politika kapsamında Arap halkı da insanlık onuruyla hiçbir şekilde bağdaştırılamayacak biçimde araçsallaştırılmıştı. Arap Kemeri uygulamasıyla Araplar, Kürtlerin yaşadığı topraklara Kürtler arasındaki bağı koparmak amacıyla yerleştirilmişti. Benzeri uygulamaların müesses nizamın krize girdiği ya da dağılmayla yüz yüze kaldığı koşullarda yol açtığı etnik çatışmaların dehşetini yakın tarihten görmek mümkündür. Rejimin etkisini kaybettiği andan günümüze Rojava Kürdistan dahil olmak üzere Kuzey ve Doğu Suriye’de böyle bir dehşetin yaşanmamış olması (DAİŞ faşizmi ve Türk devleti tarafından desteklenen çeteci grupların terör faaliyetleri hariç) Rojava Devrimi’yle mümkün olmuştur. Devrim imkânsız görüleni mümkün kılmış, yıllardır birbirine karşı düşmanlaştırılmaya çalışılan halkların birlik ve dayanışma yeteneklerini açığa çıkarmıştır. Demokratik ulus esaslarının geçerli olduğu topraklarda bugün Kürt, Arap, Asuri, Süryani, Çerkes, Çeçen, Ermeni ve Türkmenlerin birliğine dayalı olarak meclisler örgütlenmekte, öz savunma güçleri oluşturulmakta, sosyal ve doğal kaynakların üretimi ve tasarrufu gerçekleştirilmektedir. Bu birliğin tüm Ortadoğu için “olumsuz örnek” teşkil edeceğinden korkan küresel ve bölgesel devlet güçlerinin, oluşturulmasına katkı sunduğu DAİŞ terörü halkların mücadele birliğine dayalı olarak etkisiz kılınmıştır. DAİŞ’in yenilmesiyle devrim ve demokratik ulus sisteminin etki alanı genişlemiştir. Devletlerin baş edemediği, Musul, Kerkük ve Şengal’in işgal edildiği günlerde KDP şahsında silahları bırakıp mevzileri terk ederek kaçışın gerçekleştiği bir terör tehdidine karşı ortaya konan mücadele dünya ölçeğinde büyük bir etki uyandırmıştır. Dünyanın her yerinden Rojava Kurdistan’da açığa çıkarılan değerleri korumak, sahiplenmek üzere savaşmaya gelenler olmuştur. Geçen yüzyıldaki İspanya İç Savaşı’ndan bu yana bu ölçüde bir enternasyonal dayanışma ilk kez Rojava Devrimi’yle birlikte yaşanmıştır. Doğru esaslar üzerinden geliştirilen devrimci hamlelerin saldırılar karşısında yalnız bırakılmayacağını, devrim için ülkesinden, dostlarından ayrılıp savaş mevzilerinde canından feragat edercesine dövüşen binlerce enternasyonal savaşçı tüm dünyaya göstermiştir. Bölge halklarının, ulus-devlet faşizmiyle katmerlenmiş doğu despotizminin insafına terk edildiği kanaati yerle bir edilmiştir. Doğruyu söylemek ve haklı olmanın ötesinde doğruları ve hakları sonuna kadar sahiplenme iradesiydi bu etkiyi açığa çıkaran. Bu bilinçle, Abdullah Öcalan’ın rehberliğinde Kürtler önce kendi örgütlülüklerini oluşturmak için uğraştı yıllarca. Bir halkın tüm kesimleriyle devrime seferber olması büyük bir güç açığa çıkardı. Kürtler hem haklı hem güçlü olarak bölge halklarına güven verdi. Ve nihayetinde dünya ölçeğinde gelişen enternasyonal dayanışma, haklarını sahiplenen halkların devlet sisteminin sömürü projeleri karşısında çaresiz ve yalnız olmadıklarını gösterdi.

 

Rojava Devrimi ve Kadın Özgürlüğü

Rojava Devrimi toplumsal ilişkilerin özgürlük ekseninde oluşturulabileceğini gösterdi aynı zamanda. Kadının devrimle birlikte yaşamın her alanına katılabilmesi, devletçi sistemin kadın üzerinden geliştirdiği ahlak, namus ve özgürlük algısını yerle bir etti. Bir kafes olarak inşa edilen muhafazakâr aile kurumuna bağımlı pozisyonda tutulmak kadar, ulus-devletin modernlik gösterişinin nesnesi olmak ve bu nesnelik halini özgürlük yanılgısıyla kabullenmenin de kadınlarca tercih edilmeyeceği özgürlük ve kendini gerçekleştirme imkânlarını açığa çıkardı. Oluşturulan her ortak kuruma asil bir üye olarak katılan, bu kurumlarda eşbaşkanlık ve eşsözcülük konumuna sahip olan, ortak örgütlenmelerin yanı sıra özgün örgütlenmeleri bulunan, bu kapsamda etkin bir toplumsal özne olarak yaşamın biçimlendirilmesinde belirgin bir yere sahip kadın toplumsal cinsiyetçiliğin Ortadoğu ölçeğinde beliren pratik ve söylemlerini önemli ölçüde ortadan kaldırdı. Zorunlu evliliğe, tecavüz olaylarına, kadına şiddete ve kadın cinayetine demokratik sistemin güçlü inşa edildiği alanlarda hiç rastlanmazken, Rojava ile Kuzey ve Doğu Suriye bütününde bu olayların görülme sıklığı devrim öncesine nazaran ciddi oranda azalmış bulunmaktadır. Devlet gücü ve erkek etkisinin azaldığı durumlarda kadının başına türlü türlü felaketlerin geleceğine dair kehanetlerin hakikat değeri taşımadığını göstermektedir tüm bu veriler.

Devrimin kadın özgürlükçü yönü erkekler açısından oluşturulan kabullerin de gerçekçi olmadığını göstermiştir. Özgür eşyaşama uygun erkek kişiliği, demokratik toplumun yaratılması ve devrim değerlerinin savunulmasında en büyük gücü özgürleşen kadından aldığının bilincindedir. Yaşama kadın ve erkek arasında özgürlük ve eşitlik temelinde gelişen uyum hâkimdir. Devrimden birkaç yıl öncesine kadar toplumsal ilişkilerin kadın-erkek eşitliğine dayalı olarak yürüdüğü ülkeler arasında tek bir Ortadoğu ülkesini göstermek mümkün değildi. Kadın-erkek eşitliği Ortadoğu toplumlarının kati surette kapalı olduğu bir gerçekliği ifade etmekteydi. Devrimden sonra ise dünya ölçeğinde en ileri düzey yakalanmıştır. Toplumdaki özgürlük potansiyelinin kadın ve erkek arasındaki ilişki boyutunda sahip olduğu ilerici güç, kadının nesneleştirilmesine dayalı olarak sürdürülen despot devlet geleneğine karşı verilecek mücadelede önemli bir motivasyon sağlamaktadır. Toplumun özgürlüğünü kadının kurtuluşu ekseninde hedefleyen programıyla Rojava Devrimi Ortadoğu halklarının kurtuluşu açısından en önemli yol gösterici konumundadır.

 

Toplumsal Ekonominin İnşası

Yaşamın temel ihtiyaçlarının karşılanması, oluşturulan ekonomi komünleriyle halkın inisiyatifi dahilinde gerçekleştirilmektedir. Tarım ve henüz küçük ölçekli de olsa sanayi üretimine dayalı olarak yürütülen ekonomi çalışmaları açısından aşılması gereken ciddi sorunların olduğu belirtilebilir. Bu kapsamda daha yaratıcı yöntemlere ve özellikle de bölge ve dünya demokratik kamuoyuyla etkin bir ilişki düzlemine ihtiyacın olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Yine her ne kadar demokratik ulus düşüncesinin uygulanmasında yaşanan sorunlarla paralel olarak gelişse de iş bölümünde devrimin ruhuna uygun olmayan yaklaşımların varlığı acilen aşılması gereken bir problem olarak ortada durmaktadır. Fakat mevcut kaynakların tasarrufu konusunda devrim öncesi dönemle kıyaslanamayacak düzeyde kolektif katılımın geçerli olduğu da dikkate alınmak durumundadır. Kaynakların toplanması ve hangi amaçlar doğrultusunda kullanıldığı konusunda esas alınan aleniyet ilkesi tavizsiz bir şekilde uygulanmaktadır. Bu şekilde, toplum tarafından üretilen maddi değerin şahsi çıkarlar için kullanılmasına zemin sunulmamaktadır. Toplum değerlerine çöreklenen kişiliklerin “devletin malı deniz” deyiminde ifadesini bulan bireyciliğinin ancak devlet fideliğinde gelişme imkânı bulduğunu, ahlaki ve politik toplum esaslarının geçerli olduğu zeminlerde hem oluşturulan demokratik kurumların hem de bu bilinçle eğitilen bireylerin toplum değerlerini savunacak karakter ve yetenekte olduğunu kanıtlamaktadır belirtilenler. “Bal tutan parmak yalanır” sözü halkın emeği üzerinden kendini yaşatan asalakların sineye çekilmesini ifade eder. Bunun doğal bir durum olmadığını, görevine-yetkisine dayanarak ihya olanların normal karşılanmak bir yana elinde politik güç bulunan halk tarafından ciddi yaptırımlarla yüz yüze bırakıldığını, adaletin de soyut bir kavram olmaktan çıkıp yaşamın somut gerçekliğine bu temelde indirgendiğini Rojava Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye halkları tüm Ortadoğu toplumlarına göstermektedir.

 

Ahlaka Dayalı Toplumsal Adalet

Toplumsal adalet bağlamında da bir-iki noktaya değinmek gerekmektedir. Devrim alanlarında hukuk ve adalet sistemini düzenleyen yasal metin dünyada mevcut bulunan tüm anayasaların incelenmesi ve demokratik halk sistemine uyarlanması neticesinde hazırlanmıştır. Bununla birlikte, devrimin etkin olduğu bölgelerde adalet iki temel boyut üzerinden sağlanmaya çalışılmaktadır: Hukuk mahkemeleri ve adalet komisyonları. Hukuk mahkemeleri normatif bir zemin olarak, hazırlanan yasal metne dayalı bir şekilde işlemektedir. Mahkemelerin işleyişi konusunda her ne kadar eşitliğe en uygun teamüller uygulanıyor olsa da hukuk kategorisinin toplumun adalet ihtiyacına yanıt olmakta yetersiz kalacağı bilinciyle Adalet Komisyonları da sisteme dahil edilmiştir. Adalet komisyonlarının kapsamı yerel ölçeklidir. Dayandığı esaslar ağırlıklı olarak hukuki normlardan ziyade toplumsal ahlaka dayalıdır. Hukuk mahkemeleri için geçerli olan, bileşenlerin eşitlik ve adalete azami katkı sunacak biçimde belirlenmesi durumu adalet komisyonları için de geçerli olmaktadır. Yanlı karar alma, taraflardan birini kayırma vb. durumların gelişmesine olanak sunmayacak bir bileşim ve işleyişle sorunlar çözüme kavuşturulurken toplumsal ahlakın diri kalması da sağlanmış olmaktadır. Bu temelde hukuk ihtiyacı gözetilmekle birlikte, ahlakın hukukun gerisinde kalıp sönümlenmesi, buna bağlı olarak da toplumsal sorunların çözümünde halkın kendine olan güveninin zayıflamasına karşı çözüm olmaya çalışan bir adalet mekanizması geçerlidir.

Baas rejiminin Kürtlere karşı geliştirdiği Arap Kemeri politikasının neden olduğu sorunlar dahi bu mekanizmayla çözüm yoluna girmeye başlamıştır. Yıllar önce topraklarına el konarak topraksızlaştırılan Kürtlerle, yıllardır bu topraklar üzerinde tasarrufta bulunan Arapların yaşadığı sıkıntılar halklar arası bir sorun olarak değil, devletin yarattığı bir sorun olarak ele alınmaktadır.  Bu yaklaşımla her iki tarafı da mağdur etmeyecek ahlaki ve adil esaslara dayalı çözümler devrim sonrası inşa edilen adalet sistemiyle üretilebilmekte, bu yönlü sorunlar çözüm yoluna girmektedir. Var olan rejimin egemenliğini yitirdiği, fakat dönüşümün halk devrimi çerçevesinde gelişmediği dönem ve yerler açısından böyle bir sorunun halklar arasında yarattığı dehşetengiz karşıtlık ve yol açtığı trajediler göz önüne getirildiğinde, devrimle birlikte inşa edilen adalet sisteminin Ortadoğu’nun geneli için muazzam çözüm gücüne sahip olduğu görülebilmektedir.

 

Devrimin Savunulması

Gerçekleştirilen tüm başarılar ve üstesinden gelinen zorluklarla birlikte devrimin aşması gereken sorunları olduğu da görülmek durumundadır. Demokratik ulus düşüncesini ideal haliyle yaşam pratiğine hâkim kılmakta yetersizlikler mevcuttur. Bunun ekonomi ile ilgili yarattığı sorunlara yukarıda kısaca da olsa değinildi. Eğitim ve sağlık sisteminin de yeterli olmadığını belirtmek gerekmektedir. Akademi alanında da bilimi ve bilgiyi özgürlükçü-ekolojik karakterde üretecek kurumları oluşturma hedefiyle çalışmalar yürütülmekle birlikte hem eğitimin niteliği bakımından hem de bu akademilerde öğrenim gören gençler açısından akademik bilginin devrimin dayandığı temelleri güçlendirecek, toplumsal gelişime ivme kazandıracak yaratıcı enerjiyi açığa çıkarma konusunda olması gereken düzey henüz yakalanmış değildir. Ekonomi, eğitim, sağlık ve akademi sistemin yaşamsal dayanakları olarak geniş ufuklu bir perspektif, derin kavrayış ve yaratıcı yöntem çerçevesinde daha nitelikli kılınmaya ihtiyaç duymaktadır. Yine savaş gerçekliği-Türk devleti başta olmak üzere-devlet güçleri ve devletlerle irtibatlı çeteci yapıların saldırı tehditleri yaşamı idame etmekte yaşanan sıkıntılar ve bağlantılı olarak gelişen göç sorununun temel nedeni olmaktadır. Bu bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde, dört bir tarafı abluka ve saldırı tehdidi altında olan Rojava Kurdistan ile Kuzey ve Doğu Suriye’de elde edilen başarılar şüphesiz küçümsenemez. Fakat demokratik toplum sistemini savaş gerçeğiyle birlikte inşa etmeyi gerekli kılan koşullar söz konusu. Bu açıdan yaklaşıldığında esas sorunun, dışarıdan gelen/gelecek olan tehditlerden ziyade devrimi sahiplenme düzeyi ile ilgili olarak yaşandığını belirtmek gerekmektedir. Demokratik ulusu en ideal haliyle yaşamsallaştırma noktasında mevcut yetersizliklerin acilen üzerinde durulması ve çözüme kavuşturulması gerektiği açıktır.

Öcalan, gerçekleştirilen bir görüşmede “100 bin kişilik bir demokratik ulus ordusu oluşturulmalı” belirlemesinde bulunmaktaydı. Devrimin öz savunmasının, yayılmasının, gelişmesinin neye dayalı olarak açığa çıkacağını bu belirleme net bir şekilde ortaya koymaktadır. Şu ana kadar gerçekleştirilenler, devrim öncesinde kimsenin hayal bile etmediği şeylerdi. Ama gerçekleştirildi. Anlaşıldığı ve o zamanki koşullar çerçevesinde uygulandığı haliyle demokratik ulus paradigmasıyla gerçekleştirildi. Halkların sahip olduğu gelişim enerjisi demokratik ulus uygulamalarıyla gün yüzüne çıkarıldı. Bugün daha ilerisi ve daha fazlası için demokratik ulusu ideal haliyle yaşama indirgemeye ihtiyaç var. Bunun hayatiyetini görmek için Türk devletinin geliştirdiği saldırılara bakmak yeterlidir. Soykırımcı-sömürgeci Türk ordusu 2019’da Serêkaniyê ve Girê Spî’ye DAİŞ artığı çetelerin bölgedeki aşiretleri etkilemesine dayanarak girebildi. Demokratik ulus kavrayışında yaşanan zaafların yol açtığı sonuçları en net haliyle bu işgal harekâtı gösterdi. Karşı devrimci saldırıları boşa çıkaracak öz savunmanın savaş komünalizmine dayalı olarak örgütlenmesi, demokratik kamuoyu nezdinde dünya ölçeğinde etkin diplomasinin hayata geçirilmesi, bölgeyi Kürtsüzleştirmeyi hedefleyen politikaların ekmeğine yağ süren Kürt göçünün önüne geçilmesi, devrim sisteminin dışında kalan kesim ve aşiretlerin sisteme katılmasının sağlanması, devrim kazanımlarını suiistimale yeltenenlere karşı devrim ilkeleri doğrultusunda gereken tutumun gösterilmesi ve daha da arttırılabilecek birçok husus demokratik ulus kavrayışı ve demokratik konfederalizm uygulamalarının yetkinleşmesi çerçevesinde yerine getirilecektir.

Demokratik ulusu kabul etmekle DAİŞ’i tarihe gömen devrim güçleri, TC’nin, İran’ın, demokratik çözüme yanaşmamakta ısrar eden rejimin, yine küresel güçler olarak ABD ve Rusya’nın devrimi boğmaya ya da aslından uzaklaştırmaya yönelik çabalarını demokratik ulusu tüm boyutlarıyla birlikte içselleştirerek yenilgiye uğratacaktır.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.