Düşünce ve Kuram Dergisi

Rojava Üzerine Düşünceler: Janet Biehl Ile Röportaj

Zanyar Omrani, Doğu Kürdistanlı bağımsız gazeteci ve belgesel yapımcısı.

Zanyar Omrani: Kürt meselesiyle ilk olarak nasıl tanıştığınızı ve bunun neden dikkatinizi çektiğini anlatabilir misiniz?

Janet Biehl: Bookchin 2006’da yaşamını yitirdikten sonra birkaç kişi bana “Bookchin’i mücadelelerinde yaşatma” ve “demokratik konfederalizmin somutlaştığı ilk toplumu” inşa etme isteklerini ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendisine ilişkin çok hoş övgülerini içeren bir mesaj iletmişti.
Daha sonra Kürt ekoloji aktivisti Ercan Ayboğa, 2011’de beni Diyarbakır’daki Mezopotamya Sosyal Forumu’na katılmam için davet etti. Ercan, hareketin ve benim birbirimize anlatacakları olabileceğini düşünmüştü ve haklıydı da.
MSF’de ekoloji, cinsiyet eşitliği ve daha birçok konu hakkında aktivist ve fikirleriyle tam anlamıyla faal bir sosyal ve politik hareketle karşılaştım. Orada ataerkil görünümlü daha yaşlıca adamların oturup töre cinayetleri hakkında konuşan 20’li yaşlarındaki kadınları dikkatle dinlemekle olduklarını gördüm. O zaman burada bir şeylerin olduğunu fark ettim.
Ondan sonra Kuzey Kürdistan’da oluşturulmakta olan demokratik özerklik kurumlarını araştırmak için seyahat eden Alman-Kürt dayanışma aktivistlerince kaleme alınmış Kuzey Kürdistan’da Demokratik Özerklik ve Rojava’da Devrim adlı iki kitabın Almancadan İngilizceye çevirisinde yardımcı oldum. Bu kitap, 2016’da Pluto Press tarafından basılacak.
2014 Aralığında akademik bir delegasyonun bir üyesi olarak Rojava’ya gidebildim. Orada on gün boyunca kaldık.

Bize Rojava’ya yaptığınız ilk gezi hakkında bir şeyler anlatabilir misiniz? Oradaki yaşam beklediğiniz gibi miydi?

Ben Almanca raporları tercüme etmekteydim ve böylece konu hakkında büsbütün bilgi sahibiydim. Fakat yine de 1.65 boylarında üniformalı ve sürekli bir şekilde kalaşnikov taşıyan genç bir kadının görüntüsüne hazır değildim- bu genç kadınlar bize her zaman eşlik ediyordu. İlk defa yoğunlaşmış kolektif insan gücünün sosyal düzeni kısa bir zaman içerisinde nasıl değiştirebileceğini gördüm.

Ve Diyarbakır’da sadece çadırlarda görebildiğimiz Öcalan resimleri burada açık alandaydılar.
Rejim tarafından hapse atılmış ve işkenceye uğramış, ancak bu proje amacına ulaşıncaya kadar da çalışmaya devam eden insanlarla tanıştım. Delegasyonum, TEV-DEM ve Yekitiya Star’ın organizatörleriyle konuştu; devrimciler meclisleri ve kurumları inşa etmek için çok uğraşmışlardı. Murray hayattayken devrim tarihi üzerine çalışmıştı ve ona bu konu hakkında olan bir kitabı için yardımcı olmuştum. Fakat bunu gözlerimle görmem benim için olağanüstü bir şeydi.

Komünler, TEV-DEM, kantonların 22 bakanlığı, belediyeler, mahkemeler… Bütün bu kurumlar daha önce sadece kâğıt üzerinde olan ideaları pratikleştiriyorlar. Bookchin’in düşünceleri doğrultusunda Rojava’da gördükleriniz nelerdir?

İkinci delegasyonla birlikte yaptığımız seyahat 15 Ekim’de yapıldı. Rojava’da geçirdiğim toplam süre 13 gündü. Konuştuğum insanlar siyasi çalışmalarda bulunuyorlardı. Dolayısıyla anlatacağım her şey dışarıdan gelen bir grup ziyaretçiyle konuşmakta olduklarını bilen insanların bana anlattıklarına dayanıyor. Yani onlar dünyaya konuşuyorlardı.

Hemen herkes Rojava projesinin devletsiz ve devlete karşı olduğundan bahsetti. Esad Rejimi bölgeyi ekonomik olarak geri bırakmıştı ve dolaysıyla kapitalizm buradaki toplumu şekillendirmemişti ve söz konusu politik sınıf kendini bir kooperatif ekonomisi oluşturmaya adadı. Rejim tarafından kullanılmayan ekilebilir araziler tarım kooperatiflerine dönüştürüldü. Dahası, her üç kanton da Birleşik Devletler’deki gibi bireyci olmaktan çok ideolojik ve pratik olarak komünalistik özellikeler taşıyor. Spesifik olarak Bookchin için, Rojava’da demokratik özyönetim kurumları olarak tanımlanan yapılar Bookchin’in özgürlükçü belediyecilik adı altında tasavvur ettiği şeyle büyük oranda benzeşiyor. Demokratik Konfedaralizm temelinde yurttaş meclisleri (Bookchin’de) ya da komünler (Rojava’da) var. Komün mahalle düzeyindeki konfederal meclise temsilci gönderiyor, mahalle meclisi de ilçe meclisine temsilcilerini gönderiyor ve ilçe de kantona. Bookchin’nin tanımladığı gibi, bu çok sıralı yapıda güç aşağıdan yukarıya doğrudur.

Peki bu vizyon gerçekleşti mi? 2014 Aralık’ında, Qamışlo’daki bir komün toplantısına şahit oldum. 2015 Ekim’inde de delegasyonum meclis başkanı Hakam Xalo ile tanıştığımız demokratik özyönetim kantonu olan Amude’ye gitti. Xalo’ya orada kaç kantonun olduğunu sordum. Bana Arap köylerini ve diğer tüm etnisiteleri de içeren 4000 kadar özgürleştirilmiş bölge olduğunu söyledi.

Bazı şeyler de Bookchin düşüncesinde olduğu gibi değildi tabi. Özellikle Bookchin, Öcalan’da olduğu gibi kadına bir öncelik vermez. Bookchin tüm hiyerarşilere karşıydı. Ancak Öcalan kadın ezilmişliğine özel bir önem ve kadına kendine özgü bir değer ve öncü rol verir. Bookchin, kadına bu türden bir rol yüklemez ya da yüzde 40 cinsiyet kotası ve eş başkanlık gibi çağrılarda bulunmaz.

Gücün aşağıdan yukarıya doğru olduğundan emin olmak için bir komün toplantısında karar alma süreçlerine tanık olmam ve mahalle, ilçe ve kantonal düzeydeki meclislerin takibi gerekiyordu. Ama ne yazık ki dil probleminden dolayı bu olanak yoktu. Dolayısıyla  bu türden bilgiler için diğer araştırmacılara dayanmak zorunda kalacağım.

Sizce Rojava’daki yasa koyucu ve yönetsel kurumlar Demokratik Birlik Partisi’nin egemenliğinin dışında hareket edebilirler mi?

2015 Ekimi’ndeki delegasyon aynı zamanda Cizre Kantonu Başbakanı avukat Akram Hesso ile de görüştü. Ona sistem içerisinde, gücün aşağıdan yukarıya doğru olup olmadığına ilişkin bir soru sordum. Bana tercüman aracılığıyla “insanların görüş ve ihtiyaçlarını kendilerine ilettiklerini ve kendilerinin de pratik karara dönüşmeleri için bu görüşlerin yasalara uygun olup olmadığı konusunda çalıştıklarını “ söyledi. Bu tam olarak siyaseti tabandan yürütmek anlamına gelmiyor.

Bunun üzerine ona insanların görüşlerine nasıl ulaştıklarını sorduğumda, “Mahallelerde küçük komünlerin, yerel kurumların, parlamentoların ve yasama meclislerinin olduğunu ve halkın bir piramitte olduğu gibi adım adım taleplerini ifade ettiklerini” söyledi.

Seçimlerin yapılıp yapılmayacağına ilişkin bir soru yönelttiğimde ise “bu yıl belediye seçimlerini gerçekleştirdiklerini ancak İŞİD’in Kobanê ve diğer yerlerdeki saldırıları nedeniyle parlamento seçimlerinin ertelendiğini” ifade etti.

PYD yanlısı partilerle ENKS yanlısı partiler arasında yapılan ve mecliste eşit sandalye sayısına sahip olma konusunda bir kararı da içeren anlaşmaya atıfta bulunarak, seçimlerin 2014’deki son Duhok antlaşmasına uygun olarak yapılıp yapılmadığına ilişkin soruma Hesso,  Duhok antlaşmasının tüm Kürt partileri bağladığını ve antlaşmayla ilgili bir sorunlarının olmadığını söyleyerek cevap verdi.

“Başkanlığını yaptığınız bu meclis PYD dışındaki partileri de içeriyor mu” diye sordum.

Qamışlo’da bir kadın meclisi. Foto: Janet Biehl

“Özyönetimlerde Kürt halkının 12 partisi var. Demokratik Özyönetim tüm partilere açıktır. Ben bir ENKS üyesiyim.”

Bunu bilmiyordum ve öğrenince kısa bir şaşkınlık yaşadım. Daha sonra Hesso’nun nasıl başbakan olduğuna ilişkin şu bilgiye ulaştım: Hesso sekiz ay önce bir IPS muhabirine yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Farklı topluluklarda 98 kişinin temsil ettiği bir komiteye değin çeşitli toplantılarımız var. Onlar da içimizden 25 kişiyi seçip hükümeti oluşturmakla görevli.”

Bu 98 kişinin nasıl seçildiği açık değil. Ancak biz yine Amude’ye dönelim.

Ancak peşini bırakmamak adına yine de öğrenmek istedim: “Bazıları PYD’nin baskıcı olduğunu söylüyor? Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?”

“PYD burada diğerleri gibi herhangi bir Kürt partisi. Parlamentoda sandalyeye sahip ve popüler bir parti ancak baskıcı değil.”

Delegasyonumdan biri kantonal hükümet binasını hatırlatarak duvarlarda neden Öcalan’ın resimleri olmadığını sordu.

Hesso “demokratik özyönetimde herkesi temsil ettiklerini”  söyledi. “ Demokratik özyönetim ENKS dâhil tüm görüşlere saygılıdır. İnsanlar hükümette değil ama evlerinde Öcalan’ın fotoğraflarını asabilirler.”

Sonraki gün, Hesso Derik’teki Yeni Dünya Zirvesi’nde konuştu ve devrime olan bağlılığını ifade etti: “Devrimimiz bir özveri ve direniş devrimidir. Burada, demokratik özyönetimlerde kadın eşitliği var. Devrimimiz bütün insanlığın devrimidir. Din ve insan hakları komisyonlarımız mevcut. Ve yeni toplum şehitlerimizin kanı ile inşa ediliyor. Demokratik özyönetimin güvenliği, Rojava’yı koruyan YPG, YPJ, Sotoro ve Asayiş’e dayanıyor.”

İktidarı asgari düzeye indirmek amacıyla siz ne gibi stratejilere sahipsiniz? Başka bir deyişle, kararın yukarıdan aşağıya dayatılmasını önlemek için demokratik güvenceler nelerdir?

Rojava’daki insanlar aşağıdan yukarı olan sistemin yukarıdan aşağıya dönüşme tehlikesinin farkında görünüyorlardı. 1917’de Rusya’nın her yerindeki sovyetler veya konseyler aslında iktidarı tabandan yukarıya doğru taşımayı öngörüyordu. Fakat Bolşevikler iktidara geldiğinde, bu kurumları totaliter egemenlik için kullandılar.

Güvenceden bahsetmiştiniz. İnsan topluluklarından bahsediyoruz; fizik kanunlarından değil. Bunun garantisi yoktur. Demokrasinin tüm masumiyetiyle birlikte devam edeceğini söyleyen matematiksel bir formül yok.

Bookchin bu sorun üzerine çok kafa yordu ve en ısrarcı olduğu nokta toplumun farklı yönetim ve politika biçimlerini güvenceye almasının gerektiği üzerineydi. Politikaya sadece meclislerdeki yurttaşlar karar verebilmeli. Konfederal meclislerin tek rolü bu kararların icrasını gerçekleştirmektir. Kurullar politikaya karar verdiği sürece gücün tabandan gelmesini sağlayamazsınız.

İkincisi, konfederal meclislerdeki temsilciler her zaman denetlenebilir ve geri çağrılabilir olmalıdır. Onarlın tek görevi halk tarafından alınan kararları üsteki meclislere iletmektir. Eğer bunu yapmakta başarısız olurlarsa halk onları geri çağırabilir.

Amude’de delegasyonumuz kanton yasama meclisi başkanı PYD’li Hakam Xelo ile görüştüğünde meseleye pratik bir açından baktık. Bir mahalledeki birkaç komünün bir konu üzerinde ortak bir karara varamadığını ve mahalle komününde farklı düşünen delegelerin herhangi bir konu hakkındaki anlaşmazlıklarını yansıttıklarını ve bunun için de mücadeleye giriştiklerini düşünelim. Bu mesele nasıl çözüme kavuşturulacak?

Xelo mahalle meclisinin son bir karara varması gerektiğini ancak son kararın kantonal düzeyde verileceğini ifade etti.

“Kararın verilmesinde hangi faktörler etkili oluyor” diye sorduğumda ise Xelo, toplumsal sözleşmeye atıfta bulunarak “kararın toplumsal sözleşmeyle uyumlu olması gerekir” diye ekledi. “Burada kadın özgürlüğü temel bir ilkedir ve ekoloji de aynı şekilde. Ayrıca yaşamımızı örgütlemede insan hakları, çocuk hakları gibi uluslar arası yönetmeliklere de başvuruyoruz.”

Karar alma süreçlerinde toplumun elle yazılmış temel ilkelere sahip olmasını güven verici buldum. Devamla Xelo’dan tabandan yukarıya olan sistemi korumak için kullandığınız başka yolların ne olduğunu öğrenmek istedim.

Xelo “yerel komünlerin yerel meseleler ile ilgilendiğini” söyleyerek cevap verdi. “yasama meclisi kantondaki tüm halkı ilgilendiren meseleleri tartışır”

Evet, bu ilkeyi Rojava’da birçok kişiden daha açık ve net bir şekilde duymuştum: verili bir meseleye ilişkin kararlar en yerel düzeyde alınıyor. Mesela bir okulun yerini ya da okulun hangi saatler arasında ne kadar süreyle çalışacağını belirlemek gibi bir komünün bir konuyu ele almakla yetkili olduğu konulara yerel komün karar veriyor ve üst kuruluşlar buna müdahalede bulunamıyor. Bu, insanları kurumlara ve onlarla ilgili olan hemen çözülmesi gereken meselelere yakın ve bürokrasinin gelişmesi tehlikesinden de uzak tutuyor.  Bu demokrasi için insanları duyarlı kılmanın bir yolu (bu bana biraz da Katolik toplumsal düşüncesinin “tamamlama” ilkesini hatırlattı).

Janet Biehl Asayiş üyesi Beritan Cudî ile birlikte. Beritan 25 yaşında ve Dırbesiye’den gelmiş. Foto: Dilar Dirik.

Fakat acaba bu yerele odaklanma tabandan yukarıya sistemini korumak için gerçekten etkili olabilir mi? Örneğin savaş ve barış konuları herkesi ilgilendirir, bunun için sokak ve mahalle toplantılarının neden bir söyleyeceği olmasın? Kantonal düzeydeki tüm meselelerin kanton meclislerine havale edilerek tüm gücün tepede yoğunlaşmasından endişelendim.

Delegasyon Xelo ile görüştükten sonraki gün, Yeni Dünya Zirvesi’nde özgürlükçü belediyecilik ya da demokratik konfederalizm hakkında bir konuşma yaptım. Konuşmamı bitirdiğimde ön sıralardan bir el havaya kalktı, bu Xelo’nun ta kendisiydi ve benim sorumun aynısını yanımdaki panelistlerden biri olan Amine Osse’ye yöneltti: tabandan gelişen sistemi, tepeden sisteme dönüşmekten nasıl koruruz?

Osse, demokrasinin sorumluluk ilkesinden bahsetti. Sık sık ”Bilincin vekaleti/temsilcisi yoktur” diyen Bookchin’e katılıyorum. İnsanlar fikir ve süreç için ve sürecin işlemesi için sorumluluk duymalı ve uyanık olmalıdırlar. Eğer sorumluluk duymaz, ihmalkâr davranırlarsa tabi ki iktidar yukarıdan aşağıya yönelmeye başlayacaktır.

Burada taban sisteminin ve şeffaflığın güvenceye alınması için başka bir önemli konudan bahsedeceğim. Karar alma süreçlerinde kullanılması için bütün kayıtlar, kararlar ve oylama sonuçları, ekonomik ve diğer bilgiler kamusal olarak ulaşılabilir olmalıdır. Her şey şeffaf olmalıdır. İnsanlar birbirlerine karşı sır saklamaya başlarsa doğru karar alamazlar ve diğerleri de gizli bilgilere dayanarak sahne arkalarında karar alırsa bir meclis demokrasisinden bahsedemeyiz.

Aynı konu hakkında arkadaşım Zaher Baher önemli bir noktaya değindi. İlk önce örgütlenmenin çeşitli taban örgütlenmelerini temsil ettiğine atıfta bulunarak  “Rojava için TEV-DEM’in tek umut olduğunu”  söyledi ve TEV-DEM’in yerel grupların taleplerini konfederal meclislere iletmenin bir aracı olduğunu düşündüğünü ifade etti. Zaher’in işaret ettiği şeye katılıyorum: Rojava bir çok sivil kuruluşa sahip ve demokratik toplum bu örgütlenmelerin gücüne dayanır.

Peki Rojava’daki sistemin tamamen Bookchin’in tasavvur ettiklerine benzediğini söyleyebilir miyim? Tamamen değil, belki de bu insanın yeteneklerinin ötesine geçebilir. Ancak insanlar geleceği gören biri olarak değil, bir teorisyen olarak Bookchin’in düşüncelerinin uygulamaya geçmesi sorunuyla uğraşıyorlar ve bence insanlar Bugün Rojava’da yanlış yapsalar da, bu düşüncelerin önemi yarınlarla ilgili.

Anlaşılan tüm yasama ve idari kuruluşlar iş başında ve birçok alanda özgür seçimler yapılıyor. Peki, sizce orada kendi çıkarlarıyla uyuşmayan bir kararı engelleyecek “kanun dışı bir gücün” varlığı söz konusu mu?

“Kanun dışı güç” derken öyle sanıyorum ki PKK’yi kastediyorsunuz. Elbette Rojava’daki birçok politik aktör Kandil dağlarında zaman geçirmiş ve PKK ile aynı köklere sahip. Fakat aktif iletişim halinde olduklarını inkâr etme çabası içerisindeler. Bana sahne arkasında ne olduğunu soruyorsun, bu konuda bilgi sahibi olmamın bir yolu yok.

Kürtler üzerine çalışan Amerikalı Profesör Michael Gunter Savaşta ve Barışta Suriye Kürtleriadlı kitabında taban sisteminin uygulanamaz olduğunu ve Rojava’da sahne arkasında her şeyin PKK tarafından yürütüldüğünü söylüyor: “ Gerçekte, (bölgeyi) Kandil Dağlarındaki PKK liderlği ve İmralı’daki Abdullah Öcalan çeşitli alanlarda sorumlu olan PKK/PYD komutanları yoluyla yönetiyor.” Bu türden bir açıklama için kanıt nedir?: “2013 Eylül’ünde tüm Suriye’deki PYD/YPG birliklerinin komutanlığında bulunan Kobani’li Şahin Cello eskiden bir PKK üyesiydi ve örgütün Avrupa’daki liderlerindendi”.

Evet, eski PKK militanlarının orada bulunması kafalarda soru işaretleri oluşturabilir. Ancak YPG ve YPJ Rojava sisteminin bir parçası, özyönetime karşı sorumlu ve demokratik bir şekilde çalışıyorlar, komutanları alt tabakadan insanlar arasından seçiliyor.

Yine de tüm iplerin ve tüm kontrolün PKK’de olduğuna ilişkin varsayımın doğru olduğunu düşünelim.  Bir toplum radikal demokrasiye bağlı olsa da emir komuta yapısı nedeniyle tarih bize savaşın bir toplumu daha da otoriterleştirdiğini gösteriyor. Hergün askeri kararlar veriliyor. Ve eş başkanlar Hediye Yusuf ve Şex Humeydi Denham, Başbakan Hesso ve Meclis Başkanı Xelo gibi Cezire’nin üst düzeydeki yönetimi bu konuda tecrübeye sahipler ve uyanıklar. Onların tabandan gelen yurttaşların taleplerine kendi yargılarının süzgecinden geçirmeden uyuyor olduklarını düşünebilir miyiz?

Halka karşı sorumlu oldukları sürece yöneticilerle ilgili bir sorun yoktur. Eğer taban onları tekrar seçime tabi tutuyorsa işte bu demokrasidir.

Ve tarih bize savaş zamanları ile ilgili başka bir şey daha öğretiyor: savaş süreci demokrasiyi genişletebilir de. Savaştaki bir toplum insanlardan savaşmalarını ve belki de ölmelerini ister. Bu özellikle de Rojava gibi sofistike savaş teknolojilerine sahip olmayan toplumlar için geçerli ve drone ya da savaş uçaklarından çok, yanı başımızdaki savaşçılara dayanan bir savaştır. Atina’yı hatırlayın; piyadeler, savaşçılar aynı zamanda meclisteki, ekklesia’daki, yurttaşlardı.

Dolayısıyla savaştaki bir toplum paradoksal olarak demokratik özelliklerini geliştirebilir. Bu da bir tür toplumsal sözleşmedir. Gerçek şu ki üç kantonun insanları İŞİD’e karşı savaşmak için harekete geçirmesi aslında demokrasi için bir çekme kuvvetidir. İnsanlar savaşa rıza göstermek, ona katılmak, onun için savaşmak ve kendilerinin ya da ailelerinin bir üyesinin hayatını onun için feda etmek zorunda.

Yani PKK nin orda savaşıp savaşmadığına ya da sahne arkasında bazı kararlar alıp almadığına bakılmamalıdır. Halkın savaşı var ve halk kendi özyönetimleri için savaşmak zorunda.

Yaptığınız son gezi hakkında yazdıklarınızı okuduğumda Rojava’da gördüklerinizle ilgili bazı korku ve endişeleriniz olduğunu fark ettim. Sizi endişelendiren şeyi net bir şekilde söyleyebilirseniz memnun olurum. 

“Özgürleşme İdeolojisinin Paradoksları” adlı makalemden bahsediyor olmalısın. İdeolojinin Rojava’da güçlü bir etken olduğunu yazmıştım. Bence Öcalan’ın ideolojisi toplumu oluşturmada, bir arada tutmada ve pekiştirmede büyük bir faktör.

Rojava dünyanın geri kalan kalanınca ambargo uygulanan, Türk devletinin düşmanlığı ile karşı karşıya ve kuşatma altında olan küçük bir topluluk. Komünal dayanışma düzeyi yüksek ve insanlar aynı büyük amacı paylaşıyor gibi görünüyor. İnsanlar savaşıyor, destek sunuyorlar ve YPG ve YPJ zaferler elde ederken destek daha da büyümelidir.

Fakat her toplumda insanların hâkim ideolojiye yönelik tepkileri farklı oluyor. Bazıları inşa edilmekte olan sistem konusunda çok coşkulu, bazıları pasif bir şekilde eşlik ediyor, bazılarının herhangi bir fikri yok, bazıları ise sadece isyan ediyor çünkü isyan onların doğasında var.

Bookchin her siyasi grup ya da sistem içerisinde bir sol, bir sağ ve bir merkezin olacağını söylerdi. Diğer politik tayfları reddederek ya da ortadan kaldırmaya çalışarak bunun önüne geçilemez. Her zaman için yeni konsensüs konusunda aynı fikirde olmayanlar olacaktır ya da olmalıdır. Bana göre her toplum farklı bakış açılarına izin vermeli ve farklı görüş sahipleri kendi pozisyonlarını koruyabilmelidir.

Bunu paradoksal bulurum çünkü bir ideolojinin insanları devrim için eğitmesi ve motive etmesi gerekir ancak bu bir baskıya ya da zorla kabul ettirmeye dönüşmemelidir. Yirminci yüzyıl bir ideoloji üzerine inşa edilmiş toplumlar hakkında epey tecrübeye sahip. Bu tecrübelerden öğrendiğimiz şey şu ki farklı görüşler sağlıklı bir politik toplum için hayati bir öneme sahip. Rojava’nın farklı politik farklılıkları da içeren bireysel farklılıklarla baş etmesi gerekecek.

İngiliz ve Alman uçakları Suriye’de. Bu vekâlet savaşı günden güne daha da kötüye gidiyor. Rojava’daki yetkililerin iddia ettikleri gibi üçüncü yolu oluşturabileceklerini düşünüyor musunuz?

Esas olarak üçüncü yol şuydu: “Ne Esad ne de ÖSO/El-Nusra/İŞİD”. Şimdi Rusya da savaşa dahil oldu ve başka bir üçüncü yolumuz var: “ ne ABD/İngiltere ne de Rusya”. Bence bu akıllıca, özellikle de Kürtler sahada askeri açıdan büyük bir güç olduklarını tekrar tekrar kanıtladıktan sonra bu böyle. Bu Kürtlere, her iki tarafı da kaldırabilecekleri bir manivela gücü veriyor ve bence bunu kullanmalılar.

Sizce Bookchin hayatta olsaydı Rojava deneyimi hakkında ne düşünürdü?

Bence olanak bulduğu an Rojava’ya gider, katkıda bulunur ve öneri, ilham ve yardım sunardı. Demokrasiyi işler hale getirmek için yardımcı olmaya çalışırdı. Bütün Ortadoğu’yu dolaşır, devrimi Kürt bölgelerinin dışına yaymaya çalışırdı. Ve bunu dünyada dinleyecek olan herkese anlatırdı. İşte tüm bunları yapmak orayı ziyaret eden hepimiz için ahlaki bir sorumluluk.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.