Düşünce ve Kuram Dergisi

Cumhur İttifakı ve 6’lı Masa’nın Türkiye Geleceği

Mahir Sayın

Bilindiği gibi Siyaset sahnesi esas olarak üç küme etrafında toplanmış görünüyor: Faşist İktidar blokunu oluşturan Cumhur İttifakı (Cİ), sistem içi muhalefeti sürdürmek ve restorasyonu gerçekleştirme peşinde olan ve dört partinin oluşturduğu Millet İttifakı’nı da içeren 6’lı Masa (Mİ+2) ve bir yeniden kuruluş programı etrafında bir araya gelen Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ).

Birincisi; faşizmi esas olarak devlette kurumlaştırıp, kitleleri sokağa dökmek değil, oldukları yerde tutup gericileştirmeye dayalı Salazar tipi bir faşizmle iktidarını süreklileştirmek peşinde.

İkincisinin, yani Mİ+2’ninse, her ne kadar “güçlendirilmiş parlamenter sistem”  lafı ile daha geniş olunacağı anlatılmaya çalışılsa da,  demokrasi mücadelesinin en önemli unsurunu oluşturan HDP’ye karşı geliştirdiği tutumla demokrasi konusunda ne kadar engelli olduğunu ortaya konmuş olması,  dolayısıyla en fazlasından “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” öncesine dönüşü sağlama derdinde olduğunu söylemek fazla bir yanlış oluşturmaz.

Üçüncü; olarak Emek Özgürlük İttifakı  EÖİ ise radikal demokrasinin ve emeğin özgün taleplerini mümkün olduğunca bir araya getirerek bir yeniden kuruluşun gerçekleştirilmesi mücadelesinde ortaklaşmayı benimsemiş durumda.

Normal şartlar altında bu hesapların hiçbirinin, muhtemel görülen seçimlerle gerçekleştirilebilmesi olanaklı görünmemektedir. Bu hem güç dengelerinin dağılımı açısından hem de dünyanın içinde bulunduğu konjonktür açısından böyledir. Her ne kadar mevcut faşist iktidar bloku, egemen sınıfın gelişen işçi sınıfı/halk hareketi karşısında yönetemez duruma düşüp tek kurtuluş olarak faşizmi görmesi sonucu doğmamış olsa bile, gerek toplumsal dinamiklerin sistemle olan çelişkilerinin gittikçe keskinleşmesi ve gerekse neoliberalizmin dünyayı içine sürüklediği ve 14. yılında bile kurtulamadığı global kriz dünyanın birçok bölgesinde olduğu gibi faşizmi çözüm olarak dayatma eğilimini Türkiye’ye de taşımaktadır. Öyle görünmektedir ki, bu arada oligarşi başka adımlar atmayı denemeyecek olur ise (eğer yapılacaksa) 2023 seçimlerini çok geçmeden yeni seçimler izlemek zorunda kalacaktır.

 

Artık Krizin Dalgalarında Sörf Yok

Neoliberalizm, bütün dünyaya yeni bir şekil verdiği gibi 12 Eylül darbesiyle başlamak üzere Türkiye’ye de yepyeni bir yüz kazandırdı. Yeni dönem artık kapitalizmin gelişmesi sonucu şehir hayatının öne çıkması ve sınıf mücadelelerinin keskinleşmesi ile karakterize olan 1950-80 arasındaki dinamizmini yitirdi. Toplumsal örgütlenmeler, özellikle de sendikalar güçlerini ve dolayısıyla dönüştürücülük kabiliyetlerini kaybettiler.

SSCB ve yandaşlarının kapitalizm karşısındaki yenilgisi ve  Çin Halk Cumhuriyeti ÇHC’nin de kapitalist yolu seçmesiyle birlikte 1917’den beri oluşmakta olan dünya dengeleri temelden değişikliğe uğradı. Çökenlerin yerlerini istilaya girişen ABD ve NATO bünyesinde kilitlediği müttefikleri, tek kutuplu bir dünya oluşturduklarını düşünerek soğuk savaştan sonra barış beklentileri yerine Avrupa da dahil dünyanın her köşesini sıcak savaş ya da savaş gerilimi içine soktular. Ama bu momentte Türkiye’ye giydirilen yeni rol gereği (Büyük Ortadoğu Projesi’nin, İsrail’den sonra bölgedeki en önemli aktörü sıfatıyla) RTE bu projenin eşbaşkanı olarak hazırlandı. Projenin bitmesine/çökmesine rağmen, 2008 küresel krizi ile içine girilen yeni dönem, RTE’nin şansını yenilemesi olanağını yarattı. Krizden kurtuluşun ya da sarsıntılarının azaltılmasının yolu dünya pazarını canlandırabilmek amacıyla metropollerin piyasaya var olana yakın miktarda para sürmesinde bulundu. Dünya pazarını dolduran negatif faizli krediler ve ucuz işgücü aramaya devam eden sermayenin sunduğu imkanlarla ileriye atılan Türkiye, dünya oligarşisi tarafında, soyulma sırasını bekleyen diğer ülkelere rol model olarak sunulabildi. Gerçekten de Türkiye ekonomisi 2016’ya kadar ÇHC’nin yanında örnek gösterilebilecek oranlarda büyüme sergiledi.

Ancak Metropollerin çıkarlarına göre şekillenen dünya pazarındaki değişim, yavaş yavaş bol para devrinin sonunu getirmeye başladı. Artık negatif faizlerle istediğin kadar sermaye bulabilmek imkansızlaşırken eski faizlerin ve ana paraların ödenmesi, ithalatın karşılanabilmesi imkanları tükenmeye başladı. Bu yaptıklarıyla, tükenen neoliberal politikaların yerine yeni bir sermaye birikim modelini bir türlü gelmeyen 4. Sanayi devrimi çerçevesinde geliştirme umudunu taşıyan dünya oligarşisinin yürüttüğü bu krizi aşma politikası dönüp kendisini vuracak, kendi ülkesinde işsizliği ve enflasyonu artıracak bir niteliğe büründü; bu, “bol ve ucuz para” devrine kesin bir nokta koyma zaruretini doğurdu.

Kapitalizm sermaye ihracıyla emperyalizm olarak şekillendi. Ama bir noktaya gelindi ki, bu sermaye ihracı, başta ABD olmak üzere değişik düzeylerde ihracatta bulunan metropolü vurmaya başladı. Neoliberal dönemde sanayiler ya çürümeye bırakıldı ya da sökülüp çevreye taşındı. Merkez işsizliğin tırmanmaya başladığı bir mal ithalatı ve kar transferi ülkesi haline geldi. Ama bunun karşılığı sistemin iç huzursuzluğunun artması oldu. ABD sermaye ihraç ediyorum derken birden dünyanın en borçlu ülkesi (2022’de ABD 24 trilyon $, İngiltere 8.73 trilyon $, Fransa7.04 trilyon $, Almanya 6.46 trilyon$ borçlu) haline geldi. Bu kez metropol sermayeyi nasıl geri getiririm diye didinmeye başladı ve 4. sanayi devrimi kavramı gündeme geldi. Dünya şimdi bunun ekseninde rekabet ediyor ve bu eksende bir kaos yaşanıyor.

Bu durum şimdiden Türkiye’nin borç para bulmakta ciddi zorluklara düşmesi ile kendisini ortaya koymaya başladı. Merkez bankası net rezervleri eksi 50 milyarın üzerine çıkarken 2022’de dış ticaret de rekorlar kırarak 100 milyar dolardan fazla açık verdi. Bundan sonraki dönemde faşist bloğun yürüttüğü seçim harcamalarıyla birlikte ekonomi 2001’den beri yaşanmamış olan iyice dar bir boğaza girecek görünüyor.

Sadece ekonomi alanında değil, dış politikayı içerde yönetebilmenin tiyatro sahnesi haline getirmiş olmanın ve emperyalistler arası çelişkilerden yararlanarak “serbest harekat alanı yarattığı” düşüncesini neredeyse mutlaklaştırarak NATO ve ŞİÖ arasında oynama sevdasının sonucu olarak da bütün komşularıyla ağır gerilimler içine sürüklenmiş olmanın yarattığı açmazlar ve bu durumun Yunanistan’la yaratılan gerilim gibi seçim şovlarına bağlı olarak daha da vahimleşeceği aşikardır.

Faşist iktidar bloku kaybetmeye mahkum

Anketlerin son üç dört ayda ortaya koydukları bir gerçek var:

RTE’nin yurt içinde ve yurt dışında giriştiği manevralar AKP’nin oylarını 3-4 puan civarında yükseltmiş; RTE’ye olan itibarda da aynı oranda bir yükseliş görülüyor. Ama bu demek değil ki, RTE ve partisi muhalefet karşısında öne geçiyor. Tersine “RTE’ye oy vermem!” diyenler üç ay önce %62 iken şimdi %59 olmuş. Dolayısıyla karşısına çıkacak rakip tüm muhaliflerin taleplerine yanıt verecek birisi olacak olursa, normal şartlar altında RTE ancak %40’ın biraz altında veya üstünde oy alabilir ama rakibi kesinlikle %50’nin birkaç puan üstünde olur. Tabi bu normal şartlar altında; yani hilenin, devlet müdahalesinin, terörün, savaş atmosferinin en asgari düzeyde olduğu ve sayım sonuçlarının aşağı yukarı toplumsal gerçekliğe tekabül ettiği durumda. Yok, olağanüstü koşullarda olacak olur ise maç penaltı atışları hatta yazı turaya bile kalabilir. Bu durumda taraf(tar)ların  aktif müdahalesinin penaltı atışı ya da yazı tura sonucunu değiştirmesi mümkün olacaktır.

RTE’de mevcut anketleri izliyor ve çok iyi biliyor ki, halihazırdaki durumda seçimi kaybediyor. Onun için olağanüstü işler yapması gerektiğini biliyor; ve yapmaya da başladı. Bir elinde havuç diğerinde sopayla atladı sahnenin ortasına.

İlk açılışı istiklal caddesinde bomba patlatıp ardından Rojava’ya saldırma girişimleriyle yaptı.

Ardından havucu gösterdi: Daha önce özel bir kalkınma politikası olarak sunduğu düşük işgücü fiyatı sayesinde “Çin gibi kalkınma” stratejisini boşlayıp, işçiler yeterli görmese de, açlık sınırını bile aşmasa da asgari ücreti 5500 TL’den 8500’e çıkardı.

16 Kasım 2019’da Emeklilikte Yaşa Takılanlar meselesinde. “Tutturmuş erken emeklilik, İskandinav ülkelerinin çoğu bu yöntemle battı. Niye erken emeklilik, ne zaman emekli olacaksa o zaman olsun. Hak ettiği parayı alsın. Biz bunu politik hesaplarla yapmayız ve yapmayacağız da. Arkadaşlarıma söylüyorum, beni bu yola asla teşvik etmeyin. Seçim kaybetsek de yokum. Bu hesap yanlış hesaptır, seçim kaybetsek de ben bu işte yokum”

demişken, 28 Aralık 2022’de yaptığı açıklamayla hepimizi alıştırmış olduğu 180 derecelik gayri artistik dönüşlerinden birin daha yaparak,

“Erdoğan, ‘Ülkemizde emekli olabilmek için üç şartı; prim ödeme gün sayısını, sigortalılık süresini ve yaşı tamamlamak gerekiyor. Yaptığımız düzenleme, şartlardan ilk ikisini tamamlamış olup da sadece yaş sebebiyle emeklilik bekleyenleri kapsıyor’ dedi…..Yaş şartı olmadan emekliliğe imkân sağlayan düzenlemeyi, eski sistemdeki SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı ayrımı olmaksızın mevcut yapıdaki herkes için geçerli kılıyoruz” deyip “İskandinav ülkeleri gibi batmaya” karar vermiş oldu. Gerçi İskandinav ülkeleri gibi batmak Nasreddin Hoca’nın “ver şu kaşığı da biraz da biz ölelim” demesine benzese de, bu işi kendi ifadesi ile “politik hesaplarla yapmış olduğunu” ortaya koşmuş oldu.

Tabi bunlar kadar önemli olan, bütün seçim dönemlerinde olduğu gibi “doğal gaz fışkırtmaya” başladı. Habire “gaz verirken”  nihayet Elektrikli motoru Alman Bosch’tan, bataryası Çin’den, entegrasyonu Alman EDAG’dan, şasi sistemleri İngiliz Myra’dan ve tasarımı İtalyan Pininfarina firmasından gelip kılıfı da Türkiye’de hazırlanacak olan hem yerli hem milli otomobil de nihayet TOGG diye çoktan ortalığa düştü. Şimdi sıra geldi aya yapılacak olan dört şeritli otoban ve sert inişe; Erdoğan, Şubat 2021’de Milli Uzay Programı Tanıtım Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, programdaki birincil ve en önemli hedeflerinin Cumhuriyetin 100. yılında Ay’a ilk teması gerçekleştirmek olduğunu belirterek,

“İnşallah Ay’a gidiyoruz. Hazırlıklarına başladığımız ay programı ile bu hedefi iki aşamada tamamlamayı planlıyoruz. İlk aşamada, 2023 yılı sonunda yakın Dünya yörüngesinde ateşleyeceğimiz kendi milli ve özgün hibrit roketimizle Ay’a ulaşarak SERT İNİŞ gerçekleştireceğiz”

Eğer muhalefet yeteri kadar örgütlü ve kararlı bir direnişi gerçekleştirebilir ise öylesine bir sert iniş, daha doğrusu yere çakılış  yapacak ki, nereye düştüğünü bile anlayacak zamanı olmayacak!

AKP iktidarı korka korka ama ABD desteği arkasında olarak toplumun bütün mağdurlarına hitap eden bir retorik geliştirip Cumhuriyetin kuruluşundan beri kenara itilmeye çalışılanların en büyük çoğunluğun desteğini alarak iktidarı kerte kerte ele geçirmeyi becerdi; “asla izin vermez!” denilen askeriyenin gücünü de paralize etmeyi başarmakla kalmayıp onu kendi arkasına geçirmeyi de başardı. Zorun oyunu her zaman bozacağından hiç kuşkusu olmayan askerler birden kendilerini darbeci olarak mapus damında bulunca cin çarpmışa döndüler. Tabi çarptığını sandıkları cin, kendilerini 1950’lerden beri şekillendirmekte olan NATO’nun patronu olan ABD “üç harflisi”nden başkası değildi.

Ama şimdi bu torpillerin hepsi bitti. RTE de biliyor ki, 15 Temmuz meselesi ABD’den bağımsız gerçekleşmedi. Ayağı bir kez daha takıldığında bu kez kaldırmak için değil devirmek için bir el de onlar atacaklar. Kılıçdaroğlu boşuna dolanmadı ABD’yi ve Avrupa’yı; boşuna getirmedi, 4. Sanayi devriminin baş vaizi, Angela merkel’in danışmanı Jeremy Rifkin’i, başdanışmanlığa!

 

6’lı Masa Restorasyonu Bile Gerçekleştiremeyebilir

Millet ittifakı ve onlarla bir araya gelen deva ve gelecek partileriyle 6’lı masa oluştu.

Masanın esas karakteristiğini gericilerin toplaşması oluşturmaktadır. CHP ile bir araya gelerek Mİ’nı kuran İYİP, SP ve DP ve ardından bunlarla yan yana gelen DevaP ve GelecekP, hepsi derece derece merkezin sağında yer alan partilerdir.

CHP’yi tam olarak nereye oturtmak gerekir konusunda tartışma var; zira içinde faşist eğilimlileri bile barındıran bu parti aynı zamanda çağdaş sosyal demokrasi düşüncesini benimseyen demokratları da barındırmaktadır. Bu haliyle denebilir ki merkezin sağına ve soluna sarkan bir merkez partisidir. Bu sağa sola sarkma parti içi dengelerle tarafların çıkarlarını koruyacak bir özellik taşıdığı müddetçe yapı bölünmez. Ama ortaklaştıkları sağcılara doğru bir çekim alanına kapılmalarıyla iç gerilim artar ve bu partinin bölünmesine kadar gidebilir. Bu hemen şimdi olmaz tabi ki. Bunun gerçekleşmesi için bir başarısızlığın tetikleyicilik yapması gerekir; bu başarısızlık ancak seçim sonrasında doğabilecek ittifakların değişmesine yol açabilecek hayal kırıklıklarının ardından gelebilir.

İYİP her ne kadar MHP’den ayrılmak zorunda kalan faşistler tarafından kurulmuş olsa da sermayenin bu partiyi merkez sağa çekme çabalarının olduğu bilindiği gibi, Genel Başkan Akşener de şartların elverdiği ölçüde MHP paralelinde kalmak isteyenleri tasfiye etme çabasında olduğunu muhtelif vesilelerle ortaya koymaktadır.

Bu ittifak AKP’yi iktidardan indirinceye kadar varlığını devam ettirecek görünüyor. Ne var ki gerek dünyanın durumu ve gerekse AKP’nin yarattığı yıkımın sonucu, 6’lı Masa olarak iktidar olsalar bile yönetme kabiliyetini göstermeleri pek olanaklı olamayacaktır. Hem kendi aralarındaki uyumsuzluk hem dünya siyasi ve iktisadi krizinin yarattığı sert dalgalara karşı direnemeyecekleri gibi sözünü ettikleri “güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş” eylemine geçebilecek gücü de kendilerine de bulamayacaklardır. Çıkışı da muhtemel ki, RTE’nin de B-Planı olarak yedeğinde tuttuğu yeni bir seçimde aramak zorunda kalacaklardır.

 

Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) Bir Sonraki Seçimede Hazırlanmalı

Elbetteki, öncelik blokun oluşmasına temellik eden beklentilere paralel düşecek, faşist iktidar blokunu iktidardan alaşağı edecek bir potansiyelin ortaya çıkarılmasındadır. Bu sadece bir seçim politikasını değil sürekli kampanyalara dayalı bir gelecek yaratılmasını da içermelidir. Türkiye, eğer seçimler gerçekleşir ise yeni seçimlerin gerçekleşeceği ve var olan partilerin hepsinin denendiği ve bir bir sınıfta kaldığı bir sınav salonuna dönüşmüş durumdadır. Faşizmin sadece parlamento seçimleriyle engellenmesinin ya da sistem dönüşümünün gerçekleştirilmesinin olanaklı olmadığını bütün antifaşist mücadeleler ve devrimler tarihi gösteriyor. Ancak dengelerin kritik olduğu momentlerde, sokakta verilen mücadelenin parlamento düzleminde verilen mücadeleyle diyalektik bir bütünlük içine sokulabildiği durumda, yerel seçimlerde faşist bloğun rant kaynaklarını keserek iç huzursuzluğunu artırırken kitle desteğinin gittikçe kaybolmasına neden olan ve yenilmezlik muskasını boynundan sıyıran taktiğinden ilham alarak bu kez de faşist bloku iktidardan indirecek ve ardından gelecek belirsizlik döneminde, onun izni olmadan iktidar kurmanın pek kolay olmayacağı ve sunacağı çözüm önerileriyle yeniden kuruluşu bir zorunluluk haline getirebileceği bir stratejiyi hayata geçirme potansiyelini bu ittifak (EÖİ) ortaya koymuş bulunuyor.

Elbette potansiyel başka onun gerçekliğe dönüşmesi başka işlerdir. Uygun yöntemler izlenmez ise tepenin başında durmaya devam eden kayanın taşıdığı potansiyel gibi olduğu yerde kalmaya ve başka etkenlerin müdahalesiyle yavaş yavaş hiçbir etkinlik göstermeden yok olmaya doğru gidiş te mümkündür.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.