Düşünce ve Kuram Dergisi

Tarihsel Demokratik Gelenek İçinde Êzîdî, Yaresanî-Alevî ve Zerdeştîler

Ekin Kızılırmak

İslamiyet ve Hıristiyanlık öncesinde Ortadoğu toplumunun inanç geleneğinde Zerdüştlüğün önemli bir rol oynadığını herkes kabul eder. Zerdüştlük; Zerdüşt önderliğinde kurulan, ‘Avesta’ kutsal kitabına sahip, köy-tarım kültürüne dayalı bir zihniyetin hakim olduğu, ateşi kutsayan, hayvanlara değer veren ve onları dost olarak gören bir inançtır. Toplumsal önderlikleri ‘Magî’ adı verilen rahipler tarafından gerçekleştirilen bu toplumsal inançta, insanların ve hayvanların kurban edilmesine karşıt olmak, doğruluk-yalan söylememe, toprak ve insan sevgisi, tek eşlilik, barış içinde yaşama istemi, değerlerini sonuna kadar savunma, ruh temizliği temel yaşamsal özelliklerdir. İyi ve kötü, aydınlık ve karanlık gibi diyalektik esaslar çerçevesinde sürekli bir çelişki ve çatışma ekseninde değişime, dolayısıyla toplumsal gelişmeye dayalı olan bir inanç yapısı özellikleri taşımaktadır.

Zerdüştlük dönem itibariyle Doğu’da Helenler, Batı’da Perslerle komşu olan Medya coğrafyasında güçlü bir inanç-kültürdür. Sınıfsal olarak derin bir ayrılığın olmadığı bu dağlı aşiret kültür-toplumunda, kölelik gelişmemiştir. Dağ hayatı yaşayan, doğudan ve batıdan sürekli gelişen işgallere karşı direniş konumunda kalan bu kültür, özgür ahlaklı, toplumsal birliği öne çıkartan bir dinsel-ahlaki yapıya sahiptir.

Tarihte köy-kabile yaşamında etkili bilinç biçimi, tabusal-totemik din anlayışıdır. M.Ö 1000550 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen Zerdüşt, antik çağın bu totemik yapılarını dinsel-ahlâki bir devrim ile aşarak tek tanrılı dinlere geçişte önemli bir etki yaratmıştır. Med kabilelerinde yaşanan bu devrimle, toplumsal bir birlik ortaya çıkarma hedeflenmiştir. Med konfederasyonunu ayakta tutan bu toplumsal mayalanmadır. Bu toplumsal ve ahlaki açıdan büyük bir devrimdir. Köleciliğin getirdiği-getireceği acıları ve sınıfsal sömürü sistemini aşmak ancak toplumsal ve klasik kabile örgütlenmesini aşan bir birlikle mümkün olmuştur. Köleciliğin ağır saldırıları altında sıkışan kabile-aşiret yapıları demokratik bir birlikle saldırılara karşı koymayı hedeflemiştir. Bu anlamıyla Zerdüşt antik çağın önemli bir devrimcisidir.

‘İyi düşün, iyi konuş, iyi yap’ temel felsefesine sahip bu kültürel-tarihsel demokratik gelenek halen eski gücünde olmasa da kimi inanç yapıları içerisinde varlığını sürdürmektedir. Bu demokratik gelenekte zamanına göre oldukça önemli bir toplumsal sistem inşası vardır. Bugünden bakıldığında demokratik uygarlığın tarihi güçlerinden olarak tanımlayabileceğimiz bu gelenek, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile yapısına ve özellikle kadın kimliği etrafında şekillenen demokratik ve özgürlükçü bir toplumsal yaşam birliğine sahiptir. Aleviler, Êzîdîler, Yaresanlar başta olmak üzere birçok toplumsal hareket ve inançta bu yaklaşımlar halen canlıdır.

Akhamenidler dönemi, egemen sistem tarafından tüm özgürlükçü ve ahlaki özelliklere sahip inançlara uygulanan, sistem içileştirme politikalarının Zerdüştlüğe uygulandığı dönemdir. Roma’nın Hıristiyanlığa, Emevi ve Abbasilerin İslamiyete uyguladığı politikaların bir benzerini, onlardan çok önce Pers hanedanlığı, demokratik geleneğe sahip Zerdüştlük inanç-kültürüne uygulamış ve kendi çapında özünü boşaltmıştır. Toplumsal kültürel geleneğin bu şekilde içinin boşaltılmasıyla, bugün binlerce yıllık tecrübesiyle Ortadoğu’da yaşam bulan İran devlet geleneği oluşmuştur.

Zora, baskıya ve yıkıma dayalı bu tarz rejimler her zaman ve her yerde tarihsel demokratik geleneğin değerleri üstünde kendini var edegelmişlerdir. Bazen hile ile bazen büyük katliam ve soykırımlarla toplumsal birikimleri bir şekilde yok etmek istemişlerdir. Yozlaşmış, toplumsal değerleri sömüren iktidar odaklarının toplumları koruduğu asla görülmemiştir. Böyle bir dertleri de olmamıştır. İskender’in bu kültürü ayaklar altına alması, Persepolis’i içindeki Avesta ile yakarak yıkması, bu yozlaşmadan aldığı güçle olmuştur. Benzer biçimde Kültürel İslam’ın, İktidarcı-Devletçi İslam haline getirilerek, egemen Sünni Osmanlı mantığı içerisinde Anadolu ve Kürdistan halklarını Batı uygarlığının ulus-devleti aracılığıyla asimilasyon ve soykırımla karşı karşıya bırakması, ya da 300 yıl Roma’ya direnen Hıristiyan halklarının mücadelesinin Romalılar ve sonrakilerin elinde engisizyon mahkemelerine dönüşerek, simyacıları, cadıları ve gerçek Hıristiyanları katleder hale gelmesi gibi…

Kültürel ve toplumsal birikimler egemenler tarafından işte bu biçimde yok edilmiştir. Tüm bu soykırım ve katliam gerçekliğine rağmen toplumsal mücadeleler, her zaman Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğmuş, yeniden canlanmış ve hep tekrardan ayağa kalmıştır. Despotik ve soykırımcı rejimler karşısında, özgürlük ahlakı her zaman yaşamıştır. Toplumsallık bunu gerekli kılmıştır. Çünkü varlık ve özgürlük iç içe geçmiştir. Toplumsal var olma için kesinlikle özgür olmak gerekmektedir.

Tarihsel demokratik gelenek değerler içerisinde olan Zerdüştlük bugün itibariyle temel özelliklerinde bir zayıflama yaşamış olsa da, farklı toplumsal mücadelelerde kendisini yaşatmış ve kendini yeniden var etmiştir. Êzidî, Alevi-Yaresan Kürtlerinin yaşamları incelendiğinde, özellikle kadınları etrafında biçim kazanan geleneksel kültürün eşitlikçi özellikleri rahatlıkla görülebilir. Toplumsal gerçekliği en iyi ifade eden bir tarz olarak, şiirde ve bu şiirleri bağlama-tembur eşliğinde deyiş ve klam şeklinde söylemede kadınlar öncü durumundadır. Tarihte onlarca Yaresan-Alevi kadınşair olduğu bilinmektedir. Saz, söz ve dini ritüeller bu inanışlarda birbirine benzer şekilde devam etmektedir. ‘Eline, diline, beline sahip ol’ anlayışı da bu kültürden kaynağını alır. Hırsızlık, yalan ve zina ‘düşkünlük’ sebebidir. Paylaşmamak, çıkarcı olmak, ezenden yana olmak hiç kabul edilmez. Herkesi eşit görmek ve yoksullardan yana olmak esastır. Yine bugün Hint-Aryen dil grubunda ‘Ma’ ile başlayan Mader, Mama, Main, Magic, Master gibi ana, esas, büyük, sihirli, yöneten vb. anlamda onlarca kelime de bu toplumsal gücün kaynağını etimolojik açıdan ifade eder niteliktedir. 

Alevi-Yaresan, Êzidî ve Zerdüştî inancına sahip olanların yaşadığı yerler dağlık bölgelerdir. Bu bir savunma durumunu gösterir. Bu savunma fiziki olduğu kadar kültürel bir savunmadır. Tarih boyunca inançlarında ısrarlı, asimilasyona karşı tepkili olmuşlardır. Büyük direnişler sergiledikleri kadar büyük katliam ve soykırımlarla da yüz yüze kalmışlardır. MS. 7 yüzyıla kadar da büyük oranda varlıklarını korumuşlardır.

Kürt geleneksel varlığı 7. yy sonrası kimi üst tabakalarının, Arap kültürü içinde asimile oluşuyla büyük bir erime yaşamıştır. Bugün de canlılığını koruyan dağlık Botan, Serhat aşiret kültürü, Alevi-Yaresan inanç kültürü, Şengal-Laleş’teki ve Ermenistan’daki Êzidî kültürü gibi kültürel yapılar dışında kalan çoğu kesimler Arap dil ve kültürü içinde varlığını sürdürebilmişlerdir. Kendi öz varlığından ödün vererek varlıklarını devam ettirmişlerdir. Dağlık kesimlere çekilenler Zerdüştlük geleneğini birbirinden kopuk bir şekilde sürdürürken, kalanlar Arap dünyasıyla bütünleşmiştir. Kürtler İslamiyeti farklı her yerde aynı karşılamamıştır. Örneğin dağlıovalı ayrı karşılamış, aristokratlar ayrı, emekçi ve köylüler ayrı yaklaşmışlardır. Dağlı geleneğini sürdürenler egemenlik kokan Sünni İslam’ı hiç kabul etmemişlerdir. Ovada olup kabul etmeyenler dağa çıkmıştır. Üst tabaka, aristokratlar büyük bir asimilasyonla kabul ederken, emekçiler olduğu gibi kabul etmemişlerdir. Aristokratlar kendilerini yani Kürt varlığını inkâr ederek Sünnileşirken, halkın büyük çoğunluğu tarikatlar ve tasavvuf yoluyla demokratik-sivil bir eğilim ortaya çıkarmışlardır. İktidar İslam’ına karşı, toplumsal ve kültürel İslam’ı yaşayan bu kesimler, halk birliğinin bir çeşidi olarak günümüze kadar süregelmiştir. İşbirlikçi aristokratların Sünniliğinden ayrıdır. İktidara karşı olan ve Kürt geleneksel varlığını devam ettirmek isteyen, dil ve kültürünü inkâr etmeyen, fakat İslamiyet’i kabul eden bu kesimler saptırılmadığı oranda, kullanılmaya kapalı olduğu müddetçe halkçı yanlarını korumuşlardır.

Köken olarak Êzîd; Zerdüştiliğin kutsal kitabı olan Avesta’daki Yazata, Yazdan, Yezdan (tanrı, melek, tapınılan şey) kelimesindeki anlamla aynıdır ve Kürtler günümüzde de bu kelimeyi yaygınca kullanmaktadır. Êzidiler, ‘Ezda’ yani ‘beni veren, beni yaratan’ anlamında kullanmaktadır. Aynı anlama gelen Xwedê-da kelimesini de kullanmaktadırlar ki, Xwedê-da günümüzde Êzîdîler arasında da yaygın bir isimdir. ‘Mazda, meda, xweda, huda’ da aynı anlamı taşıyan değişik isimlerdir. Êzîdîlik; kadim bir Mezopotamya dinidir. Mitraizm, Mazdaizm ve Zerdüştlüğü de kendi içinde barındıran, sentezleyen ve özellikle de son binyılda da tek tanrılı İbrahim’i dinlerden de etkilenen bir dindir. Êzîdîlik Zerdüştlükte var olan düalizmi tektanrıcılıkta sentezlemiştir. Tek tanrılı bir dindir Êzîdîlik. Tanrı 7 melek yaratmıştır. Melekê Tawus’un baş melek olduğu bu 7 melek, dünyayı yaratma işini üstlenmiştir.

Yaresanlık inancı ise daha çok Doğu ve Güney Kürdistan’da yaygındır, bu inancı Kürt Aleviliği olarak ele alanlar az değildir. Kuzey Kürdistan Kürt Aleviliği ile ortak yanları çoktur. Dini ibadetler Pir öncülüğünde yapılır. Perşembe gecesini cumaya bağlayan gece cem tutulur. Hz. Ali, Hasan, Hüseyin’e saygı duyulur. Cemler oldukça sade ve gösterişten uzaktır. Yaresanlar kendileri için ‘Ehl-i Hak’ derler. Kuzey Kürt Aleviliğinde de bu şekildedir. ‘Hak yolu, hakka yürümek’ kullanılan kavramlardır. Êzîdîlerde, Yaresanlarda ve Kuzey Aleviliğinde olan ortak bir özellik de ‘kras guhertin’ (reankarnasyon) yani gömlek değiştirmedir. Ruhun başka bir bedende yeniden doğması, yaşamın bitmemesi anlamına gelir. Şahmaran’ın (yılanların şahı) tüm Zerdüşti inançlarda kutsal olması ve birçoklarınca hikâyesinin anlatılması ve resminin evlerde bulundurulması, yılanın sağlığın temsiliyeti ve yaşamın sembolü olması kaynağını bu ortak tarihsel demokratik gelenekten alır. Kürt Aleviler (Kızılbaşlar), Êzîdîler, Yaresanlar ve günümüz Zerdeştîleri gibi Kalenderîlik, Kakaîlik ve Bektaşilik gibi öğretiler ile Hallac-ı Mansur, Baba İshak, Seyyid Nesimi, Pir Sultan Abdal ve değişik öncülükteki halk hareketleri çıkış itibariyle bu gelenekten büyük oranda beslenmişlerdir. ‘Dört kapı, kırk makam felsefesi’ farklı biçimlerde de olsa anlayış olarak hepsinde ortaktır. Bu demokratik geleneklerde, hakikat ve özgürlük arayışı, iktidara teslim olmadıkları sürece hiç bir zaman eksilmemiştir.

Bu demokratik gelenekte başlangıçtan itibaren, üzerlerindeki baskı ve zorbalık sistemlerinin etkilediği yaşam tarzlarına bağlı olarak yazılı kültür ve edebiyattan ziyade sözlü edebiyat ve kültür-gelenek daha fazla gelişkindir. Bu geleneğin kahramanlıkları destanlardadır. Dengbêjlik, dervişlik, ozanaşık tarzı, eren-pîr ve mürşit yol göstericiliği hiç eksilmemiştir. Mem û Zîn, Memê Alan, Siyabend û Xecê, Derweşê Evdê, Sêwa Haciya, Kela Dimdimê, Cembelî û Binevşa Narin bu destanlardan bazılarıdır. Klambêj (ağıtçı) ve çirokbêjler (hikâyeci) birer sözlü tarih anlatıcılarıdır. Kürt govendi (halay), köy seyirlik oyunları (buka baranê, kosegelî vb) ve müziği de efsane ve destanları kadar çekici ve bir o kadar zengin ve çeşitlidir. Kürt dilini bilenler bu zenginliği çok yakından anlayabilirler. Kürt halkının govendleri gibi giyim tarzı da oldukça ilgi çekicidir. Bütün bunların Zerdüştî gelenekle güçlü bağları olduğu kesinlikle yadsınamaz. Newroz, Hıdır-ellez, 3 günlük Hızır orucu gibi özel günler ise bu geleneğin ortak ulusal-kültürel ve dini günlerindendir.

Günümüz Ortadoğu’sunda tüm halklar, inançlar, emekçiler ve kültürel-ekolojik hareketler, ayrıca gençler, kadınlar gibi sosyal kesimler başta olmak üzere ciddi sorunlarla karşı karşıyadırlar. Bu gerçek herkes tarafından görülmekte ve bilinmektedir. Fakat kapitalist modernite karşısında çözümleyici bir yaklaşım göstermekte yeteri başarı sağlamamaktadır. Kürt özgürlük hareketinin bir model olarak ortaya koyduğu çözüm ya tam olarak anlatılamıyor ya da toplumsal kesimlerce tam olarak anlaşılamamaktadır.

Demokratik modernite ve demokratik ulus bir taraftan yaşama geçirilmeye çalışılırken bir taraftan da farklı çevrelerce tartışılmaktadır. Ulus-devletin yarattığı yıkım ve soykırım herkesçe kabul edilirken; kapitalist modernitenin paramparça ettiği toplumsal ilişkiler yeniden nasıl ele alınacak ve inşa edilecek, toplumun öncüleri önünde bir temel görev ve sorumluluk olarak durmaktadır. Toplumda belirli bir etki düzeyi olan ulus-devlet zihniyetinin demokratik ulus anlayışı doğrultusunda değişim ve dönüşüme uğraması, birçok yeniliği beraberinde getirecektir. Demokratik toplumun inşası elbette tarihsel demokratik gelenekten kopuk olamaz, birbirinden ayrı konularmış gibi değerlendirilemez. Şu çok açık ki; geçmişin-geleneğin dervişlerinin, erenlerinin zihniyeti, mevcut egemen ulus-devlet anlayışının donmuş zihniyetinden çok daha canlı ve toplumsaldır. Bu yüzden kurulacak eşit, özgür bir toplum bu değerlerden bağımsız ele alınamaz. Egemen iktidarcı yaklaşımlara karşı demokratik geleneğin, barışçıl, kadın öncülüklü, hoşgörüye ve sevgiye dayalı yaşam biçimi oldukça yapıcıdır. Halklar, dinler-inançlar ve kültürler arasında ciddi bir dialog yaratabilir ve kan gölüne dönüştürülmek istenen Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere, dünyayı halkların demokratik yaşam alanı haline getirebiliriz. Demokratik ulusun ekonomik, ekolojik, barışçıl ve demokratik toplumunu örerken, demokratik gelenek önemli bir rol oynayarak geçmişini-tarihini yeniden yaratabilir. Bu soyut olarak değil somut ve yaşamsal olarak ele alınması ve değerlendirilmesi gereken bir konudur. Binyılların bayramı Newroz nasıl ki bugün milyonların alanlara çıktığı gün ve yeni demokratik kültürün öncülü olduysa, bir bütün demokratik gelenek, demokratik modernitenin Rönesans’ının adı olabilir. Ortadoğu Rönesans’ı oldukça güçlü bir zeminde gerçekleşebilir. Yapmamız gereken köklerimizle doğru temelde buluşmak ve Ortadoğu’nun demokratik geleneğine sahip çıkarak özgür ve demokratik bir toplumun inşasına katılmaktır.

 

Yararlanılan Kaynaklar
  • Abdullah Öcalan, Kürt sorununda demokratik ulus çözümü
  • A.Ö. Sosyal Bilimler Akademisi; Antik çağın devrimcisi, Zerdüşt
  • Mehmet Özcan, Êzîdîler
  • Dr. Golmorad MURADİ, Yaresan kültürü üzerine
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.