Düşünce ve Kuram Dergisi

Zihniyet Devrimi Yeni Bir Yaşama Geçişi İfade Eder

Enes Pir

Giriş

Zihniyet devrimi ve değişimi aynı zamanda toplumsal devrimi ve köklü bir dönüşümü ifade eder. Zira zihniyet toplumsaldır. İnsanı insan yapan, toplumsallaştıran zihniyet gücüdür. Toplumsallık bilinç ve emek eksenli gelenekselleşmiş kuralları, bunlarla uyumlu tavır ve davranışlar ile yaşam tarzının bütünlüğünü içerir. Bunları belirleyen ve şekillendiren ise, toplumsal zihniyettir. Zamanın düşünüş biçimi ekseninde ya da onu aşan bir çerçevede bilim ve bilmenin, fikir ve inancın, anlama ve algının, kendini toplumsal yaşama yansıtması, ete-kemiğe büründürmesiyle yeni toplumsal sistemler ortaya çıkar. Bu yeni zihniyet ve sistem durumu, toplumun faydasına olabileceği gibi onun zararına hatta değerlerinin yitimine, krizlere sürüklenmesine bile sebebiyet verebilecektir.

Zihniyet, toplumsal aklın oluşturulması, işletilmesi ve geliştirilmesi olayıdır. Yaşama rengini veren, hayat dokusunu ören ve gelecek örgüsünü oluşturan toplumsal akıldır. Toplumsal sistemlerin varoluş kaderi öncelikle zihniyet alanında tayin edilir. Zihniyet çalışmasına dayanmayan, zihniyet savaşının ürünü olmayan hiçbir toplumsal sistem gerçekleşemez. Bu diyalektik gelişmeyi yaşamayan toplumsal sistemler, var olamamış, kurgu ve proje olmanın ötesine geçememişlerdir. Her toplumsal sistemin gücü, dayandığı zihniyet yapısıyla direkt orantılıdır.  Zihniyet yapılanması eksik ve sakat olan toplumsal sistemler yaşadıkları müddetçe özürlü ve sorunlu olmaktan kurtulamazlar.

Bilindiği kadarıyla geçmişte analitik ve duygusal zekânın uyumlu birlikteliğinin oluşturduğu zihniyet yapılanması, yol açtığı gelişmelerle yaşamı, kutsal kitaplarda betimlendiği gibi cennete çevirmişti. Zaman, doğal toplum dönemiydi. Doğal toplumun yaratıcılık ve üretkenlikle oluşturduğu, adalet ve hakkaniyetle ördüğü, ahlaki ve politik ilkelerle açığa çıkardığı ise; kolektif, eşitlikçi, komünal zihniyettir. Buna karşıtlık temelinde oluşan ve günümüze kadar gelen hiyerarşik, iktidarcı, devletçi uygarlık, hayatı çekilmez kılıp cehenneme dönüştürdü. Toplum üzerinde haksız ve adil olmayan uygulamalarla geliştirdiği, tahakküm ve sömürü ile pekiştirdiği ise; iktidarcı, özel mülkiyetçi, eril zihniyettir.

Hiyerarşik, iktidarcı ve devletli uygarlıklar tarafından toplumsal zihniyet paramparça edilerek, özne-nesne ayrımına tabi kılınarak ters yüz edilmiştir. Burada parçalanan ve ayrıma tabi tutulan, değerleriyle birlikte toplumun kendisidir. Komünal zihniyetin yerine ikame edilip, meşru kılınan devletli uygarlık zihniyeti kırılmadan ve aşılmadan insanın kendisiyle ve doğasıyla buluşması ve uyumlu birlikteliği geliştirmesi, olası görünmüyor. Çünkü bu zihniyet mülkiyetçi, tahakkümcü ve sömürücüdür.

 

Kavram Olarak Zihniyet Tanımı

Zihniyet; Arapça bir kelime olup, Mantalite de denilir. Türkçedeki karşılığı, anlayış olarak geçer.

Tanım olarak bir ifadeye kavuşturursak eğer; toplum ve bireylerin bilgi, bilinç, gelenek, görenek, görüş ve inanç faktörlerinin tesiriyle gelişen düşünme biçimidir. Başka bir deyişle; bellekle birlikte duygusal ve rasyonel olanın toplamıdır. Ya da; beynin bilimsel, ruhsal ve düşünsel anlamıdır.

Zihniyet devrimi yeni bir yaşama geçişi ifade ederken, düşünce ve duygunun iç içeliği ekseninde pratikleşmiş hayatın bütünsel tanımıdır. Zihniyet devrimiyle kastedilen özgür toplum bilinci ve inancıdır. Bilinç sadece olup biteni bilme değildir, nasıl yapılacağını da bilmektir. İnanç ise, bildiğine inanmak ve gereklerini yapmaktır. Uygulama gücünü, kararlılığını ifade eder.[1]

Toplumsal zihniyet, canlı bir organizma gibidir. Analitik ve duygusal zekâya dayanır. Günübirlik değişmez. Fakat durağan olmayıp, kuralları ve esasları vardır. Değişim ve yenilenmelerde bu esaslar üzerinden gerçekleşir. Doğmalara boğulmadıkça, tabulara saplanmadıkça akışkanlığı sürer. Bireysel ve toplumsal tutumların, yaklaşımların, davranışların kaynağıdır. Bunların tümü zihniyetin ürünü olarak şekillenir.

Gerek geçmişin hafızası, gerek güncelin rasyonalitesi, gerekse de geleceğin tasavvuru olarak zihniyet olgusu, toplumun beyinsel yapılanması olarak rol oynamaktadır. Doğal toplum sürecinin kapıyı araladığı animizm ve totemizm gibi inanç biçimleri temelinde karşılaştığımız ilk bütünlüklü zihniyet dünyası, klan ve kabile formunda gerçekleşip, günümüze gelene kadar çeşitli aşamalardan geçip birikerek, derinleşip farklılaşarak zamanımıza ulaşmıştır. Bu sebeple tarih içinde toplumsal birimlerin kuruluş ve çözülüş süreçleri zihniyet çalışmalarıyla belirlenmiştir. Bu temelde yozlaşan ve dağılan toplumsal sistemlerin esasta çürüyen ve dökülen zihniyetleridir.

 

Zihniyet ve Kavram İlişkisi

Yeni zihniyet yapılanmaları geliştirilirken, yaşama yön veren kavramlar yeniden tanımlanmaktadır. Yeni değer yargıları, ilkeler ve ölçüler temelinde eskisini aşan bir zihniyet sistematiği, buna bağlı yaşam biçimi, ilişki şekli ve kişilik özellikleri öne çıkarak ilerler.

Bir paradigmayı anlama, bilince çıkarma ve içselleştirmenin temelinde, zihniyet devrimi yer alır. Zihniyet değişimini gerçekleştirememenin önemli bir açmazı ise, paradigmanın kavramlarını doğru tanımlayamama yaklaşımıdır. Kavramlar özünde bir nevi anlamın ruhu gibidir. Kavramlarla zihniyet örgüsü oluşturulur. Bu anlamda kavramların içeriğini nasıl doldurursan, kavramları nasıl tanımlarsan, zihniyetin kurgusu da o şekilde kurulur ve kuracağınız sistemin örgüsünü örebilirsiniz. Bu çerçevede kavramların gücünü küçümsememek gerekir. Kavramlara yüklenen anlam, zihniyete yüklenen anlamdır. Tüm tarihsel süreçler boyunca zihniyetler sürekli kavramlar etrafında anlam bulmuştur. Kavramların gücünün o kadar büyük, etkisinin o kadar yoğun olmasının nedeni anlam yoğunluğu ve tanımlamayı ifadeye kavuşturmasındandır.

Devletçi uygarlıkların özellikle günümüz kapitalist-modernitenin kavramları ele alış tarzı, bireycilik ve bencillik üzerine kuruludur. Ya toplumsal boyutu hiç yoktur, ya da olsa bile demagojiden öte bir anlam taşımaz. Semavi dinler (Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet) bile kendi kavramları üzerinden anlam bulmuştur. Bir toplumsal sistemi yeniden inşa etme paradigmasını geliştirirken, en büyük rol kavramların doğru tanımlanmasına yüklenilir. Kavramların içeriğini, toplumsal ve bilimsel değer yargıları ekseninde yeniden belirlenir. Ve bir paradigma, kavramların yeniden anlamlandırmasıyla pratikleşebilir ancak.

Kavramların gücü, toplumsal dokular üzerinde yarattığı etkinin kuvveti bilince çıkarılmadan, doğru yaklaşım sergilenemez. Bu da kavramların hakikatle bağı, toplumsallıktaki karşılığı demektir. Ahlaki olmayan, vicdanın kabullenmediği kavramlar toplumsallığı bulunmayan, hakikatle bağı kurulamayan ve dolayısıyla anlam kazanamayan kavramlar demektir. Böylesi afaki kavramlar, zihniyet oluşumuna ve devrimine hizmet etmez. Zihniyet ve vicdan devrimi bir manada anlam yoğunluğudur; anlamın bilince, bilincin pratiğe aktarılmış halidir. Dolayısıyla kavramlar dünyası doğru anlaşılmadan, zihniyet ve vicdan devrimi söz düzeyinde kalmaktan kurtulamaz. Yine doğru kavram tanımlanması yapılmadan, doğru düşünce ve pratik gelişemez. Bir paradigmanın iskeletini oluşturan kavramlardır. Kavramlar anlaşılmadan, anlamına varılmadan paradigmanın bütünlüklü kavranılması, sistemleştirilerek yaşamsal kılınması sorunlu hal alır. Ortaya çıkan ise, parçalı ve eklektik olmanın ötesine geçilmez. Bu durum paradigmasal bir zihniyet değişimini ve devrimini engellediği gibi, öz itibariyle paradigmanın kendisini anlamsız ve geçersiz kılar. Ona yapılabilecek en büyük kötülüğü hatta karşıtlığı ifade eder.

Diğer bir husus ise, paradigmanın anlaşılması için verili kavramlar tanımlanırken, kişilerin ve kurumların ölçülerine göre farklı anlamlar içermez. Her kesin kendine göre bir kavram tanımı geliştirmesi ya da anlam yüklemesi zihniyet kargaşasını getirir.

Her birey ve kurumun kavramlara yüklediği anlam farklı olunca, değişik düşünce ve pratikleri de beraberinde getirir. Bu durum, paradigmasal çizgiden bir sapma olduğuna işaret eder. Böylece her güç bu durumu, kendi çıkarına kullanmak için, değişik hesap arayışlarına yönelir.

Düşünceyi süzgeçten geçirmeyen, ölçüye vurma gereğini duymayan bir yaklaşım her adlandırmayı, argümanı ve kavramı yanlış tanımlamaya götürür. Zira toplum ve bireylerin yaşadığı tüm sorunların kaynağında yerleşik zihniyetin gücü var. Bu zihniyet beyinlere ve duygulara o kadar hakim olmuş ki, ona karşı etkili mücadele verilmezse ki -bunun başında nefis terbiyesi gelmektedir- bireyi istediği noktaya rahatlıkla götürür. Bugüne dek bilinen ve toplumsallık ifade eden bütün mitolojik, dinsel, felsefik ve Bilimsel olan ideolojik zihniyetlerin tümünde nefis terbiyesi en kutsal ve önemli görülen bir mücadele biçimi olarak tespit edilmiş ve uygulanmıştır. Güdülerin terbiye edilmesinden, duyguların kontrol altına alınmasına, iradenin ikirciksiz tavır belirlemesinden, inancın imana dönüştürülmesine kadar olan birçok alanı kapsayan nefis terbiyesiyle zihniyet dönüşümüne, keskinlik ve kalıcılık kazandırılmıştır.

Kapitalist-modernitenin özellikle geliştirdiği kavramların anlam karmaşasına ve anlam anarşizmine karşı, kendi şahsında kendine dönük oto-iradi müdahaleyi gerçekleştiremeyen, finans-kapital çağının rüzgarına kapılmış, dümenini yitirmiş, rotasız ve pusulasız kalmış, okyanuslarda savrulan gemiye benzer. Ne zaman nere de ve ne şekilde hareket edeceği meçhul olan, iradesi ipotek altına alınmış, kendine has fikirleri olmayan, cevherinden ayrı kalarak benliğini yitiren, ruhu donmuş, duyguları çarpıtılmış, güdüleri kışkırtılmış ve her türlü yönlendirilmeye açık olan bencil ve bireyci kişi tipolojisi konumundadır.

Kapitalist-modernitenin dönem hali olan post-modernizmin tam da yapmak ve yaptırmak istediği budur. Çünkü bu zihniyet (liberalizm)in merkez noktası; “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”, bırakınız söylesinler felsefesine dayanır. Bu bir zihniyettir. Burada ölçü, kural, ilke, toplum, tarih, hakikat ve anlam değersizleştirilmiştir. Hiçbir hükmü ve geçerliği yoktur. Bu sebeple kavramları tanımlama tarzı eski zihniyet kalıplarını aşacak çerçevede olmalıdır. Mesela, Demokrasi kelimesi bir kavramdır ama anlam, içerik ve işlev olarak her anlayış ve sistemin bunu ele alış tarzı farklıdır. Her düşünce, anlayış ve sistem hitap ettiği kesimin çıkarları ekseninde, demokrasi kavramının içeriğini doldurur veya anlamlandırır. Doğal olarak ezilen, sömürülen, dışlanan toplumların demokrasi anlayışıyla, burjuva-kapitalist sistemin demokrasi anlayışı bir olamaz. Demokrasi, burjuva kapitalist kliğinin tekelinde değildir. Burjuva kapitalist iktidarcılığın bir icadı da değildir. Demokrasiyi, tarihsel düzlemde her türlü baskı ve sömürü odaklarına karşı, komünal toplumun değer yargıları için mücadele eden hareketlerin kazanımları olarak görmek ve bilmek gerekir.

Bugün verili sistemde demokrasi adına bir şeyler gelişmişse halkların, etnisitelerin, sömürülen ve ezilen sınıfların (alt-toplumların) mücadeleleri sayesindedir. Burjuva-Kapitalist sistemin tüm mahareti, varlığını sürdürme noktasında demokrasiyi maske yapmasıdır. Demek ki egemen-devletler ve hegemonik güçler bu kavramın içeriğini kendi çıkarları ekseninde doldurmuştur. Büyük ve kutsal mücadeleler sonucu halklar tarafından geliştirilen bu silahı, halklara karşı kullanıyor. Üstelik Burjuva kapitalist iktidarcı sistemin demokrasi anlayışında toplumsallığa dair hiçbir değer yargısı yoktur. Aksine aşırı bencilleştirilen bireyciliğe dayanır. Yine hükümranlık ve sömürü emellerini halklar üzerinde demokrasi maskesiyle gerçekleştiriyor. Marx’ın dediği gibi; ”Burjuvazi için demokrasi bir aksesuardır.” Demokrasi kavramının içeriği toplumsal çıkar ekseninde, devletsiz, iktidarsız, hiyerarşisiz, baskı ve sömürüsüz bir tanımlamaya kavuşturulduğunda anlam ve değer kazanmış olur. Böylesi bir tanımlama toplumsal öz’e uygunluk arz ederken, hakikatle de bağı kurulmuş olur.

İktidar odakları ise, demokrasiyi keyfiyet olarak değerlendirme yanılgısına kapılarak, kendine görelilik olarak algılamıştır. Halbuki demokrasi en disiplinli ve kurallı yaşam biçimidir. Demokrasi tek tek bireylere uyarlanmaz, toplumsal iradeyi esas alır. Demokrasilerde bütün bireylerin görüş ve düşünceleri önemlidir. Katılımcılık ve daha fazla seçenek üzerinden doğrulara ulaşmak zenginliktir ama her düşünceyi olduğu gibi esas almakta, demokrasi ruhuna aykırıdır. Toplumsal iradenin belirleyici yanına büyük değer biçer. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Özgürlükler, insan hakları, evrensel hukuk vb. toplumsallık ifade eden her kavramın içini boşaltarak, kendi çıkarları uğruna, aldatma ve hileye dayalı, yanılsamalı tanımlarla anlamlar yüklenmiştir.

 

Zihniyet Oluşumu ve Akış Serüveni

Tarihin zincirleme devinimini anlamak, büyük zihniyet devrimlerini ve toplumsal yapıları kavramak açısından önemlidir. Sihir ve büyü ile başlayıp, mitolojiyle devam eden düşünüş biçimi, ilk zihniyet şekillenmeleridir.  Daha sonra devrimlerle dinsel, felsefik ve bilimsel düşünüş biçimleri gelişmiştir. Bunların tümü zihniyet halleridir. Hatta bu düşünüş biçimleri içinde farklı zihniyet yapılanmaları ortaya çıkmıştır. Değişik zamanlarda farklı biçimlerde toplumsal sistemlere bürünerek, hayatın rengi ve örgüsü haline gelmişlerdir. Bu düşünüş biçimleri değişik zihniyet yapılanmaları olarak açığa çıkarken -neolitik dönem hariç- öz durumunu yani kök hücreyi, erilliği korumuşlardır.

Toplumsal tarihin akış seyrine baktığımızda zihniyet alanının en az ekonomik ve teknik alan kadar, hatta daha fazla önemli olduğu görülecektir. Zihniyette gelişmeyi yaratamayan, derinleşemeyen, yeni toplumsallığı tüm yönleriyle sistemin sınırlarını aşan bir içerikte tanımlayamayan hiçbir çıkış, ne devrimsel bir adım atabilmiş ne de yeni bir toplumsal sisteme yol açabilmiştir. Gerçekleşen çıkışlar ise, verili zihniyetin kimi temel ölçüleri (eril bakış) içerisin de arayışlara girişilerek, alternatif zihniyet ve sistemler oluşturulmuştur. Çözümleri yumuşatma, iyileştirme (reform) ve dönemsel olmanın ötesine geçememiştir. Fakat yine de toplumlara umut ve inanç verip, yeni bir yaşamla kuşatırken, hiyerarşik-iktidarcı-devletçi yapıların da korkulu rüyası olabilmişler.

Nuh Tufanı böylesi bir arayışın ve yeni bir yaşamın söylencesidir. Farklı bir zihniyet, ruh ve sistem yapılanmasıdır. Neolitiğin kendini tekrar eden birikim daralmasını, toplum karşıtlığı olan hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi yapılanmayla değil, kendi özgülünde, toplumsallığını koruyarak kentleşmeyle aşmasıdır. Tanrılaşan yönetici- kralların geliştirmeğe başladığı yalanlarla yüklü tahakküm, sömürü ve yozlaşmaya karşı çıkıp, toplumdan ve onun kültürel değerlerinden yana tavır alıp, peygamber geleneğini ve demokratik temelde kent-yönetim sistemini oluşturur. Müthiş bir toplumsal irade belirlemesiyle toplumsallığı koruyan ama kentleşen muazzam bir zihniyet devrimidir. Beş bin yıldır hafızalara kazınan bu zihniyet, yepyeni bir sistemi ve yaşamı öngörmüştür.

Hz. İbrahim’in efsanevi çıkışı, zihniyetinin derinliği, kapsamı ve güçlülüğüyle bağlantılıdır. Toplumun parçalanmasını reddederken, sınıflaşma ve köleleştirmeye karşı bir duruştur. Kabile toplumunun kimliğine ve kültürüne sahip çıkmadır. O da toplumsallık ve hakikatle olan kabul ilişkisidir. Bu çıkışın merkezine oturan, toplumsal öze inanma, onun gücüne güvenme ve ona dayanmadır. Meşru savunma temelli öz savunma göstergeli bir devrimdir.

Hz. Musa’nın toplumunu Mısır’dan çıkarışı, verili zihniyeti terk edişidir. Sina çöllerinde tamamladığı zihniyet yapılanması ve sistem oluşumu, uzun yılların ve çabaların sonucudur. Teolojiyle toplumsal ahlakın ve geleneğin mükemmel olarak aynı potada eritilmesidir. Kabile kolektifiyle demokratik, eşitlikçi komün anlayışının güncel haline geri dönüştür. Ben olgusundan biz olgusuna ulaşmadır.

Medya’da yeşeren Zerdüşt, var olan çürümüş ve yozlaşmış zihniyeti ve sistemini, tarihte benzeri az görülen alternatif bir zihniyetle Ortadoğu halklar ittifakını oluşturarak, toplumlara kan ve dehşet saçan Dehak zihniyetini ve sistemini yerle bir eden devrimi gerçekleştirmiştir. Ortadoğu halklarına barışı, huzuru ve onurlu bir yaşamı koşullamıştır. Ahlakı esas alan, felsefeyi, sorgulamayı ve yaşamı dinsel motiflerle süsleyen bir zihniyeti ve hayat sistemini geliştirmiştir.

Yine Hz. İsa’nın düşünce sistematiği ve ördüğü yaşam bütün ezilenleri cezbederken, devasa Roma İmparatorluğunu dehşete düşürmüştür. Tarihsel ve toplumsal geleneklerden beslenerek barışı, kardeşliği, paylaşımı ve kolektif yaşamı bir kült olarak geliştirirken, amacı ve inancı uğruna kendini feda etmiştir. Neronlar ve Roma arenaları Mesih’e inanıp, yeni hayatı yaşayanların kanını içmeye doyamamıştır.

Mani’nin alternatif olarak kurguladığı zihniyet çıkışı, canına mal olurken, esaret altında başlattığı açlık grevi eylemi, miras olarak günümüze kadar gelmiştir. Müritleri ve inananlarına dönük Sasaniler’in kıyımı devam etmiştir. Işık Bahçeleri, Avrupa’dan Çin’e kadar birçok topluluğun yaşam yolunu, asırlarca aydınlatmıştır.

Toplumsal-tarih akışında Mazdek’in geliştirdiği yeni zihniyet oluşumu ve yapılanmaları, verili zihniyet sistemlerinin ölüm fermanı niteliğindedir. O güne dek bilinen en büyük zihinsel deprem gerçekleşmiş, özgürlükçü demokratik komünal yaşam, binlerce yılın umudu ve hasretiyle hızla örülmüştür. Bu nedenle hem kendileri hem de taraftarları ve daha sonraki ardılları bile işkence ve katliamlardan kurtulamamışlar. Etkisi ve cazibesi Hürremler, Cavidanlar ve Babekler şahsında onurluca devam ederken, egemen odakları titreten yok olma korkusu, asırlarca sürmüştür.

Hz. Muhammed Arap çöllerindeki bir vaha gibi yaşam kaynağı olmuştur. Maddi ve manevi olanı politik anlamda optimal dengede buluşturarak, İslam’ın sel gibi akmasını sağlamıştır. Hakkaniyeti ve adaleti meşruluğunu sağlarken, devasa Bizans’ı Marmara’ya sıkıştırmış, Azametli Sasanileri kof bir çınar gibi devirerek, üç kıtaya yayılmıştır. Etkisi, etkinliği ve canlılığı, güçlü bir şekilde günümüze kadar gelmiştir.

Rönesans ise, tarihteki temel zihniyet aşamalarından biridir. Aynı zamanda yeni bir düşünüş biçimidir. İnsanlık ilk kez bu dönemde bilimsel düşünüş biçimiyle hareket ederek, dünyayı sarsmıştır. Teolojiyle dünyaya çakılan çiviyi sökmüştür. Rönesans zihniyetinin en önemli özellikleri orta çağın yok ettiği insan ruhunun tekrar kazanılması, alabildiğine kötülenen dünyaya ve doğaya dönüş, dogmalardan kopuş ve insan aklına güveniştir. [2] Tanrı merkezli bir bakış açısı yerine insan merkezli bir bakış açısını esas almıştır.

Fakat daha sonra kapitalist modernite tarafından, Rönesans’ın kazanımları gasp ve istismar edilmiş, çarpıtılarak karşıtına dönüştürülmüştür. Kapitalist-modernite kendi sistemi dışındaki tüm zihniyet arayışlarını ve çıkışlarını sistemin yedeği haline getiren, kendine doğru çekerek sistemiçileştiren, onları bünyesine katan ve kendi güçlenmesinde hizmete koşturan bir yetenek ve beceri kazanmış olması, ona karşı yürütülen zihniyet mücadelesinin daha derinlikli, daha bütünlüklü ve tutarlılık içinde sürdürülmesini gerektirmektedir. Sadece basit ve sıradan bir bilinç, kararlılık ve niyet düzeyi yetersiz kalır. Karşıtına benzemeyi veya yedeklenmeyi kaçınılmaz kılar.

  1. yy.da sermaye ve iktidar odaklarının korkulu rüyası olarak ortaya çıkan Marksizm, yeni bir zihniyet devrimi olmakla birlikte, toplumsal gelişmede alt yapıyı esas alarak, ona toplumsal ve tarihsel misyon biçerek, başat rol vermiştir. Marksizm bu tür tarihsel gelişmelerde belirleyici rolü üretim araçları ile üretim ilişkilerine verir. Zihniyet savaşımına tali bir rol atfeder. Yine etnisite ve dinsel grupların mücadelesine gereken ağırlığı vermez. Diyalektik yöntemin dogmatik yorumu olarak, bu yaklaşımlarla tarihin kavranışı bütünlüklü olmaktan uzaktır. Gelişmeleri ve dönüşümleri buna göre tanımlamıştır.

Bu ele alış biçimi eksik ve yetersiz kaldığı gibi bütünlüklü ve doyurucu analizlerin yapılmasını da geri plana atmıştır. Bu durum fazlaca ekonomist ve maddiyatçı bir bakış açısını ifade eder. Büyük bir oranda rasyonaliteye dayanmaktadır. Tarihsel toplum açısından yetersiz olup, yanılgılı bir hali içermektedir. Yanılsamalarla yüklüdür. Yaşananları tanımlamaya, gelişmelere yön vermeye yetmemiştir.  Bu durumun tarihsel toplumun gelişiminde zihniyetin rolünü önemsizleştirdiği hatta tali plana indirgediği bir gerçektir.

Bu yaklaşım geçmişte oldukça şematik hale getirilmiş, üretim araçları, üretim güçleri, objektivite, maddi yapı her şeyi belirleyen olarak konulmuştur. Zihniyet alanının (Felsefe-ideoloji-siyaset-kültür, sanat, edebiyat vb.) toplumsal gelişme üzerindeki etkisi tam görülememiş ve tali planda ele alınmıştır. Dolayısıyla “alt yapı üst yapıyı belirler” denilerek geçilmiştir. Bunun yeterli olmadığını hem toplumsal gelişmeler hem de bilimsel gelişim verileri ispatlamıştır. Kuşkusuz toplumsal sistemlerin doğuşunda, gelişmesinde alt yapının ( üretim güçleri, teknik, vb.) yani maddi gelişmelerin önemli bir etkisi olduğu açıktır. Ancak zihniyet alanında yaşanan değişim ve gelişimin de belirleyici etkisi her geçen gün, daha fazla kanıtlanmaktadır. Üst yapı diye ifade edilen zihniyet alanı, alt yapı tarafından belirlenen bir alan değildir. Tersine kendi gelişimi içinde ortaya çıkan, tarihsel süreci olan ve birbirine eklenen bir gelişme alanıdır.

Ancak tüm hata ve eksiklerine rağmen, yeni bir zihniyet olarak Marksizm, yüz elli yıl gibi bir süre dünya ölçeğinde sömürülen işçi ve emekçileri, sömürge konumundaki halkları sosyalizm umudu, coşkusu ve inancıyla sarıp-sarmalarken sermayedarların, iktidarların ve sömürgecilerin ise, ölümcül rüyası olmuştur.

Genel olarak düşünceyi sadece mekanik bir bakış açısıyla maddi olanın yansımasıymış gibi değerlendirmek doğru değildir. Kuşkusuz her şey düşünceyle ifade edilir ve bununla sınırlıdır da diyemeyiz. Bu ikisinin bütünlüğünü diyalektik birliğini ve iç içe oluşunu, birbirini besleyen, güç veren ve tamamlayan olarak görmek gerekir. Ancak düşünce devamlı birkaç adım önde gider. Bu bakımdan tarihsel toplumun gelişiminde zihniyetin temel ve önemli bir yeri vardır. Her zaman değişim ve gelişme öncelikle zihniyette ortaya çıkmaktadır. Toplumsal yapılarda yeni düşüncelerin gelişmesi, ret-kabul ölçülerinin farklılaşması, doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin ayrımlarının yeniden tanımlanması, istek ve ihtiyaçların değişmesi, giderek toplumların maddi yapılarında da değişimlere yol açmaktadır. Elbette zihniyetteki değişim toplumun maddi yapısıyla ve tekniğiyle- bağlantılı gelişmektedir. Ancak her zaman zihniyetteki değişim ve dönüşümler sürekli önde gitmektedir. Ne kadar güçlü, yenilikler içeren, bütünlüklü, tutarlı ve iddialı bir zihinsel gelişme yaşanıyorsa, ekonomik, teknik ve sosyal gelişmeler de o denli çok yönlü ve kapsamlı olmaktadır.

Temel bir boyut olarak Demokrasi ve Özgürlüklerin gelişiminde ya da devrimsel süreçlerde zihniyet alanı daha önceliklidir. Çünkü maddi etkileşim gücüyle bile oluşsa yine de yön verici olan zihniyettir. Ve başat kabul etmemiz gereken, zihniyet alanıdır. Çünkü yeniye dair bir aydınlanma olmadan, bütünlük kazanmadan ve bir sistem ortaya çıkarmadan insanın bilinçli, planlı, sistem yaratan eylemini ortaya çıkarmak ne kadar mümkün olabilir. Tabi ki olası değildir.

Değişimi başaramayan, dönüşümü gerçekleştiremeyen kimi sistemler kendi zihniyet ve dogmalarının esiri olmaktan kurtulamazlar. Bu durum toplumsal tarihle sabittir. Dinler, inançlar, mezhepler, milliyetçi ideoloji ve sistemler hatta bilimsel geçinen kimi zihniyetler bu kategoriye örnektirler.

 

Alternatif Zihniyet Formülü

Zihinsel devrim düşün yapısını ve yeni hayatı ifade eder. Ancak Zihinlerde yeni toplumun meşruiyeti sağlanmadan, yeninin yaşama şansı zordur. Çünkü hiçbir toplumsal sistem ve yapı inanmadan inandırılmadan, benimsenip içselleştirilmeden, meşruluk kazandırılmadan uzun süre yönetilemez. Çeşitli yöntem ve araçlarla oluşturulan baskı, şiddet ve zor uygulamalarına dayalı yönetme girişimleri ve etkisi dönemseldir. Kalıcı olmasını sağlayan ise inançtır, zihniyet ölçülerinin kabulüdür. Burada insan zihninin esnekliği ve yeniden yapılanmaya açık olması anlam kazanmaktadır. Yaratıcı ve üretken bir çabayla yeni bir evren, yeni bir yaşam, yeni bir ilişkiler sistematiği toplamı olarak, yeni bir zihniyet yapılanması kurgulanabilir.

Bu güne kadar bilinen tüm zihniyet devrimleri, verili yapılar ve sistemler karşısında alternatif olma ve toplumsal meşruluk kazanma mücadelesidir. Alternatif olabilmek için öncelikle derinlikli ve kapsamlı bir zihniyet düzeyi gereklidir. Bunun için mevcut verili sistemi tahlil edebilen, kaynaklandığı tarihsel temelleri irdeleyerek açığa çıkarıp, ortaya koyabilen ayrıca kabul görmüş, yerleşik sistemin düzlemini ve geldiği merhale itibarıyla yaşadığı yapısal bunalımı ve sarmal krizleri bütün boyutlarıyla görüp, çözümleyebilen, kaosun akış sürecinde ve sonucunda kendi toplumunu yaratmanın umudunu, bilincini, örgütlemesini, programını, plan-proje ve eylem gücünü açığa çıkaran bir düzeyi yakalaması gerekir. Aksi halde güzel fikirler üretmenin, iyi düşünceler geliştirmenin, estetik duygulara sahip olmanın ötesine geçilemez.

Önemli bir hususun altını çizmede yarar var. Tarihsel toplumun gelişiminde bilimsel-teknik ilerlemenin rolü yadsınamaz, küçümsenemez. Ancak bu sistemsel dönüşüme yol açmaz. Eski düzenin aşılması ve yeninin uç vermesi, yeni bir zihniyet formunu gerektirir. Bu eksende toplumsal geçmiş zihniyet ve onun sistem miraslarıyla yüklü olup, günümüzü aydınlatmaktadır.

Her düşünce akımı, doktrin, ideoloji ya da politika yeni bir zihniyet yapılanması anlamına gelmemektedir. Çünkü yeni zihniyet; komple bir bakış açısı, bütünlüklü bilinç dönüşümü ve tümden bir mantık değişikliği demektir. Verili olan her geleneğin, algının ve yargıların kısacası manevi kültürün birikmiş tüm yaratım ve değerlerinin değişik amaçlar için rafine edilerek damıtılması, yeniden öz ve biçim kazandırılarak ilkelere, kurallara ve kaidelere büründürülüp, yaşamsal kılınması yani alternatif akla kavuşturulmasıdır.

Alternatif zihniyet düzeyini şöyle formüle edebiliriz;  Evrenin, doğanın, toplumsallığın ve beş bin yıllık eril sistemin tüm bilmelerini ve birikimlerini kendi bilmesinin ufkuna alarak, demokratik toplum eksenli yeni bir zihniyet oluşturmak.  En çok korkulan zihniyet formülü budur. Bu çerçevede ele alırken tarihsel toplumsal bir sistem gerçekliğinin mevcudiyetiyle hareket etmek elzemdir.

Biraz daha açımlarsak, alternatif zihni yapılanma; kendisini oluşturmaktan tutalım, araç ve yöntemlerini yaratmaya, bunu günlük pratikte büyük bir emekle yaşama dönüştürecek kurum ve yapıları oluşturmaya kadar geniş bir zeminde sürdürülmelidir. Netice de toplumun kendi kendini yürütecek, ahlaki ve politik öze ve özelliklere ulaştırılmasıdır.

Toplumsal yaşama damgasını vuran verili zihniyet yapılanmasının çözülmeye ve meşruiyetini kaybetmeye başlaması çoğunlukla alternatif bir zihniyet yapılanmasının oluşumu ve meşruiyet kazanmasına paralel gerçekleşmektedir. Kendiliğinden aşılma durumu söz konusu değildir. Yeninin mücadelesi ve toplumsal onay alması temelinde eski zihniyet yapılanmasının çözülmesi iç içe ve paralel gerçekleşir. Yeni ve eski uzun süre varlıklarını, yaşam akışlarını yan yan sürdürürler. Ancak biri erirken diğeri güçlenir, büyüyerek yol alır. Fakat eski tümden yok oluşu yaşamaz. Yok oluş eşyanın tabiatına aykırıdır. Eskinin sınırlıda olsa kimi değerleri ve deneyimlenmiş mirası yeninin bünyesinde, yaşam renklerinde, düşün dünyasının kavramlarında olumluluğa doğru varlığını sürdürür.

Özellikle mevcut sistemin paradigması dışında; evreni, doğayı, toplumu anlama, bilme ve kavrama tarzına, kısacası onun aklına vakıf olmak ve bilince çıkararak, mirasıyla birlikte yeni bir mantaliteyle hareket etmek gerekir. Sonuçta sistemi ve dönemin tarzını aşan onun ötesinde bir formülle yola koyulmak, başarıyı koşullar. Aksi halde sistemin oyunlarına, en çok bildiği yol ve yöntemlerin tuzağına düşmek, kaçınılmaz olur.

Sistemin zihniyet esaslarına göre düşünen, onun mantık ölçüleriyle olay ve olguları ele alan, verili modernitesine göre yaşamı sürdüren birisinin, sistemi aşan bir yaklaşıma ve bakış açısına sahip olması, alternatif bir hayatı yaşaması mümkün değildir. Bir noktadan sonra onun ufku içerisinde erimekten kendini kurtaramaz.

Sistemi aşan bir zihinsel derinlik ise; sistemi toplumsal temelleriyle birlikte aşma düzeyimizle, tarihsel gelişimini doğru çözümleyebilmiş olmamızla ve onu bugüne kadar taşıyan dinamikleri ve karşı dinamikleri tahlil etmemizle ilgilidir.

Yeni zihniyet yapıları ve amaçladığı yeni toplumsal sistemler, öncelikle büyük bir zihniyet çalışması temelinde doğup gelişirler. Geçmişi-eskisini aşan bir zihniyet sistematiği belirmeden ve toplumsal iradeye dönüşmeden, üretim koşulları ve teknik gelişmeler kendi başına bir anlam ifade etmezler.

Günümüz pozitivist sosyolojisinin en temel hastalıklarından biri toplumsal sistemleri ve toplulukların yeniden doğuşunu, zihniyetten ve onun belirlediği irade ve mücadeleden bağımsız ele almasıdır. Yeni toplumsal sistemlerin gelişimini tali sebeplerle ya da başka nedenlerle izah edip, anlam kaymasını, sağlayarak, önemini geri plana öteler.

 

Kaos, Kriz ve Zihniyet Bağlaşıklığı

Mevcutta yaşanan sarmal-krizler, sadece son beş yüzyıllık sömürücü Kapitalist iktidarcılığın, ulus-devlet yapılanması ve hegemonyasına bağlanamaz. Salt ekonomik ve maddi alandaki krizlerden kaynaklı da değildir. Hiyerarşik- iktidarcı, devletçi uygarlığın oluşumuyla başlayan (beş-altı bin yıllık) bünyesel ve yapısal olan kaos menşelidir. Sosyal, siyasal, kültürel vb. toplumsal alanın bütün yaşam bilinçlerini, şekillerini ve mekanlarını kapsamaktadır. Hal böyledir. Bu durum yaşanan krizlerin bünyesel ve yapısal olduğunun göstergesidir. Diğer adlandırmayla zihniyet alanında gerçekleşen kaosu ifade eder. Zihniyette gerçekleşmeyen kaos, yaşamın her hangi bir alanına kriz olarak yansımaz. Demek ki, krizler sarmalı, zihinseldir. Kaosa tekabül eder.

Mevcut zihniyetin kendisi, oluşumuyla birlikte sorunsaldır ve çözüm üretemez noktadadır. Yozlaşmanın, aşınmanın ve krizlerin tetikleyicisidir. Bundan kurtuluşun yolu zihniyet değişiminin-devriminin gerçekleşmesi ve sistemsel yaşamsallığa kavuşmasıyla mümkündür. Gerisi nafile çabalar olup, verili zihniyetin kaotik halinin, krizlerle gizlenmesi anlamını taşır.

Gelelim zihniyet devrimi ya da değişimindeki asıl olana. Yani can alıcı noktaya. Diğer bir deyişle “işin puf noktası” na.

Verili sistem zihniyeti, eril zihniyetin ürünüdür. Eril zihniyet üzerinden Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi uygarlık aklı oluşmuştur. Şöyle ki; bu aklın ve sistemin oluşmasında, merkez hücre konumunda bulunan, adeta matematikte çemberin değişmez çarpım ölçüsü olan; sayısı gibi bir rolü bulunan; eril zihniyettir. Eril zihniyeti kusmak; iktidarcı-devletçi sistem zihniyetinden boşalmadır. Çünkü bu mantalitenin kök hücresi, eril zihniyettir. Kök hücre varlığını korudukça, kendini farklı zamanlarda değişik biçimlerde cezbedici isimler altında tekrardan var edecektir. Örneklersek eğer; bir ağacı kurutmak istiyorsanız yaprakları, dalları ve gövdeyi kesmeniz sonuç verici olmayacaktır. Kökler var oldukça onların üzerinden beslenerek, yeniden filizlenip yeşerecek ve dal budak salarak gövdeye kavuşmuş olacaktır. Fakat kökleri kesip, işlevsiz kıldığınızda gövde, dal ve yapraklar kaçınılmaz son olan kurumayla neticelenecektir. İşte, eril zihniyet tüm kötülüklerin kökü ve kaynağıdır. Zihniyet dönüşümü gibi devrimsel bir işe kalkış, buradan başlanmalıdır.

Hiyerarşik, iktidarcı ve devletçi tüm yapılar ve uygulamalar, eril zihniyetin ürünüdür. Toplum karşıtı ve düşmanlığı temelinde geliştirilen tüm bu olgulardan ve ürettiği kötülüklerden köklü kurtuluşun yolu; eril zihniyeti kusmak, ondan arınmak, kadın özgürlüğü ve öncülüğünde demokratik eşitlik temelinde, canlı doğayla toplumsal olanla buluşmak demektir. Kadın özgürlüğü, kadın hakikati demektir. Bu da toplumsal hakikati ifade eder. O da özgür yaşamdır. Öyleyse eril zihniyetin kendisi toplumsal hakikat karşıtıdır. Kadın özgürlüğü düşmanlığıyla işe başlaması, aynı zamanda özgür yaşamın katledilmesidir. Özgür yaşam, toplumsal hakikatın ete-kemiğe bürünmüş halidir.

Eril zihniyet, kadın özgürlüğü düşmanlığıdır. Bu ise, toplum karşıtlığı demektir. Bilinen tüm egemen olgular sistemi, bu gerçeklik üzerinden oluşup, şekillendiği için öncelikle işe, bu realiteyle yani eril zihniyeti yok etmeyle başlamak elzemdir.

 

Zihniyet Devrimi ve Öncü Faktörü

Bir zihniyeti topluma mal eden, ete-kemiğe büründüren en büyük faktör öncülerdir. Taşırmanın hem beyni ve gücü hem gözü ve kulağı hem de el ve ayaklarıdır. Öncü, toplumun yaşadığı çelişkileri ve çatışmaları önce kendi şahsında yaşayarak, toplumsal sorgulamaya öncülük eder. Çelişkileri beyninde ve ruhunda dondurmaz, sürekli canlı ve diri tutar. Toplumsal bunalımın aşılması gerektiğine kesin inanır. Kendini mücadeleye büyük bir coşkuyla adar. Tüm enerji ve yoğunlaşmasının mücadelenin gelişimi için harcar. Başarıya ikirciksiz bir inanç ve iradeyle kilitlenir. Zihniyet dönüşümünü önce kendinde geliştirir. Öncü toplumla yeni zihniyet temsilcisi arasında köprü görevini yürütür. Yaşam tarzı ve duruşuyla halka örnektir. Yeni yaşamın temsilcisidir. Oluşumun dönemsel taktiklerini ve stratejisini hayata geçirmekten sorumludur. Eski yaşam alışkanlıklarının esiri olmaz. Önüne çıkan tüm zorluk ve engelleri büyük bir irade azmiyle aşar. Topluma bir sosyal bilimci edasıyla yaklaşır, halkı örgütler, mücadele çizgisine çeker. Mücadelenin tüm aşamalarında coşkusundan ve moralinden bir şey kaybetmez. Mensubu olduğu oluşumun ideolojik çizgisini iyi özümser, kendini o çizginin içinde adeta eritir.

Bir oluşumun gelişim diyalektiğinde örgütlü toplumdan önce örgütlü birey yetiştirmek, belirleyici bir rol oynar. Toplumsal değişim, dönüşümler ise, istisnalar dışında mümkün mertebe üstten dayatılmamalıdır. Bilinçli ve örgütlü birey ile toplum geliştirilerek, öngörülen sistemi adım adım örmek yaklaşımı, daha geliştirici ve kalıcı etkidedir. Bir oluşumun zihniyeti ve felsefesi ona inananlar üzerinden topluma taşırılır ve örgütlendirilir.

Bir paradigmanın zihniyetini ve sistemini benimseyip, özümseyenler, iliklerine kadar içselleştirenler ancak ilkeli, soylu ve onurlu bir duruşun sahibi olarak, toplumun gönlünde taht kurarlar. Ve bu aşamaya kendini getiren kişi, toplumuyla kaynaşmış ve toplumun da onu bağrına basarak benimsemiş ve özümseyerek bütünleşmiş demektir.

Eskiyen zihniyete isyan eden öncü kişiliklerin, aslında çürüyen ve yozlaşan toplumsal yapılanmaya isyan ettikleri çok nettir. Dünya tarihinde hacim olarak çok büyük, kapsam olarak çok geniş toplumları etkileyen devrimler çokça yaşandı. Toplumsal olma iddiasından hiç vazgeçmeyen oluşumların sayısı da az olmamıştır. Ancak bu karakteri taşıdığını iddia eden oluşumların hiçbiri tüm toplumsal sorunların kaynağında erkek egemenlikli zihniyetin yattığını ya görmemiş, ya da dokunmaya cesaret edememiştir. Bu nedenle derin toplumsal sorunlar bitmemiş, hatta giderek ağırlaşarak, yaşamın tüm alanlarını etkileyerek günümüze kadar gelmiştir.

Ali Fırat ’ın İmralı’da eril zihniyet karşıtlığı temelinde geliştirdiği; Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Komünal Toplum Paradigması, öz ve biçim olarak, yeni bir zihniyet devrimi ve demokratik komünal toplum değerlerinin sistem manifestosudur. Bu eksende formülleştirdiği yeni yaklaşımıyla dünya insanlığını hem özüyle buluşturmakta hem de kurtuluş yolunu göstermektedir.

Bu paradigmanın ufku, kapsamı ve içeriği evrensel mahiyette olup yeni bir dünya sistemi öngörmektedir. Böylesi bir sistemsel ağırlığa sahip olan bir paradigmayı, salt okuyarak yüzeyden öğrenmek ve bilmek hatta bir papağan gibi ezberleyip, tekrar etmek yetmeyecektir. Üstelik bu durum paradigmayı sıradan ve basit ele alma, özünden boşaltma olarak tanımlanabilir. Hatta bu yaklaşım paradigmayı liberalize ederek sistemiçileştirip, Kapitalist-modernitenin hizmetine taşıyacaktır. Halbuki, çok yönlü bir anlam derinliğine ulaşmak ve özümsemek gerekir ki, verili dünya zihniyetinden ve sisteminden tam bir kopuş yaşanılsın.

Özellikle zihniyet ölçüleri çerçevesinde kendini yeniden yaratma eylemine güçlü bir giriş yapılmalıdır. Aksi halde paradigma anlaşılmadığı gibi onun zihniyet hattına ve yaşam ölçülerine dahil olunamaz. Paradigmanın etrafında dönüldükçe, zihniyetinin çevresinde gezinildikçe, öngördüğü sisteme dahil olunmadıkça her türden tehlikeye açık bir pozisyonda kalarak hatta kapitalist-modernitenin kulvarlarında dolaşmaya devam edilir.

Tarihe, yaşama ve tüm toplumsal dokulara baktığımızda beş binyıldır oluşturulan cinsler arası dengesizliğin tüm doğa ve toplumsal ilişkilere uygulanarak adeta yedirildiği ve böylece yüz binlerce yıllık optimal denge diyalektiğini bozduğu aşikardır. Bu temelde tüm dinamikleriyle özgürleşmek isteyen bir toplum, evvela bu adaletsizliğe karşı mücadele etmelidir. Ve Erkek egemen iktidarcı zihniyete karşı kadının özgürlükçü doğasal zihniyetini yetkin kılıp öncelikle ideolojik alanda kazanmayı iyi bilmek, tam sağlamak gerekir.[3]Çünkü geçmiş yaşamın tüm alanları kadın yaratımıyla, kadın emeğiyle, kadın adaletiyle, kadın rengiyle anlam bularak gerçeğe dönüşmüştü. Bu realite alt-üst edilerek, toplumun bütünü bu kapsama dahil edilebilmiştir. “Kaybedileni kaybedilen yerde aramak” düsturu üzerinden hareket ederek, zihinsel dönüşümün adeta can damarı olan, kadın karşıtlığı temelinde varlığını geliştirip, koruyan eril zihniyeti kusarak ilk adımı atmak elzemdir. Kapitalist-moderniteyi kusabilmenin başlangıç adımını; eril zihniyeti kusarak başlatmak hayati önemdedir. Bunu göz ardı etmek, önemsememek ve zihniyet devrimini eril zihniyet dünyası kıskacında kalarak gerçekleştirme arayışlarına girmek, havuzda yüzerken kendini engin okyanuslarda zannederek, kulaç atmanın yanılgısının kurbanı olmaktır.    

 

Zihniyet Mücadelesi

Zihniyet savaşı, farklı biçimlerde yürütülen çok yönlü, değişik boyutlu bir mücadeledir. Zihniyetin, yaşamın tümünü kucaklayacak tarzda kendisini oluşturması, tarihsel örneklerde de görüldüğü gibi uzun yıllara yayılan bir çabayı gerektirmektedir.

Günümüzde doğamız ve toplumsallığımız ölümcül tehditler altındadır. Tüm alanlarda olgunlaşma ve çürüme fazlasıyla yaşanmaktadır. Buna rağmen sistemi aşacak çıkışları yapmada yine sistem zihniyetinin etkileriyle izah edilebilecek bir kafa karışıklığı ve atalet hüküm sürmektedir. Bu durum ne teknik koşullarla ne de ekonomik, sosyal ve siyasal koşulların olgunlaşması veya çürümesiyle ilgilidir.

Dünya genelinde yeni doğuşlar için bilimsel gelişim, teknik temel ve düşünsel birikim hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar elverişlidir. Yeni tarihsel çıkış için objektif koşullar da yeterlidir. Başarısı, öncelikle zihniyet alanında yakalanan gelişmeye bağlıdır. Fakat zihniyet savaşındaki sığlıktan, parçalılık ve eklektizmden, sistemsizlik ve tutarsızlıktan, yozlaşma ve kadercilik gibi durumlar birer set gibi durmaktadır. Bunu aşmak için zihniyette derinlikli ve bütünlüklü, sistemli ve tutarlı, net ve direngen bir doğuşa ihtiyaç vardır.

Toplumsal düzlemde tarihe iradi müdahale karakterinde ortaya çıkan tüm paradigmalar ilk ve en büyük mücadeleleri zihniyet üzerinde gerçekleşmiştir. Toplumsal yaşam formu zihniyetinin çözümlenmesi ve eleştirisi yapılmadan, tarihe mal olmak mümkün olmamıştır. Çünkü zihniyet, tarihsel toplumsal koşulların birey ve toplumun inanç, düşünce, mantık, davranış, duygu ve yaşam tarzı üzerinde yarattığı etkidir. Dolayısıyla toplumu köklü dönüşümlere uğratmak isteyen her oluşum bu olgulara karşı yeni alternatifler geliştirmek zorundadır ve kurmak istediği sisteme en uygun insanı yetiştirmek amacıyla eski zihniyet kalıplarını sarsmayı esas almıştır. Bugüne kadar yapılan sistem çözümlemelerinin temel yanılgısı, verili olanların basit bir şiddet ve zor sistemi olduğudur. Buna karşı alternatif geliştirme ve bunun mücadelesini yürütme noktasında ise, sisteme karşı zor ve şiddet yolunun temel eksen olarak alınmasıdır. Nasıl ki sistemin tahlili yanılgılı yapılmışsa, buna karşı yürütülecek mücadele biçimi ve araçlarının seçimi de bu yanılgının doğrultusu veya yansıması şeklinde olmuştur.

Ve toplumsal gelişmeler öncelikle ve özellikle zihniyette yaşanır. Yeni bir toplumsal yaşam biçimi toplumun zihniyetinde kabul gördüğü, uygun araç ve yöntemlere kavuşturduğu, yapı, kurum ve öncülerini oluşturduğu, eskiyen zihniyet ve toplum sistemlerine karşı başarılı bir tavır ve mücadele yürüttüğü oranda kalıcılık kazanmaktadır.

Ancak üst toplum zihniyetinin gücünü de küçümsememek gerekir. Bu zihniyetin arkasında beş-altı bin yıllık bir gelenek, uygarlık ve en önemlisi yaşanmışlık gerçeği var. Toplumsal dokular bir anda bunun etkisinden kolay kurtulamazlar. Beş-altı bin yılda geliştirdiği, güçlendirdiği, insanlığın başına hakim kıldığı tüm alt ve üst yapı kurumlarıyla toplumsal genlere kadar dokudu kendini. Bu anlamda bu zihniyete karşı çok yönlü bir mücadele perspektifiyle hareket etmek gerekir. Bu güne kadarki bilmelerimizi, düşünsel ve zihinsel dağarcığımız ile anlam algımızı yeniden kurmamız gerekir. Bunun içinde doğadaki en küçük canlı (tırtıl, böcek, karınca…) dan başlayarak devasa bir yapı olan evrene kadar tüm olgulara, yaşanmış ve yaşanmakta olan olaylara bakış açımızı yeniden sorgulamaya alarak, kendimizi rafineden geçirmeliyiz. Özellikle de bunun arzusu, çabası ve gayreti içinde olmak önemlidir.

İster bireysel ister toplumsal olsun değişim ve dönüşümlerde en büyük rol, zihniyet devrimine aittir.

Ancak yerleşik zihniyetin olumsuz etkilerini, tahribatlarını, dogmatizmini ve bireyciliğini kendinde aşamayan, yeni zihniyet hattına giremez. Onun gelişim, dönüşüm ve sıçramalı diyalektik çizgisine dahil olamadığı gibi, kendinde de gerçekleştiremez.

Birey ve toplumu mücadeleyle zihniyet sorgulamasına tabi tutmadan, kişi ve toplumu dönüştürmek, mücadele içine çekmek, farkına vardırmak, tarihin hiçbir aşamasında gerçekleşmemiştir. Önemli olan çürüyen, dağılan, baskı ve sömürüye katmerli bir düzeyde maruz kalan toplumun beyni ve yüreğinde yeni düşünceler uyandırmaktır. Yeni düşünceler uyandıktan ve nüvelere dönüştükten sonra, bu toplumsal yapı eski halinde kalmaz artık. Yeni yaşam arayışları süreklileşir, direniş ve özgürlük mücadeleleri bir yaşam tarzı ve duruşuna kavuşur.

Üstten dayatmalarla toplum dönüştürülemez. Bazı değişimler olsa da kalıcı ve özlü anlamlar içermez; toplumun bütün kesimlerini etkilemez.

Büyük düşünce ekolleri önce bireyde başlar ve giderek bireyden topluma taşırılır. Kendini adama düzeyi toplumsal formda zihniyet değişimini getirirken, yeni bir kişiliğin oluşumuna da yön verir. Böylesi özelliklere sahip birey, uyanan düşüncelerini toplumun demokratik eşitlik çizgisinde sistemleştirip, örgüt ve eylem hattına dönüştürdüğü ölçüde önderdir ve yeni zihniyetin öncüsüdür.

Tarihsel ve toplumsal temeli olan örgütlenmeler kökenlerine inançlı ve bilinçli otururlarsa, o toplumun tarihi çok görkemli dirilir, olanca ilişki ve çelişkileriyle yeni koşullar altında hayat bulur. Bu anlamda her örgütlenme toplumsal bir müdahaledir. Çıktığı dönemde öncelikle mevcut tüm yaşam formlarını sorgular ve yargılar. Geçerliliği olanlar yeni formlar yaratmak üzere birleşirken, eskimiş yaşam formlarıyla çok çetin ve çok yönlü bir mücadeleye girişir. Mücadele ideolojik boyuttan meşru savunma temelinde şiddet araçlarıyla yapılan öz savunma boyutuna ve yaşam şekillenmesine -kendi modernitesine- kadar birçok alanı kapsar. Hem başarı, hem de başarısızlığın ölçütü burada düğümlüdür. Örneğin; “Fransız ve Rus Devrimleri başta olmak üzere, 19. ve 20. yüzyıldaki devrimlerin büyük kısmı kapitalist modernitenin zihniyet ve yaşam tarzını aşamayan devrimlerdi. Soylu çabalarına ve alternatif olma hayallerine rağmen başarıları sınırlı oldu. Şüphesiz geriye değerli bir miras, halen yaşayan hakikat payı yüksek zihniyet kazanımları ve etik-estetik yaşam değerleri bırakmışlardır.[4]

Bir paradigma ne kadar alternatif ve iddialı olursa olsun, kalıcı bir başarıya imza atabilmesi için kendi yaşam tarzını, yani modernitesini yaratmalıdır. Ve zihniyetle paralellik içersin de oluşturularak hayat bulmalıdır. Eğer birlikte iç içe gerçekleşme yaşanmıyorsa, paradigmanın benimsenmesinde, özümsenip, içselleştirilmesinde sorun var demektir. Bu durum derinlikli bir hastalık halidir. Paradigma zihniyette yer bulmamış, kuru bilgi olmanın, ezberlerle yürümenin ötesine geçememiş demektir. Burada asıl yapılması gereken, paradigma eksenli zihniyet devrimini gerçekleştirmektir. Zihniyette gerçekleşen paradigmasal devrim, kendisiyle birlikte yaşamsallaşır. Ne kadar zihniyet gerçekleşmesi o derecede modernitenin hayat bulması demektir. Zihinsel devrim, yaşam tarzını belirler. Doğru orantılı bir akış görülür. Tersi olunca en güçlü bir paradigma dahi, verili modernite -kapitalist modernite- içinde erimekten kurtulamaz.

Ali Fırat tarihsel-toplumun oluşum rengini kendi rengi, öz adalet duygusunu kendi adalet anlayışı olarak benimsedi. Kadın rengini, kadın anlayışını, kadın adaletini, kadın duygusunu vb. kadın olgularını yeni yaşamın ve toplumsallaşmanın yaratımlarını mücadelesinin merkezine alarak düşünsel, eylemsel aktivitesine başladı. Kadının özgürleşmediği yerde toplumun özgürleşemeyeceği gerçekliği, devrimci mücadeleler içerisinde defalarca kanıtlanmıştır. Kadın, ideolojisi ve rengiyle kendini yaratması bu çarpıklaşmaya ve başarısız girişimlere müdahale anlamını içerir.

Kadın kaderi, toplumun kaderini çok yakından belirleyen bir olgudur. Nasıl bir kadın statüsü, öyle bir toplum statüsü demektir. Ve bu durum yaşamın her alanını belirleyecek ağırlığa sahiptir. Kadının bu rolüne denk düşmeyen her pratik, her anlayış eninde, sonunda toplum karşıtı bir pozisyon yaratır.

Yaşanan pratiklerden çıkarılması gereken en büyük ders, kadın özgürlük çizgisinde derinleşme olmalıdır. Bu çizgide derinleşme salt kadınla ilgili veya sınırlı bir durum değildir. Erkeğinde en az kadın kadar bir yoğunlaşması, derinleşmesi ve kendini sorgulaması olmalıdır. Her iki cinsinde her türlü cinsiyetçilikten uzak, toplumsal paradigmaya karşı tarihi bir sorumluluğu vardır. Layıkıyla yerine getirebilmenin yolu zihniyet düzeyinde geri geleneksel toplum ölçülerini aşmaktır. Özgürlük paradigması ekseninde özgürlük ölçülerini esas almaktır.

Günümüzde kapitalist modernist sistem, zihniyeti oluşturan felsefe-ideoloji-politika-ahlak-kültür gibi olguların gereksizliğini yoğun bir propaganda temelinde işleyerek, zihniyet alanını kötülemekte ve topluma kapatmaktadır. Yine dezenformasyon çalışmalarıyla içinden çıkılmaz bir karmaşa yaratmakta, her şeyin üzerine kalın bir perde çekmektedir. Alternatif zihniyet çalışmalarına saldırmakta, saptırmakta, özünden boşaltarak yedeğine almaktadır. Bütün bunların yanında gelişkin bilim ve bilme merkezleriyle, kültür-sanat sektörüyle, medya ve internetle, dini, siyasi, ekonomik, askeri kurumları ve binlerce yan mekanizmasıyla kendi zihniyet yapılanmasını, kendi yaşam felsefesini, popüler kültürünü, kitle politikasını ve hukukunu hakîm kılmaya çalışmaktadır.  Sistem, toplumsal mücadelelerde temel dayanağın zihniyet alanı olduğunun bilincindedir ve yoğun bir zihniyet çalışması yürüterek ayakta kalmaktadır. Günün yirmi dört saatini kendi zihniyet kalıplarını işleme, yetkinleştirme ve yayma temelinde kullanmaktadır. Bunu yaşamın istisnasız tüm alanlarında yürütmektedir.

Özellikle post-modernizmin tetiklediği ve kişinin şahsında açığa çıkan ve yaşanan birçok yetmez anlayışın birbirini takip etmesi, birbiri içine girmesi hiç kuşkusuz ki nihilizme kapıyı aralayacaktır. Nihilizm esasında değersizlik ve hiçleşme psikolojisinin birey üzerinde hakim olma hastalığıdır. Nihilizm, toplumdan, geleneksel değerlerden ve yaşamdan bıkkınlık ve her şeyi boş verme psikolojisidir. Bir hastalık olarak nihilizm hemen bir anda ortaya çıkmaz. Ağır sorunların, yetmezliklerin ve yanılgıların yaşandığı süreçlerde çözümsüz kalan, bunlarla aktif mücadele içerisine girmeyen bireyleri etkisi altına alır. Demek ki nihilizm, yenilgili ruh halinin ifadesidir.

Genel yaşam akışı içinde tıkanan, çözümsüzleşen ve kendini tekrar eden kişi kırılmaya uğrar. Bu durum düşünsel düzeyde durgunluğa, günü birlik tarzda bir yaşam biçimi içinde debelenmeye götürür. Böyle bir gidişatın süreklilik kazanması, eskinin heyecan ve coşku dolu bireyi yerine donuk, gri, istikrarsız bir kişiliğin oluşmasına kaynaklık eder. Bu kişinin yaşamda plansız, programsız olması, salt günü kurtarma anlayışına kapılması, kendini tesadüfi başarılara göre ayarlaması, giderek bir tarza dönüşür.

Kapitalist-modernitenin dönemsel hali olan post-modernite, her türlü araç ve gereci kullanarak, tüm imkanlarını devreye koyarak, bütün olanaklarını seferber ederek, toplumsal bünyelere, bireylerin anlayış ve karakterlerine nihilizm hastalığını enjekte etme ve yayma çabasındadır.

Bu durum toplum ve birey açısından bir bitişi ifade eder ve umutsuzluk, çaresizlik, çözümsüzlük ortamında debelenmeye başlar. Artık nihilizme düşmüştür ve bu hastalığın pençesine düşen amansız bir vaka olarak çırpınıp durur. Gerçeklerden koptuğu için hiçbir şeyin anlamı yoktur bu anlayışta. Sorumluluk duygusu ve mücadele etme azmi ölmüştür. İnanç ve iradede kırılmaya uğramıştır. Anlamlandırma duygusundan uzaklaşmıştır. Başta kendisini değersiz gördüğü için, her olguyu değerlendirme tarzı da buna endekslidir. ‘Olmazlar’ teorisi her değerlendirme ve belirlemenin temel merkezindedir. Nihilizmin pençesine düşenler bu ruh halini bulunduğu çevreye de aşılamak ister. Umutsuz bir vaka olduğu için tek kalmak istemez, hastalığına ortak arar. Ortaklar buldukça kendini aldatma hususunda yanılsamalı bir rahatlık içine girer. ”İşte her kes benim gibi düşünüyor. Benim gibi hareket ediyor” vb. yaklaşımıyla ördüğü similasyonlar dünyasını genişleterek daha da derinleştirir. Dili negatiftir. Bu durum zihniyetin yansımasıdır. Nasıl düşünürseniz, öyle ifade edersiniz. Söz düşüncenin, zihniyetin dile geliş halidir. Dil ve düşünce bütünlük içindedir. Düşündüğünüz gibi söylersiniz, söylediğiniz gibi düşünürsünüz. Kısacası dil zihniyetin aynasıdır.

Kapitalist-modernite ne kadar toplum dışı, insanlığa aykırı anlayış varsa hepsini bin bir kurnazlıklarla, yanıltmalarla toplum ortamına ve kişinin beynine ekmeye çalışır. Böylece kendi varlığını sürdürüp, çıkarlarını sağlarken, ömrünü de uzatmış olur.

Nihilizmle mücadele etmenin, nihilizmi yenmenin tek yolu bireyin kendini güçlü bir sorgulamaya alması ve gerçekliğiyle yüzleşme cesaretidir. Bunu başaran bireyin yeniden umutları yeşerir, coşku ve heyecanı artar, geleceğe güvenle bakmasını getirir.

Kapitalist modernitenin gücü ne ekonomik-siyasi yaratıcılığında ne de askeri gücündedir. Zihniyet alanında geliştirdiği taktik ve tekniklerle, zihniyet alanına hükmetmede yakaladığı düzey ile ayakta kalmaktadır. Devletçi uygarlığın kapitalizm somutundaki bunalımı her alanda derinleşerek sürerken, ona karşı sağlıklı bir zihniyet çalışması yürütülmediği için başarılı ve sonuç alıcı bir toplumsal mücadele süreci yakalanamamaktadır.

Zihniyet devrimi ya da değişikliği esasta eğitim işidir. Eğitim ise ortak akıl, düşünce, tarz ve yöntem yaratma eylemidir. Bilimsel veriler üzerinden iknaya gereken değer verildiğinde, iknaya açık olunduğunda kendi düşüncesinde dogmatik ısrara yönelinmediğin de ortak akılda buluşulur. Özgünlükler ve farklılıklar korunarak ortak düşünce, tarz ve yöntemde bütünlük sağlanmış olarak, doğrularda hem fikir olunur. Mutlak doğru yoktur. Ancak bireyin keyfine göre doğru sayısı ne artar ne de eksilebilir. Her hangi bir konu ya da olgu üzerinde geliştirilen tartışma sürecinde herkesin görüşleriyle zenginleşen ve renklenen platformda ortaya çıkan sonuçlar kararlaştırılınca artık ortak karar ve ortak doğru olarak içerik ve çerçeve kazanmış olur. Her kesi bağlar ve bağlayıcılığı ilkeseldir.

Zihniyet devrimini gerçekleştirme üzerinden, tüm olay ve olguları yeni ve gerçekçi bakış açısına göre değerlendirmeyi ifade eder. Mücadele ve yaşam tarzından tutalım, hal, hareket, davranış, uslup ve alışkanlıklara kadar eski zihniyetle savaşmayı gerektirir. Kendine ait bir özgünlüğü olan bu coğrafya ve topluma dışarıdan ithal düşüncelerle çözüm bulunamaz, çözümü bir kenara bırakalım aksine sorunu daha da ağırlaştırmaktan öte bir rol oynayamaz.

Kapitalist-modernitenin tahrip ettiği, yozlaştırdığı ve kişinin kopup, uzaklaştığı değer yargılarıyla yeniden buluşarak, birleşmesi gerekir. Yeni zihniyetin yaşamsal kılınması, sisteminin yoğunluğuyla hayat bulmasının merhalesi zihniyet devrimidir.  Bunun için de büyük bir anlam  zihniyet aydınlanması ve eskiden kopuşun nefret düzeyinde gerçekleşmesiyle yaşanabilir. Zihniyette başarılan, yaşamda hayata geçer. Eğer hayatta başarılamıyorsa zihinde gerçekleşmemiş demektir. Kısacası fikir, zikir ve eylem bütünselliği temel yaşam olgusu olarak bellenmelidir.

[1] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak
[2] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak
[3] Ali Fırat, Bir Halkı Savunmak,
[4] Ali Fırat, Demokratik Uygarlık Çözümü, Cilt-5,

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.