Düşünce ve Kuram Dergisi

19. ve 20. Yüzyıl Kürt Direnişlerinden Öğrenmek

Mehmet Nuri Özdemir

1.Bölüm: Direnişlerin Tarihsel Bağlamı ve Modernite

Direnme, çoğunlukla karşı koyma anlamında kullanılır. Freeman’a göre direnme, başkasının eylem veya iradesine karşı psikolojik veya fiziki her türlü muhalefeti kapsar ve zorlamanın karşısındaki savunma hareketidir.[1] İsyan ise Arapça kökenli olup başkaldırı, karşı koyma anlamı taşır. Bu yazıda Kürtlerin 19. ve 20. yüzyıldaki itirazlarını “direniş” olarak tanımlayacağız. Yazıda direnişlerin tarihsel koşullarına, eksik, yanılgılı ve hatalı kısımlarına odaklanacağız.

Ana akım tarih yazımı, egemeni tarihin kazananı, ezileni ise kaybedeni olarak kodlayan bir tarih biçimidir. Direnişleri “başarı-başarısızlık ve yenme-yenilme” gibi karşıtlıklarla ele almak tarihi egemenlerin lensleriyle yeniden okumaktır. Zira tarih ezilenlerin gözüyle okunduğunda günümüzün sorunlarına ışık tutar ve günümüzün gerçekliğiyle tarihsel hakikatin bağlantıları arasında anlamlı bütünler kurulmuş olur.

Tarihsel ve toplumsal analizler elbette uluslararası bağlamdan bağımsız ele alınamaz. Dolayısıyla kabaca 19. ve 20. Yüzyıldaki Kürt direnişlerinin tarihsel bağlamını özetleyerek devam edelim. Dünyanın son 500 yılı hepimizi şoke eden gelişmelerle doludur. Makyavelci fikirlerin oluşmasıyla Avrupa’da Rönesans sonrası milliyete dayalı devletler (mutlak monarşiler) kuruldu. 1648 Vestfalya anlaşması devletlerin milliyetle ilişkisini tescilleyen ilk anlaşmaydı. Fransız Devrimi ile milliyetler ulus devlet halini aldı. Egemen devletlerin hammadde arayışı sömürgeciliği doğurdu! Değişimlerin temel itkisi olan Batı modernitesi sömürgecilikle birlikte iyiliklerini egemenlere, kötülüklerini dünyanın ezilenlerine yaydı. Milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği iki dünya savaşı deyim yerindeyse modernitenin toslamasıyla sonuçlandı.

Elbette dünya bu gelişmelere sessiz kalmadı. Modernitenin otoriter-totaliter pratiklerine karşı her yerden itirazlar yükseldi. Bu itirazlar hala devam sürüyor. Arrighi, Hopkins ve Wallerstein’a göre baskıya karşı muhalefet hiyerarşik toplumsal sistemlerin varlığıyla eşzamanlı gelişmiştir. Onlara göre muhalefet süreklidir ve baskının keskinleştiği, beklentilerin boşa çıktığı ya da yönetici katmanın gücünün sallantılı olduğu zamanlarda kitleler bir biçimde direnişe geçerler.[2] 19.  ve 20. yüzyıl boyunca süren “sistem karşıtı toplumsal ve ulusal hareketler” tam da bu nedenlerle ortaya çıktı. Muhafazakarlık ve Liberalizm dışında üçüncü yol olarak Sosyalizm yeni bir seçenek olarak doğdu. 1848 İhtilalleri ve Paris Komünü batıda başlayan bilimsel, siyasi ve iktisadi devrimlerin sapmasına soldan bir tepkiydi. “Ulusal ve toplumsal hareket” niteliği taşıyan 19. ve 20. Yüzyıl Kürt direnişleri de sistem karşıtı hareketlerle aynı dönemlere denk geldi

 

Direniş Öncesi Kürt Ulusallığı Monarşilerin Merkezileşmesi

Robert Olson Kürtlerin Orta Çağ’dan bu yana biz duygusuna sahip olduğunu[3]; Bruinessen ise Kürt aşiretlerinde ulusallık çağının çok öncesine dayanan ortak kimlik duygusuna sahip olduğunu belirtiyor[4]  Bu tespitler bizi Kürt uluslaşmasının kurucu babalarından biri olan Ahmede Xani’ye götürüyor. Nikitin Kürtlerin devletsiz bir ulus olduğunu, ulusal duygunun Xani ile oluşmaya başladığını söylüyor.[5]

Abbas Vali’ye göre Kürt ulusallığı 20. Yüzyılın başında ortaya çıkmış olan Türk, Fars ve Arap kimlikleriyle aynı dönemlere denk gelen modern zamanların bir ürünü olup kendi ile öteki arasındaki ilişkidir.[6] Fred Halliday, Kürt ulusallığının birbirinden etkilenen farklı mücadele ve ideolojik karakterlere sahip hareketlerden oluştuğunu; bu hareketlerin birbirlerinden etkilenmiş olsalar da birleşik bir yapı halini almadan üç ayrı modele bağlı devletlerin sınırları içinde konumlandığını iddia eder.[7] Modernite öncesi ulusal aidiyetler taşıyan Kürtler, modernitenin dünyaya yayılmasıyla paradoksal olarak hem görünür olmaya başladı, hem de asimilasyona ve soykırıma uğradı.

 

Osmanlı ve Farsların Merkezileşmesi

19.Yüzyıl başında Osmanlı ve Pers saraylarında Nizam-ı Cedit ( yeni düzen) adı verilen bir dönem başladı. Hamit Bozarslan yeni düzeni dinsel cemaatler, aşiretler veya loncalar halinde örgütlenmiş, asırlar boyunca kendi hakimiyet ve bağımlılık mekanizmalarını üretmiş olan geleneksel imparatorluk mühendisliği yerine devlette merkezileşmeyi amaçlayan yeni bir siyasal mühendislik olarak tanımlıyor. Bozarslan bu ani değişimlerin nedenleri için “Saraylar bir aciliyet duygusuyla kırbaçlanmıştır” der.[8] Özellikle köylüye, toprak sahiplerine ve aşiretler dayatılan birçok uygulama yurttaşlık yükümlülüğünden çok bir zulüm rejimi olarak hissedilir. Abbas Vali’ye göre modern devlet vatandaşların kimliğini, etnik ve kültürel farklılığı bastırarak ve egemenin ulusal kimliğine uydurarak tanımlar.[9] Merkezileşme adı altında olanlar modern ulus devletin ayak sesleriydi.

Merkezileşmenin başladığı çalkantılı yıllar, Osmanlıların bir aşireti diğerine karşı kışkırttığı, istenmeyen ve güçlenme eğilimi gösteren bir beyliğin yerine rakip bir aşiret reisinin desteklendiği, direnen beyliğin yeniden ayağa kalkmasını önlemek için beyliğin tüm mal varlığına el konulduğu yıllardır.[10]Osmanlılar, merkezileşme hamlesi kapsamında 19. Yüzyılın başlarından itibaren Fransa Vilayet Hiyerarşisi modelini transfer etti. Bu uygulama ile 300 yıllık Özerk Kürt beylikleri vilayetlere dönüştürüldü ve bu vilayetlerin başına merkezden valiler atadı. Amaç beyliklerin siyasallaşmasını önlemekti. Valilerin çoğu şimdiki kayyımlar gibi dışarıdan gönderilirken kaymakamların ve nahiye müdürlerinin büyük bir bölümü devletle bağı iyi olan aşiret reislerinden seçildi.[11] Merkezileşme hamlesi ile hem aşiretlerin ortak irade olarak gördükleri Otonom Kürt hükümetler dağıtıldı hem de aşiretler çeşitli dahil etme ve rıza üretme stratejileriyle merkeze bağlandı.

Yüzyıllarca bağımsız yaşayan Kürt mirlikleri pozisyonlarını bazen egemene meydan okuyarak bazen de onunla işbirliği yaparak ve genellikle güç dengelerine dayanıp fırsatlardan ustalıkla yararlanarak korumuştu.[12] Böylece Yavuz Sultan Selim’in Kürt mirlikleri ile kurduğu düzene ikinci Mahmut’un merkezileşme hamlesi ile son verilmiş oldu. Fakat merkezileşme ve uluslaşma tarihsel bir sorunu ortaya çıkardı: Kürt meselesi ve ona bağlı olarak 19. ve 20. yüzyıl boyunca süren Kürt Direnişleri.

19.Yüzyılın ortalarında mirliklerin tasfiye edilmesiyle şeyhlerin belirleyici olduğu yeni bir dönem başladı. Kutlay bu dönem için Kürt ulusallığı açısından artık küçük ağalar ve beylerin olduğunu, ama esas gücün Nakşibendi ve Kadiri şeyhlerinde olduğunu söylüyor[13]. Nikitin’e göre Kürtler’de oluşan etnik ve kültürel kaynaşmalar ne olursa olsun, kendi aşiret çevrelerinden çıktıklarında ilk göze çarpan –bunu ne kadar tekrar etsek azdır– İslam’ın etkisidir diyor. [14]

Şeyhlerin genişleyen hegemonyası aşiretler arasındaki anlaşmazlıklara da son verebilecek kadar kapsamlıydı. Dolayısıyla o zamana dek mirliklerin sahip olduğu kimi sorumlulukları şeyhler üstlenmeye başladı. Şeyhler artık salt dinsel önder değil giderek toplumsal sorunlara çözümler arayan kanaat önderlerine dönüştü; bu da onları Kürtlerin yeni liderleri haline getirdi. Aşiret formundan cemaat formuna geçiş ulusal bilincin itkisi haline geldi denilebilir. Şeyh Ubeydullah çok sayıda aşireti Babıali’ye karşı harekete geçiren ilk Kürt önderiydi. Ubeydullah Amerikalı bir misyonere yazdığı mektupta Kürtlerin başlarına buyruk bir halk olduğunu ve kendi meselelerini kendi başlarına çözmek istediklerini vurgulamıştı. Strohmeıer-Heckmann bu durumu milli bir kimliğin etnik bir grup olarak kendi kaderini tayin etme arzusunun hatları olarak nitelendiriyor.[15]

Kürtler 20. Yüzyılın başlarına kadar iki imparatorluk olan Osmanlı ve Farsların sınır boylarında  yaşayan bir halktı. Osmanlı-İran arasında 1639’da imzalanan Kas-ı Şirin Anlaşması ile Kürdistan ikiye bölünmüştü. A.Grand Kürtlerin sosyal sınırları ile çakışmayan ve Kürtler için anlam ifade etmeyen iki ülke arasındaki bu bölünmüşlüğü sözde bölünmüşlük olarak nitelendiriyor.[16] Bu bölünmüşlük Kürtlerin ulusal ilişkilerini doğrudan etkiledi ama büyümesini engelleyemedi.

İran’da merkezileşme ve modern ulus devletin tarihi 1906’ya uzanır. 1906 anayasası ile tüm farklı kimliklerin Farslaştırma sürecine tabi kılınmasıyla merkezileşme sürecine girilmiş oldu. İran’daki Kürt ulusallığı da Türkiye’deki gibi modernite ile birlikte daha görünür hale gelmiştir. 1906’dan 20 yıl sonraya kadar da Rojhilat Kürdistan’ında Kürtlerden yana bir karşı çıkıştan ya da ulusal hareketten söz edilemez. A.Vali, bunu milli bilincin düşük olmasına bağlıyor.[17]

 

2.Bölüm: Direnişlerde Koşullar, Eksiklikler, Yanılgılar ve Hatalar

Ben Anderson’un deyimiyle uzun-mesafe milliyetçiliğinin güçlü örneği olan Kürtler isabetsiz ideolojik programlar, egemen devletin baskıcı ve şoven mahiyeti, Batının büyük güçlerinin ihaneti ve stratejik oportünizminden kaynaklı istedikleri ulusallaşmayı yakalayamadı.[18] Ancak boyun eğmedi ve direndiler. Hasan Yıldız’a göre ulusal kimlik sorunu sosyolojik bir faktör olarak toplumun ruhsal yapısında ulaşabileceği en üst doyum noktasıdır. Yaşanmamış ulusallık kendisini her zaman değişik türde ifade yolları bularak ortaya çıkacaktır.[19] Direnişler bu ifade yollarının yaşanmış pratikleridir.

Yukarıda da bahsettiğimiz üzere 19. ve 20. Yüzyıl Kürt direnişleri modernitenin iki temel dinamiği olan Türk ve Fars merkezileşmesiyle başlar. Merkezileşmeye direnmenin nedeni yüzlerce yıl devam eden bağımsız yaşam tarzını koruma, vergi ve zorunlu askerlik gibi yükümlülüklere tabi olmamak için iktidarın kontrolü dışında kalma[20] özgür yaşama ve kendini yönetme arzusundan kaynaklanmaktaydı. Merkezileşme politikası halkın siyasi, kültürel ve iktisadi yaşamını adeta düzleştirme projesiydi.

Kürtler, 1920’lerin başında Rojhelat’ta Fars merkezileşmesine karşı Sımko, Güneyde İngiliz emperyalizmine karşı Berzenci ve Ankara Hükümetine karşı da Koçgiri direnişi ile modernitenin tekleştirme biçimlerine itiraz ettiler. Yeni cumhuriyetin tekçiliği esas alması ve verilen sözlerin tutulmaması üzerine Şeyh Said, Ağrı ve Dersim direnişleri ile devam eden itirazlar Rojhelat’ta Mahabad Cumhuriyeti ile kurumsal bir yapı haline geldi. Tüm bu direnişler 1806’daki Babanlarla başlayıp Bedirxan Bey ve Şeyh Ubeydullah ile devam eden aşiretlerin(beyler) ve cemaatlerin(şeyhler) öncülüğünde ulusallaşan siyasi damarın uzantısıdır. Bu bağlamda Kürt direnişlerinin tarihi Batı Modernitesinin bölgesel bileşenlerinin (ulus-devlet) dayatmalarına karşı kesintisiz süren politik, kültürel ve sınıfsal halk hareketlerinin tarihidir. Şüphesiz direnişlerin her biri tek başına değerlendirilmeyi hak ediyor, ancak yazıda tarihsel koşullar, eksiklikler, yanılgılar ve hatalara odaklanarak direnişlerden öğrenmeyi önceleyeceğiz.

Kürdistan coğrafyası farklı etnik ve dini grupların kimliklerini aşiret, mezhep, coğrafya, dil ve din farklılıkları üzerinden ifade eden heterojen bir demografiye sahiptir.[21] Bu heterojenlik Kürt ulusal hareketinin gelişimini ve ulusal kimliğin oluşumunu zorlaştıran faktördür. Yerel örgütlenmelerin aşiretlere dayalı olması, kimi lider ve aydınların egemen sisteme entegre olması ve ortak ulusal bir plan olmamasına rağmen Kürtler mevcut siyaseti her zaman etkiledi. Çağın yarattığı fırsatları kullanılırken tarihin her aşamasında koşullar, eksiklikler, yanılgılar ve hatalar ulusal birliğin güzergahını doğrudan belirlemiştir.

Direniş süreçlerinde iç dinamizm zayıf olunca gözler dış güçlere çevriliyor. Şimdi olduğu gibi dağınık ve parçalı diplomasi yürütülüyor ve plansızlık başkalarının planına eklemlenmeyi getiriyordu.  Talepler muğlak, siyaset ise parçalı, örgütsüz ve kısa süreliydi. Direnişin öncüleri inançlar ve mezhepler arasındaki ayrışmayı göremiyor ve ulusal kimlik için ortak bir söylem ve program oluşturamıyorlardı. Aralarında soyluların, eşrafın, subayların, akademisyenlerin ve önemli din adamlarının da bulunduğu çeşitli Kürt siyasetçileri kendi içlerinde pek az anlaşıyordu. Aşiret yapılı Kürt toplumunda her alanda kopukluk, iletişimsizlik ve ciddi örgütsüzlük vardı.

 

Siyaset, Otorite ve Meşruiyet

Siyaset halkların savunma biçimlerinden birisidir. Sosyolog Nur Vergin yerli toplumlarda siyasetin devletten önce var olduğunu söyler.[22] Kürtlerin ve yerli toplumların tümünde siyaset devletten önce de vardı. Emirlikler, aşiretler ve cemaatler devletsiz modernite içinde sıkı siyasal formlardı ve de belli düzeyde otoriteye sahiplerdi. Kaldı ki her siyaset otoriteye ihtiyaç duyar; otoriteye tabi olanların otoriteye karşı ne hissettikleri de meşruiyetle ilgilidir. Nur Vergin meşruluğun değerlerle ilgili boyutunun da olduğunu söylüyor.

Bir siyasal otoritenin niteliği ve meşru karakteri halkın kaderini doğrudan belirler. Egemenlerin Kürtlerin içinde kurduğu düzen çıplak otoriteyle ayakta kalıyordu, Kürtlerin rızasını ve değerlerini içermediğinden meşru değildi. Kürt hareketleri ise gücünü halktan aldığı ve Kürt değerlerini barındırdığı için daha güçlü bir meşruiyete sahipti. Ancak hareketlerin otoritesinin zayıf kalması meşruiyetin altını da oyuyordu.

Direnişler çözüm bulma yerine inisiyatif alma pozisyonunda kaldı. Haliyle sadece inisiyatif alarak siyasal sorunlar çözülemez. Her siyaset otoriteye ve meşruiyete ihtiyaç duyar. Bu da kurumsallaşma ve kendi hukukunu işlevsel hale getirmekle olabilirdi. Bu anlamda egemenin Kürt halkı üzerindeki hegemonyasını kırmak için Kürt hareketlerinde ideolojik, yapısal ve kurumsal otorite eksik kaldı, direnişlerle inisiyatif almak çok önemli hamleler olmasına rağmen ulusal birliği sağlamaya yetmedi.

“Hukuk kurmak iktidar kurmaktır” der Benjamin. Hukuk ise ancak politik olarak bir otoriteye ve meşruiyete sahip olmayı zorunlu kılar. Direnişlerin ortaya çıkışı otokton hukuk ile modernite hukukunun düellosu gibiydi. Ayrıca Nikitin mirlerin ve aşiretlerin otoritesinin sarsıldığı ve tamamen tasfiye edildiği zamanlarda onların yerine neyi koyacaklarına dair tartışmaların zayıf kaldığını söylüyor. Kürtlerin siyasal otorite meselesi günümüzde de ulusal birliğin önündeki en büyük engellerden biri olmaya devam ediyor.

 

Aşiret Olgusu

Modern zamanlarda Kürtlerin aşiret formu bir yandan Kürt ulusallığının orjiniyken diğer taraftan ulusal birliğin oluşumunu geciktiren bir yapıdır. Bu nedenle Kürt aşiretleri modernitenin paradoksu durumundadır. Bozarslan’a göre aşiret, esas itibariyle halen akrabalığa dayalı bir yapı olmakla birlikte, ulusal ve bölgesel çapta girift politik ve ekonomik roller oynayabilmektedir.[23]

Aşiret reisleri çoğu zaman çelişkilerden faydalanmadan stratejik akıldan yoksun kör bir öfke ile hareket etti. Siyasi deneyimlerini ulusal kimlik için değil kendi çıkarları için kullandılar. Strohmeıer-Heckmann’a göre Kürt ‘derebeyleri’ Kürtlüklerini Türklere karşı savunmak gibi kapsayıcı bir Kürtlük kavramı ile hareket etmiyorlardı. Esasen Kürt hükümdarları daha büyük başarılar elde etmek için diğer Kürt beyleri ile birleşme fikrine en az merkezi hükümete tabi olma fikrinde olduğu kadar soğuk bakıyorlardı.[24]

Aşiret sisteminin negatif yönlerinden biri egemenlerle kurulan ilişkilerdir. Bunun en somut örneklerinden birisi Abdülhamit’in kurduğu Hamidiye Alaylarıdır.  Abdülhamit Kürtleri ateş ve kılıç ile yola getirmeye çalışan Sultan Mahmut’tan farklı bir stratejiyle Kürt aşiretlerinden gayr-i nizami süvari birlikler oluşturdu. “Kürt mahzeni”[25] denilen ve 1890 yılından itibaren kurulan Hamidiye alayları yaklaşık 50.000 kişiden oluşuyordu. Hamidiye politikası aşiretleri bir yandan güçlendirdi bir yandan ayrıştırdı.[26] 1920’lerde yine Kemalistlerin eliyle aşiretlere bağlı kurulan milis güçleri Şeyh Sait, Ararat ve Dersim direnişlerinde belirleyici rol oynadı.

Osmanlılar Anadolu’daki Türk aşiretlerini ortadan kaldırarak tek çatı altında toplamıştı. Batılı ülkeler 1500’lü yıllarda 500 beylik iken sonradan iradelerini ortak bir egemene teslim ederek 30-40 ülke şeklinde bir sistem kurmuştu. Aynı durum sayıları 1000’i bulan Kürt aşiretleri arasında gerçekleşmedi. İradelerini ortak bir egemene teslim etmediler ve ulusal bir norm ya da otorite oluşturamadılar. Kürt aşiretlerinin birçoğu ulusal değerlerle iç içe yaşamını sürdüren, kendilerine ait normlara ve nüfusu yönetme biçimine sahip olan yapılardı. Ancak Arendh’çi tarzla söylersek ulusallığı besleyen ortak bir kamusal alan oluşturma duygusunu oluşturmada zayıf kaldılar.[27] Kürt aşiretlerinin direnişlerde yaptığı hatalar hem kendi kendilerini yönetmeyi hem de ulusal birliği her zaman zorlamıştır.

 

Elitlerin Hegemonyası

İtalyan sosyolog W.Pareto’ya göre kısa aralıklar dışında insanlar her zaman seçkin azınlıklar tarafından yönetilmişlerdir. Bu yüzden insanlık tarihi biri yükselirken diğerinin alçaldığı seçkinlerin durmadan devam eden yer değiştirme tarihidir.[28] Batıda ulusal kimliğe giden yol aristokrasi-burjuva-proletaryanın yer değiştirmesi (uzlaşısı da denilebilir) ile olmuşken Kürdistan’da elitlerin konum kavgasına ve iç çatışmasına neden oldu.

Din ve aşiret soyağacına bağlı olan toprak sahipleri ve aydınlar Kürt elitlerini oluşturur. Bu kesimler yıllarca Kürtler adına söz sahibi oldular. Ancak elitlerin çoğu seçkin konumunu ve itibarını ulusun menfaatlerinin önüne koyduğu için ulusallık inşa etmekte yetersiz kaldı. Direniş süreçleri boyunca Kürtler adına yürüttükleri diplomatik ilişkileri kendileri gibi muhafazakar ve modern elitlerle yaparak üçüncü bir çizgi olarak sistem karşıtı hareketlerle sonuç alıcı ilişkiler kuramadılar. Muhafazakar ve modern elitlerle kurulan ilişki ise Kürt elitlerini statükoculukta çakılı bırakmaya yetti ama halkın statü ve hukuk kurmasına yetmedi.

 

Aydın Politik Kadro ve Kurumsal Eksiklik

Direnişlerde kurumsallaşmalar, siyasi kadro ve aydınlar yetersizdi. Kürtlerde Aydın hareketi olabilme pek tartışma konusu olmadı. Ulusal demokratik anlayış köye ve köylü anlayışına hapsoldu.[29] Azadi hareketinde feodal ve dinsel önderler ağırlıktaydı. Cephe komutanlarının önde gelenleri Nakşibendiler’di. 1926 baharında başlayan Ağrı direnişi Azadi’den daha donanımlı, daha geniş tabanlı bir milliyetçi politik örgüt olan Xoybun tarafından yönetildi. Xoybun’da kısmen değişebilme umudu oluşmuştu. Binbaşı İhsan Nuri, direnişi profesyonel askerlerce ve modern akılla yönetse de kariyerist, sınıfsal ve kültürel ihtilaflardan kurtaramadı.

20.Yüzyılın başında kurulan örgütler bazen siyasal örgüt işlevi görürken bazen de aristokrat çevrelerin kümelendiği mekanlara dönüşüyordu. 1919’da kurulan Kürt Teali Cemiyeti politik iddiayı yükseltmişti. Milli bilinç eksikliğini eleştiriyor, bu açığın kapatılması için çabalıyordu. Tealicilerde alarmizm bârizdir. “Vakit dardır, düşman gafletimizden yararlanıyor, ilerde pişmanlık fayda etmez” ikazlarının ardı arkası kesilmez.[30]

Politik örgütler dönemin realitesi ile hareket etmemiş, farklı devletlerin arasında sıkışıp kalmış ve birçok fırsatı kaçırmışlardı. Harekete geçtiğinde sonunu getirebilecek öngörüsüzlük, kaba ve konjonktürel güce olan gereksiz inanç birçok direnişin ortak karakteridir. Bu öngörüsüz motivasyon bir çok Kürt direnişinin amacına ulaşmadan trajik bir şekilde bitmesiyle sonuçlandı.

Azadi hareketi politika ve savaş konusunda yetersizdi. Çok ikilem yaşıyor, bağımlı ilişkilerden medet umuyor ve devleti ciddiye almıyorlardı. Davul zurna ile direnişe gidiyorlardı. Hareketten çok müritlerin coşku, sevgi ve heyecan gösterileri yaşanıyordu, örgüt kadrosu ve disiplini yoktu[31] Yaşanan eksiklikler baştaki acelecilik ve hazırlıksız durumla birleşince amaca ulaşılamadı.

Güneyde İngiliz emperyalizmine karşı direnen Şex Mehmud Berzenci olanakları fırsata çevirmekte zorlandı, aşırı hırs ve öfkeyle yanlış hamleler yaptı, bu da onun yalnızlaşmasına ve savunmasız kalmasına sebep oldu. Etrafındaki Kürtleri ulusal kimlik duygusuyla örgütlemek ve ikna etmek yerine şiddet ile otoriteyi kurma isteği meşruiyet krizine yol açıyordu. Güç zehirlemesi yaşadığı da oluyordu. Direniş sürecinde İngiliz subaylarının bir kısmının öldürülmesi, kimisinin tutuklaması çok iyi hesaplanmış hamleler değildi.

Mahabad Kürt Cumhuriyeti deneyimi Kürtlerin kurumsallaşması bakımından son derece önemli olmasına rağmen eksiklikleri fazlaydı. Cumhuriyet belirsiz bir kimliğe sahipti, söylemi net değildi. Abbas Wali’ye göre cumhuriyetin nasıl bir rejim istediği anlaşılamıyordu.[32] Kürt cumhuriyeti geleneksel ilişkilerle desteklenen modern bir siyasal yapıydı. Cumhuriyet ağırlıklı olarak kentsel kaldı, kırsal alana doğru genişleyip ulusal mesajları Kürt köylü kitlelerine ulaştıramadı. Cumhuriyetin gerçek sınırları ile hayali sınırları arasında keskin bir çelişki kaldı ki bu da onun ulusal iddialarını gölgeliyordu.[33]

 

Örgütsüzlük, Muğlaklık, Özgüce Güvensizlik

Direnişlerin çoğu örgütsüzdü. Egemenler bu örgütsüzlüğü liderlere karşı çok kullandı. Taleplerin muğlaklığı, mücadele programı ve stratejinin olmaması işleri zorlaştırıyordu. Modern kurumsal örgütlenmelere karşı mesafeli bir duruş vardı. Beklentili ruh hali öz güce karşı güvensizliğe neden oluyordu. Bedirxan Bey’in ve Seyyid Abdulkadir’in Osmanlılara, Şerif Paşa’nın Batılılara, Şeyh Said’in İslam kardeşliğine, Xoybun lideri İhsan Nuri’nin Ari ırkı mitiyle Farslara güvenmesi bunun yaşanmış örnekleridir.

Beklentili ruh halinden dolayı sistemin zayıflığına rağmen sistemden kopuş gerçekleşmedi. İstanbul’daki Kürtlerin bir kısmı Osmanlılıktan kopmamıştı ama doğup büyüdükleri Kürdistan’ dan kopuk yaşıyorlardı.[34] Kürtler hiçbir zaman Tahran, Ankara ve Bağdat’tan kopamadı. Habermars 1970’ lerde kapitalist dünya sisteminin meşruluğunu yitirmesine rağmen topyekun çökmemesini kitlelerin sadakatine bağlıyordu. Kürtlerin sisteme sadakati de benzer şekilde sistemden kopuşu engelliyor ve sistemin ömrünü uzatıyordu.

Bölünmüşlük ve bölgesel davranışların yarattığı travmalar iç güvensizliğe dönüşüyor ve güvensizlik politik ilişkilere set çekiyordu. Mesela Koçgiri direnişinin öncüleri ile Kürt Teali cemiyeti arasında herhangi bir ilişki kurulamamıştı. Dersim’deki 60 aşiret arasında birlik yoktu. Bedirxaniler ile Cemilpaşalar yıllarca aynı örgütler içinde yer alsalar da hep rekabet halindeydiler; bu gereksiz rekabet ulusal birliğin oluşumunu gerilemiş ve motivasyonu düşürmüştür. Rekabetin gerekçesi olan liderlik meselesi Xoybun’ da da sürdü. Bu dağınıklık daha önce Wilson prensiplerinin ıskalanmasına neden olmuştu.

İkilemler direnişleri olumsuz etkiledi. Kürt hekimi ve İttihat-Terakkinin kurucu üyesi Abdullah Cevdet’e göre Kürt aydınları bir yandan Kürt olmak diğer yandan Osmanlı kalmak istiyorlardı[35] Belirsiz ve muğlak duruş Kürtler adına Sevr’e katılan Şerif Paşa’da çok açıktı. Fransız gizli belgelerinde Şerif Paşanın başkanlığını yaptığı Osmanlı Radikal Partisinin ne reaksiyoner, ne Hamidiyeci, ne de devrimci olduğunu yazıyor.[36] Direnişlerin çoğunda ya aşırı uzlaşma-ya da aşırı zıtlaşma ile politika ve diplomasi göz ardı edildi.

 

İhanet ve Saflık

Şeyh Ubeydullah direnişinden sonra Hamza Ağa, Bedirxanilerin direnişinde Sait bey ile Yezdanşer,  Şeyh Said’te binbaşı Kasım,  Seyyid Rıza’ da Reyber gibiler, Kürtler arasında iç ihanetin örnekleri olarak görülüyor. Ş. Said, Seyid Rıza, Kadi Muhammed, Qasımlo ve Şerefkendi gibi liderlerin katledilmesi ise mevcut rejimlere yılların getirdiği gereksiz saflık ve güvenle bakıldığı için olmuştur. Kürtlerin bu saflık ve karşı tarafa çabuk güvenme karakteri politikadan uzak, irrasyonel bir davranış olup Kürtlere çok kaybettirmiştir. Mesela Bedirxan Bey’in mülkiyetine el konulup sürgüne gönderildiğinde yeni rejim için (Tanzimat’ın) “böyle olduğunu bilmezdim” demesi yeni zamanların getirdiği topyekün değişimi hakkında güçlü bir sezgiye sahip olmakla birlikte bunu tam anlamadığına işaret eder.[37] Bu saflık ve çabuk kanma ilişkisi günümüzde de devam etmektedir.

 

Başkalarının Davası İçin

Kürtler İslamlaşma başta olmak üzere anti-emperyalizm, başka ulusların savaşı, sosyalizm, demokrasi ve diğer mücadele başlıklarında ulusal davayı çoğu zaman ya ertelemiş ya da zamansız bulmuştur. Nikitin’e göre Kürtler, İslam tarihinden beri toplumsal ve siyasal gerilimlerin belirleyici öznesi olmalarına rağmen kimi zaman birine, kimi zaman ötekine bağlı olan kökleri “kendilerinin olmayan bir dava uğrunagüçlerini tüketmelerine neden olmuştur.[38]

Kendi amaçlarının peşinden gitmemek büyük bir hataydı. Birinci Dünya Savaşı sürecinde Kürtlerin haklarını içeren kimi önerilere KTC’nin başında olan Seyyid Abdülkadir: “Türklerin bu düşük zamanlarında onlara darbe indirmekliğimiz Kürtlük şanına yakışmaz, şimdilik Türklere yardım etmeliyiz” diyordu. Bu dostane ve insani yaklaşımı bile onu pek de ilgisi olmamasına rağmen 1925’te İstiklal Mahkemesi kararıyla idam edilmekten kurtaramadı.[39] Bir türlü kendi amaçlarıyla yüzleşemeyen davranış biçimi parçalı duruşun ve yaşanan dağılmaların hem nedeni hem sonucudur.

 

Dostu ve Düşmanı Tanımak

Carl Schmitt’e göre herhangi bir dinsel, ahlaki, ekonomik, etnik ya da başka bir karşıtlık, insanları dost ve düşman olmak üzere etkili biçimde ayırmayı başaracak denli güçlüyse politik bir karşıtlığa dönüşmesi lazım.[40] Schmitt için düşmanlık kimliğin kurucu üyesidir. Düşmanın kesin tarifinin yapılamayışı, kendinin kifayetsiz kimliğine işaret eder.[41] Dostu düşmandan ayırma yeteneksizliği ya da bu konudaki irade yoksunluğunu siyasal sorunun bir semptomudur.[42] Farsçılık, Baasçılık ve özellikle Kemalizm “Schmityen”di, düşman olmayan devrimci bir rejimin yaşayamayacağını bilirdi. Kemalist Kadro dergisinden yapılmış şu alıntı bunu gösteriyor: “Devrimler için en büyük tehlike artık düşmanları kalmadığında başlar. Hatta devrimlerin yaşamakta amaçlarına ulaşmak için düşmanları yoksa bunları icat etmeleri gerektiği bile söylenebilir.[43]

Kürt hareketleri dost ve düşman ayırımını ulusallık üzerinden değil başka davalar üzerinden kurdu. Kürtlerin en büyük yanılgısı dost ve kardeş dediği kesimleri ayırt etmemesiydi. İngiliz İstihbarat subayı Noel “savunmasız bir halkın sadece dostları olduğunu düşünmek safdillik olacağı gibi, düşmanın bir halkın direnmemesinden olumlu anlamda etkileneceğini ummak da aptalca bir hesap olurdu” der. Bir halkın, siyasalın alanında kalma gücü ya da iradesi yoksa bu durum, siyasal olanın yeryüzünden kalkacak anlamına gelmez. Ortadan kalkan sadece zayıf bir halktır.[44] Direnişin bir yüzü de karşı tarafı iyi tanımaktır. A.Vali kendinizi tanımak istiyorsanız ötekini tanımak zorundasınız; öteki kendisini tanımak istiyorsa o da sizi tanımak zorundadır.[45] Kendini ve başkasını tanıma ve bu doğrultuda konum alma meselesi Kürtler için hala büyük bir sorundur.

 

Askeri Sanayinin İlerlemesi ve Şiddet

Hamit Bozarslan’a göre İran ve Türkiye sıkıyönetim altında modernite ve eli sopalı zor politikalar uygulamaktan geri durmadı. Enver Paşa iç barış konusunda “Neron’ dan bile sert davranılmalıdır” diyordu.[46] Zira bu motivasyonla Birinci Dünya Savaşı öncesinde İttihatçılar Kürt coğrafyasının üç farklı bölgesinden Bitlis’te Molla Selim’i, Bahdinan’da Abdülselam Barzani’yi ve Süleymaniye’de Said Berzenci’yi infaz etmişti. Zora dayalı Kürdün iradesini bükme tekniklerinin işe yaramadığını savaşın sonrasında başlayan Koçgiri, Ş. Said ve Berzenci direnişlerinden anlayabiliyoruz.

Kürt direnişlerinin tarihi aynı zaman da Kürtlere uygulanan şiddetin de tarihidir. Kürtlerde iki tip şiddet aynı anda kullanılmıştır; keskin bir dilin şiddeti (aşağılayan dil)[47] ve fiziksel şiddet. (Zilan,Dersim,Halepçe) Şiddet enstrümanı 20. Yüzyılın başından itibaren kitleselleşerek radikalleşti. Bu bağlamda yeri gelmişken soykırım tekniklerinin modern ulus-devletlerin çirkin bir pratiği olduğunu hatırlatalım. Dersim direnişi o kadar sert bastırıldı ki bilim insanları bunu soykırım veya etnik temizlik olarak tanımladı.

Devletlerin geçmişin aksine Kürt direnişlerini rahat bastırmasının nedeni yeniden organize edilmiş ordulardı. Olson’a göre direnişlerin bastırılmasında en önemli etken askeri sanayinin ve hava kuvvetlerinin gelişmesiydi. 1930 itibariyle Türkiye’nin 300 tane savaş uçağı vardı.[48] Osmanlının yeni nizam birlikleri ilk savaş tecrübelerini Kürdistan’da yaşadı. Osmanlılar çok sayıda direnişlerden birinin bastırılmasının ardından özel bir “Kürdistan zaferi madalyası” bile yaratmıştı.[49]

Bir rejim yalnızca şiddet ile ayakta kalamaz; şiddet sağlam bir dayanak değildir ve toplumda iç istikrarsızlığa yol açar. Kaldı ki hem Türkiye hem İran şiddetten kaynaklı istikrarlı bir düzen kuramadı ve alarmist bir modla ayakta kalabildiler. Şiddetin bulaşıcı olduğunu da söylememiz gerekiyor. Salman Rüşdü “iktidar, kendisine fazla yaklaşanlara bulaşan bir hastalıktır; iktidar sahibi sizi ayaklarıyla eziyorsa siz onun tabanlarından hastalığı kaparsınız der.” İktidarın şiddet biçimleri Kürtlerin ilişkilerine de yansıdı. Kürtlerde yabancıya karşı amacına ulaşamayan öfke ve hırs içe bükülen şiddet ile korkunç bir iç imhaya, deyim yerindeyse iç kanamaya dönüştü. Aşiret kavgaları ve halkın içinde süreklileşen iç şiddet ile binlerce Kürt birbirini katletti. Kürtlerin bırakuji dediği bu şiddet türü başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. İç şiddet ulusal birliğe zarar verdiği gibi yarattığı travmalar iç barışın önündeki en büyük engele dönüştü.

 

Egemen Milliyetçiliğin Konsolidasyonu

Kemalizm, Humeynicilik ve Baasçılık tipi etnik ve dini milliyetçilikler Kürt inkarı üzerine kurulmuştur. Türkiye ve İran milliyetçiliği için Kürt savaşı içerde bir motivasyon sağlıyor. 1925-1930 ve 1937-38 direnişleri Türk milliyetçiliğini yeniden konsolide etmiştir. İsmet İnönü verdiği bir röportaj da “rejimin kaderi Şark isyanında iç politikada ve silah meydanında behemehâl kesin ve müspet bir netice elde etmeye bağlıydı[50] derken tam da bunu ifade ediyordu. Egemenlerin Kürtlere karşı siyasal şiddete onay vermeleri ve siyasal çözüme yönelik talebi reddetmelerinin altında her zamana güvensizlik, korku ve paranoya vardır. Kürt sorunu olduğu sürece bu ülkelerin egemenlik sağlaması mümkün değildir. Direnişler egemenlerin kendi ulusal kimliklerinin Kürt inkarı üzerinden konsolide eden oyunlarını bozmakta yetersiz kalsa da Kürt meselesi olduğu sürece bu ülkelerin egemenlik sağlaması hep gerilimli olacaktır.

 

3.Bölüm: Sonuç

Kürtlerin evrensel mücadele formlarıyla dayanışmaya ve diplomasiye dayalı ilişkiler kuramaması direnişlerin uluslararası alanda karşılık bulmasını engelledi. İslam kimliği bunun önündeki en büyük engeldi. Üretim süreçlerinin değişmesi, kentleşme ve aydınlanma gibi evrensel değişimler Kürtleri arafta bıraktı. Modern egemenlik arayışı ve geleneksel formların yarattığı ikilem gündelik yaşama yansıyarak ulusallığı olumsuz etkiledi. Geleneğin ve modernitenin yaşanılabilir yanlarının harmanlandığı demokratik modernite ise henüz yeterince anlaşılmış değil.

Parçalı kurtuluş biçimleri, yetersiz örgütlenme, ideolojik ve mezhepsel ayrışmalar direnişleri zaafa uğratarak ulusallığı geciktiren faktörlerdir. Negatif hikayelerin canlı tutulması yeni ihanetlere kapı araladı ve ulusal motivasyonu bozdu. Taleplerin ve söylemin muğlaklığı, araç-amaç arasındaki mesafe olası tarihsel fırsatların kaçmasına neden oldu. Liderlerin kişisel arzu ve kıskançlıkları ulusun yararına değil mirlik, aşiret, cemaat, grup ve kliklerin geçici kurtuluşuna hizmet etti.

Kürt dilinin kullanımında herhangi bir ortaklık sağlanamadı. Ortak tarih bilinci ve direnişlerin mitleştirilmesi halkın sırtını dayayabileceği motivasyonlar olmasına rağmen geç keşfedildi. Mesela Newroz miti, Selaheddin Eyyub-i gibi karizmatik Kürt liderleri ve Ahmed-i Xani gibi ulusallığın kurucu babalarının geç keşfedilmesi ulusal kimlik oluşumunu geciktirdi. Direnişlerde ulusal kararlılık ve politik esnekliğin olmaması fırtınalara karşı meşe ağacı gibi kökünden kırılmalarına neden oldu. Politik kadro eğitimleri pek önemsenmedi ve her direniş genelde o dönemi örgütleyen aileler ve yakın çevreleriyle sınırlı kaldı.

Özetle 19. ve 20. yüzyıl Kürt direnişleri ulusal aidiyeti ortak bir norm haline getirmekte yetersiz kaldı. Tüm zorlu koşullar, eksiklikler, yanılgılar ve hatalara rağmen direnişlerin tümünün aynı coğrafyada yaşanmış olması ona ulusal bir karakter kazandırmaya yetiyor. Ulusal bilincin manivelası olan direnişler arkasında hüzünlü hikayeler, ciddi birikim ve deneyimler bırakarak ulusal bir arşiv oluşturdu.

Dünya 400 yıldan beri devrimlerle ayakta kalıyor. Bilimsel devrimler, Amerikan ve Fransız devrimleri, 1848 İhtilalleri, Paris Komünü, 1917 devrimi, 1968 hareketi ve ulusal kurtuluşçu hareketler egemene meydan okuyan ve sisteme alternatif üreten sistem karşıtı hareketlerdi. Kürtler günümüzde hareket halinde ve henüz tamamlanmamış devrimlerin en önemli sistem karşıtı devrimci dinamiğidir. Bugün hala politik ve iktisadi tecrid altında tutulmak istenmesinin nedeni bu rolünden kaynaklanmaktadır.

Bu tecridi direnişlerden dersler çıkararak ve tarihin yıkıntıları arasında parıldayan umut kıvılcımını Kürdi siyasetin yakıtı haline getirerek kırabilirler. Katliamlar, ölümler, savaşlar, sürgünler ve zindanlara rağmen egemen başarısız olmuştur; Kürt ise özgürlük talebinden vazgeçmiş değil. Yerli ve kendinden fazlası olan bir halk olarak Kürtler son tahlilde Nikitin’in dediği gibi “dağlarına çekilir ve beklerler.”

 

 

 

[1] Aktaran, Ahmet TAŞKIN, TBB Dergisi, Sayı 52, 2004
[2] Arrighi, Hopkins, Wallerstein, Sistem Karşıtı Hareketler,Metis Yayınları,1989, s. 35
[3] Robert Olson, Kürt Meselesi ve Türkiye İran İlişkileri, Avesta Yayınevi, 1998, s. 23
[4] Martin Van Bruinessen, Kürtler, Ayrıntı Tarih, 2017, S.25
[5] Basil Nikitin, Kürtler, Örgün Yayınevi, 1956, s. 334
[6] Abbas Vali, Kürt Tarihi Kimliği Ve Siyaseti, Avesta Yayınları, 2013, s. 43
[7] Fred Halliday, Kürtler, Ayrıntı Tarih, 2017, s. 17
[8] Hamit Bozarslan, Orta Doğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim Yayınları, 2010, s. 30
[9] Vali, age. s. 59
[10] Hasan Yıldız, 20. Yüzyıl Başlarında Kürt Siyasası Ve Modernizm, Nujen Yayınları,1996, age. s. 21
[11] Hasan Yıldız, Tüm Kürdistan’da mirliklerin sayısının 400’den fazla olduğunu, Hamit Bozarslan ise mirlikler dağıtıldıktan sonra yaklaşık 1000 tane aşiret ortaya çıktığını söylüyor.
[12] David Mc Dowall, (2004) Nihat Karademir, Osmanlının Son Yüzyılında Kürtler, s. 233
[13] Naci Kutlay, Osmanlı’dan Günümüze Kürtler, Dipnot yayınları, 2014, s. 66
[14] Nikitin, age. s. 341
[15] Martın Strohmeıer-Lale Yalçın Heckmann, Kürtler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2013, s. 52
[16] Grand, Asahel, 2015, Aktaran, Nihat Karademir, age. s.137
[17] Vali, age. s. 118-119
[18] Kürtler, Ayrıntı Tarih, s. 12
[19] Yıldız, 1996, age. s. 136
[20] İbrahim Yılmazçelik,  (2011) Aktaran, Nihat Karademir. age. s.192
[21] Elka Hartman, 2013, aktaran Nihat Karademir, age. s.193
[22] Nur Vergin, Siyasetin Sosyolojisi, Doğan Kitap, 2008,
[23] Hamit Bozarslan, Kürtler, Ayrıntı Tarih, 2017, s. 138
[24] Martin-Heckmann, age. s. 50
[25] Hamit Bozarslan, Kürtler, Ayrıntı Tarih, 2017, s. 134-135
[26] Tanıl Bora, Cereyanlar, Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim Yayınları, 2017, s. 823
[27] Hannah Arendt, Aktaran Fatmagül Berktay, Dünyayı Bugünde Sevmek, S. 34
[28] Vilfredo Pareto, Seçkinlerin Yükseliş ve Düşüşü, Doğu Batı Yayınları, 1901, S.35
[29] Kutlay, age. s. 128
[30] Bora, age. s. 824
[31] Kutlay, age. s. 247
[32] Vali, age. s. 124
[33] Vali, age. s. 106
[34] Kutlay, age. s. 49
[35] Strohmeıer-Heckmann, age. s. 57
[36] Yıldız, 1996, age. s. 32
[37] Bora, age. s. 822
[38] Nikitin, s. 334
[39] Bora, age. s. 827
[40] Carl Schmitt, Siyasal Kavramı, Metis Yayınları, 1932,  s. 67
[41] Carl Schmitt, Aktaran, Byung-Chull Han, Şiddetin Topolojisi, Metis Yayınları, S. 49
[42] Schmitt, age. s. 99
[43] Aktaran,Hamit Bozarslan, Orta Doğu: Bir Şiddet Tarihi, İletişim Yayınları, s. 71
[44] Schmitt, age. s. 83
[45] Vali, age. s. 276
[46] Aktaran, Hamit Bozarslan: Enver Paşa’nın gizli mektupları Cumhuriyet, 9 Ekim 1989
[47] Osmanlı bürokrasisi, medeni bir nüfusun ortasında ölümcül bir yara olarak değerlendirdikleri Kürtler hakkındaki yazışmalarında “haşerat, vahşi, kötü huylu, beyinsiz, akılsız ve fesada meyilli, kan dökücü” benzeri tabirler kullanmış, “hain ve kaba mizaçlı” Kürtlerin ancak korkutma ve şiddet ile yola getirilebileceği gibi tespitler yapmıştır.
[48] Olson, age. s. 40
[49] Strohmeıer-Heckmann, age. s. 48
[50] Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, 1981, S. 27
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.