Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Ulusta Birlik Anlayışı

Emran Emekç

Kürt gerçeğinde birlik sorusu gündeme geldiğinde ilk elden verilen cevap birlik olamama yakınması olmaktadır. Kürtler, tarihte devlet kuramadığından birlik sağlayamamış bir devletsiz ulus olarak tanımlanır. Bunun nedeni de Kürt egemen sınıf karakterine bağlanır. Çünkü diğer ulusların egemen sınıflarından farklı olarak Kürt egemen sınıfı, tarih boyunca kendi ulusu yararına özne olamamış, tersine her dönem yanı başındaki işgalci ve sömürgeci egemen devletlerle işbirliği içinde kendi etnisite, kavim veya ulusunu ortaklaşa sömürülen nesne konumunda tutarak birliğini sağlayacak özgür siyasi oluşumlardan yoksun bırakmıştır. Bu temelde Kürt hakikati ve birlik olgusuna, sınıflı ve devletli resmi tarih kavram ve kuramlarıyla bakıldığında birlik konusunda ümitsizliğe düşmemek elde değildir. Ancak resmi tarihin dışına çıkan bir bakış açısıyla ele alındığında Kürtlerin yazılı olmayan tarihte gizlenmiş neolitik kültürü ile günümüzün demokratik değerleri temelinde birlik anlayışı gerçek anlamına kavuşabilmektedir.

Kürtler, ulus olgusunun temeli olan etnik özellikleriyle yazılı tarih öncesi neolitik devrimi yaratan bir kültürün taşıyıcısıdır. Ve bu dönem Kürt etnik gerçeğinde birlik, ihtiyaç duyulduğu kadarıyla kabileler arası birlik tarzındadır. Özgürlüklerini doğal, doğrudan demokrasi tarzında yaşayan kabilelerin bir araya gelerek oluşturdukları birlikler özgür birliklerdir. Bu konuda tarihi on beş bin yıl kadar geriye giden Göbeklitepe kazılarında ortaya çıkan daire şeklindeki tapınak etrafındaki dikili taşların her birinde değişik bir hayvan resmiyle sembolize edilen kabile totemlerine rastlanmıştır. Her bir hayvan resminin aslında bir kabilenin totemine tekabül ettiği ve birden çok kabilenin daire şeklindeki bir tapınak etrafında bir araya gelmesi, kabilelerin özgür, eşit, gönüllü birliğine işaret etmektedir. Demek ki on beş bin yıl önce bile Kürt kabileleri ihtiyaç duyduğunda veya istediğinde özgürce bir araya gelerek birlik sağlayabilmişlerdir. Bir başka deyişle henüz sınıf ve devlet olgusunun ortaya çıkmadığı yazılı olmayan tarihte Kürt kabilelerinin birlik sorunu yoktur. Kürtlerde birlik sorunu, yanı başlarında ortaya çıkan sınıflı, devletli uygarlık güçlerinin Truva atı misali Kürt kabilelerine sızmaları ve bazı kabile şeflerini yanına alarak diğer işbirliğini kabul etmeyen kabilelere karşı kullanmalarıyla başlamaktadır. İlkçağda Gılgameş Destanında geçen Enkidu karakteri, buna dair ipuçlarını vermektedir. Zaten bu karakter, tarih boyunca Kürtler arası birliği parçalayan ve yabancı egemenliğin iç uzantıları olma rolünü sergileyen Kürt egemen sınıfının birliğe gelmeme ve olası birlikleri de dağıtma karakteri olarak varlığını günümüze kadar sürdürecektir.

İlkçağ boyunca yabancı kaynaklı sınıflaşmayı, kulluk ve kölelik seferlerini katılmayı, işbirliğini ve devletli, sınıflı uygarlık güçleri içinde erimeyi kabul etmeyip de özgürlüklerinde ısrar eden kabileler ise, süreç içinde kabile birlikleri tarzında birlikler kurarak varlıklarını korumaya almaktadır. Bu türden birlikler, tarihte karşımıza ‘kabileler federasyonu’ biçiminde çıkmaktadır. Guti, Hurri, Mitani, Kassit, Nairi kabile ve aşiretler federasyonlarının en gelişkin örneği Med Aşiretler Konfederasyonudur. M.Ö. 700’lere doğru oluşturulan bu konfederatif birlikle M.Ö. 612’de Asurları yenen Kürtlerin atalarının ilkçağ tarihi boyunca ortak siyasi oluşumlar yaratarak birliklerini sağlayabildiklerini gözlemek zor değildir. Bu dönemin kabileler veya aşiretler konfederasyonunun günümüzdeki karşılığı doğrudan demokrasi birimlerinin konfederatif birliğidir. Anlaşılmaktadır ki Kürtlerin İlkçağda birlik olamama diye bir sorunu yoktur. Tartışılması gereken birlik olamama değil, birliği bozan ve parçalayan nedenlerdir. Örneğin Med Konfederatif birliğini parçalayan dış etken Pers egemen sınıf komplo ve saldırıları, iç etken ise ayartılan Kürt egemen sınıf karakteridir. Persli Kyros’un yanına çektiği Kürt egemen aristokrat sınıf temsilcisi Harpagos, aynı zamanda Med ordusunun genel komutanıdır. M.Ö. 559’da Persli Kyros ile önceden anlaşmaya dayanarak savaşta saf değiştirip Med Konfederatif birliğini temsil eden Kral Astiyages’in yenilmesine ve tutsaklığına yol açar. Heredot Tarihi’ndeki anlatıma göre Astiyages, tutsak edildiğinde karşısına geçen Harpagos’a; “Ey Harpagos, neden beni devirip de yerime kendin geçmedin de gidip Kyros’la anlaşıp Kürtleri Perslerin kölesi haline getirdin?” der. Bu sözler işbirlikçi Kürt egemen sınıf karakterini netçe özetlemektedir. Bu karakter Med birliğini dağıtmakla ve Kürtleri yabancı egemenliğin boyunduruğuna terk etmekle kalmıyor, aynı zamanda günümüze kadar süregelen Kürtler arası birliği engelleyen veya olası birlikleri dağıtan işleviyle, Kürtlerin birliğini sağlayacak ortak siyasi oluşumlardan yoksun bırakılmasının da başlangıcı olmaktadır.

 

Kavimler Birliği Çağı

Ortaçağ, İlkçağın etnik birlik anlayışını aşan kavimler birliği çağıdır. Kökeninde tek tanrılı dinler vardır. Örneğin Tevrat, dağınık haldeki İbrani kabilelerini, tanrının birliği anlayışıyla kavim birliği olarak birleştirirken, İslamiyet de aynı rolü dağınık Arap kabilelerini birleştirme ve kavim birliğini sağlamada oynar. Kürtler ise Ortaçağa dağınık kabile ve aşiretler halinde, birliğini sağlayabilecek siyasi oluşumlardan yoksun olarak girmiştir. Araplar İslamiyet ile kabile ve aşiretleri bir üst aşamada kavim olarak birleştirerek birliklerini sağlama aldıktan sonra dışa doğru yayılma sürecinde ilk elden birliği dağılmış, dağınık parçalar halinde kolay lokma olabilecek ovalarda yaşayan Kürt kabile ve aşiret şeflerini işbirliğine çekmekte zorlanmaz. Karşılığında onları işbirlikçi beylik ve babadan oğula geçen yerel otonomiler bahşederek kendilerine sıkıca bağlarlar. Bu tarzda Arap egemenliğinin iç uzantısı rolünü oynayan bu beyler, aynı zamanda hızla Araplaşmayı kabul eden, hatta soylarını bile Arap sülalelerine dayandırmaya kadar gidecek özellikleriyle genelde ovalık bölgelerinde Kürdistan’ın kapılarını sonuna kadar Arap yayılmacılığına açarlar. Kendi etnik kimliğinden uzaklaşarak Araplaşma temelinde asimilasyonu ve Sünni mezhebini benimserler. Özellikle Kürdistan’ın ovalık kesimlerine hükmeden Kürt beyleri eliyle Sünnilik mezhebi geliştirilirken, Zerdüşti gelenekten vazgeçmek istemeyen, genellikle dağlık alandaki Kürt kabileleri ise Zerdüştlük, Ezidilik ve Alevilik gibi mezhepler tarzında direnişe geçmektedir. Kısacası Kürt egemen sınıflarının işbirlikçi karakteri nedeniyle daha İlkçağdayken yarattıkları birlik sorunlarına, Ortaçağ’da mezhep bölünmeleri de eklenmektedir. Oysa Fars ve daha sonra gelen Türk beyleri, İslamiyet’i kendi kavim birliğini sağlama aracı olarak kullanma yeteneğini gösterip bu yönlü siyasi oluşumlara giderken, Kürt egemen sınıfı ise tersine bir rol oynamakta; Araplaşmada yarışmaktadır. Kendi Kürt kavim çıkarları temelinde birliğini sağlayacak siyasi oluşumlara gitme becerisini gösteremeyen Kürt beyleri, 11. Yüzyılda Türk boylarının bölgeye gelmesiyle birlikte bu sefer Türk beylerinin siyasi oluşumlarıyla birlikte hareket etmeyi tercih etmektedir. Bu şekilde Anadolu kapılarının Türk boylarına açılması ardından halifeliğin ele geçirilmesiyle birlikte Arap ve Fars kavim birliğinden sonra İslamiyet, Türk kavim birliğinin sağlanmasında da önemli rol oynar. Bu dönemde Araplar, Farslar ve Türkler, İslamiyeti kullanarak kendilerine özgü iktidar oluşumlarıyla güçlü kavimler haline gelirken, Kürt egemen sınıfı, yani Kürt beyleri değil Kürt kavim birliğini sağlama, kendi aralarında dahi birlik sağlayamamaktadır. Oysa Kürtler etnik dil ve kültür olarak Ortaçağda da tüm Ortadoğu etnik gruplarından ileriydiler. Bu çağda tek eksiklikleri, kendi dağınık aşiret ve kabilelerinin birliği anlamına gelen kavim birliğini sağlayacak siyasi oluşum ve kurumlaşmalarını yaratamamalarıdır. Bunda da Kürt egemen sınıfının (beyliklerin) anılan olumsuz rolü sorumludur. İşbirliklerinin karşılığı olarak egemen devletlerden elde ettikleri aile ve hanedan çıkarlarını ifade eden babadan oğula geçen feodal otonomilerini korumaktan başka dertleri yoktur. Kapitalist çağa da bu yapısıyla giriş yapmaktadır.

Kapitalist çağda, özellikle 19. Yüzyılda dünyada ve bölgede tüm milletlerin egemen sınıfları, kendi kavim birliğinin ulus birliği tarzında bir üst aşamaya evirtirken, Kürt beylikleri, nasıl ki Ortaçağda Kürtlerin kavim birliğini dert edinmemişse, kapitalist çağda da Kürt ulusal birliğini dert edinmemiştir. Bu çağda da bütün dertleri kendi aile ve hanedan çıkarlarını ifade eden feodal otonomilerini korumaktır. İngiltere’nin, başını çektiği kapitalist dünya hegemonyasının temel aracı olarak geliştirdiği ulus-devlet anlayışı ile Avrupa ve dünyadaki imparatorlukları yıkarak dünya hegemonyasını geliştirirken, Osmanlı İmparatorluğunu da küçülterek merkezi ulus-devlete dönüşme baskısı altına almaktadır. Kürt beylikleri bu süreçte otonomilerini kaybetmeyle karşı karşıya kaldılar. Buna tepki olarak gelişen 19. Yüzyıl Kürt isyanları, Kürt beylerinin feodal otonomileri koruma isyanlarıdır ki, kendilerinde daha güçlü durumdaki kapitalist hegemonyanın merkezi ulus-devlet dayatmaları karşısında başarılı olmaları beklenemezdi. Sonuç beyliklerin dağılması ve otonomilerin yitirilmesi oldu. Zaten Ortaçağı kavim birliğini sağlayan siyasal oluşumlardan yoksun olarak karşılayan Kürtler, kapitalist çağda da kendilerini ulus-devlet tarzı birliğini sağlayabilecek oluşumlardan yoksun, tamamen savunmasız ve ucuz sömürü ve kullanım malzemesi konumunda karşıladılar. İngiltere’nin başını çektiği kapitalist dünya hegemonyasının bölge acenteleri olarak inşa edilen Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-devletleri arasında parçalanarak, Türkleşme, Araplaşma, Farslaşma dayatmalarıyla tarihten silinme sürecine alındılar. Kürtler artık birlik sorunlarının da ötesinde varlık-yokluk sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Bu temelde ulus-devlet anlayışından da en büyük zararı gördüler. Buradan çıkan sonuç, birlik sorunundan da öteye varlık sorunu yaratan burjuvazinin böl-yönet esasına dayalı milliyetçilik ve ulus-devlet anlayışıyla Kürt birliğinin sağlanamayacağıdır. Kaldı ki Kürtlerde ulus-devlet tarzı birliği sağlayacak bir milli burjuva sınıfından da söz edilemez. Kapitalist çağda beyliklerin tasfiyesiyle geriye kalan aşiret reisi, ağa ve şeyh gibi feodal yapılara dayalı ilkel milliyetçi, din ve mezhep eksenli 20. Yüzyıl Kürt isyanları da yerel ve lokal düzeyi aşamamış, ulusal çapta birliği sağlayamadığından yenilmekten kurtulamamışlardır.

Kürt gerçekliğinde birlik sorununa yol açan yukarıda özetlenen Kürt toplumsal yapısını parçalayıcı etkiye sahip gerek aile çıkarına dayalı feodal otonomici, gerek dinci, mezhepçi, ilkel milliyetçi ve ulus-devletçi anlayışlarla birlik sağlanamayacağı tarihsel tecrübelerle de sabittir. Örneğin, beyliklerin 19. Yüzyıl isyanlarına bakıldığında bir beyliğin isyanına diğer beylikler destek vermediği gibi kendi içinde de ihanetleri hep bağrında taşımıştır. Çünkü her bir beylik ayrı ayrı hükümetler, ocaklıklar, yurtluklar tarzında babadan oğula geçen yerel çıkarlar temelinde yabancı devlet egemenliğine bağlandıkları için, sadece kendi aile çıkarlarını düşünmekten öte bir ufka sahip değildir. Öyle ki bağlandıkları dış egemenlerin oyuncağı durumunda olduklarından egemen olan gerek gördüğünde bir beyliği diğerine hatta bir beyliğin kendi çocuklarından birini diğerine karşı kullanabilmektedir. Nitekim beyliklerin tasfiyesiyle yerlerine ikame edilen devşirme aşiret reisi, ağa ve şeyh tarzı önderliklerin yirminci yüzyıl Kürt isyanlarına da bakıldığında örneğin, Sünni mezhebe dayalı dayalı Şeyh Sait isyanına Alevi Kürtler, Alevi mezhebine dayalı Seyit Rıza isyanına ise Sünni Kürtler destek vermemiştir. Bu birkaç somut örnek bile, tarih ve güncelik itibariyle Kürtlerin birliğinin otonomici, milliyetçi, dinci, mezhepçi anlayışlarla sağlanamayacağını kanıtlamaktadır. Kaldı ki günümüzde dinin ve milliyetçiliğin genelde aşılmakta oluşu, aşiretçilik ile feodalizmin de çözülüşü nedeniyle geriye tek seçenek olarak Kürt toplumunun neolitikten gelen doğal demokratik kültürü ile günümüzün çağdaş demokratik kültürünün sentezinden ortaya çıkan demokratik birlik anlayışı kalmaktadır.

 

Demokratik Ulusal Birlik

Demokratik birlik anlayışında ulus olgusu, klan, kabile, aşiret ve kavimden sonra gelen sosyolojik bir olgudur. Ancak istismar edilerek ideolojik ulusçuluk olarak milliyetçiliğe ve ulus-devlet anlayışına malzeme edilmesi burjuvazinin sınıf çıkarlarıyla yakından bağlantılıdır. İdeolojik ulusçuluk olarak inşa edildiğinden, sosyolojik ulus olgusundan ayrılır. Ulus-devlet olarak formüle edilen bu tarz ulusçuluğun birlik anlayışı da tekçidir; devlet eliyle farklı dil, din, inanç ve kültürleri asimile ederek homojen ulus yaratma amacı nedeniyle antidemokratik, soykırımcı ve faşisttir. Tekçilik her şeyden önce bilimsel değildir; doğa ve toplum gerçekliğinin inkârıdır. Bitki ve hayvan âlemindeki çeşitlilikten tutalım, toplumların binlerce farklı dil ve kültür çeşitliliğini kadar doğada ve toplumda rahatlıkla gözlemlenebilecek gerçeklik, çeşitlilik ve farklılık içinde birliktir. Ancak burjuvazi, sermayenin ve iktidarının tekleşmesi adına, toplumsal çeşitliliği yok saymakta, farklı dil, din, inanç ve kültürleri, hatta farklı düşünce ve örgütlenmeleri, hareketleri, ulusal birliğine tehdit olarak görüp, fiziki imha veya kültürel asimilasyona tabi tutmayı ulus-devletine bir görev olarak yüklediğinden, faşist bir soykırım rejimi olarak vücut buldu. Bu temelde savaş aygıtı olarak kendi içindeki onlarca farklı dil, din, inanç ve kültürleri yok ederken, üstün ulus olarak dışarıya doğru yayılma amacı nedeniyle yol açtığı birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki yıkımlardan sonradır ki, başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde tekçi ulus-devlet anlayışı terk edilerek çoğulcu demokratik ulusçuluğa dönüşler yaşandı, yaşanmaktadır. BM ve AB bünyesindeki uluslararası sözleşmelerle de soykırımın önlenmesi, farklı dil, din, inanç ve kültürlerin bireysel ve kolektif haklarının üçüncü kuşak hak ve özgürlükler olarak demokratik anayasalarca tanınmasıyla birlikte artık tekçi, homojen ulus ve ulus-devlet anlayışı veya tek dil, tek millet, tek din, tek mezhebe dayalı birlik anlayışları aşılarak yerini çoklu birlik, farklılık içinde birlik temelinde her alanda özgür, eşit, gönüllü demokratik birlik anlayışına bırakmıştır. Tek bir etnik veya tek bir din veya mezhebe dayalı tekçi birlik anlayışını sürdüren sadece Türkiye, İran, Suriye, İsrail ve Mısır gibi sınırlı bazı Ortadoğu ulus-devletleri kalmıştır. Ancak onlar da alttan alta gerek Kürt demokratik ulus hareketi gerekse Arap toplumunda ve diğer halklar arasında giderek gelişen demokratik hareketlenmelerin baskısı altında demokratik dönüşüme zorlamaktadır. Kaldı ki tek bir etnisiteye, dine veya mezhebe dayalı birlik anlayışlarının Ortadoğu’da yarattığı katliamlar, yıkım, kriz ve kaos tablosu rahatlıkla gözlemlenebilmektedir.

Dolayısıyla Ortadoğu’da birliği ne dinler ne mezhepler ne de kapitalist hegemonyanın böl-yönet politikasına hizmet eden şoven milliyetçi ulus-devletler sağlayamaz. Demokrasi kültürü ve anlayışı bir ilaç gibi hem Ortadoğu’nun din, mezhep ve ulus kavgalarına son vereceği gibi, demokratik Ortadoğu birliğine giden yolu da açacak yegane yol ve yöntemdir. BM’li ve Arap Birliği benzeri ulus-devletçi birlik oluşumlarının sorunlara çözüm getirmediği ortadadır. Çünkü mevcut sorunların bizatihi kaynağı olan ulus-devlet anlayışı ile birlik sağlanamayacağı açıktır. Birlik ancak kapitalist modernitenin bir kötülük olarak Ortadoğu’ya saçtığı böl-yönet esasına dayalı ulus-devletlerin demokratik dönüşümü ve demokratik ulusçuluk anlayışı ile sağlanabilir. Bu temelde Ortadoğu birliğine en iyi yanıt Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliğidir ki, Kürtlerin demokratik ulus birliği bu yolda temel kilometre taşı olmaktadır.

Demokratik ulusun birlik anlayışı tekçi değil çoğulcudur; toplumsal çeşitliliği esas alır. Yerelden başlayıp, bölge ve dünya çapında demokratik konfederal birliklere kadar uzanan çoklu birlik veya farklılıklar içinde birlik sistematiğine sahiptir. Buna göre her farklı dil, lehçe, din, mezhep, inanç veya kültürlerin her biri her şeyden önce kendilerini bir doğrudan demokrasi birimi olarak yerelden başlayıp örneğin köy, mahalle veya kent meclislerinden ulusal, bölgesel ve dünya demokratik konfedere birliklerine dek örgütleme hakkına ve olanağına kavuşmaktadır. Bu temelde demokratik yönetimlerin her düzeyinde kendi rengi ve özgür iradesiyle yer alır. Demokratik birlik olarak da kısaltılabilecek demokratik konfederal birlikler, özgür, eşit, gönüllü birliklerdir. Zorlama, zorla birlik söz konusu değildir. Her demokratik birim, kendi özgür iradesiyle yerel, bölgesel ve evrensel demokratik konfederal birliklere dâhil olmakta, demokratik anlayış, kültür ve ilkeler temelinde her demokratik birim diğerinin varlığına, farklılığına saygı göstermektedir. En küçük topluluktan en büyüğüne, her bir demokratik birim, her aşamada eşit haklara ve katılım olanağına sahiptir. Eşitlik ve özgürlük temelinde gönüllü birlik olduğundan çokluk bir avantaj sağlamadığı gibi azlık da dezavantaj değildir. Güçlünün zayıfı ezmesine yer yoktur; demokratik hukuk içinde herkesin ve grubun farklılıktan doğan bireysel ve kolektif hakları güvence altındadır. Bu tarz yerel, bölgesel, dünyasal demokratik konfedere birlikler için de küçük uluslar da büyük uluslar da kendilerini birer demokratik birim olarak örgütleyebilmekte, sınırları da sorun olmaktan çıkarmakta, hatta mevcut ulus-devlet sınırlarını aşan sınırlar üstü Ortadoğu ve dünya demokratik konfederal birliklerine giden yolu da açmaktadır. Mevcut ulus-devlet anlayışı nedeniyle dört ulus-devlet arasında bölünen Kürtler, bu sınırları sorun yapmaksızın her parçada yaratacakları demokratik örgütlenmelerini birleştirdiğinde bir yandan Kürt demokratik ulusal birliğini yaratırken diğer yandan bu yolla hem kendi içinde hem de sınırları içinde yaşadıkları halklarla demokratik birlik ve ittifaklar kurarak, halklar arası sağlam demokratik birlikleri de yaratabilecektir. Halkların demokratik birliklerinin baskısı altında mevcut ulus-devletler de kendilerini demokratik anayasal çözüm yoluyla demokratikleştirme, demokratik ulus olarak dönüştürmek zorunda kalacaklardır. Bu temelde Kürtlerin Türkiye, İran, Irak ve Suriye halklarıyla demokratik birliği beraberinde Ortadoğu demokratik uluslar birliğini, o da beraberinde dünya demokratik uluslar birliğini getirecektir. Kürtlerin demokratik ulusal birliği, bölgesel ve evrensel düzeyde böylesi bir domino etkisine sahiptir. Kürdistan bu temelde çatışma ve bölünmenin değil, hem kendi içinde demokratik birlik ve barışın, hem de birlikte yaşadığı ve ilişkilendiği diğer halklarla demokratik birliğin ve Ortadoğu, hatta dünya barışının merkezi konumda olur.

Tarihin ve Kürdistan coğrafyasının Kürtlere biçtiği kader, hem kendi arasında, hem de birlikte yaşadığı halkları demokratik birliğe zorlamaktadır. Araplar, Türkler ve Farsların tam ortasında yer alan Kürdistan coğrafyası, aynı zamanda tüm kültürlerin kesişme noktası olmaktadır. Özellikle yakın geçmişte azınlık da olsalar başta Ermeniler ve Süryaniler olmak üzere başka halkların da ortak yurdu konumundadır. Arap, Acem ve Türk gibi çok sayıda uzantı da bu coğrafyada yerleşiktir. Din ve mezhep yönünden de çokluğu yaşamaktadır. Aşiret ve kabile kültürlerinin izleri de hala güçlüdür. Kent, sınıf, devlet kültürü fazla gelişmiş değildir. Tüm bu özellikler nedeniyle gerek Kürtler arası birlik, gerekse Ortadoğu halklarının birliği ancak demokratik ulus anlayışıyla sağlanabilir. Ortadoğu genelinde olduğu gibi Kürtler arasında da din, inanç, mezhep farklılıkları, hatta lehçe ve kültür farklılıklarının bir arada barış içinde yaşayabilmesi ancak çoklu birlik ve farklılıklar içinde birlik esasına dayalı demokratik ulus anlayışıyla mümkündür. Onun dışında örneğin tek bir ulus, tek bir din veya tek bir mezhep esas alınarak özelde Kürtlerin birliği genelde de Ortadoğu halklarının birliği sağlanamayacağına göre, demokratik birlik ve demokratik ulus anlayışından başka seçenek yoktur. Kaldı ki Ortadoğu’nun mevcut ulus-devlet anlayışıyla yönetilemez olması da Kürtlerin demokratik birliğini ve bununla iç içe demokratik Ortadoğu birliğini sağlama şansını daha da artırmaktadır. Demokratik konfederasyonlar, sadece bir devletin içinde örgütlenme ile yetinemezler. Sınırların dışında da istedikleri kadar örgütlenebilir, üst konfederal birlikler oluşturabilir ve kendi diplomasilerine sahip olabilirler. Demokratik ulusların inşası, mevcut ulus-devlet sınırlarına dayandırılamaz. Daha da önemlisi, demokratik ulusların çizilmiş sınırları olamaz. Zaten mevcut iletişim olanakları da farklı mekân sınırlarına rağmen dünyanın her alanındaki bireyler ve topluluklar arasında sınırlar üstü bütünleşmeyi, örgütlülüğü ve birliği mümkün kılabilmektedir. Kürtler de bu temelde mevcut ulus-devlet sınırlarına takılmadan dört parçadaki Kürtlerin siyasal oluşum, parti ve örgütlenmelerini konferans, kongre veya başka benzeri ortak siyasi platformlarda, bir araya getirme, burada demokratik ulusal birlik anlayışı temelinde tüm Kürtler adına ortak karar, savunma ve diplomasi kurma şansına fazlasıyla sahiptir. Bu temelde geriye sadece tüm Kürtlerin birliğini güvenceye alacak ortak siyasi oluşumları yaratma becerisinin gösterebilme kalmaktadır.

Sonuç olarak birlik konusunda Kürtlerin önünde iki strateji vardır. Birincisi, Kürtlerin kendi aralarında ulusal demokratik birlik platformunu oluşturması, ikincisi de Kürtlerin yaşadığı ülkelerdeki halklarla birlikte demokratik ittifaklarının ve birliklerinin çatı örgütlerini oluşturmasıdır. Kürtler bu temelde Ortadoğu halklarının demokratik birliğinin önünü açabilir. Kürtler arası birliği de halkların birliğini de ancak demokrasi, demokratik bilinç, kültür ve anlayış kurabilir. Kürt ulusal birliği ancak demokrasiyle sağlanabilir, milliyetçilik, dincilik, mezhepçilikle sağlanamaz. Bunlar ancak çatışma ve kaos, katliam ve soykırım getirir. Dört parçadaki ve dünyadaki tüm Kürtler bir araya gelip birlikte hareket etmezlerse bu anlayışların yaratacakları çatışma ve soykırım tehlikesiyle yüz yüzedirler. Tüm parçalardaki Kürtler milliyetçi, dinci, mezhepçi tekçi ulus-devlet saldırılarına karşı varlıklarını, özgürlüklerini ancak demokratik ulusal birlik anlayışıyla ve bu temelde ortak siyasi oluşumlarıyla güvenceye alabilirler. Bu temelde birlik olmazlarsa kaybederler. Mutlaka demokratik temelde Kürt ulusal birliğine ihtiyaç vardır. Kürtler için de, Ortadoğu halkları için de gerekli olan demokrasidir, halkların özgür eşit gönüllü demokratik birliğidir, ancak bu şekilde Ortadoğu’da ve kendi içlerinde yaşanan kriz ve kaosu atlatabilirler. Halklar birlikte hareket etmezse, dayanışmayı sağlamazlarsa, herkes kendi etnik, dini, mezhep kimliklerini dayatırlarsa herkes kaybeder. Kazanan ise dinci, milliyetçi, mezhepçi ulus-devletçi böl yönet politikalarını dayatan kapitalist hegemon güçler olur. Ortadoğu’nun içinde bulunduğu etnik, dini, mezhepçi, milliyetçi çatışma ve ulus-devlet anlayışının yarattığı kriz ve kaos haline ancak demokratik ulusun demokratik birlik anlayışıyla son verilebilir. Kürtler arası birlik de, Türkiye, İran, Irak, Suriye ve Ortadoğu demokratik uluslar birliği de ancak demokratik ulus anlayışıyla sağlanabilir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.