Düşünce ve Kuram Dergisi

21.Yüzyılın İlk Devrimi: Rojava Devrimi

Hüseyin Sürensoy

“Benim için devrimin anlamı, uygarlık sisteminin sürekli alan ve uygulamasını daralttığı ahlaki, politik ve demokratik toplumun yeniden ve daha geliştirilmiş olarak bu niteliklerini kazanmasıdır…”
Abdullah Öcalan

 

İnsan toplumu, doğal toplumdan çıkışı devrimle yapmıştır. Yaşama doğru adımla yani devrimle giriş yapsa da uygarlık ve sonrası gerçekleşen egemenlik ilişkileri karşı devrimlerle uzun süreli kesintilere uğradı. Buna rağmen toplumların direniş ve başkaldırıları devam etti. Devrimlerin bu karakteri insan toplumunu yeniden doğru yaşam çizgisine çekme eylemselliğidir. Merkezi uygarlık sisteminin toplumlara dayattığı sömürü ve katı iktidarsal yapılara karşı halkların direniş kültürü olan devrim, bir zorunluluk olarak kendisini örgütlemek durumundadır. Tek tanrılı dinlerin çıkışı birer ahlaki devrimler ve uygarlığa karşı ezilenlerin ahlaki direnişçiliği olsa da sonrasını, devamını getirmedi. Daha sonra karşı çıktıkları uygarlığın birer ideolojisine dönüşmekten kendisini kurtaramadılar. Ezenin elinde ezilen, sömürülen toplum kesimlerinin bilinç, ruh, duygu ve bedenlerine inen birer egemenlik kırbacı aracına dönüştüler. Başlangıçtaki anti uygarlıkçı karakterini yitirerek, bir anlamda kendi kendilerinin inkar edeni pozisyonuna düştüler. Karşı devrimlerin safına geçiş yaptılar. Her üç dinsel ideoloji de ancak bu kadar kendi varoluşlarının inkarcısı olabilirler. Bu inkarcılık durumu halen devam etmektedir.

 

Çağın Devrimi

Uygarlık sistemlerinin kapitalist modernite çağı kendini hegemon kılarken, buna karşı sessizlerin sesi olan devrimsel çıkışlar da çağa damgasını vurmuşlardır. Özellikle imparatorluklar dağılma sürecinin başlamasıyla ortaya çıkan ulus-devletler çağı günümüze kadar bu form ve biçimle sistemini devam etmektedir. Ulus-devlet ile büyük ihanete uğramış olan demokratik komünal topluluklar da buna karşı kendini özgürleştirmek için devrimsel çıkışlar çağını başlatmıştır. Ulus-devlet paradigmasının sinsi liberal ideolojisine karşı halkların kültürel, sosyal ve siyasal devrimlere kalkışarak karşılık vermesi kaçınılmazdı. Diyalektiğin olmazsa olmazı konumundaydı. Kapitalist modernitenin kaosuna devrimle düzen arayışı diyalektiğin zorunluluğuydu.

Kapitalist modernite sisteminin etkisi, büyüsü altında bulunan birey ve toplumlar tanınamayacak düzeyde bir yabancılaşma yaşamışlardı. Özden kopuşun büyük travmasını yaşayan topluluklar, ancak bir devrimle varoluşlarıyla buluşturabilir. Rojava Devrimi’nin böyle bir niteliği ve pratiği var. Şunu söylemek çok abartı olmaz: Dünyayı en çok etkileyen üç büyük devrim (Fransız, Rus-Sovyet, Çin) olmuştur. Rojava Devrimi bunlar kadar hatta bunları da aşan bir etkileme düzeyi ortaya çıkarttı. Rojava Devrimi’ni Rojava Devrim’i yapan, beslendiği paradigmadır. Her toplumsal siyasal ve kültürel devrimin kendi coğrafik/mekansal yapısına olduğu kadar onun sosyo-kültürel ve sosyo-psikolojik kodlarına uygun bir yapısı vardır.

Rojava Devrimi bir anlamıyla neolitik köy devriminin aynı coğrafya ve aynı toplumsal kesim ve bileşenleri tarafından 21. Yüzyılda güncellenmiş halidir. Bu şu anlama gelir: Bu devrim, Kürt toplumunca diğer devrim bileşenlerinden kendi doğal toplumsal yapısına uygun kendi başlangıç tarihiyle yeniden buluşmasıdır. Öze dönüşün adıdır. Öze dönüş ise, kendi varoluş özü olan özgürlükle buluşmasıdır. Kapitalist modernitenin kuşatıcı yapısından kurtuluş eylemidir.

 

Kadın Devrimi

Rojava Devrimi’ni görünür ve halklar tarafından çekici kılan temel bazı niteliksel karakter özellikler taşımasıdır. En sade haliyle bir kadın devrimi olmasıdır. Neolitik devrim de demokratik komünal özellikli bir kadın devrimiydi. Toplumsal tarihe kadın bu devrimle giriş yapmıştır. Uygarlık sistemiyle birlikte kadının tarih ve devrim dışı bırakılması bir büyük düşüş ve geriliş anlamına geliyordu. Rojava Devrimi, uygarlık-devletçi sisteminin sömürgeci karakterine özgürlükçü bir müdahaledir. Neolitik devrim kadın öncülüğünde gelişen bir kültür devrimi olduğunu ve bu çizginin Rojava Devrimi ile kültürel olduğu kadar sosyal, siyasal ve komünal devrim karakterindedir.

Rojava Devrimi olmuş ve bitmiş bir devrim değildir. Daha emekleme aşamasında olan bir devrimdir. Zaten toplumsal ve gerçek anlamda olmuş-bitmiş bir devrime rastlamak mümkün değildir. Rojava Devrimi, paradigmal temelde ve zihniyette inşa edilirse insan evladının toplumsal tarihinde “tamamlanmış” ikinci devrim olacaktır. İlk devrimin neolitik kadın devrimi olduğunu biliyoruz. Kadının yeniden kendi doğal özüyle buluştuğu, vahşi kapitalizme, ulus-devlet ve endüstriyalizme karşı devrimin öznesi olması onu çekici kılan en temel özelliktir.

Diğer bir özelliği, bu devrimin öznesinin Rojava halkının tüm bileşenlerinin bir üçüncü yol gibi kolektif bilinç oluşturarak karşı devrim güçlerine (DAİŞ ve türevlerine) karşı senkronik şekilde devrimci halk savaşını pratikleştirmesidir. Bu ilk defa Rojava Devrimi pratiğinde görüldü. Devrimci halk savaşı stratejisiyle Rojavalıların kendi potansiyellerinin farkına varması kadar bunu devrimci pratiğe dökme de en elverişli koşulları değerlendirmesini bilmesidir.

Rojava Devrimi süreciyle Rojavalılar, böylece kendi öz bilinçlerini, öz farkındalığını, özgür iradesini, kırılmaz inançlarını, sarsılmaz bağlılıklarını ve özgürlük tutkularının niteliksel farkındalığını bir amaç birliği içinde eylemselliği dökmüşlerdir. Ve bu pratik salt yerelle sınırlı kalmadığı gibi bölge ve evrensel bağlamda halklar tarafından da büyük coşkuyla karşılanmıştır. Bölge değil, tüm yaşam gezegeninde bir umut yaşamış ve sömürgeleştirilen, iç sürgüne, soykırım ve kültürel erozyona uğratılan tüm halklara yeni bir özgürlük umudu aşılamıştır.

Hele söz konusu olan Ortadoğu coğrafyası ise dünyanın en zor coğrafyası olduğuna şüphe yok. Doğuşların merkezi olması bunda payı var. Hegemonyanın burada sistem tutturamamasının ana sebebi budur. Uygarlığın gerici tohumu burada atılmıştır. Devletli sistem burada mayalandı ve karakter kazandı. Olumlu ve olumsuz bütün ilklerin doğuşuna ebelik yapmıştır. Üç tek tanrılı dinin de mekânıdır. Tüm peygamberler burada inançsal ve felsefik doğuşlarını gerçekleştirmişlerdir. Özgürlük tohumları olduğu kadar kölelik tohumları da burada atılmıştır.

 

Gericiliğe Karşı Özgürlük Ruhu

Rojava Devrimi, Ortadoğu’nun bu en karanlık, barbar, yobaz ve gericiliğe karşı bir devrimsel mücadele biçimidir. Bu gerici güç bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkmadı. Bir tarihsel evveliyatı var. Özellikle iki kutuplu dünya soğuk savaş zamanlarının yedek gücü olarak ortaya çıkarıldı. Dünya hegemonya gücü olan ABD’nin Sovyet Blok’una karşı oluşturduğu Yeşil Kuşak Projesi’nin son kalıntısı konumunda bulunuyordu. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte hegemonyanın biyolojik doğuşunu yaptırdığı bu barbar ve gerici güçler boşluğa düştüler. Bir anlamda amaçsız, hedefsiz kaldılar. Hegemonya tarafından bir süreliğine “uyuyan hücre” olarak yedekte tutuldular. Bu fundamentalist yobaz güçler, Afganistan ve benzeri yerlerde savaştırılsa da ağırlıklı yapı sessizleştirildi. 2001 İkiz Kule saldırısıyla hegemonyaya belli düzeyde savaş ilan edildi, bu güçler yeniden gün yüzüne çıktılar. Arap baharıyla yeniden toplumsal zeminlerle kendilerine meşruluk alanı açtılar. Hegemonyanın yeni planı devreye sokulmuştur. Ortadoğu yeni bir kaos sürecine alınmıştı. Özellikle devrimci Kürt güçlere karşı bu gerici güçler desteklendi, beslendi ve büyütüldü. Êzidî halkının, yeni bir jenoside hegemonya gerici bölge ulus-devletleri ile bu barbarlar yeni bir ölüm fermanı verildi. Rojava Devrimi, bu devrimci halk güçlerinin örgütlenmiş, aydınlık gücüydü.

DAİŞ barbarlığını iyi tanımak, bilmek ve DNA’sını çözmek gerekir. Bu güçlerin kökleri tarihin derinliklerinde bulunmaktadır. Moğollar Asya ve Doğu Avrupa için neyse DAİŞ de Ortadoğu’da odur. Moğolların bile bir savaş ahlakı vardır. Bu barbarlar da o da yok. Tüm insanlık dışı uygulamalar bunlarda vardı. Sadece Şengal›de Êzidîlere, Rojava’da Kürt ve diğer halklara bu barbarlığı göstermediler, tüm Ortadoğu ve eğer durdurulmasaydı dünya insanlığı yok oluşun eşiğine getirilecekti. İşte Rojava Devrimi, dünya insanlığına doğan güneş oldu.

“Yüzüklerin Efendisi” filmini izlemişseniz, Orta Dünya’nın sonu ile Yeni Dünya’nın nasıl ve kimler tarafından yönetileceği savaşımı var. Hobbitler ve dostları ile orklar diğer tanımla barbar gerici güçlerin müthiş çatışması var. Orklar Yeni Dünya’ya barbarlıkla hakim olmak için özgürlük güçlerine karşı en vahşi savaşını veriyor. O dönemin küçük krallıkları birleşerek Orkların Yeni Dünyaya hâkim olmasını engellerler. Orkların barbarlığı yenilir. O dönemin Orkları günümüzün DAİŞ’i ile benzerdir. Rojava devrimci güçler ise Orklara karşı savaşan özgürlük güçleridir. Bu analojiyle bakarsak, DAİŞ barbarlığı Kürt güçleri ve diğer dost güçlerce durdurulamamış olunsaydı yeniçağın dünyasını barbarlık ele geçirmiş olacaktı. Bir de Ortadoğu gerçekliğine ve onun çok uzak olmayan tarihsel oluşumuna baktığımızda ilginç pratikler, vakalar ve tespitlere rastlamak mümkündür. Ortadoğu’daki tüm devrimci, demokratik ve sosyal çıkışlar ağırlıklı olarak Türkler (Selçuklular) tarafından bastırılmıştır. Bugün Türk ulus-devletinin Kürt devrimci güçlerine ve dost güçlerine karşı bu denli savaş politikalarına gönüllü olması boşuna değildir.

Rojava Devrimi, 21. Yüzyılın dünyalarına egemen olmak isteyen DAİŞ karanlığına karşı Zerdüşt’ün Ahura Mazdası, Mani’nin ışığı, Hz. Ali’nin kılıcı, Hallâc-ı Mansûr’un direnişçiliği, Şeyh Bedreddin’in kararlılığı ve ortaklaşmacılığı, Dörtlerin aydınlık ışığı, mazlumun çığlığı olmuştur.

Demokratik Ulus Paradigması

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla Türk ulus-devleti kurulmuştur. Kemalizm, ulus-devletle Ortadoğu ve Avrupa hegemonyasına giriş yaparken, Arap ulus-devletleri Baas milliyetçiliğiyle kendilerini yenilemeye çalışmışlardır. Kürt halkı, devrimci paradigmasıyla demokratik ulus ve demokratik özerklikle giriş yapmıştır. Rojava Devrimi’ni ortaya çıkaran da bu paradigma olmuştur. Demokratik özgürlükçü paradigma, demokratik ulus ile yeniden tarihin esas öznesi olmaya başlamıştır. Bu direnişin arkasında çok güçlü bir ideolojik zihin var. Bu ideolojik zihnin pratikleşmesi, ruhsal özgürlüğüne dayanmaktadır. Bir anlamda bu paradigma, hem Rojava Devrimi için hem de Yeni Dünya devrim/devrimleri için bir nevi Arşimet’in dünyayı yerinden oynatacak dayanak noktası, işlevi görecek boyuttadır.

Kapitalist modernitenin ulus-devletçi formunun artık çözüm olmadığı çok net açığa çıkmıştır. Her ne kadar kendini esnek hale getirse de toplumsal sorunlara çözüm gücü olmadığını son yüzyılda daha bariz görme şansımız oldu. Ulus-devletin yönetiş formları toplumsal doğaya aykırıdır. Toplumun dokusu demokratik ve komünaldir. Ulus-devlet, toplumsal bedene, doğasına takılmış protez gibidir. Toplumsal doğanın ekolojisiyle uyumlu değil! Rojava Devrimi ise bu protezden kurtulma ve kendi doğasına uygun bir yaşam felsefesi, yönetim biçimi geliştirme arayışıdır. Devletsiz ulusun prototipidir. O nedenle sömürgeci güçlerin ve toplumların doğal düşmanlarının hedefi konumundadır. Uygarlığın dikey hiyerarşisine karşı, toplumun Rojava pratiğiyle yatay biçiminde örgütlenmesini gösterir. İktidarı hedeflemeyen, ezen-ezileni olmayan bir örgütleniş ve yönetim modelidir.

Başta devrimin tanımlarken, asıl amacımız devrimin hedeflerinin ne olduğunu vermekti. Devrimler eğer iktidarı ele geçirmek için yapılırsa o devrim olmaz; devrimin kriteri bu değildir. Devrim, eğer toplum için ve toplumla beraber yapılıyorsa devrim deme sıfatını kazanır. Eğer devrim Fransız Devrimi gibi Jakoben değişime uğrarsa, Sovyet Devrimi gibi parti (Bolşevik) devleti olursa bu sadece siyasal bir devrim olur ki, bunun adı toplumsal devrim olmaz. Önce halklar birlikte ama iktidar aygıtını ele geçirdikten sonra halklara rağmen inşası gerçekleşirse bunun adı devrimci diktatörlük olur. Ulus-devletin bir türevi ya da “mezhebi” olmaktan kurtulamaz. Rojava Devrimi, barbarlığa karşı savaş koşullarında ortaya çıkmış bir toplumsal devrim sürecidir. Tüm ulus-devlet ve hegemonik güçlerin kuşatmasına tabi tutulsa da inşa süreci devam etmektedir.

Rojava bağlamında ortaya çıktı ki özgür bir yaşam kararı veren demokratik ulus bileşenleri, sömürgeci ulus-devlet yapılarının yenilgiye uğratabileceğini ortaya koydu. Çevreye olduğu kadar merkezdeki ezilen halklara özgürleşmenin direnişle mümkün olduğunu gösterdi. Tabi bu tümden radikal bir şekilde ulus-devletçi ve hegemonik sistemin dışına çıktığı anlamına gelmez. Toplumsal devrimi bir aşamaya taşımış olmak, sömürgeciliği tümden yok ettik anlamına gelmez. Sömürgecilik asıl olarak zihinlerde örgütlüdür. Sömürgecilik zihinlerden atılmadıkça, “sömürge dışı” bırakılmadıkça tam bir özgürleşme sağlanmış olmaz. O nedenle sömürgeciliğe karşı bir zihniyet devrimi-ki bu ideolojik devrimdir-yapılmadan toplumsal devrim sağlanamaz.

Ulus-devletlerinin nasıl ortaya çıktıklarının tarihine girmeyeceğiz. Ulus-devletlerin enkazı üzerinde yükselen demokratik ulus perspektifinin yerel, bölgesel ve küresel boyutta olan Rojava Devrimi’nin etkilerini tartışıyoruz. Diğer büyük üç devrimin, kapitalist modernite sistemine karşı savaşımında “nasılını” biliyoruz. Rojava Devrimi’nin diğer ayırt edici bir özelliği de hegemonik/kapitalist modernite sistemiyle olan mücadelesidir.

Rojava Devrimi’nin temel başarısı, kapitalist moderniteyi salt eleştirmekle yetinmemesi ve kapitalizmi eleştiriyle dönüştürme yanılgısına düşmemesidir. Rojava Devrimi hem eleştiri silahını kullandı hem de-ki en önemlisi-kapitalist sistemi dönüştürmek yerine onu aşmanın zihniyetini ve pratikleştirmesini başlattı. Kapitalizmi aşmak kadar onun yerine kendi yapısal sistemini inşa etmek de tarihsel gerekliliktir. Bunu en somut ulus-devletlerin ortaya çıkışında görmek mümkündür. Bilindiği gibi ulus-devletin doğuş yeri Avrupa kıtasıdır. Britanya ve Hollanda imparatorluklarının geliştirdikleri bir paradigmadır. Bu iki imparatorluk, Fransa, İspanya ve bir boyutuyla da Prusya’nın uzun süreli hedefleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Her iki imparatorluk (İngiltere ve Hollanda) güç birleşiminde bulunarak, 1648 Vestfalya Antlaşması ile ulus-devletin temellerini atmış oluyorlardı. Hem maddi hem de ideolojik temelde gerçekleştirilen ulus-devlet sistemi zamanla Avrupa’nın diğer imparatorluklarını da parçalayarak, ulus-devlet formuna büründü. Avrupa ve dünya sisteminin tepesine tırmanan İngiltere, bunu ulus-devlet paradigmasına borçludur.

Ulus-devletin mucitleri olan Avrupa kıtası 1920’lerden beri ulus-devlet formunu esnetmiş durumda. Ağırlıklı olarak “otonom” yapılarla yol alırken, Ortadoğu ulus-devlet formunun korunması için tüm çabasını seferber ediyor. Ulus-devletin olduğu yerde ne demokrasi, özgürlük ve eşitlikten ne de farklı etnisite ve inançlardan bahsedebiliriz. Bunları yok sayar. Farklılıkları reddeder. “Tekçi” yapısını dayatır. Üst kimliğin tekçilik ideolojisi egemendir. Her şey ona göre dizayn edilir. Artık 21. Yüzyıl gerçekliği bunu kaldıracak nitelikte değil. Ortadoğu’nun kaosuna ulus-devletin çözüm getirmediği aşikardır. Rojava Devrimi, ulus-devlet politikasına karşı demokratik ulus perspektifiyle alternatif çözüm sunma ve ulus-devleti aşma inşasıdır. Demokratik ulus bileşenleri, kendi kararlarını, oluşturdukları komünal meclis ve demokratik kurumlarda alırlar. Rojava Anayasası buna en iyi örnektir. Halklar böylece kendisine ait olanı almış olacaklardır.

 

Ahlaki Politik Toplum

Demokratik ulus devrimiyle Rojava’da yeniçağın paradigmasına giriş yapıldı. Ahlaki politik toplum yeniden oluşturulmaya başlandı. Toplumsal değerler halkla buluşturuldu. Toplumun yaratımı olan ahlak tekrardan doğru temelde yeniden canlandırılırken; kadının direngen özelliği, ataerkil iktidarın sorgulamasına kadar ekolojinin bulgularla uyumlu inşası, paradigmanın temel ayakları konumundadır. Ahlakı ve politikayı toplum için ve topluluklarla birlikte yeniden halk meclislerinde yaratılması için yoğun çaba içindedir. Tabi bu onun için güçlü bir zihniyet devrimi kadar özgürlükçü bir ideolojik bilinç gerekir. Rojava kısmen bunu başarmış durumda. Bu aynı zamanda Rojava toplumsallığının gücünü gösterir. Halk/halklar kendisine ait olanı yeniden almasını bilmiştir. Bu süreç halen kuşatıcı savaş konseptine rağmen devam etmektedir.

Rojava Devrimi sosyalizmi yeniden bir tanıma kavuşturdu ve demokratik sosyalizmi geliştirdi. Sosyalizme yeniden anlam ve itibar kazandırdı. Her üç büyük dünya devrimi her ne kadar sosyalist ve toplumcu olsalar da ne sosyalizmi gerçekten uygulayabildiler ne de devrimi gerçek özüne kavuşturdular. Sosyalizmi modernitenin mezhebine dönüştürdüler ve devrimi de iktidarın yeni sahipleri olmak için gerçekleştirdiler. Her iki durumda da kaybeden özgürlük adına halklar olmuştur. Bu kaba Marksist yaklaşımın sosyalizm tanımı yanlıştır. Onlar sosyalizmi, hareketten yoksun, dönüşüm ve değişimi esas almayan Newton mekaniği gibi statik bir yapı olarak görme körlüğünü yaşadılar. Nasıl ki tek tanrılı dinler için kutsal sayılan kitaplar neyse kaba Marksistler için de sosyalizm aynıdır. Bu zihinsel bakış sorunluydu. Toplum dinamik bir güçtür. Rojava sosyalizmin ve devrimin yeniden tanımladığı ve tarihsel anlamına uygun, gerçek ve hak ettiği yere yerleştirdi. Kapitalist modernitenin son 400 yılına baktığımızda, toplumlara yaklaşımı genel olarak sömürme, boyun eğdirme, tahakküm etme, özgürlükten düşürme üzerinedir. Bu strateji büyük oranda da başarı sağlamıştır. Bunun yarattığı ve ortaya çıkardığı sonuç derin bir yabancılaşmadır. İktidarın bu denli katı uygulanmasının arkasındaki asıl gerçek budur. Böylece merkez, tüm çevreleri kendi etki alanında boyun eğdirerek tutmaktadır. Temel stratejisi tüm çevresel yapıları merkez etrafında yabancılaştırma bağıyla merkezde tutmadı. Oluşturulan hiyerarşik yapı bunun sonucudur.

Devrim bu kapitalist modernite stratejisine karşı özgürlükçü duruştur. Devrimler bunun için vardır. Devrim, toplumların kaotikleşmiş ve kronik hale gelmiş birer başkaldırı, ayaklanma dönemi-süreci değildir. Çok daha derin anlamı ve tarih misyonu vardır. Devrime kalkışmayan bir toplum, kölelik koşullarında yaşamayı benimsemiş toplumdur. Kendi geleceği hakkında karar verme iradesini, egemene teslim etmiş demektir. Yani kendi varoluşundan vazgeçmiş olan toplumdur.

Rojava Devrimi, Kürtlere ve bölgedeki diğer yerleşik halklara yeni yaşam yollarını açmış ve bunu öz savunma direnişiyle korumasını göstermiştir. İnsana, varoluşsal olarak yaratıcı potansiyellere sahip olduğunun bilincini aşılar ve bunun ortaya çıkışını devrim pratiğiyle sağlar.

Devrimler bir anlamıyla dünyayı anlamadır. Eylemsellikle bunu pratiğe döker. Öncesinde var olan, toplumsal yaşamda gelenekselleşen veya kültürleşen şeyleri de tümden reddi anlamına gelmez. Onları nihilizme tabi tutmaz. Kapitalizmin yarattığı tüm unsurlara ve ahlaki politik toplumun doğasına, ruhuna aykırı olan her şeye karşı bir savaşın içinde olur. Yoksa doğru olanı, yaşaması gereken gelenek, kültür, teknoloji ve benzeri yok sayma gibi bir teşebbüsü olamaz. Devrim bu haliyle geçmişin iyi, doğru ve güzel olan mirasının omuzları üzerinde yükselir ve Rojavalılaşır. Orada vücut bulur. Devrim, doğru olarak bilinen, öyle kavratılan ama öyle olmayan bilgi, ahlak, kültürü altüst ederek, toplumsal yaşam hakikatini yansıtır. Bu zaten devrimin doğasında var olan gerçekliktir. Yani egemen sınıf anlayışlarının tanımladığı gibi devrim, toplumun salt kaotik süreçlerinde ortaya çıkan değildir. Bu söylem bilinçli olarak ortaya atılan devrimin özünü boşaltmaya çalışan, kitleleri devrim karşıtına dönüştürmek isteyen aklın ürünüdür. Böylece kapitalist ulus-devlet, topluma tek sorumlu güç olarak kendini görme eylemini benimsetmeye çalışır… Rojava Devrimi egemen güçlerin bu stratejik yaklaşımlarını altüst etti. Rojava Devrimi, yeni bir umut yaratır. Kürtler ve devrimin diğer bileşenleri, kendi var oluşlarıyla buluşmanın patik eylemselliğini yakalamış oldu. Kendi hakikatleriyle buluştular. Özgürlüğün kapısını aralamış oldular. Rojava Devrimi, Ortadoğu ve ezilen dünya halklarına şu mesajı vermiş oldu: Kapitalist modernitenin etkilerinden kurtulmanın, onu alt etmenin ve yeniyi inşa etmenin mümkün olabileceğini gösterdi. Ve hiçbir şeyin sonsuza kadar yenilgisiz olamayacağını kanıtladılar.

Modern dünya uygarlığının toplumsal zihinlere ve onun yaşam dünyasına kazdığı temel olgular baştan sona sorunluydu. Dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve bilimcilik bunların başında gelmektedir. Tüm bunlar ulus devlet eliyle toplumlara kültür şeklinde benimsetildi. Hakikat ile yalan yer değiştirdi. Modern uygarlık bu olguları -saptırılmış biçimiyle- topluma sunarken, sanki toplumsal doğaları böyle var olmuş, antik bir içeriği varmış gibi yansıtmayı ihmal etmemiştir. Bu açıktır ki toplumun tarihsel ve doğal değerlerine karşı bir savaşın içinde olduğudur. Salt kendi doğrusunu hakikat olarak sunma stratejisidir. Toplumsal iradenin gaspıdır.

Rojava Devrimi, uygarlığın bu uygulamalarına karşı devrimsel bir çıkıştır. Hem Ortadoğu’nun milliyetçi-şoven ideolojisine hem de Batı’nın empoze etmeye çalıştığı kapitalist kültüre karşı, bir toplumsal karşı koyuştur. Artık öyle bir noktaya geldik; ya Batı’nın kültürü ile birlikte olacağız ya da bölge gericiliğine boyun eğeceğiz. Ya uygarlık tarafından yutulup yok olacağız ya da bölge gericiliğinin mezesi olacağız. Rojava Devrimi, bu iki gericilik karşısında kendi sistemini örgütleme ve inşa etmesidir. Demokratik ulus perspektifi ile kendi yerel sistemini inşa etmektir. Devrim bu haliyle toplumun özsel iradesinin dışavurumudur.

Rojava’da devrimin diğer bir özelliği de, devrimi ve onun inşasını geleceğe havale etmemesidir. Marksist ideolojinin en temel yanlışlarından biri de buydu. Oysa devrim gelecekte değil, şimdi de gerçekleşendir. Yaşamın bir boyutunda değil, tamamında anlamsallaşandır. Devrimi geleceğe doğru ertelemek değişim, dönüşüm ve yenilenmeyi de geleceğe doğru havale etmek olur ki, bu var olana teslim olmanın bir başka boyutudur. O nedenle devrim bireyde başlar, topluma doğru gelişir. Kendi içsel devrimini yapmayan bireyin toplumsal devrime sağlıklı ve güçlü katılımını beklemek çok gerçekçi olmaz. Hiçbir şey yarına ertelenemez. Bu felsefe, kapitalizmin rehavet felsefesidir. Yeni devrim ancak yeni bir ideoloji ve bunun yaşamsal kılacak olan kadrolara ihtiyaç duyar. Kavranmayan şey kavratılamaz. Devrim, ideolojinin eyleme geçmiş coşkulu hali, onun yoğunluk kazanmış enerjisidir. Rojava Devrimi bu bütünselliği yaklaşmış gözüküyor. O nedenle Rojava Devrimi yerelden dünyaya bir bakıştık. Kendini anlamak kadar dünyayı anlamaktır. Kendi devriminde dünyayı, dünyanın gözünde de kendini görmedir.

Rojava Devrimi, eski ideolojik yapılanmayla yeni bir devrimin yapılmayacağını göstermiştir. Evet, eskinin mirası elbette reddedilemez. Koşullar, mekânlar, toplumsal yapılar, hatta karşı devrimci güçler büyük değişimler geçirmişlerdir. Buna rağmen eskide ısrar etmek karşı devrim güçlerini daha da güçlendirmekten öte bir anlam taşımaz. Karşı devrim güçleri, her bakımdan toplumsal yapıları tahakküm altına almışken, eski paradigmayla bu yapıya karşı savaşa girmek, toplumu onlara teslim etmek anlamına gelir. Büyük teknik ve her türlü öldürücü silaha karşı taş, sopa ve mızrakla savaşmaya benzer. Bu daha baştan kazananı belli bir savaş. Bu eskinin dogmatik tarzıdır. Bununla zafer kazanılamaz.

Rojava Devrimi, 20. Yüzyıl devrimlerinin hayallerinin de gerçekleşmesini sağladı. Toplumsal özgürlüğe, yeni ideoloji ve onun öz yürütücü gücüyle adım atılmıştır. Üç büyük devrim, ya bir parti devletini ya da bir sınıf devletini esas aldı. Rojava Devrim’i bu yanılgılara düşmedi. Demokratik devrim ve özgürlükle yola çıktı. Kapitalist modernite ve yerel alt emperyal güçlerin var olan otoritesine karşı yeni bir paradigmayla çıktı. Ne bir sınıfı ne de bir etnik yapıyı esas aldı. Tüm halkları devrimin öznesi haline getirdi. Böylelikle toplumu dağılmaktan, parçalanmaktan kurtardı. Toplumsal tepkiyi devrimci ideoloji çerçevesinde örgütlü hale getirerek, iktidara karşı devrimci yıkıcılığı oluşmuştur. İktidarın çoklu dağılımına ve sömürgeciliğine karşı demokratik ulus ekseninde kendi çokluğunu, farklılığını ve birliğini devrime kanalize etti. Bu nedenle Rojava Devrimi, bir halklar devrimidir.

Rojava Devrimi’nin diğer dünya devrimlerinden ayrıştırıcı özelliği direniş niteliğidir. Yani pratiğinde yansıyan temel şey, devrim ve özgürlük ancak toplumun örgütlü kılınması ve bunun süreklileştirilmesiyle mümkün olacağını gösterdi. Toplumsal özgürlük ancak güçlü direnişçilerle sağlanır. Ama bu özgürlük getirmez. Devrim gerçekleşse bile kalıcı olamaz. Özgürlüğün kalıcılığa ulaşması, devrimle birlikte insan ve toplumun örgütlü kılınmasıyla başarılabilir. Özgürlük ancak böyle toplumsallığın bünyesine, zihin ve yaşam dünyasına kalıcılık sağlayabilir. Rojava halkı yaşamak için barbarlığa karşı öz direnç savaşımı verdi. Bunun toplumsal inşa boyutu o günden beri sürmektedir. Rojava Devrimi hakikatin özgürlük eylemidir. Bu devrimle yeni bir birey ve toplum yaratma ve inşa etme sürecidir. Özgürlüğün var oluşuna yeni bir başlangıç yapmadır. Eskinin yıkılması ancak yeninin inşa edilmesiyle mümkündür. Yaratıcı eylem bir hakikatin dile getirilmesidir. Devrim bu haliyle özgürlüğün dilidir. Rojava’da ortaya çıkan devrim, egemen sınıflar ve büyük hegemonyalar tarafından daraltılmaya çalışılan birey ve toplumun bilinç çarpıtmalarına, kültürel yozlaşmalarına ve yabancılaşmalarına karşı bir devrimdir. Ahlaki politik temelde yeni bir birey, toplum ve kültür yaratmaktır. Rojava’daki tüm devrim özneleri, hakikatin kendisi oldu. Rojava Devrimi, sadece bölgenin gerici rejimlerini değil, kapitalist sistemin öncü güçlerini hem korkuttu hem de şaşırttı. Rojava Devrimi’ni boğmak kadar onun etki alanını sınırlandırmak, temel strateji olarak benimsetilmiştir.

Toplumun özgürlüğünü kaybetmesi, egemen sınıfların sömürücü ve köleleştirici ideolojilerine karşı yenilgi içinde olmalarındandır. Buna üç büyük dünya devrimini de katabiliriz. Elbette bunun sebepleri var. Bu konuda en gerçekçi eleştiri, Abdullah Öcalan’dan gelir. Ve şöyle çözümler: “Modern devrimlerin en trajik yanı, gerçekleşmesine katkıda bulundukları modernizmin kurbanı olmalarıdır. Ortak eksiklikleri modernizmi çözememek olan bu devrimler, modernizmle ilişkilerini ve çelişkilerini çözmeden de peşinde koştukları amaçlarında başarılı olacaklarını sanmışlardır. Böyle olunca, ütopik içerikli bu devrimler çok geçmeden modernitenin buzlu hesaplarında erimekten kurtulamamıştır. Genelde beş bin yıllık, özelde son dört yüz yıllık uygarlık ve modernite tarihinden çıkarılabilecek sonuç, tüm direnişler ve devrimlerin başarısızlığa uğramasındaki temel etkenin karşı çıktıkları sistemle farklarını ortaya koyamadıkları ve kendi sistemlerini oluşturamadıklarıdır.” İşte Rojava Devrimi’nin özelliği bunu aşma eylemidir. Hem kendini alternatif olarak sunma ve kendi sistemini inşa etme, hem de toplumu ahlaki-politik temelde örgütlemedir. Yeni bir toplumsal önermeyle varlığını görünür kıldı. Bu açıdan Rojava Devrimi salt bir felsefe değildir, o aynı zamanda bir eylem ve davranışlar bütünüdür.

Rojava Devrimi’nin değiştirdiği bir diğer algı da devrimlere olan bakıştır. İki temel nitelik üzerinden devrimlere bakarlar. Birincisi, devrimi salt bir eylemsellik veya bağlantılı olarak davranışların eyleme geçişi biçiminde tanımlarlar. Ya da devrimi, tarihin akışı içerisinde düzenli olan bir düz çizgisellik ya da bir düzenli ardışık durum olarak tanımlarlar. Bu bakışlar sorunludur. Rojava, devrimin böyle değerlendirmelere tabi tutulmasının yanılgılarını ortaya koydu. Rojava Devrimi, şimdinin devrimini ile geçmişte gerçekleşen diğer bütün devrimleri buluşturan, sentezleyen bir “şimdinin tarihi”nin parçası ve devamı olarak gören bir anlayış kadar eylemselliğini de gerçekleştirdi. Kolektif bilincin ve hafızanın deneyimlerini, şimdinin tarihiyle buluşturmasını başarmıştı.

John Locke, devrimi çok güzel tanımlar ve şöyle der: “Eğer devlet vatandaşlarının haklarını korumazsa, geriye uygun tek bir cevap kalıyor: Devrim.” Her koşul altında devrim kaçınılmazdır. Locke, doğru bir noktadan yakalamış ama devletli bir devrim çözümü var. Yani iktidarın el değiştirmesi; işte tam bu noktada Rojava Devrimi bu algıyı yıktı. Devlet ve iktidar aygıtlarını hedeflemeden de devrimin yapılabileceğini somut ortaya koydu. Çünkü devletin ve iktidarın elinde bulunan o gücü iyiye dönük kullanılamayacağını tarihsel olarak çözümlemiştir. Halklar gönüllü olarak köleliği ve özgürlükten düşmeyi benimsemedi. O nedenle devlet ve iktidar gücünün bu kötücül yapısını durdurmaya dönük de etkili güç, özgürlük devrimidir. Direniş devrimi her zaman özgürlük gerektirir. Devletin iktidar aygıtlarıyla devrim yapılamaz. Ahlaki politik toplum inşa edilemez. Eğer bu başarı olmuş olsaydı Rus, Fransız ve Çin devletleri kapitalist modernite tarafından yenilgiye uğratılamazdı. Rojava Devrimi’nin temel başarısı bu noktada olmuştur; salt ahlaki politik duygu ve düşüncelerle yaşanmayacağını, varlığını geleceğe taşımak ve özgür-demokratik devrimi gerçekleştirmek için ahlaki politik düşüncelerine uygun araç ve eylemler gerçekleştirmiştir.

 

Devrimin Tüm Bileşenleri Öznedir

Devrime dair yanlış bir algı ve hatta imgesel durum var; devrimi, sanki statükonun mevcut olan yasa ve kanunlar düzenini farklı bir formda devamı gibi gören ve devrimin ideolojisinin de bunun bir neferi garantörüymüş gibi bir burjuva bakış var. Bunun sağlıklı bir düşünsel bakışı olmadığı, amaçlı bir devrimin saptırılması olduğundan şüphe yok. Bu tanım, devrimin var olan sistemi savunuculuğuna götürür. Oysa devrim yeniyi yaratma eylemidir. Rojava bunun yanlışlığını kitlelere gösterdi. Rojava Devrimi’nin tekil bir merkezi yok, tüm alanlarda demokratik ulus bileşenleri bulunmaktadır. Yani şu formülasyon geçerlidir: Her merkez çevre ve her çevre de merkezdir. Rojava demokratik sisteminde nesneye yer yoktur. Tüm bileşenler birer varlıksal öznedir.

Ulus-devlet karakteri (siyasal oluşumları itibarıyla) ayrıştırıcıdır. Toplumu ve yaşamı, dağıtıp parçalayarak yönetmeye çalışır. Toplumu sınıflar, ırklar ve inançlar üzerinden kutuplaştırılarak, iktidarını tahakküm eder. Oysa Rojava Devrimi’nin karakteri böyle değildir. “Çokluğun birliği” düsturu temel felsefedir. Ahlaki politik toplum tekçiliği değil, ortak yaşam kültürünün çokluğuna dayanır. Her bireyin olduğu kadar her çoklu ve farklı yapının kendi kendini yönetme özgürlüğü vardır. Rojava Anayasası, bu çoklukların ve farklılıkların ortak yönetim sözleşmesidir. 21. Yüzyılın yeni ve radikal, bir o kadar ulus-devletin tekçi anayasasına karşı yazılan halkların demokratik anayasasıdır. Bu anayasayla halklara ait olan, halklara yeniden verilmiştir. Siyasetini ve politik dilini buna göre oluşturmuştur. Ulus-devletin yarattığı siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel kaosları, devrimci ideolojiyle çözme yaklaşımı sergiledi.

Toplum aynı anda iki dünyada bir anda yaşayamaz. İnsan hem devrimci yaşamın sınırlarında hem de sistemin yarattığı karşı devrim içinde yaşayamaz. İnsan biyolojik olarak amfibik olabilir, ancak ideolojik olarak bu mümkün değildir. Sisteme bağlanmış birey ve toplum otoritenin tahakkümü altındadır. Devrimin temel görevi ve çıkış noktaları buradan başlar; verili olana karşı yeni yaşamın paradigmasını sunar. Bunun savaşını veriyor. Yani devrim, hasta olanla “ev yapma” olayı değildir. Devrim bu eski araçların yüklerini üzerinden atar ve yeni savaş araçlarıyla devrimsel inşa sürecine girer. Rojava bunu gerçekleştirdi. Ne eski devrimlerin bir taklitçiliğini yaptı ne de sistemin yedeği konumunda “kendini” dönüştürdü. Eski savaş silahlarını, ideolojisini değil, demokratik ulusun sosyolojisine uygun bir savaşım geliştirdi. Doğal olarak yeni ideolojiler, yeni araçları da zorunlu kılar. İki dünyada aynı anda yaşama değil, demokratik ulus devriminin dünyasında yaşamayı esas aldı. Yeni yaşam inşa edildi. Ulus-devletin varlığına ve onun örgütlediği tüm yapılara karşı toplumsal tepkiyi yerelden ve doğru araç ve yöntemlerle örgütleyerek, kendi devrimini bu küçük kara parçasında gerçekleştirdi. Coğrafik olarak küçük ama yarattığı etki bakımından dünyayı sarsan Rojava Devrimi halen kendisinden söz ettiren bir çekim merkezi durumundadır.

 

Ne Kadar İnşa O Kadar Özgürlük!

İnsan toplumunun hakikate ulaşması için en başta yapması gereken şey verili olanı reddetmesidir. Bu yapılmadığı takdirde devrim/devrimlerin başarılı olma şansları pek mümkün değildir. Olsa bile bir dönem sonra çözülmekten kurtulamazlar. Hatta toplumsal felaketlere davetiye çıkarırlar. Devrimler tarihi bunun için öğretici derslerle doludur. Hakikat sadece hakikat değildir, hakikat özgürlüktür. Devrim de sadece devrim değildir, yeni yaşam, özgür zihin ve kendi öz güçleriyle girme sürecidir. Rojava bu noktada ilktir. Ne uygarlığı ve onun ulus-devlet formunun sunduğu verili olanı aldı ne de reel sosyalizmin yeniyi yaratmayan araçlarına başvurdu. Tamamen yerelin sosyolojisine uygun tüm halk kesimlerini de içine alarak, istem ve arzularını örgütlü kılarak hakikat savaşımına yöneldi. Yani verili olan ve ulusal-kurtuluş savaşlarında o klasik savaş yöntem ve biçimlerini benimsemedi. Toplumsal varoluşa bir anlam kattı.

Abdullah Öcalan’ın, “Kölelik sadece maddi emek üzerine kurulmaz; öncelikle zihniyet, duygular ve bedenler üzerinde inşa edilir” der. Bu ideolojik çözümleme Rojava Devrimi’nin kazanılmasını sağladı. Ama bu şu anlama gelmez: Rojava’da düşmanı yendik, kurtuluşu sağladık, sömürgecileri kovduk vb. yaklaşımlar sadece rehavet doğurur. Evet, bunlar gerçekleşti ama tümden ve tamamen sömürgeci zihniyetten kurtulduk, kapitalist modernitenin ve bölge ulus-devletinin gerici ideolojisinin son kalıntılarını temizledik anlamına gelmez. Çünkü çoğu büyük filozofların ortaklaştıkları nokta, egemen ideolojilerin sömürge toplumlarının zihin dünyasında örgütlü olduğu noktasıdır. Asıl büyük savaş zihinlerimizi, “sömürge dışılaştırma”ya ihtiyaç var.

Rojava bir boyutuyla bunu başarmış durumda; ahlaki politik toplumun inşası yeni paradigmanın ideolojisiyle devam ediyor. Sömürgeciliğin kökleri çok derinlerde bulunmaktadır. İnsanın buna karşı savaşı yedi yirmidört saat devam etmeli. İdeolojinin gücü burada kendini gösterdi. Yaşamın, özgürlüğün kazanıldığı ve kaybedildiği yer ideolojinin kendisidir. Rojava pratiği, en başta ideolojide kazandı. Bundan sonrası o ideolojinin emrettiği toplumsal sistemi, ahlaki politik temelde inşa etmektir.

“Rojava Devrimi neyi başardı” diye sorulursa, şunu rahatlıkla söylemek mümkündür: Toplumun özgür olma duygu ve hissini yeniden ve çağın sosyolojisine ve toplumsal realitesine uygun bir devrimci ideolojiyle halkların tarihi sahnesine çıktı. Bu eğer anlaşılmamış olsaydı bugün biz çok daha acı verici şeyleri konuşuyor olacaktık. İdeolojiye anlamamak yenilginin başlangıcıdır. Aynı zamanda bir diğer tehlike, ideolojiyi durağanlaştırmak ve onu rölantiye almaktır. Devrimcilerin virüsü rehavettir. Bu ideolojik durağanlık, sorumsuzluk duygusu yaşamın tüm boyutlarına yansır. Birey-toplum ilişkileri sarsılır ve dengeler kaybolur. En büyük tehlike ise, gerçekleşen ve inşası devam eden bu toplumsal devrimin bir siyasal devrime dönüşerek, demokratik ulus ruhunun yitirilmesidir. O nedenle iki temel noktaya özellikte ağırlık vermek kadar dikkat etmek gerekir. Birincisi, karşı devrim güçlerine karşı toplumu demokratik ulus perspektifiyle donanımlı kılmak ve devrimci bir özgürlükçü bariyer oluşturmaktır. İkincisi, birey ve toplum, asıl önemlisi de devrimin öncü gücü olan öznelerin, kendi karşı devrimci yaşam ve ideolojilerini korumak için ciddi düzeyde bir ideolojik bariyer oluşturmalarıdır. Bekleyen en büyük tehlike bu gibi görünüyor.

Rojava Devrimi, onun tüm kesim ve bileşenlerini dağılmaktan ve parçalamaktan kurtaracak birinci yol ve yöntem, özgürlük paradigmasının yaşamsal kılınmasıdır. Bireyin ve toplumun bir ideoloji ile ahlaki politik toplumun tüm yaratıcı potansiyelini açığa çıkartıp, devrimin hizmetine sunmasıdır. Devrimci ideolojinin varoluşsal görevi zaten bu değil mi? Devrimin kalıcılığı ancak bu şekilde sağlanabilir. İnsan toplumu bugün eğer özgürlük yitimine uğramışsa bunun esas nedeni egemen sınıfın ideolojisinde, onun sömürücü karakteriyle bağlantılıdır. Birey ve toplumun özgürleşmesi için bu zihinsel kölelikten kurtuluşu sağlamalıdır. Rojava Devrimi bunun ilk adımı ve devrim startını verme pozisyonundadır.

Bir yandan dünyayı sarsan kapitalist modernite kültürü öte yandan Ortadoğu özgülünde yaşanan büyük yozlaşma, çürüme ve ahlaki aşınma, bölge gerekliliğinde toplumlar tarafından daha çok tepki vermeye götürecektir. Rojava süreciyle birlikte bu toplumsal karşı çıkışlar hızlanmış ve bölge gerekliliğini yavaş yavaş tedirgin edici bir ivme kazandırmaktadır. Özellikle İran’da başlayan kadın hareketinin sloganlarında bunu anlamak, bilince çıkarmak zor değildir. “Jin Jiyan Azadî” sloganı, özgür Kürt kadınının yaşam sloganıdır. O nedenle Rojava Devrimi aynı zamanda kadının öncülük ettiği, ataerkil aklın tahakkümüne karşı bir çıkışı ifade eder. Bir devrime kadın eli değmeden, o devrimin başarılı ve kalıcı olma şansı bulunmamaktadır.

Rojava Devrimi halen büyük tehdit altındadır. Baas milliyetçiliği kadar Neo-Osmanlıcılık hayalleri peşinde koşan yeşil İslam ideolojisi, devrimi boğmaya çalışmaktadırlar. Arkalarına Rus milliyetçiliği ile İran Şia molla rejimlerini de alan ve kapitalist modernitenin liberal ideolojisiyle devrimi sistematikleştirmeye çalışan bu güçler, devrimci ideolojinin karşısında yenilgiye uğramaktan kurtulamaz.

Rojava Devrimi yeni bir toplumsal kültürün fitilini ateşledi. Kapitalist modernite insanların zihin ve ruh dünyasını aşağıladığı ve kazanmaya çalıştı. “İnsan özgür doğar ama köle olarak ölür” yaklaşımına karşı “İnsan özgür doğar ama artık köle olarak değil, özgür olarak ölecektir” demek gerekiyor. Çünkü bu bir varoluşsal nesnel gerçeklik. Ve tarihin akış süreci boyunca şunu öğrendik: Nesnel gerçeklikler yenilmez, yok edilemez…

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.