Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu’da Kadın!

Azime Işık

Kadınların değerler sisteminin baş aşağı düşüşünün veciz ifadeleri eril zihnin ilk ahidi olan Tevrat’ta şöyle seslenmektedir Yehova: “Ey Kıldani kızı, tahtın yok artık, yere otur. Bundan böyle ‘nazik, narin’ demeyecekler sana. Bir çift değirmen taşı al da un öğüt. Çıkar peçeni, kaldır eteğini, baldırını aç. Irmaklardan geç, çıplaklığın sergilenecek, mahrem yerlerin görünecek. Öc alacağım. Kimseyi esirgemeyeceğim(…) Bilgin ve bilgeliğin seni saptırdı. İçinden, kraliçe benim. Başkası yok diyordun. Ne var ki felakete uğrayacaksın. Onu durduracak büyü yok elinde. Başına gelecek belayı önleyemeyeceksin. Üzerine ansızın hiç beklemediğin bir yıkım gelecek. Gençliğinden beri emek verdiğin muskalarına çok sayıda büyüye devam et. Belki yararını görür, kimilerini titretirsin. Aldığını öğütlerin çokluğu seni tüketti. Yıldız falcıların, yıldız bilimcilerin aybaşlarında ne olacağını bildirenlerin şimdi kalksınlar da başına geleceklerden seni kurtarsınlar.” (Tevrat-Yeni Yaşam Yayınları-2001-2008)
Tevrat’taki bu lanetlemeler Tanrıça İnanna’ya dönüktür. İnanna doğal toplumun yasalarını, tüm yaratımlarını, eril zihniyetin iktidarlaşmasının inşa edildiği Eridu kentinin tanrısı Enki’den alıp kadın öncülüğünün temsil edildiği neolitik devrimin değer ve kültür birikiminin hala yaşam bulduğu Uruk kentine taşıyan tanrıçadır. “Babil’in düşüşü” mezmualarında Yehova kendi iktidarını iffetsiz olarak adlandırdığı tanrıçaya saldırarak ilan etmektedir. Babil Yahudiler açısından uzun yıllar sürgün hayatına mecbur kılındıkları yer olduğu gibi bilimsel gelişmeleri teolojik olarak yazımsal literatürünün birinci cinsel kırılmaya uğradığı, Enuma Eliş mitolojisinde somutlaşan tanrıların tahta geçtiği dönemdir. Eril iktidar düzensizlik ve kaos olarak adlandırdığı dişil ilkeyi ortadan kaldırarak düzeni sağladığını, erkek tanrısallığı ile kaosa son verdiğini iddia eder. Kaos varoluş için gerekliliktir aslında. Bu nedenle bilim akademileri konumunda olan tanrıça tapınaklarının genelevlere dönüştürülmesi, ana tanrıça Tiamat’ın bedenin işkence edilip parçalanması edimi ile iktidar tahtına oturan Marduk dönemine atıfta bulunmaktadır. Dolayısıyla kadın bedenine uygulanan şiddettin, tecavüzün meşru kılınması söz konusudur. Yehova, Marduk gibi tahta oturmak, iktidar olmak ister. Marduk’tan farkı artık bir tanrılar panteonu da yoktur. Tek ve biricik olmak ister. Kıskanç, acımasız, cezalandıran, kadına karaçalan erilliği hakim kılar. Havva’nın elmayı yemesini ve buna Adem’i de ortak etmesini kabul etmez. Havva zayıflamış dahi olsa kadın bilinci ve iradesinin kültürüyle hareket eden, tanrıça kültürünün devamcısıdır.
“Elmayı yiyip iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemelidir” demektedir. Yehova iktidarda kıskançtır, ortak kabul etmez. Tanrıçaya “Seni tahtın indirmeye geldim” diye seslenirken, Havva’yı da bilgi ağacından beslendiği ve kadın hakikatini öğrendiği için günahkâr ilan eder.
Ortadoğu ve Mezopotamya toplumsal hafızanın merkezidir. Mitoloji, din, bilim gibi gelişmelerin kaynağıdır. Doğal toplum değerleri ve kadın öncülüğü kültürünün yanı sıra karşı devrim eril iktidar zihniyetinin hakimiyetinin de merkezidir. Tek tanrılı dinler dönemi, eril iktidarlaşmanın hegemonyaya dönüşme dönemidir. Ortadoğu’da ortaya çıkan devletler mevcut hegemonyadan beslenmektedirler. Cinsiyetçi, totaliter ve son 500 yılda da milliyetçilikte eklenerek bu hegemonya derinleştirilmiştir. Abdullah Öcalan, “Tek tanrılı dinleri çözemezseniz, klasik ve ortaçağların, hatta günümüz toplumlarının zihniyet ve edebiyat yapılarını çözemezsiniz. Tüm toplumların zihniyetlerinde ilahiyatın imzası vardır. Bu imzayı deşifre edip kazımadan bilimsel temellerde pozitif toplumu kuramazsınız… İdeolojinin ilahiyat biçiminin gücü paradan daha az olmadığı gibi devlet gücünden de az değildir. Kaldı ki üçü de iç içedir. Birbirinin içine sızmıştır. Belki de tarihte hiçbir üçlü bu kadar iç içe sızıp en büyük gücü teşkil etme imkanına sahip değildir” belirlemelerinde bu hegemonik hakikati dillendirmektedir.
Tevrat’taki yasaların temelinde kadınla ilişkiler, mal-mülk, soyu korumaya dönük katı kurallar var. Kadının adet, doğum dönemlerine ait kutsal sembollerin hepsini kirli ve günahkâr ilan eder. Tanrı Yehova, sürekli kadına seslenip, “Seni kalçalarından eritirim”, “Senin karnını şişiririm” gibi tehditler savurma konumundadır. Hristiyanlık çıkışında Meryem’in oğlu İsa ile bu saldırgan ve eril dili değiştirmeye çalışır. Hz. İsa’nın katledilişi öncesi Hristiyanlık daha çok kadınların aktif rol üstlendikleri, örgütlemede yer aldıkları bir harekettir. Hz. İsa’nın ölümünden sonra Petrus, Agustinus, Origenes, Clemens gibi eril zihniyet sahipleri etkisiyle, kadın günahkâr, cinsellik korkunç bir günah olarak tanımlanır. Bu dönemle birlikte kadının kendine yabancılaştırıldığı, cadı avlarıyla katledildiği kapkaranlık bir iktidarlaşma süreci geliştirilmektedir. Eski Ahit, Tanrı Yehova’nın erkeklerle iktidar sözleşmesidir. Yeni Ahit ile Meryem ve ilk Hristiyanlar kadınlarla yeni bir sözleşme mücadelesi için girseler de tanrı kıskanç bir erkektir. Dişi ortak kabul etmemektedir.
Ortadoğu’da üçüncü ve son büyük tek tanrılı din olarak ortaya çıkan İslamiyet de, Lât, Menât, Uzzâ tanrıça kültürü üzerinden gelişmiştir. İslamiyet daha sonra bu dönemi kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü cahiliye dönemi olarak tanımlamıştır. Kız çocukları aslında kabileler arası çatışmada esir alınıp köle olarak satılmaması için öldürülmektedir. Sonuçta bir kıyımdır. Ancak dönem itibariyle Roma’nın köleci baskıları, zulmü hâkimdir. Yine kentli kabileler ve göçebe kabileler arasında çatışmalar yaygındır. Yanı sıra toplumsal yaşam esaslarında özgür kabilelerde kadının evliliğe karar verdiği, kocasını kendi çadırına aldığı, göçebe yaşamın ekonomik üretiminin tamamında yer aldığı bir gerçeklik söz konusudur. Evlilik, miras, soy hukuku ana yanlı, özgür seçim ve eşitlik esas alınmaktadır. Hz. Muhammed’in ilk çıkışı göçebe kabile topluluğunun geleneklerine sahip Hz. Hatice ile özgür seçimle evliliğinin esaslarına dayanmaktadır. Hz. Hatice bağımsız, ekonomik gücü olan çöl kadınlarının sorunlarına çözüm arayışı olan bir duruşa sahiptir. “Muhammed’i bulan Hatice’dir. O bulunan ve seçilen değildir. Bu evliliğin politik karakteri evlilik kararının kendisinde saklıdır. Ve nihayetinde her ikisinin amacı kabileler arası çatışmalara son verecek bir ideolojik birliği ve kadın dünyasının uğradığı saldırıları durduracak bir uzlaşma kültürünü yakalamaktır.”
Dolayısıyla ilk dönem köleliğin yasaklanması, kız çocuklarının öldürülmesinin yasaklanmasında bu birlikteliğin etkisindedir. Miras, evlilik gibi konularda kadın aleyhine ayetler, hadisler işlenmiştir. Ancak sonrasında bu ayetlerin çoğu “Hz. Muhammed’e uykusunda iblis tarafından söyletilen ayetler” olarak tanımlanıp değiştirilir. Allah’ın elçisinin uyurken iblisin etkisine girdiği gibi iftiralara başvuruyorlar eril iktidar zihniyet sahipleri. Hz. Hatice’nin ölümünden sonra Hz. Muhammed’in kadına yaklaşımında büyük değişimler yaşanır. Tek eşlilikten harem hayatına geçen Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in kızlarıyla evlenir. Ölümüne yakın kendi kızlarını ve ailesini dahi iktidar kliğinin elinden koruyamayacak noktadadır. İslamiyet’te kadınların örtünmesine dair ayetler Hz. Ayşe’nin kervandan ayrı düşmesi sonucu yayılan dedikodular sonrası ve Hz. Ömer’in, Hz. Muhammed’e “Evine giren çıkan çok. Eşlerinin başı açık söyle örtünsünler” demesi üzerine ortaya çıkmıştır. Yani kıskançlık ve dedikoduculuk nedeniyle ayetler geliştirilir. Nur Suresi Medine’de inmiştir. Medine dönemi Hz. Muhammed’in ilişkilerinin, kararlarının çoğunlukta artık İslam’ın iktidarlaşmasına, İslam’ın yayılmasına ve politik dengelere göre şekillenir. Hem kendisinin çok eşlilik yaşaması hem fetihlerin artması eril zihniyetin önünü açar. Bu döneme dair ayetlerde erkekleri memnun etme, onların taleplerini kabul etme özelliği öne çıkar.
Hristiyanlıkta ve Yahudilikte olmadığı kadar İslamiyet’te eril cinsellik ve şehvet kutsanır. Bakara Suresi’nde, “Kadınlar sizin ekinliğinizdir. Onlara dilediğiniz gibi varın” diye seslenen bir eril cinsellik özgürlüğü var. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ise bütün ayetler, hadisler ve yorumlar yoluyla eril zihniyet lehine elden geçirildi. Hz. Ebubekir, Hz. Osman ve Hz. Ömer’in iktidarsal zihniyetine İmam Gazali’nin felsefeye indirdiği darbeyle şeriatın hakim kılınmasıyla birlikte peygamberin arkasında namaz kılan, örtünmeyen, cemaatlerde etkin rol oynayan, ikinci eş kabul etmeyen, evliliği eşit paylaşan kadınların tüm hakları elinden alındı. Muhammed’in kızı Fatma’nın evi, Hz. Ebubekir’e biat etmediği için Hz. Ömer ve askerleri tarafından basılır. Torunu Zeynep, Sakine ve sahabe Rabia gibi birçok kadının bu eril iktidarcılığa karşı direnişi gelişse de bu direnişler mezhep çatışmaları adı altında bastırılır. Fetihlerin genişlemesiyle dünyevi nimetlere karşı oluşan aşırı rağbet karşısında bir tepki olarak Zühd-Takva hareketi gelişir. Zühd, Arapçada zehd fiilinin mastarı olup, bir şeye meyletmek, yüz çevirmek, reddetmek vs. anlamındadır. Bu dönemden sonra tasavvuf ve tarikatlar dönemleri takip eder. Nişaburlu Fatma, Addeviyeli Rabia, Mekkeli Gülbahar, Kurtubalı Fatma, Ümmülfukara, Ümmü Muhammed Geylani gibi birçok filozof kadın iktidarcı İslam anlayışına karşı durmuştur. Yine Sühreverdi, Cüneyd, İbni Arabi, Zennun gibi birçok filozof da kadın sufilerden etkilenmişlerdir. İmam Gazali’nin din ile felsefeyi birbirinden kesin ve mutlak olarak ayırması, felsefeye karşı çıkması ile felsefik bilinçten kopuk eril iktidarcı imamları şeriat hukuku yorumları üzerinden geliştirilen İslam, bugünkü siyasal İslam’ın yolunu açmıştır. Olasıdır ki Gazali gibi dini felsefik yorumdan koparan ilahiyatçılar olmasaydı Ortadoğu rönesansı belki de kadın öncülüğünde gelişmiş olacaktı.
Son yüzyılda Ortadoğu’da kadına yönelik sömürü üzerinden toplum gittikçe derinleşen kapkaranlık bir yaşama mahkûm edilmektedir. Cinsiyetçilik, iktidarcılık ve milliyetçilik kıskacında toplum kırım geliştirilmekte, Ortadoğu’da oluşturulan devletçiliklerle, mezhepsel ve etnik çelişkilerle milliyetçilik beslenirken, dincilik adı altında kadına dönük sömürü derinleştirilip toplumsal ahlak, kültür aşındırılmakta, toplum öz değerlerinden koparılıp savunmasız bırakılmaktadır. Son yüzyılda hâkim kılınan siyasal İslam modeli bu zihniyetin politik formudur. Suudi krallar tarafından yürütülen Vehhabîlik hegemonyası Müslüman Kardeşler, El Kaide, Taliban, DAİŞ projeleriyle geliştirilmek istenen nasıl ve kimin İslam’ıdır, sorgulanmalıdır. Ortadoğu’da ulus devlet kimliği altındaki özünde ulusların soykırıma tabi tutulmasıdır. Diktatörlükler kurulduğundan beri petrol kaynaklarının paylaşımı esası üzerinden yaratılan bir İslam gerçekliği var. Suudi krallığının yaptığı petrol anlaşmalarını korumanın siyasal, politik formu Vehhabîlik, Ortadoğu’da hâkim mezhep kılınmaya çalışıldı. “Bu bağlamda Mısır, Ürdün, Kuveyt, Sudan, Türkiye daha sonra Pakistan ve Afganistan gibi yoksul ülkelerde İslami kardeşlerin bankalarını inşa etmeyi sürdürdü. El Suud, bu İslami bankalar aracılığıyla General Ziyaül-Hak ve Molla Ömer gibi diktatör hükümdarlara ülkelerini fanatik Vehhabî mezhebine açmaları için büyük miktarda paralar aktarmıştı.” Bu ülkelerin hepsinde siyasal İslam’ın etkisiyle türban, tesettür, burka gibi örtünme tarzları kadına dayatıldı. Batı ülkeleri bu diktatörlükleri demokratik bulmadıklarını ilan ediyor görünse de petrol anlaşmalarını koruma hesapları içinde nitekim “Arap Baharı” sonrası kadınların yaşamının Müslüman Kardeşler, Taliban, DAİŞ gibi örgütlerin elinden karakışa dönüşmesi karşısında hiçbir demokratik girişimleri olmadı. ABD yıllarca Afganistan’da savaş oyunu oynayıp silah tüccarlarını iyice semirdikten sonra meydanı Taliban’a bırakıp çekildi. Şimdi Ukrayna’da Rusya ile savaşçılık oynama hevesinde. Suriye’de DAİŞ’le mücadelenin sonucunu nasıl noktalayacak belirsiz. Kürtlerin elindeki petrol kaynakları ve bu kaynakların kullanımı Suudi piyasası düzeyinde değil. Asıl mesele savaşın çelişkileri beslemesi ve sistemik krize katkısıdır. Türkiye’de 25 yıldır AKP ile siyasi İslam beslenilmektedir. Bu süreçte DAİŞ ve Müslüman Kardeşler ile ilişkileri çatışmaları besleyici temelde oldu.
Vehhabî örtünme modeli türban, tesettür artık tüm akımlarda yaygın, şimdi küçük yaşta çocuk evliliklerinin yasallaşması gündemde. Tarikatların meşruiyet kazanması son seçimlerle beraber tamamlandı. Dolayısıyla bu örgütlerin gelişmesiyle beraber Ortadoğu’daki tüm devletlerde kadına dönük ortak politikalar gündem olmuştur. Türban, burka gibi örtünme zorunluluğu, küçük yaşta evlendirilme, kızların okumasının yasaklanması, kadınların çalışmasının yasaklanması, kadının köle olarak satılması… Özellikle DAİŞ’le birlikte Êzidî kadınların “cihat ganimeti” olarak adlandırılıp tecavüz edilmesi, köle olarak pazarlarda satılmasıyla kadın soykırımı sınırsız bir noktaya taşınmıştır.
Tek tanrılı dinlerin gelişimi öz itibariyle eril iktidar zihniyetinin inşasıdır. Kadınlar, dinsel gelişmenin seyri içinde kadın hakikatini toplumsal bilinçle, değişik yöntemlerle işlediler. Kadın-erkek renkliliğinin korunmasını sağladılar. Ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne içinde olduğumuz Üçüncü Dünya Savaşı süreci içinde kapitalist hegemonyanın siyasal İslam politikaları ile Ortadoğu kadın soykırımı alanına dönüştü. İslam devletleri kapitalist hegemonya politikalarıyla hem İslami ideolojik-kültürel olarak kıyıma uğratmakta hem de toplum-kırım sürdürülmekte. Bunu önlemenin tek yolu, kadın özgürlük mücadelesini geliştirmektir. Üçüncü Dünya Savaşı ile tüm devletler, toplumsal yapılar için değişim-dönüşüm süreci mevcut olduğu gibi kadınlar açısından da kendini yeniden yapılandırma, örgütleme, konumlandırma ve dinamiklerini inşa etmek için potansiyel bir zemin taşımaktadır. Kürt kadınlarının askeri, siyasi, toplumsal örgütlenme dinamiği açığa çıkmış durumdadır. Tunus, Mısır, Cezayir, Libya, İran, Afganistan, Hindistan’da kadın mücadelesi için batı feminist hareketinden bir yere kadar beslenmiş ancak kendi öz dinamikleri temelinde yeniden şekillenen ve gelişen kadın hareketi var. Özgürlük için ortaklaşma zemini güçlendirmek gerekmektedir.
Kürt kadın hareketi, Rojava’da kadın kanunlarını, kadın kurumlaşmalarını toplumsal inşa sürecinde deneyimlemektedirler. Üstelik Arap kadınlarıyla bu temelde önemli buluşmalar yaşanmaktadır. Dönem itibariyle yakın zamanda toplanan Ortadoğu Kadın Konferansı’nın aldığı kararlar, yapılacak çalışmalar oldukça önemlidir. İran’da önemli bir kadın direnişi gelişti ve biraz zayıflasa da varlığını hala korumakta. Ancak yanlızlaştırılmamalıdır. Direnişin şiarı “Jin, Jiyan, Azadî”, Rojava’dan alınan ilhamın kadın mücadelesinin ortaklaşmasının etkisidir. Kadınların dili ortaktır, o nedenle “Jin, Jiyan, Azadî” Afganistan’daki kadınların da şiarı oldu. Aynı coğrafyanın aynı kaynaktan beslenen kadınları kendi kimlikleriyle binlerce yıllık geleneği, kültürü yeni bir kadın devrimine dönüştürülebilir. 21. yüzyıl kadınların devrim çağıdır; Üçüncü Dünya Savaşı ve açığa çıkardığı diktatörlükler, cinsiyetçi, dinci, milliyetçi hegemonya bunun önüne geçemeyecektir. Kadınlar buna izin vermeyecektir; günümüzde her yerde bu soykırıma sessiz kalamayacağını gösteriyor. Bu nedenle İran, Afganistan kadınları başta olmak üzere Ortadoğu kadınları birliği geliştirilmelidir. Başûr’da (Güney Kurdistan) Êzidî kültürünün korunması kadar Rojhilat’ta (Doğu Kurdistan) Yaresanî kültürünün korunması da gerekmektedir.
Feminist kadın hareketinin, kadının oy kullanma, çalışma, boşanma, kürtaj gibi haklarda verdiği mücadelenin kadın özgürlüğü için önemi kadar kadın komisyonunun, kadın evinin kadın kanunları için aldığı kararlar ve bu kararların uygulanması temelinde yapılacak inşa çalışmaları da aynı önemdedir. Kadınların özerk örgütlenme ve kurumlaşma hakkı, kadınlarla ilgili kanunların kararlaşmasında kadın iradesinin esas alınması, namus cinayetlerinin yasaklanması, tek eşlilik, boşanma durumunda çocukların 15 yaşına kadar annede kalması, küçük yaşta evliliğin yasaklanması devrim niteliğinde haklardır. Bu hakların hayata geçmesi Ortadoğu toplumunda çok ciddi zihniyetsel dönüşümlere yol açmaktadır. “Jin, Jiyan, Azadî” kadın birliğinin şiarı olabilir. Birinci Dünya Savaşı gelişmeseydi sosyalist mücadele seyri Avrupa’da farklı olabilirdi. Savaştan birçok ülkede, özelde Almanya başta olmak üzere devrim beklentisi vardı. Enternasyonalin savaşın sosyalist devrimin önünü almaya dönük olduğunu görüp okuyabilmesi olasılığında ve proletaryayı milliyetçilik kıskacına sokmaması durumunda sosyalist devrim gelişebilirdi. Bu potansiyel vardı, bekleniyordu. Enternasyonalin milliyetçilik temelinde aldığı hatalı karar sosyalist devrimin kaderini belirledi. Bu milliyetçi hata olmasaydı sadece Rusya’da değil, Avrupa’da sosyalist devrim olsaydı herhalde dünya bu denli kötü bir durumda olmazdı. Rus Devrimi de demokratik bir seyir izleyebilirdi. Şimdi Ortadoğu’da Kadın Devrimi, kadın direnişi potansiyeli çok güçlüdür. Çünkü sömürü çok derin. Birinci ve ikinci cins kırımı Mezopotamya ve Ortadoğu’da gelişti; sömürü bu nedenle burada çok daha derin. Bu nedenle de direniş ve özgürlük potansiyeli buradadır. Bugün Bakur’da (Kuzey Kurdistan) kimi siyasal İslam partileri meşrulaştırılarak siyasallaştırılmasının nedeni de budur. Potansiyel yok edilmeye, bastırılmaya, özünden boşaltılmaya çalışılıyor. Milliyetçi, dinci argümanlar palazlanmaktadır. Bu politikalara karşı yeni bir değer çağı başlatmak mümkündür.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.