Düşünce ve Kuram Dergisi

Batıni Aleviliğin Kökenindeki Zerdüşti Bazı Niteliklere Kısa Bir Bakış

Erdoğan Yalgın

Bilindigi gibi, Spitama Zerdüşt/Zerdeşt (Zarathustra, M.Ö. 628-551) Ahura Mazda (Hürmüz) inancının kimilerine göre peygamberi, kimilerine göre ise bir bilgesi, filozofudur. İlgili tarih yazımında; insan ve evren ahengini, dış fenalıklardan korumak ve temizlemek amacıyla Ahura Mazda inancını yaymak için üç ayrı dönemde, üç ayrı Zerdüşt’ün varlığından sözedilir. Bu konuda ileri sürülen görüşler şunlardan ibarettir: Birinci Zerdüşt, günümüzdeki coğrafi konumuyla Afganistan’ın kuzeyinde ki Belh şehirinde, Millattan 3000 yıl önce ortaya çıkmıştır. İkinci Zedüşt, Kawa ile anılan Feridun’dur. Millattan 2040 yıl önce ortaya çıkmıştır. Ve en son, Üçüncü Zerdüşt, Hürmüz dinini yaymak için, şimdiki coğrafi konumuyla İran’ın Batı Azerbaycan Eyaleti olan Urmiye çevresinde ve daha sonra Belh bölgesinde, bir derwêş misali köy köy gezerek düşüncelerini, daha çok ilahilerle (gata/gotin) insanlara anlatmıştır. Kendisinden sonra gelen ve tek tanrılı kitabi dinleri derinden etkilemiştir. Yine bu bağlamda, 10.yy’la kadar Göktürkler (M.S. 552-744), devamında Uygur Türkleri (745-840), resmen Zerdüşti/Mani (3.yy) dinini kabul ederek, bu ögreti kültürünün teolojik ritüellerini toplumsal yaşamlarında uygulamışlardır. Kaynakların verdigi bilgilere göre; Zerdüşt ve onun insanlığa sunduğu değerler manzumesinden ilk etkilenenlerin Yunan filozofları olduğu söylenmektedir. Bir diğer bilinen ise; Zerdüştlerin kutsal tapınak şehirlerinden birisi olan İran Yezd şehirini, 1272 yılında gezen, İtalyan/Venedikli Marco Polo (1254-1324), Zerdüşt ve ögretisini Avrupaya taşıyandır. Sonrasında, Avrupalı birçok gezgin-misyonerin dikkatine şayan olan Zerdüşt ve ögretisi, aşama aşama tüm dünyaya yayılmıştır. (Avesta, 2012: 24). Zerdüşti doktrin, otantik (-100 yıl önce) peryod da, Dersim ocakları olarak da anılan, Réya Heqi İtikatının (-İtikaté Réya Heq) temeline büyük katkılarda bulunumuştur. Genel anlamda Réya Heqi İtikatı; Kuzey Kürdistan’da (Yukarı Mezopotamya) yaşayan kadim Kürt klanlarının, aşiretlerinin bağlı olduğu sosoyo-dinsel, yapısal bir formun emiç adıdır. Sözü edilen itikat süreginin ana merkezi, antik kalıtlara evsahipligi yapmış olan Dersim (Mamiké, Kalan) dir. İnancın yapısal örgütlülügü, ocaklar/ocaxlar ve ocaxzedeler (Réber, Pir, Piripiran/Mürşid) üzerinden gelişmiştir. Rusıpi/yaşlı inanç mensuplarının ortak hafızalarında kodlanan sözlü anlatımlarda, mensubu oldukları bu inancın eveliyatını, “Kal u bela’dan“yani yaradılışın başlangıcından beri var olduğuna” işaret ederler. Bu sınırlı çalışmamızla; Batıni Aleviligin kökeninde varolan Zerdüşti bazı ögelere temas edilecektir.

 

Kürtler Arasında Réya Heqi İtikatı

Bilimsel anlamda bir topluluğun kendi kendisini adlandırması, tanımlamasına Emiç, o topluluğun başkaları tarafından adlandırılması ya da tanımlanmasına ise Etiç denilmektedir. Bu düzlemde ister “Emiç” olsun, ister “Etiç”; bir toplumu isimlendirmek direk kullanılan dille de ilintilidir. Sözkonusu bu çalışmaya konu olan topluluk, Kürt halkı içinde Kurmanci ve Kırmanci (Kürtçe) konuşan, günümüzde dahi Kuran’a belli referanslarla yaklaşan ve Batıni damarlarda beslenmiş klanlardan ibarettir.

 Örneğin Dersim merkezli Kurmanc aşir é Pilvankan (Pilvenk) yaşlılarıyla yaptığımız görüşmelerde “Réya me, Réya Heq’é. Itiqaté me Réya Heq’é. Xadé isén Réya Heqi da şaş meke” (Bizim yolumuz Hakkın/gerçegin yoludur. İnancımız Hak yolunun inancıdır. Allah insanı hakkın yolunda şaşrımasın) derler. Yine Dersimli yaşlılar kendilerini, yolun ve hakkın evladı olarak da tanıtırlar. Kendi dillerinde bunu, Ewladé Ré ve Ewladé Heq olarak dile getirirler. Dersim’deki Réya Heqi inancının ana ögelerinden birisi, hak ile halk olma disturudur. İtikat süreginde Zakir é Heq kavramında maksat, kendinden bilen, ilm-i ilahiye vakıf olan ve hakkın sesi, dili nefesi manası simgelenmiştir. O zakirdir ki, gotin’lerinde, kılamlarında sadece hakkı, gerçegi dile getirmiştir. Tarıx é Heq kavramı ile hakkın/doğrunun yolu dile getirilmiştir. Talib é Heq, tanrının/doğrunun talibi/tabii’si, ögrencisi/bağlısı manasında kendisini ifade etmiştir.“Em taife yé Güruhu Naci’ne, Réya me Réya Heq’e, Cümlé alem ra duacine” (Biz kurtuluşa erenlerdeniz, çünkü, yolumuz hakkın/gerçegin yoludur. Cümle aleme duacıyız!) İtikat süreginde bu türden Kurmanci deyimlerin çokluğu ve bunların biribiriyle uyum içinde insan hayatındaki evernsel nüanslarla günümüze kadar getirilmesi, doğrusu küçümsenmeyecek büyük bir değerdir. Aynı bağlamda özellikle İran ve Irak Kürdistanında da Kürdi Ehli Haq itikatının ocakları, talip ve teolojik ritüelleri/icrattları, aynı batıni kökler üzerinden yeşermiştir. Êzidîlik/Ezdailik inancını da bu çercevede, yeri gelmişken anmalıyız. Demek oluyorki, bir bütün olarak Kürt coğrafyasında ve Kürtler arasında bu Batıni inanç kaynakları, asırlardan beri yaşatılmış ve günümüzde bunca asimile oyunları karşısında dahi, yaşatılmaya devam ettirilmektedir.

 

Zerdüşt’ün Zend Avestası

Zerdüşt’ün düşüncelerini günümüze kadar taşıyan bir de kitabı, Avesta’sı bulunmaktadır. İrani dillerinin en eski ve önemli bir edebi eseri olan ve adına Zend(3)Avesta da denilen bu kitapta toplanan kutsal metinler, Zerdüşt’ün Ahura Mazda inancına ilişkin düşüncelerini içermektedir. Dili eski (orta) Pehlevice’dir. İsimdeki Zend’in Yorum anlamı, bir bakıma; “tüm dini inanclara dair bilgileri ifade eder” manasındadır. Avesta ise genel tarihi kaynakları, düşünce dehlizlerini, inanç labiretnlerini, kanun ve sosoyal yönetmelikleri içinde ihtiva eder. Avesta içerigi toplamda “Beş Bölüm”den oluşmaktadır. Bunlar: 

  1. Yasna, 
  2. Yaştlar, 
  3. Visparad,
  4. Horde Avesta, 
  5. Vendidad’dır. 

Farsça dilbilgisi ve İslam öncesi İran Edebiyatı uzmanlarından olan Nimet Yıldırım, Avesta’nın MÖ. 2000 li yıllara dayanan geçmişinden sözeder. (Yıldırım, 2011:149)

 Avesta’daki kalıtsal bilgilerin büyük çoğunluğunun, günümüzde Réya Heqi İtikatı (Batıni Alevilik) içinde bazen İslami bir örtü altında ve bazen de açıktan açığa yaşadığı/yaşatıldığı görülmektedir. Avestanın orginal yazıtlarının bir kısmını Makedonya kralı Filip’in oğlu ve Aristo’nun ögrencisi olan Büyük İskender III. tarafından MÖ. 330 yıllarında yakılmıştır. Diğer bir kısmı da Ömer (634-644) döneminde İran/ Nihavend istilasında toplatılarak yakıldığı, bazı kaynaklarca günümüze aktarılmaktadır. Doğrudur! Réya Heqi itikatının izcileri/ Réberleri özellikle geçmiş yıllarda zaman zaman “bizim kitabımız yakıldı, bizim Kur’an’ımız yırtıldı, yokedildi, değiştirildi” benzeri söylemler geliştirmişlerdir. Buradaki maksat, İslam’ın/ Müslümanların kutsal kitapları olan Kur’an değildir. Zira ne büyük İskender ve nede ki Ömer, Kur’an’ı yakmamışlardır. Sözkonusu bu tarihsel süreçlerde yakılan, yok edilenin Kur’an setr’iyle (örtü) Avesta olduğu böylece anlaşılmaktadır. Bize öyle geliyorki; sözkonusu her iki yazılı kaynak üzerinden geliştirilen bu söylem, belkide yol Erenlerinin, Réberlerinin başlangıçlarında kullandıkları ilk takkiye örnegidir. Bilindigi üzere, Arapçada Takıy, Takıyye sözcüklerinin karşılığı olarak; Mezhep belirtmeme, gizleme. Olduğundan farklı görünme. Gerçek kimligini ve amacını gizleme sakınma, çekinme manalarında telakki edilmiştir.

 

Batınilik, Batıniye Akımları

Zerdüşti, Mani, Mazdeki ve daha nice antik ve ortaçağ akımlarının öncüleri zaman içinde İslamiyetin Emevi ve Abbasi zorbalığı karşısında kendi konumlarını koruyabilmek için sürekli direndiler. En sonunda Kerbela (680) şehitlerine, şahitlik yapan bu yol önderleri, bölgedeki Arap olmayan daha çok Mevali halklara mensuptular. Yol erenleri, takkiye’ye başvurarak Kerbela vakaasını kullanıp, Araplar içinde Ali yandaşlarını da yanlarına alarak sürekli ayaklandılar. Geliştirdikleri derin felsefik doktirinlerle, en son kertede günümüzde Batıni Alevi/Bektaşi (Réya Heqi İtikatı) dedigimiz benzeri zümrelerin, zaman içerisinde evrilerek yaşamasına güç verdiler. Kısaca özetleyecek olursak, özellikle Réya Heqi itikatı, Antik çağlardan beri; Mezopotamyanın en güçlü uygarlıkların geride bıraktıkları idoller üzerinde evrilerek gelişmiştir. Bu süreçlerde yaratılan ekollerin soy ağacı, çalışmamızın ileriki bablarında gösterilecektir.

Nitekim İslami/Sunni erkin karşısındaki bu felsefik akımların en bellirgin ortak ismi, Batın/Batına, Batınilik, Batıniye idi. Arapça olan Batınî; Batı dillerinde heterodoks olarak da bilinmektedir. Batıni, ezoterik felsefe inancı; resmi din olan İslami felsefe (kısmen ortodoksiye) anlayışına karşıt geliştirilen aykırı ve apayrı bir dinsel anlayış ekolüdür. Bu ismi onlara, elbette karşıtları vermişlerdi. Batıni felsefenin; Zerdüşti öğretiyle şekillenmesi, aynı zamanda Avesta literetüründeki kavramların da kelam-ı zurvan’ı (zamanın kutsal sözü) günümüze taşınmasına yol açmıştır. Bilindigi gibi; İtteat ve Terraki (1889-1918) Partisinin, 1909-1918 yılları arasında Anadolu ve Kürdistan’daki Batıni zürmreleri araştırması için, Dağıstanlı Baha Sait Bey’i (1882-1939) görevlendirmişti. Alan araştırmaları sonucunda bazı kanaatlere vasıl olan Baha Sait Bey, bu topluluklar için haklı olarak şunları dile getirir: “ (…) Bu tepki eski İran dini ile yeni Arap dini arasında bir takım bağlantı noktaları bulmakla göze çarpıyordu. Zend Avesta ya da Jend-Vest kutsal kitabının ışık ve karanlık, yer ve gök, başlangıç ve son birliktelikleri bir karma felsefa oluştrumuştu.” (Baha Sait Bey, 1995: 85) der.

Örneğin menakıbnamesinde Ebul Vefa-i  Kurdi, (925-1017) Bağdat’ta Abbasi halifsi ve diğer dört ehl-i mezhebin temsilcileri karşısında, halkın huzurunda onlara, “inci ve müceher değerinde sözler söyledi. İlmi ledün’den ve ma’rifi ilahiden, yani eğitim dışı batıni yoldan erişilen bilimden bazı sözler söyledi… ve herkesi kendisine hayran bıraktığından” bahis edilerek, bu anlatımla onun, batıni yönü açığa çıkarılır. (Gümüşoğlu, 2006: 214) Ki; Tacü’l Arifin Es-Seyyid-i Ebu’l Vefa-i Kurdi, proto dönemdeki (11. yy.) Réya Heqi Ocaklarının, Ocaxzadelerinin en büyük Şeyh’ul Kutbu ve yol silsilesiyle bağlı oldukları bir zat-ı mihmandır. Bütün yazılı kaynaklara göre; ilmi ledün/Batıni bilgiyi, itikat süreginin baş Tanrısı olan Xızır elde etmiştir. Réya Heqi İtikatında Botın olarak telaffuz edilen bu kavramın felsefik seyri sülügünde, “yolu’un insan-i kamili olmak için gizemli bilgiye ulaşmak, gizemli bilgiyi elde edebilmek için de nefsi nazardan kaçınmakla mümkündür” disturu vardır. Bu distura sahip olan birinin, artık zahir (alacalı dış görünüm)’e aldanmayacağına inanılır. Aslında bu temel felsefenin ana kaynağının M.Ö. 4000-2000 yılları arasında Mezopotamya’da yerleşik olan Sümerlerdeki Gılgamış destanıyla başladığını ve oradan evrilerek, Zerdüşt’ün dualist/zıtların birligi düşüncesi ile “karanlıkaydınlık, iyilik-kötülük, doğru-yanlış” biçimiyle, 7.yy’la ve buradan da, zorlu merhaleler geçirerek günümüze kadar gelmiştir. Daha çok 16. yy.’da literatürümüze giren Kızılbaş ve 19. yy.’da Alevi, Bektaşi gibi benzeri kavramlarla anıldığı sanılan inancın farklı felsefik nüveleri, özellikle 7. yy.’dan bu yana Batınilik/Batıniye olarak bilinmekteydi. Bu konuda eski yazım ansiklopediler, geniş malumatlar içermektedir. Örneğin, “6. İmam Cafer Sadık’a gidip gelen ve inanışlarında Müslümanlık’a aykırı şeyler bulunduğu için kovulan ve İmam Cafer’in lanetine uğrayan Batıni liderlerden” söz edilmektedir. (Alevi maddesi; Türk/İnönü Ansik, 1948: 47, 48) Bu meyanda haraketle Emevi (661-750), Abbasi (750-

 1258), Selçuklu (1040-1308) ve Osmanlı (1299-1922) dönemlerinde, günümüzdeki Alevi-Bektaşilerin geleneksel isim tasnifleri şöyle idi: “Zedüşti, Manici, Mazdeki, Mecusi, Hurremi, Batıni, Zındık, Rafızi, Kızılbaş, Şii, Zeydi, İsmaili, Karmati, İhvan-ul Safa, Işık Taifesi, Mülhid, Erdebiliye, Güruhu Naci, Tayfa-i Bektaşiyan” ve benzerleri.

Mesela Abdulbaki Gölpınarlı, “Bizce muhakak olan şey şudurki; Batıniliği temsil edenler, müslümanlığa inanmamış kişilerdir; asıl müslümanlık, bizim anladığımız müslümanlıktır, diye telkin ettikleri esaslar, tümden müslümanlığa aykırıdır; fakat bu aykırılık, çok zekice gizlenmiş, İslami bir şekle bürünmüştür…” (Gölpınarlı, 1997: 125) der. Çalışmasında ayrı ayrı ele aldığı ve Batıniliğin zaman içinde evrilerek günümüze kadar gelen akımları arasında da şunları sıralar: “Dürzilik, Hallacilik, Nusayrilik, Şeyhilik, Ali Allahiler, Bahailik, Babilik Kaadıyanilik, Kalnderiler, Hayderiler, Bektaşiler, Hurufilik, Bedreddiniler, Sabiilik, İsmaili, Melameti, Yezidilik, Alevilik” (Gölpınarlı, 1997: 115-183) Yukarıda da bellirtildigi gibi bu ekollerin, süreç içindeki gelişim serencamı, aynı zamanda inancın bir tür soy şeceresi niteligindedir.

Batıniler hakkında ilk yazanlardan birisi, gerçek adı Ebu Ali el-Hasan et-Tusi olan, Selçuki vezirlerinden Nizam-ül Mülk (1018-1092) (7) dür. Bir diğer müellif ise gereçk adı, Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed elGazâli (1058-1111) dir. Özellikle Cumhurriyetle birlikte bütün Türkiyat çalışmalarında, Batınilikle alakalı maddelerin referansı, daha ziyade bu iki zatın yazdıklarına aittir. Konumuzla mütealik olarak bütün bu verileri aktardıktan sonra, şimdi de Batıni Aleviligin içinde yaşatılan bazı Zerdüşti ögelere kısaca değinelim.

 

Ocaxzede/Ocaxlame (Ateş/Nur Evladı)

İtikat süreginin temel kurumlarından birisi, asırlardan beri Kürt klanların/ailelerin bağlısı oldukları ocak/ocaxlardır. Ural-Altay ve Hint-Avrupa dillerinde Ocak sözcügünün yazılışı ve anlamı genellikle hep aynıdır. (Yalgın, 2013.422) Asıl itibariyle Kurmanci dillerinde, “ocex/ocax/ucex” olarak telaffuz edilirken, bununla birlikte birazdan gösterilecegi gibi, kavramın Kurmanci orjinli terminolojik tanımları da bulunmaktadır. Diğer yandan Kurdi Ehli Haqlarda ujax tabiri kullanılmaktadır. Ocax sözcügünün Kürt dillerindeki morfolokik açılımları, özellikle Farsça’daki anlamlarıyla aynı içeriğe sahiptir. İctimai adetleri içinde 1980‘lere kadar itikat (inanç)‘ın ocak banileri/pirleri için, istisnasız ocaxzede tabiri huşi içinde, saygıyla yad edilerek kullanılırdı. Örneğin Kurmanci dilinde Ocak pirleri/aileleri için “Ewnan Ocaxzede ne! Ew Ocaxlame ye! (Onlar ocak/ateş-nur (9)oğludurlar. O, Ocaktandır/ateşten/nurdandır. Onlar, Ocak/ateş sahibidir.” Benzeri manalarla, ocak-ateş kutsiyeti çercevesinde içiçe geçmiş bir yığın verisel tamlamalar yaratılmıştır. Nitekim Zerdüşti öğretinin temel ögelerinden biri olan atar/ateş; (10) ateşe nezaret eden melek (adar) (Avesta, 2012: 475) olarak bilinir. Orada da, kutsanan ateşin din adamlarına, başkanlarına saygı duyulur ve onlar üzerine yeminler edilirdi. Örnegin; Yasna 13/3. de aynen şu dualar yer almaktadır: “Ve ben, ateş-din adamlarının başkanına, Mazdayasnian inancının en heybetli bilim araçlarıyla yakarıyorum…” (Avesta, 2012. 211) denilmektedir ki, bugün itikat süreginde Ocakzadelere/ Ocaxlamelere aynı sevgi ve saygıyla yakarılmaktadır. Ve dahi, Avesta’da; Ateş’in, ocağın kutsandığı Yasna: 62/2.de “..ve senin ocağının demir ayakları düzenli bir biçimde yerleştirilsin…” (Avesta, 2012. 279) diyerek dua ve istemde bulunulur ki; Ocakta kullanılan demirden üçayaklı bu aracın kökeninin adresi, Zerdüşti öğreti olduğu bizlere hatırlatılmaktadır.

Ocağın içinde kullanılan üçlü saçayağı, Ana, baba ve oğul’u betimlemektedir. Kürt klanları arasında Ocaxzadeler, hürmetle kutsanmış birer zaat-ı mihman olarak ateşin, ocağın sahibi telakki edilmişlerdir. Ol sebeptendir ki, daha geniş manada Ocaxzade, Ocaxlame; Ateş/nuroğlu, gün/güneşoğlu, Ana (yaşam) oğlu vs. anlamlarını ifade etmektedir. Zira Avesta’nın muhtelif bölümlerinde, Zerdüşt’ün tanrısı olan Ahura Mazda’dan “kutsal ateşin oğlu” diye, övgüyle sözedilir. Ayrıca ateşe özel dua sunumlarıyla yaklaşılır. Kutsal ateş sahibi olan ailelere de Athwyan klanı/soyu/aşireti (Ateşin soyu) olarak kutsiyet atfedilir. Geçerken, sadece hatırlatalım! Sasaniler döneminde birçok yerde bulunan ateşkedelerin/ocakların genel adı, Ateşi Behram’dı. Tıpkı Réya Heqi itikatının ocaklarında olduğu gibi, bu ocaklarda kutsanan ateş ve ateşe refaket eden ocak/ateş sahibi aileler kutsanmaktaydı. Amma velakin günümüzde, “Pir ve Ocakzade” yerine zecri faraziyelerle “Dede” denilmeye başlandı. Bu tabir, yaygın bir kabul görerek günümüzde kullanılan tek kavram oldu. Pehlevice bir sözcük olan Dede kavramının manası “yırtıcı hayvan” anlamındadır. (Kanar, 2010: 686) Dede sözcügü Türkçeye; Babanın veya annenin babası, büyük peder/baba. Torun dedesi, olarak geçmiştir. Bu kavram, itikat süreğiyle uzaktan yakından hiç bir anlam ifade etmemektedir. Başta, hakkın yeryüzündeki bir tezahürü olan Pir-i Piranların “Dede” tanımına şiddetle karşı çıkmaları gerekmektedir.

 

Pir ve Ayin-i Cem/Cıvat

Esas itibariyle eldeki bütün ipuçlarını bir araya getirdiğimizde Pir sözcüğünün kökeninde, Zerdüşt’ün Cinwaté Perc/Pert (ayırışım/cennet köprüsü) olgusunun yattığını görmekteyiz. Avesta’daki Cinvat (ayırışım, sırat) sözcügü, günümüzde yapılan ritüelsel ayinin geniş manadaki adlandırması olan Cıvat’a deng gelmektedir. Diğer yandan Perc, Pert (köprü) kavramı ise, Kürt Réya Heqi itikatında Cıvat (cem, ayin) yöneten/ icra eden ve yolun önderi/ réberi olan Pir kavramına deng gelmektedir. Yani bir bakıma Pir (köprü), talibi/ ögrencisi ile olan yol yoldaşlığı sonucunda, onu ulaşması gereken Haq’ la arasındaki Perc/ pert (köprü) dir. Cıvat/ Civin, bir bakıma köprüde geçmek için biraraya toplanıp, o ana kadar varolan bütün günahlardan/ yanlışlıklardan arınmanın/ ayrışmanın muhakemesidir. Çok iliginçtir; Kürtçede Pırt, Avesta dilinde olduğu gibi yine Köprü karşılığında kullanılmaktadır. Kurmanci dilinde buna zahiren Cıvat gredane; Ayin-i Cem bağladılar derlerken, Batıni manada, Sırat (diger/ebedi dünya)’ya giden yolu/köprüyü bağladılar betimlemesi bulunmaktadır. Pir huzurundaki canlar toplandığı bu mekana, Haq meydanı da denilmektedir. Bunda kasıt, doğruluk meydanıdır. İtikat süreğinin Ayin-i Cemlerinin olmazsa olmazlarından birisi de dar-ı mansur’dur. Birazdan göstercegimiz üzere, Magi aşiretinin bir mensubu olan Mansur; Zerdüşti olup asıl adı Ebu’l Mugis al-Huseyn olan Mansur El Hallac (858-922) dır. “Enel/anal Haq” (ben hakkım/ gerçegim, ben Tanrıyım) sözü ile ün kazanmış ve bundan ötürü derisi yüzülüp, eti lime lime edilmiş, yakılmış ve külleri Dicle (Tigris)’ye atılmış bir Batıni suffidir. Réya Heqi itikatında yapılan Cıwatlarda, Seyyid soyundan gelmedigi halde, Mansur darı makamıyla yer alıp ölümsüzleşmiştir. Mansur, Êzidî Kürtlerde de kutsanmıştır.

Pir nosyonunun bir diğer izdüşümünün Bani olduğunu, yeri gelmişken hatırlatalım. Genel tasarımı içinde Pir kavramının kökeninde, yine Zerdüşti inancın etkisi bulunmaktadır. Pehlevice olan Pir sözcügü, genel olarak yaşlı, ihtiyar, koca/büyük anlamlarını ifade etmektedir. Bununla birlikte Tasavvufi manada, Mürşid, Şeyh, Zerdüşti din adamı anlamlarını içermekle birlikte, örnegin İran ve Hindistan’da Pir-i Mugan mefhumunun karşılığı, Zerdüştlerin dini lideri manasında kullanılmaktadır. (Kanar, 2010: 424) Mugan kavramı, Zerdüşti rahiplerin simgesel ünvanı olan Magi’den gelmektedir. Akamenid İmparatorluğu (M.Ö. 550-330) döneminde, Zerdüşti din adamlarına Magu Paiti derlerdi. (Avesta, 2012: 18)

Buradaki Magi adı, Med devletinin kuruluşunda (M.Ö. 549-558) yer alan altı Kürt aşiretinden birisi olan Magi/Maji aşiretinin adıdır. Yazılı kaynaklar arasında Magiler hakkında birçok ana öge bulunmaktadır. Bunların en ilgi çekenlerinden birisini, 1939-1943 TBMM.

6. Dönem CHP Diyarbakır milletvekili, Veli Necdet Sünkitay, 30 Nisan 1958 de “Zerdüşt ve Doktrinileri”, adlı maklesinde (IV. TMD.’nin, 30. Sayısının 1626, 1627 sayfalarında) neşretmişdir. Sunkitay, kısaca şöyle der; “Medlerin soylu tabakasını oluşturan Magilerden çıkan atarvanlar Zerdüştiliğin ulema sınıfını tesşkil ederdi” (Aksoy, 1985: 214). Burada sözü edilen atarvan, hiç kuşku yok ki, sürek literatüründe ocaxzade, ocaxlame, nur/ateş evladı anlamını işaret etmektedir. Diğer yandan, Baba tarafından Pontus Kürdü, Anne tarafından Rum olan coğrafyacı ve tarihçi klasik batı yazarlarından Amasya doğumlu Strabon (M.Ö. 64-M.S. 24) Maguların ülkenin her tarafına dağılmış olan “dini bir kabile” olduğunu ileri sürerken, Antakya doğumlu Ammianus Marcellinus (M.Ö.330-400) da, Medya’da Magilerin kökenini araştır. Magilerde din adamlığının, babadan oğula geçtigini bellirtir. (Bilgin, 1995: 153) Onomastik açıdan Kürtler, genellikle büyük ataların adılarıyla anılırlar. Asırlarca devam eden bu isim, ailenin de kalıtsal lakabı olur. Zamanla ezbet, aşiret adına bile dönüşür. Örnegin Memi Qere Sılo (Kara Süleyman’ın oğlu Memed). Zerdüşt’de 10. Kuşaktan bağlı olduğu büyük dedesinin adıyla yani, Spitama ile anılır. Zira onun gerçek ve tam adı, Spitama Zerdüşt’tür. (Avesta, 2012: 478) Aynı durum, bağlıları tarafından kutsanmış nurlu aileler için de geçerlidir. Bu kutsal ailelerin, ocakların çocukları, atalarından onlara miras kalan bağlıları tarafından ilalebet kutsanarak aile ocağı devamlılığı kuşaktan kuşağa devredilir.

Réya Heqi İtikatı (Batıni Aleviliği)’nin aşikar olarak yeryüzünde görülen delilleri dışında, bir okadar da yer/toprak altında bırakılmış antik değerleri mevcuttur. Şu ana kadar var olan İtikat süreğinin postulatında, bu alanlara hemen hemen hiç dokunulmamıştır. Oysa inancın temelinde kutsanan ocak, ateş dolayımında diğer etnografik idollerin kökeni, arkeolojik alanda da günyüzüne çıkarılmaktadır. Örneğin 1968 yıllarında, Keban Projesi kapsamında Keban’ın Pulur/Sakyol (Çemişgezek) höyüğünd yüzey araştırmaları yapılmıştır. 1968-70 yıllarında kazılara başlanmış ve Dr. Hamit Zübeyir Koşay (1897-1984) başkanlığındaki çalışmalar sonucu, bölgenin en az M.Ö. 6000 yıllık bir geçmişe sahip olduğu anlaşılmıştır. Bilindigi üzere; Hitit (M.Ö. 2000) kayıtlarında Elazığ/Harput/Dersim ve yakın çevresine, İşuva, Işuwa denilmektedir. Bu bölgede İşuva’lılarla, Hitit’lerin birlikte yaşadığı anlaşılmaktadır. Sonraki dönemlerde, özellikle Çemişgezek ve çevresi, M.Ö. 9. ve 8. yy.’larda Urartuların, M.Ö. 7. yy.’da Medlerin, M.Ö. 4. Yy’da Makedonyalıların, M.Ö. 3. yy.’da Kapadokya Krallığının, M.Ö. 2. yy.’da Romalıların, M.Ö. I. yy.’da Partlar’ın konup göçtügü antik bir coğrafyadır. Yine Diyarbakır Bismil ilçesinde, 2001 yılında yapımına başlanan Ilısu gölü barajı bölgesindeki kurtarma kazılarında elde edilen bulgular arasında, bölgenin M.Ö. 6000 yıllk bir geçmişi olduğu ve burada da yine Kutsal tapınak ocaklarının günyüzüne çıkarıldığı bilinmektedir. Çemişgezek Pulur/Sakyol köyünde kazı çalışmaları sonucunda bulunan dip tarihi değerleri arasında en dikkat çeken ise tapınak niteligindeki kutsal ocaklar olmuştur. Sadece kutsal ocaklar değil, aynı zamanda bölgedeki Kürt klanlarının, Réya Heqi İtikatı süreğinde otantik döneme kadar kullandıkları tarımsal sosyal-inançsal yaşantı içindeki araç-gereçlerle birlikte, kutsanan tabusal idoller elde edilmiştir. Yerimizin darlığından ötürü bu konuya şimdilik girmiyecegiz.

Bütün bu somut öğelerle, Dersim bölgesindeki Ocak kültünün kökleri, çağlar/tarih öncesi (pre-historik) ne kadar gittigi anlaşılmaktadır. Mesela; Zerdüşt ögretisinde kutsanan Aşa/Haşşa adlı bir kavram, Avestanın bütün bölümlerinde dualarla kutsanarak sıkca dile getirilir. Günümüze kadar Zerdüşt/Avesta konulu bütün yazılı çalışmalarda, genellikle Aşa/Haşşa’nın bir ocak/ateş tanrısı olduğu dile getirilir. (Aksoy, 1985: 31; Danık, 1996: 37) Tam da bu noktada, Ocakzade’nin de bir ocak/ateş tanrısı olduğu hatırlanmalıdır. Mecazi izdüşümünde bu görüşün doğru olabilecegi elbette gözardı edilmemelidir. Aslında itikat süregine göre de bunun böyle olduğu, birazdan da verilecegi gibi anlaşılacaktır. Fakat, Avesta kitabına önsöz yazan Xanna Omerxali “Tanrılar ve Kutsal Varlıklar” bölümünde, konuya farklı bir tanım getirir. Verdigi bilgiye göre, Aşa/Haşşa için O, şöyle der: “Varolan tüm dünyanın düzeni, Hindo-Aryenler tarafından rta denilen ve onun Avesta dilindeki karşılığı, aynı zamanda ahlaki bir anlamı da olan aşa, doğa yasasıyla ayakta kalmaktaydı.

Aşa’ nın karşılığı ise yalan-druj-dır.” Dedikten sonra, dipnotunda ise “Aşa, Zerdüştlügün temel bir kavramı olmasına rağmen, tam bir çevirisi yoktur: ancak çoğunlukla şu karşılıklar kullanılır: Dünya-düzen, hakikat, Doğru, doğruluk, kutsallık”( Avesta, 2012: 10) Bu yönüyle Aşa/Haşşa, aynı zamanda Haq (gerçek doğruluk) olarak da karşımıza çıkmaktadır. Kürt klanlarının yaşattıkları bu batıni inancın adı olan Réya Haq’ın morfolojik içeriğinde; Zerdüşti Aşa/Haşşa’nın gizlendirildigi kolaylıkla anlaşılmaktadır. Dillerde kalan, Haşa tabiri, yalan-yanlış konuşmaması için, bireyin kendi diline vurdugu bir gem’dir. Örnegin, konuşan birinin sağ elinin şahadet ve işaret parmagını birleştirip, iki dudağında mühürleyerek öpmesi ve anlına koymasıyla birlikte, sol elini de göksünün üzerinde tutmasıyla “Haşşa! Haşşa buradan, Haşşa huzurdan!” benzeri sözleri telaffuz etmesindeki ezeli anlam budur.

 

Ana/Dayé

Réya Heqi itikatında; Ocaxzadelerin eşlerine, özellikle ocak bağlıları tarafından Ana(*) denir. Babanın ve hatta dedenin annesine, yani büyük anne’ye de Dapir denilmektedir. Dapir kavramı aynı zamanda, Pir ana/ana pir manasında da telakki edilir. Umumi görüşe göre Ana’nın bir Türkçe sözcük/kavram olduğu sanılmaktadır. Oysa Ana sözcügünün kökleri, tıpkı Baba sözcügü gibi Sümerlere ve Avesta (Baga) ya kadar inmektedir. Sümerlerde bir tapınak adı olan Anna, Luvice’de de Anni olarak bilinmektedir.(Aksoy, 1985: 36) Dersim’de Réya Heqi itikatında yolun asıl sahibinin, doğum kapısının, doğum tapınağının Ana olduğu ve bu sürecin daha sonraları Ataerkil eğemenliğine evrildiği düşünülmelidir.

İtikat süregindeki Ana’nın, Zerdüşti öğretiden gelen Anahita/saf ya da Mitra’nın Nan tanrıçasına bir yollama olabileceği de düşünülmelidir. Nane adının Farsça ve Kurmanci’deki karşılığı nan olup, bunun ekmek tanrıçası olabileceği de düşünülmektedir. M.Ö. 6. yy.’dan itibaren Medlerle ve sonrasından gelen Perslerle birlikte taa Ermenistan’a kadar olan bölgelerde bir Anahita kültü kabul görmüş ve birçok bölgede adına tapınaklar kurulmuştu. Bunlardan bilinenlerden birisi de Erzincan Til’deydi. Erzincan Tli (Tilin) bölgesinin adı, 16. yy.’da Tilharis’dir. (Miroğlu, 1999:122). Til köyü, şimdiki adıyla Oğlaktepe olan Erzincan merkeze bağlı bir köydür. Burada, antik çağlardan beri Süryani, Kürt ve Ermeni hakklarının, bu Nane/Evocağı tapınağını birlikte kullandıkları sanılmaktadır. Ne zamana kadar? M.S. 334 yılında Ermenistan’a ilk defa Hırıstiyanlığı zorla getiren Kayserili Rahip Kirkor Lusaroviç’in (Aydınlatan, nur veren) (Uras, 1987: 4, 120), bu tapınağı yıkmasına kadar.(Ceyhan, 2005: 47)

Bu kısa bilgiden sonra, Ahura Mazda’nın iki kızından birisinin adı, tanrıça Anahita olduğunu hatırlatalım. Avestaya göre, Anahita, suların, verimliliğin/doğurganlığın ve sağlıgın tanrıçası olup, sürüleri, mal ve milkü çoğaltandır. (Avesta, 2012: 280-283; Aksoy, 1985: 36, 81; Deniz, 2012: 287) Avesta’da betimlenen güçlü, kusursuz Anahita (saf); suyu temsil eden dişi Yazad’dır. Bunlarla birlikte Dersim merkezden Ovacık’a giderken ve Pilvank/Pilvenk köyü yol ayırımına gelmeden önce kurulu olan Ana Fatma ziyareti olarak bilinen bu mekânın geçmişinde, bir Anahita tapınağının olabileceği kuşkuları bulunmaktadır. Lakin Munzur su (nehri)’yu da tam da burada geçmektedir. İtikat süreğindeki sulara adanan adaklar ve nehirlerin kutsanmasının ana kaynağı, Zerdüşti öğretiden günümüze doğru uzanmıştır. Lakin Avesta’daki Yasna 65, sadece akarsulara değil, aynı zamanda yaradılışın/doğumun nedeni olan damlanın ve onun Yazada’sı Anahita’ya adanmış bir bölümdür. (Avesta, 2012: 280-283) Anlaşılan o ki; İtikat süreğinin Batıni Réberleri tarafından; Anahit/Anahita tanrıçası, (Ocaxzadenin eşi Ana) Ana Fatma kılıfı altında gizlenmiştir. Bu noktadan hareketle bilinmelidir ki, bu tabu kültü, sadece Kürdistan’da ve Anadolu’da itikat süreğinde degil, aynı zamanda Hırıstiyan/Katolik Romasından, günümüze kadar ve hem de heiliğe (kutsanan melek) Fatima adıyla, Meryem Ana döngüselliğinde, Avrupalı Katolikler arasında da günümüze kadar yaşatılmıştır. Günümüzde, Portekiz’in Qurem bölgesinde Fatima adında bir şehir de bulunmaktadır. Burası katoliklerin bir nevi hac merkezidir. Avrupa’ya, Fatima kültünü getirenlerin, Tunus, Sicilya, Fas bölgelerini ele geçiren Fatimiler (909-1171) olabilecegi düşünülmektedir.

 

Batıni Aleviliğinde Çoban Evliyalar

Mitsel anlatılar içinde, Ocak Evliyalarının geçmişlerinde, birer Çoban olduklarına ilişkin temalar sıklıkla dile getirilir. Örneğin, Şıx Delili Berxécan, Şıx Çoban, Çoban Munzur, Dızgın Baba, Jariké Şivan ve daha niceleri. Bununla birlikte ortaçağdan (7.-1300. lü yıllar) beri, 18. yy. la kadar çoğu batılı müelliflere ait yazılı vesikalarda, Kürtlerin toprağa bağlı bir çoban halk olduğunu bellirten anlatımlarla karşılaşmaktayız. Mesela Zerdüşt‘ün bir at bakıcısı olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda asıl önemli olanı, Avesta’da izlemekteyiz. Adı, antik Kürt aşiretleri listesinde yer alan Pişdadiyan aşireti mensubu, İran hükümdarının Avesta’da ki kutsanan adı, Çoban Yima olarak’da anılan zaat-ı şahane; Çemşid’dir. Örneğin Avesta’da Çoban Çemşid’in adına yeminler, dualar yapılır. Onun, nurdan bir güneş parçası olduğu betimlenir. (Avesta, 2012:145, 200, 476, 479) Kral Çemşid’in, kök ismi olan Cem’in, Ayin-i

Cem adına kaynaklık ettigi sanılmaktadır. Fars şairi Firdevsi (940-1020) tarafından, 1010 yılında tamamlanmış Şahname’de de, Çemşid’e yer verilmiştir. Bir görüşe göre Cemşid yedi yüz, bir düşünceye göre de bin yıl yaşamıştır. Güneşin doğuşuyla birlikte oturduğu tahtında taç ve kaftanıyla parlayan Cem’e, bağlıları ışık şahı anlamına gelen, Cemşid adını vermişlerdir. Cemşid’in, ışık/nur/güneş’in bir parçası, güneşin oğlu olduğuna inanılır. (Korkmaz, 2011: 416, 417)

Batıni Aleviligin içiçe geçmiş felsefik ana ögelerinin bir dizisi şöyle sıralanır. Çemşid‘den Ayin-i Cem’e, Ayin-i Cem’den Delil-i Nur‘a, Delil’den Newroz’a, Newroz’dan ebedi kurtuluş meydanı olan arş-ı rahmandaki Şid Naci’ye ulaşılır. Orada kadın erkek sorulmadan Batın kozmogonisinde; dem-i tewt aleminde pervaz olup, aşk-ı semaha durulur. Ol sebeptendir ki; Abbasi halifeleri adına Selçuklu Türklerinden olan Artuk Bey, (öl. 1091) ve orduları tarafından, Bahreyn’e yaptıkları bir seferde büyük darbeler vurdukları Karmatilerin (M.Ö.890-11. yy.) en bellirgin inançsal özellikleri arasında; Newroz (21 Mart) ve Mihrican (16 Eylül) günlerinde,  tutmaları gereken birer gün oruçları vardı.

Yine Karmatiler, tüm ayaklanmalarını, Newroz gününde başlatmışlardır. Réya heqi itikatında, Mart ayı geldiginde Newroz’u karşılamak maksadıyla evlerde bireysel Cuma akşamları (Perşembe geceleri) özel hazırlanmış (yağlanmış, temiz beyyaz bez parçası) çıralar yakılır ve lokmalarla dualar dillendirilirdi. Mart ayının sonlarında kutsanan dağlar, ağaçlar, su kenarları, evliyaların mekânları ziyaret edilir ve sonrasında, toplu halde “Cıvat é Newroz, Cem-i Newroz, Cemat é Newrozi“ adları altında gerçekleştirilen Ayin-i merasimler bağlanır. Bu cem-i civat’ın maksadı, isminden de anlaşıldığı üzere Newroz (tarımda bahar uyanışı ve yeni bir yaşamla, kurtuluşa ermek) içindir. Ama ne varki, bu batıni gerçeklik, zahiri isimler altında mimlenmiştir. İmam Ali’nin doğum gününden ötürü gerçekleştirildigi varsayılmıştır. Oysa tarihsel gerçekligi içinde, İmam Ali’nin doğum tarihi miladi, Temmuz 598 olarak bilinmektedir. Aslında İmam Ali değil de, fakat Muhammed, Mart (12 Rebiüevvel 571) ayında dünyaya gelmiştir. İmam Ali ise, İslamiyete göre kutsal sayılan üç ayların başlangıcı olan Temmuz (Recep) ayında dünyaya gelmiştir. Yaratılan bu vesileyle günümüzde; 21 Mart Newroz günü Ali için “Sultan Newroz cemleri” yapılmaktadır. Bu verisel tamlamalar, aynı zamanda Ocaxzade kavramı altında saklanmış, felsefi yönü derin anlamlarla da ilişkilidir. Meseleye tekrar Evliya kavramı eşiğinde bakacak olursak, Riya Heq inancındaki Evliya kültünün izleri, taa Hurri (M.Ö. 3000 yıllarından itibaren) boylarına kadar uzanmaktadır. Bu konuda Tori, haklı olarak şunları belliritir: Onlarda da toplumsal düzeni, dini dizgelerle yöneten evliya düzeyindeki kralları bulunmaktaydı. Bunlar arasında Çemşid, Feridun, Keresapa ve Zerdüşt idi. (Tori, 1998: 17) der.

 

Réya Heqi İtikatının Kutsanan Ritüel Objesi Tarıx/darik

Réya Heq itikatı ile Bektaşi tarikatı arasındaki dinsel ritüeller bazında en bellirgin ayırımsal özelligi 80 cm ya da 1 metre uzunluğunda olan Tarıx/darık/ asa teşkil etmektedir. Bundandır ki, Bektaşi temsilcileri, 1900’ün ilk çeyreginde Dersim merkezli Réya Heqi/ocaxzadelerde, ocaklarda var olan bu kutsal objeyi, toplatıp yakmışlardır. Onlara göre asıl olan ağaç değil, el/pençe dir. Çünkü pence, el; Ehlibeyt’in, özellikle de Ali’nin elidir. Bu davranış biçiminin asıl temelinde, Kürt Réya Heqi itikatının Evliyaları tarafından, Zerdüşti gelenekten günümüze kadar taşınan bu sembole karşı olan bağlılığın yokedilmesi hedeflenmiştir. Maalesef bundan da başarı elde edilmiştir. Bize göre, Réya Heqi itikatı ocakları içinde uygulamaya konan bu zorlu dayatma, asimilasyonun ilk başlangıcı olarak algılanmalıdır.

Réya Heqi itikatına bağlı olan Kürt klanların etnografik idollerinin başında gelen, “tarıq/ tarıx/ darık” ın Arapçada “Tarik” kavramıyla; Yol. Meslek. Tanrıya ulaşmak için bir ulunun tuttuğu yol. Araç.” (Özön, 1989: 816) manaları bulunmaktadır. Hakkın yolunda kutsanan tarıxın tarihsel geçmişi, birazdan gösterecegimiz gibi Zerdüşt’e kadar gider. Bu konuda Mehmet Korkmaz şunları bellirtir: “Zerdüşt inancının ayinlerinin yapıldığı zaman kullanılan bir deyneğin adı. Özel olarak hazırlanan bu deynek, törenin idare edilmesinde işe yaramasından ötürü kutsal olarak kabul edilir…”(Korkmaz, 2011: 400)

Yine Avesta kitabında Baresma (düzgün çubuk, ağaç, odun) “dini törenlerde kullanılan nar ağacının ince dalları” (Avesta, 2012: 476) olarak tarif edilir. Dahası Avesta’nın muhtelif bölümlerinde kutsal olan Ateş, Su, Hava ve Toprakla beraber Baresma, diğer kutsallarla birlikte hep anılır. (Avesta, 2012: 45) Yine Avesta’da, kötülük ve kirliligin vücut bulmuş hali olan yalancılık iblisine (druj) kutsal değnekle vurulur. Avesta’nın Visperad 2. Bölümü, sırf Baresman’a ayrılmış toplamda 11 ayrı başlık altında ele alınmıştır. Bunların her birinde, “Bu Baresman eşliginde…” diye başlayan, ayinlerde yapılması gereken ritüeller ve birlikte dillendirilmesi gereken ilahi-dualardan sözedilmektedir. Örnegin “ (…) ve kutsallıkla yayılan senin Baresmanına şükranla yaklaşmak istiyorum. (…) törensel ibadetlere ve Mazdacı dininin daimi görevlilerine şükranla yaklaşmak istiyorum” (Avesta, 2012: 165) diyerek, baresma ve dini törende onu kullanan kutsanmaktadır.

Köksel isimler içinde Baresma/Barsom adı, Baston adına bir referanstır. Zerdüştlük’te kutsanan ve dinsel ayinlerde kullanılan bu değnek, Réya Heqi itikatında aynen kutsanarak otantik dönemde, Cıvat’larda kullanılmaktaydı. Özellikle görgü cem-i cıvatlarında, başta yolu yürüten genç kuşaklar ve insani kamil mertebesine gelmiş hakikat ehli olanlar kutsanan bu tarıx altında geçerlerdi. Haq’kın yolunda Pir’i, Piripiranı (Mürşid’i) eline aldığı tarıxla, (-yukarıda bellirttigimiz türden, tıpkı Zerdüştlükte olduğu gibi!) altında geçecek olan canın vücudunda gezdirerek onu eski günahlar (druj, derew, zuri)’ından arındırıp, hür-i pak olarak geleceğe devr-daim ederdi. Réya Heqi itikatının Evliyalarının elinde hiç düşmeyen asa, cıvat’ larda onun altında geçmeden Réber, Pir, Mürşit ve hatta talip, musahip bile olunamayacak kadar takdise şayandı. Bu yönüyle düşünüldügünde, İslami ve Türkmen/Bektaşi akidelerinde tarıx kutsiyetine rastlanılmaz.

 

Son Söz Yerine

Buraya kadar inceleyip, tetkik ettigimiz bu sınırlı çalışmamızda; Batıni Alevilik (Réya Heqi İtikatı), içinde özümsenerek günümüze değin yaşatılan teolojik öğretilerin kökeninde, antik çağlarda varolan Zerdüşti öğelerden sadece bazı verileri ele alıp kısaca değerlendirmeye çalıştık. Esas itibariyle alan araştırmaları sonucu elde edilecek doneler üzerinden hareket edildiğinde, özellikle son yüz yılda başlatılan ve 1990’larda hız verilen, inancın otantik değerlerinin planlı bir şekilde yok edilmesinin temel nedeni görülecektir. Bu planlı yok etmenin ana nedeni, hiç kuşkusuz etniktir! Bir topluluğun ana dili, o topluluğun inancına dair sürdürmeci tradisyonunu yaşatmasıya ilintilidir. Dil olmazsa, inanç başkalaşır ve zamanla yok olur. Ama ne var ki, antik kavimlerin konup göçtüğü bir coğrafyanın en kadim halkının, inançsal olarak beslendiği ana damarları, diğer tek tanrılı kitabi dinleri de etkileyen Zerdüşt ve onun Avestasındaki öğretilerle beslenmiştir. Bu olgusal gerçeklik, Batıni Aleviliğin bağlılarının ellerinde kolay kolay yokolmaz tek varlıklarıdır. Cumhurriyetin kuruluşuyla (1920) birlikte, bir bütün olarak Kürtlerin ana dilleri olan Kürtçe, bilinçli bir resmi “dil planlaması” na tabi tutulmuştur. Buradaki “dil planlaması” kavramı, Cumhurriyetin kurumsal yapılarıyla birlikte üzerinde çalışarak, bilimsel metodlarla Kürtçeyi “asimile” etmeden öte, “yok etme politikaları” anlaşılmalıdır. Sonuçta; bir toplumu, bir halkı düşünme, anlama, kavrama, konuşma ve dahası us gücünden yoksun bırakma faaliyetidir.

Bu gizli hesapla “resmi dil planlaması”, başka bir halkın doğuştan kaynaklı olan ana dil gelişimini, dilin özerk yapılarını ve işlevsel kullanımını tümden ortadan kaldırmaya yönelik geliştirilmiş sistemli, ırkçı yaklaşımlardır. Mantıki usul açısından konuyu ele alacak olursak, şunları ifade edebiliriz! Dilbilim açısında Kürtçenin fonoloji/ fonetik (sesbilgisi), morfoloji (şekilbilgisi), sentaks (sözdizimi) ve leksik (kelime hazinesi) değerlerinin kökten yokedilmesi ve böylece dilin başkalaşarak, mensupları tarafından kullanılmaz bir hale getirilmesi sağlanmıştır. Kürdistan’da; Kürtler arasında bu uygulamaların hayat bulduğu bölgelerin en başında, hiç kuşkusuz Dersim merkezi, dolayısıyla Batıni Aleviligi (Réya Heqi İtikatı) yaşayan ve yaşatan, Kürt klan (aşiretlar)’ları gelmektedir. Osmanlı ve Cumhuriyetin gizli acentasında, genel olarak Kürt coğrafyasında en çok üzerinde durulan bölgenin Dersim olduğu bilinmektedir. Dersim üzerine tutulan lahiya/raporlara ve bunların pratikte uygulanış biçimlerine bakıldığında, bunun ne denli dayanılmaz bir süreç olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır.

Batıni felsefeye ait temel taşlar, zaman içinde (-özellikle İslamiyetle birlikte) farklı örtüler altında gizlendirilmek, (takkiye/ kıdman/ setr) sırlandırılmak zorunda bırakılmıştır. Bu Batıni felsefe, daha çok zahiri tasarımıyla Ehlibeyt görünümü altında dizayn edilmiştir. Lakin o şartlarda, bu düşünsel felsefenin; Ehlibeyt örtüsü altında gizlendirilmesindan başka da hiç bir şansının olmadığı günümüzde edinilen tercübelerle de anlaşılmaktadır. Zira o dönemde (7. ve 9. yy. arası); inançsal, sosyal, kültürel ve ekonomik çalkalantıların yaşandığı bir coğrafyadan (-bir bütün olarak Kürdistan) söz etmekteyiz. Bilhassa mazlum halkların motor gücünü oluşturduğu ve Zerdüşti, Mani, Mazdeki, Karmati ekol Réberlerinin şartlara göre, sürekli yeniden dizayn ettikleri Batıni felsefenin, Ehlibeyt taraftarlığı dışında, kendilerini konumlandıracakları başka da bir cephenin olmadığı tarihsel realitelerden bilinmektedir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Aksoy, Bilal (1985) “Tarihsel Değişim Sürecinde Tunceli“ Cilt:1, Yorum yay. Ankara 
  • Avesta/ Zerdüşt, (2012) Avesta yaynları, İstanbul
  • Baha, S. Bey (1995) “İttihat-Terakki’nin Alevilik Bektaşilik Araştırması“ Haz. Nejat Birdoğan, Berfin yay. İst. Bilgin, Sıraç, (1995) Zarathutra (Zerdüşt), Berfin yayınları, 1. basım, İstanbul Birdoğan, Nejat, (1996) “Batınilik ve Hasan Sabah“ Bilim ve Ütopya dergisi, Sayı, 26, Sayfa:12-14)
  • Ceyhan, Arsen. (2005) “Küçük Asyada Hint Avrupa Gezintileri“ Belge yay. İst. Danık, Ertuğrul. (1996) “Dersim Alevî-Kürt ve Zaza Mitolojisi ve Pantheonu Üzerine” Dersim dergisi. Sayı: 4, sayfa: 35-37) Deniz, Dilşah,(2012) „Yol/ Ré: Dersim İnanç Sembolizmi-Antropolojik Bir Yaklaşım“ İletişim yay. İstanbul Erdoğan, Serdar, (2004) Yerli ve Yabancı Kaynaklara Göre Dersim ve Çevresindeki Arkeolojik Araştırmalar cild.1, Ankara, Kalan Gölpınarlı, Aabdulbaky, (1997) “Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler“ inkilap kitabevi, İst. Gümüşoğlu, Dursun, (2006) „Tâcü’l Arifîn es-Seyyid Ebu’l Vefâ Menakıbnamesi Yaşamı ve Tasavvufi Gö-rüşleri“, Can Yay. Ist. Özön, M. Nihat. (1989) “Osmanlıca Türkçe Sözlük” İn-kılap Kitabevi İst. Torì/ M. Kemal Işık (1998) “ Kürtlerin Din Kültürü Ta-rihi“ Berfin yay. İst. Türk Ansiklopedisi (1948) İnönü Ansiklopedisi, Cilt: 2,
  • M.E.B. Ankara Uras, Esat (1987) “Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mese-lesi” Belge yay. İst. Yalgın, Erdoğan, (2013) “Şıx Dilo Belincan (Aşirê Pilvankan u Ocaxê Şıx Delil Berxêcan“ Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri Haz. Erdal Gezik ve Mesut Özcan, Kalan yayınları, Ankara

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.