Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokrasinin Toplumsallaşması ya da Kavramsallaştırılması

Mahmut Yamalak

Demokrasinin yeniden kavramsallaştırılmasına ihtiyaç olduğunu düşünmek, mevcut halin daha ötesine geçme arayışına da işaret eder. Alışılagelen demokrasi anlayışlarıyla “demokratik ulus” un kavramsallaştırılması da mümkün değildir, çünkü demokrasinin sisteme ait versiyonlarının tümü de buna uygun bir kapasiteye uygun değildir.

Değinilmesi gereken ikinci nokta, yeni bir demokrasi tanımının bir kurgulama, öznel bir tanımlama olmadığıdır. İktidar-devlet güçlerinin gerilettiği ve zayıflattığı doğal toplum özünde demokratik ve komünaldir. Bu nedenle yeniden kavramlaştırmanın bir nedeni köklerine yabancılaştırılmış toplumun yeniden bu değerlerle buluşturulmasıyken, diğer bir nedeni de toplumun bugününe cevap verebilecek bir kapsama ulaşmasıdır.

Bu iki noktayı vurgulayarak konuya başlayabiliriz.

 

Tıkanan Devletçi Demokrasidir

Kapitalist modernite sisteminin bir ürünü değil; ona karşı verilen mücadelelerin bir sonucu olarak demokrasi bugün sisteme entegre bir hale getirilmek istenmektedir. Sistem karşısında hak ve özgürlükler mücadelesinin sonucunda kapsamı genişlemiş, ancak bu onun yetersiz kalmasını engelleyememiştir. Devlet-iktidar karşısında hak arayıcılarının ısrarlı çabaları sistemi bazı tavizler vermeye zorlamıştır. Dolayısıyla demokrasinin güncel hali devletli sistemin bir ürünü değil; onun mecbur bırakılmasıyla oluşmuş politik bir arenadır. Ancak bu da hak ve özgürlükler arayışının toplumsallaşmaması veya yetersiz kalması sonucunda dejenere olarak özünden uzaklaşmıştır.

Sistemin demokrasi anlayışının kökeninde empirizm, Kartezyen, felsefe, pozitivizm gibi aydınlanma dönemi akımlarınca oluşturulmuş “hak ve özgürlükler” bilinci yatmaktadır. Rönesans sonrası devlet ve toplum ilişkilerinin teorize edilmesiyle “yeni” demokrasi ilkelerinin de oluştuğu söylenebilir. Öz olarak bu eklektik ve pragmatik demokrasi anlayışı ideolojik olarak liberalizmden beslenir. Bilindiği gibi liberalizmin iki temel ayağı vardır: girişimcilik ve ticaret özgürlüğü adı altında ekonomi ayağı ve çoğulculuk adı altında siyaset ayağı. Bu iki ayağın birleşmesiyle liberalizmin demokrasi ilkeleri de somutlaşmıştır. Konumuz itibariyle liberal demokrasinin ilkelerine kısaca bakmakta yarar vardır.

1-Çoğulculuk: Buna göre toplumda değişik görüşler vardır ve bunlar yaşamalıdır. Hiçbir düşünce diğeri karşısında ayrıcalıklara sahip değildir. Liberal demokrasinin bu ilkesi de bazı esaslara dayalıdır.

Her düşünce özgürdür. Düşünceye sınır getirilemez. Örneğin yararlı-zararlı vb. diye ayrıştırılamaz gerçeğini kabul eden liberalizm, ardından sistemin kendini koruma tedbirleri alması gerektiğinden söz eder. “Kamu düzeni”, “devletin bekası” gibi gerekçelerle temel alanların tehdit edilmesi karşısında sistemin kendini savunması gerektiğini belirtir. Burada “sistemin tehdit edilmesi” bizzat sistemin aktörlerince sınırları belirlenen bir şey olduğundan, çoğulculuğun sınırları da buna göre oluşturulur.

Düşünce özgürce açıklanmalıdır, der liberalizm. Düşünce özgürlüğünün salt bir düşünme olayı olmadığını; başkalarına iletme hakkını içerdiğini de belirtir. Sistem karşısında somut ve açık bir kışkırtma olmadıkça düşünce özgürlüğü serbest olmalıdır diyerek, yine devletçi-iktidarcı güçlerin belirlediği sınırlara işaret eder.

Son olarak, düşünce özgürlüğü örgütlenmelidir diyerek, eylem, dernek ve parti gibi başlıca örgütlenme alanlarına işaret eder.

  • Katılım: Açıklanan ve örgütlenen düşünce söz olarak siyasal alana yansıyınca vücut bulur, somutlaşır. Bu nedenle “toplumun işlerine nasıl katılınmalıdır?” sorusu önemlidir. Kapitalist modernite “genel oy ilkesi” ile siyasete katılmanın esaslarını belirler. Seçimlerde oy verecek olan halk, en çok oy alan partinin parlamentoda iktidarı ele geçireceğini, diğer partilerin parlamento içinde veya dışında muhalefette kalacağını, böylece genel iradenin iktidara yansıyacağını öne sürer.

Genel oy ilkesi çeşitli dönemlerde değişen kısıtlara sahiptir. Yunan site devletlerinde yabancılar, kadınlar, köleler; 20. yüzyılın başlarına kadar Avrupa’da mal varlığı olmayanlar ve kadınlar; günümüzde seçim barajları genel oy ilkesini sınırlandıran gerçekliklerdir. Bir de her dönem geçerli kısıtlar vardır; vatandaş olmayanlar, psikolojik veya ahlaki olarak yetersiz olanlar, yaşı tutmayanlar gibi sonuçta bu ilke doğrultusunda parlamentoya girebilen güçler de, parlamentonun gerçek anlamda bir yönetim merkezi olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalır.

  • Çoğunluğun Yönetimi: Genel oy ilkesi gereğince en çok oy alan parti çoğunluğu oluşturacağından, parlamentoda temsil yetkisine de ulaşmış olur. Çoğunluk bu yolla iktidar olarak azınlığın karşısında önemli bir avantaj elde eder. Bu da ona parlamentonun etkisi ve yetkisi çerçevesinde yasa yapma ve uygulama imkânı verir. Azınlıkta kalan iktidarı denetleyebilir, uyarabilir ancak engelleyemez. Bu durumda azınlık ve çoğunluk gruplar haklar karşısında eşit olmalarına rağmen, yetkilerde güç sahibi olan çoğunluktur. Yukarıda sıraladığımız temel ilkeler kapitalist modernitenin demokrasi anlayışının sınırlarıdır. Bu ilkelerdeki yetersizlikler üzerine çok şey söylenebilir. Ancak gerçeklikte toplumsal katılımın bu yolla sağlanamadığını pratikte de deneyimliyoruz. Ulaşılan toplam sonuç her zaman demokrasi adına sıfır oluyor. Zenginlik, güç ve bilgi tekelleşmiştir; zor aygıtları devlet-iktidarın denetimindedir; ideolojik kurumlar devlet tekelindedir. Bunların dışında kalan alanlar sistem için önemsiz ve tehlike içermeyen alanlardır. Ağırlık merkezlerinin dışında kalmaktadırlar. Parlamento (yasama) değil, yürütme stratejik öneme sahiptir. Parlamentonun yürütmeyi denetle yetkisi-gücü kalmamıştır. İktidar artık belli güç odaklarının elinde tekelleşmiş olduğundan, yasama da son tahlilde bu güç odaklarının denetimine bağlı olmaktadır. Buna bir de seçenlerin (toplumun) depolitizasyonu eklenince, parlamentoya seçilen partilerin de göstermelik kurumlar olmanın ötesinde bir işlevinin olamayacağı daha iyi anlaşılacaktır.

Kapitalist modernitede devlet-toplum ilişkisi bir tahakküm ilişkisidir. Bu sınıf, cins veya etnik tahakküm olabilir; biçimi ve kapsamı değişebilir ama özü hep tahakküm ilişkisi olarak kalmaktadır. Bu tahakküm sistemi onun demokrasi anlayışını da etkiler. Sivil hak ve özgürlükler bu demokrasi anlayışında seçme ve seçilme hakkıyla sınırlandırılmış çelişik bir kurallar toplamıdır. Burada iki temel alan karşımıza çıkmaktadır. Birinci alan; mülkiyet-iktidar alanıdır. Güç ve iktidar tekeline kapsar. Sermayenin dolaşımı, mülkiyet tekeli, iktidarın güç biriktirmesi gibi devlete-iktidara ait olguları içerir. Bu alandaki hakların genişletilmesi demokrasi mücadelesi değildir. Örneğin “mülkiyet ihlali”, “devletin zor-şiddet tekelinin ihlali” gibi devletçi refleksler bu alan kapsamındadır. Bu alan demokrasi mücadelesinin dışında kalmıştır. İkinci alan; hak ve özgürlükler alanıdır. Oy hakkı, seçme-seçilme, örgütlenme hakkı, kadın-erkek eşitliği, askeri yaşam hakkı gibi toplumu ilgilendiren alandır. Hak ve özgürlüklerin genişletilmesi mücadelesi esas olarak bu alanla sınırlıdır.

Sorulması gereken soru şudur: Hak ve özgürlükler alanı genişletilerek birinci alan sınırlandırılabilir mi? Devlet tüm kurumları ve örgütlülüğüyle yönetim, ekonomi gibi temel alanları elinde tutuyorken, hak ve özgürlükler ne kadar genişletilebilir? Bu mümkün değilse, o halde demokrasinin birinci alana dönük de sözü olmalıdır. Sadece “devlet kötüdür” demek veya sadece kararsız alanlarda top koşturmak ne gerçek anlamda demokrasinin inşasını sağlayabilir, ne de sistemi sınırlandırabilir. Demokrasi esas olarak birinci alanı yani devlet-iktidar alanını sınırlandırmasıyla yaşama şansını bulabilir.

Klasik sol anlayış şizofrenik bir tutarsızlık yaşadığından somut bir kuramsal yapı oluşturamamıştır. Reel sosyalizmin demokrasi konusundaki tutarsızlığı kimi zaman toptan reddiyeye kadar gitmesine neden olmuştur. Bu anlayışta çifte içeriğe dikkat çekilebilir. Ezilenlerin taleplerindeki demokrasi içeriği, yönetici-yürütücü gücün iktidar perspektifiyle çelişir. Hak ve özgürlük anlayı- 72 DEMOKRATİK MODERNİTE şı iktidarı ele geçirme mücadelesine dönüşür. Bu çifte refleks teorilere de yansımıştır. Sonuçta kapitalist modernite sistemi belli alanlarda esnerken, devlet de demokrasinin ilkeleriyle tanışır ve kendini buna uyarlamayı öğrenir.

Kuramsal olarak demokrasiyi kabul eden reel sosyalist kesimler için ise demokrasinin anlamı “halk iktidar”dır. Bu tanımın kendisi iktidarın egemenden ezilene geçişini isterken kategorik olarak iktidarı benimser ve el değiştirmesini hedefler. Bu durumda iktidar baki kalacaktır; yeni aktörler eskilerini ezmeye başlayacaklardır -ki, bu da hak ve özgürlük talepleriyle mücadele edecek yeni mağdur kesimlerin oluşması demektir. Devlet ve iktidar ise varlığını ve gücünü koruyacaktır.

Sistemin sol yorumu kimi eşitlikleri şart koşar: Herkesin yasalar karşısında, toplumsal işlere katılımda, siyasal iktidara katılımda eşit olunası gibi. Buna benzer şekilde liberal demokrasi de belli şartlar öne sürer: kuvvetler ayrılığı, iktidar karşısında fırsat eşitliği, karar süreçlerine katılım imkanı… Sonuç da her iki taraf da, devlet-iktidarın alanına dokunmadan sistemin aşırılıklarını törpüleme, onu hakim olduğu alanlara da esnetme ve kabul edilebilir sınırlara çekme noktasında buluşurlar. Kuşkusuz bu yolda elde edilen kazanımlar da önemli birer mevzi olarak değerlendirilecek şeylerdir. Ancak bunun biçimsel ve yüzeysel bir demokrasi mücadelesi olduğu da unutulmamalıdır. Nitekim bu mücadele içinde belli bir bilinç edinmekle birlikte, doğru öncülük oluşmazsa perspektif sığlığı da yaşayabilmektedirler.

Burada demokrasi araçsallaştırılmıştır, esas olan iktidarın ele geçirilmesidir. Hak ve özgürlüklerde ancak bu kapsamda önem kazanırlar. Bu da onları salt birer politik söylem derekesine indirger. Sağ ve sol yorumlar devlet ve iktidar alanıyla ilgilendiklerinden, demokratik mücadele sadece bir kenar süsü olarak kalır. Demokratik kazanımlar bireyselleştirilerek toplumsal bağlamından koparılır.

 

Radikal Demokrasi

Demokratik uygarlık paradigmasında demokrasinin yeniden kavramsallaştırılmasına ihtiyaç olduğu ifade edilirken, yukarında ifade edilen tıkanmadan yola çıkılmaktadır. Demokrasinin tanımındaki bu daralma aşılmak durumundadır. Ancak esas olarak toplumun özünde komünal ve demokratik olması ve mevcut yaklaşımların bu gerçeğe uygun olmamasından kaynaklanmaktadır.

Kürt halk önderi Abdullah Öcalan, demokrasi kavramını açımlarken iki önemli noktaya dikkat çeker. ‘’demokrasi geniş anlamda devlet ve iktidarı tanımamış toplulukların kendilerini yönetmeleri olarak tanımlanabilir. Klan, kabile ve aşiret kendilerini yönetmeleri bu kategoriye dâhildir. İktidar ve devlet olgularının yoğunca yaşadığı toplumlarda iktidar ve devlet yönetimi dışında kalan özyönetimleri dar anlamda demokrasi kapsamında değerlendirmek mümkündür.”

Demokrasi bu iki parametreye dayanır. Birinci nokta, demokrasinin devlet ve iktidarı tanımamış toplulukların özyönetimi olduğu gerçeğidir. İnsanın varoluş biçimi de demokrasidir. Özcesi, toplum eşittir komünal demokrasidir. İkinci önemli nokta iktidar ve devlet üzerindedir. Demokrasi iktidar ve devletle bir arada olamaz; her iki olgu yapısal olarak birbirilerine karşıttırlar. Bu nedenle devletin esnetilmesi demokrasi demokrasinin nihai hedefi olamaz. Devletli toplumda ‘’ devlet + demokrasi’’ formülasyonunun gerçekleşme şansı olabilir. Sistem içinde demokratik çözüm anlayışı, sistemden demokratikleşmesini beklemektir –ki sonuçta her ikisinin de yozlaşmasına yol açar. Bu da demokrasi devletin birbirine yakınlaşmasıdır. Sorunun kaynağı kendini demokrasiyle maskelemek isteyen devlet ile devlet olmak isteyen demokrasinin dejenerasyonudur. Bugün temsili demokrasinin ulaştığı düzey devletin anayasayla sınırlandırılmasının ötesinde değildir. Anayasayı değiştirme gücünü elinde bulunduran kesime toplumu baskılama imkânı tanıya bu çözüm sorunun devam etmesinin de en önemli nedenidir.

Demokratik modernite devletle özdeşleşmeden, “halk iktidarı” adına devletleşmeden, sınıf adına devletleşmeden demokratik özyönetimlerle çözümü oluşturmaya yoğunlaşır. Bunun özlü ifadesi radikal demokrasidir. Parlamenter sisteme dayalı temsili demokrasiden ve STÖ’lerle sınırlı 73 katılımcı ve çoğulcu demokrasiden farklı olarak radikal demokrasi doğrudan demokrasiye dayanır. Hak ve özgürlükler mücadelesi yanında iki temel olguyu daha önceler: Örgütlenme ve özyönetim. Dolayısıyla temel sınıfları da kapsamlılaşır: 1) Farklı kimlik ve kültürlerin varlığının ve özyönetim haklarının kabulü; 2) Doğa üzerindeki egemenliğin reddedilerek, doğayla uyumlu, ilkesel olarak benimseyen ekolojik bilincin kabulü; 3) Kadın özgürlüğünün ve toplumsal yaşama katılımının öncelenmesi… Radikal demokrasi toplumun demokratik kurumlaşması ve yaşam biçimidir. Toplumun tabandan örgütlenerek demokratik irade ve güç olması demek olan bu demokrasi anlayışı yerel ve genel ölçeklerde toplumun örgütlenmesini hedefler. Yukarıda bunun özlü ifadesinin örgütlenme ve özyönetim olduğuna işaret etmiştik.

Bu noktada demokrasinin yeniden kavramsallaştırılması noktasında bazı temel parametrelere değinebiliriz.

  • Kapitalist modernitenin sağ ve sol versiyonlarının ürünü olan temsili veya çoğulcu demokrasi kapsamında sistemi yumuşatma ve kabul edilebilir düzey kazandırma. Sınırlara çekme tarzındaki dar yaklaşımlar çözüm üretemez durumdadırlar. Artık amaç sistem içinde nefes alınabilir alanlar yaratmak değil, toplumun devlet dışında var olabileceği ve kendi özyönetimine sahip olabileceği olanaklar oluşturmadır. Bu da devlet-iktidar denetimindeki tüm kurumların özgürlükçü-toplumcu kurumlarla yer değiştirdiği bir demokrasi anlayışıdır.
  • Demokrasinin kaynağı doğal komünal toplum ve özgürlükçü mücadelelerdir. Bu yanıyla yeni değildir. Ancak insanlığın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel alanlarda geldiği aşama; iktidar-devlet güçleriyle yaşanılan beş bin yıllık süreçte edinilen tecrübe ve özyönetim yoksunluğunun yarattığı yıkıcı sonuçların deneyimlenmesi sonucunda yeni bir içerik ve biçim kazanma ihtiyacı onu yeniden yorumlamayı gerektirir. 3- Temel özelliği devlet karşıtlığıdır. Devlet dışında kalan toplumun özyönetime sahip olması esasına dayanır. Bunun karşısındaki en önemli direnç noktaları da sistemin sağ ve sol versiyonlarının demokrasiye olan yaklaşımlarıdır. Demokrasiyi oy kullanma, parlamentoda ya da STÖ’lerde görev almayla sınırlandıran anlayışla; “devleti ele geçirme” aracı olarak gören anlayış birleşerek, demokrasiyi önemsiz, değersiz, salt sistemin bir parametresiyle var olabilen bir oyalanma alanı olarak kabul eder. Devlet karşısında demokrasinin gücünü görmeyen bu yaklaşımlar demokrasiye de darbe vurmaktadırlar. 4- Siyaseti devlet denetiminden kurtarıp gerçek özüne, topluma geri döndürmenin yolu demokrasiden geçer. Devlet hükmetme kanalları yaratır. Toplum işlerini gasp edip devlet adına hareket eden aktörlere bırakır. Demokrasi ise bu görevi yeniden topluma aktarmanın zeminini oluşturur. Demokrasi siyaseti gasp etmenin bir aracı değil; toplumu özyönetime yönlendirme ve bunun devamlılığını sağlayacak örgütsel, kurumsal mekanizmaları oluşturma yöntemidir.

Özyönetim ve Örgütlenme

Demokrasinin kavramsallaştırılması bu parametreler üzerinden yapılınca demokratik ulus perspektifine de ulaşabilir. Hak ve özgürlükler, bireyin inancını, kültürünü ifade etme ve savunma bedelini denetleme ve yaşam hakkını savunmayla sınırlı değildir: Bununla birlikte kültürel-kimliksel aidiyeti koruma ve geliştirme ve özyönetimine sahip olmadır da. Bu demokrasi anlayışı iktidarı içermez; iktidar karşısında toplumun yönetim gücü olmasını hedefler. Bu nedenle “halkın iktidarı”nı değil, “toplumun özyönetimini amaç edinir. Özyönetim toplumsallıkla ilgilidir. Bu nedenle demokrasi bir toplumsal özyönetim olgusudur.

Demokrasinin özlü ifadesi olarak toplumsal özyönetim kültür, kimlik ve aidiyetler bakımından çoğulcudur. Toplum birden fazla kültürel, etnik, dinsel ve siyasal grubun toplamından oluşur. Her grup özyönetimle kendini temsil etme hakkına kavuşur. Bu, tabandan beslenen bir çoğulculuk anlayışıdır. Sistem açısından çoğulculuğu oluşturan her grup potansiyel bir iktidar merkezi ve ortağıdır. Bu nedenle sistem daha çok katılımı sınırlandırma üzerine yoğunlaşır. Bu şekilde katılımı bireyselleştirerek ve grupları birbirine rakip hale getirerek dayanışmayı engeller. Oysa esasen demokrasi toplumsal grupların dayanışarak ortak bir irade oluşturması ve buna uygun olarak politik işlerin yürütülmesi prensibine dayanır.

Katılımın somut biçimi örgütlenme ve kurumlaşmadır. Sistemdeki parti, dernek gibi kurumlar göstermeliktir. Esas güç odakları olan ordu, okul, aile, iş yeri gibi sistemin temel kurumlarının hiçbiri demokrasi ile işletilmez. Buralar gerçek iktidar merkezleridir. Temsili demokrasi kurumlarıysa işlevsizdir. Sistemin gözde kurumlarıyla tahakküm alanlarıdır. Demokrasi ve kurumlaşmanın çelişik özellikler barındırdığını da belirtmek gerekir. Bu, kurumun yapısından kaynaklanmaktadır. Kurum durağanlığı demokrasi genişle ve derinleşmeyi içerir. Kurumların demokratik yapıya kavuşması başarılmazsa iktidarı üretip demokrasiyi yutabilir. Bu da ancak kazanımların içyapısının özyönetim prensibine uygun düzenlenmesiyle engellenebilir. Toplumsal amaçlarla oluşturulmuş bir kurum demokrasi için bir tehdit haline dönüşmeden veya demokrasinin ilkeleriyle çelişir duruma düşmeden varlığını sürdürmesi için bu temel ilkeyi gözetmek durumundadır.

Kurum, örgütsel, toplumsal bütünlüğe katlım alanlarıdır. Toplumsal kurumlarda söz, karar ve uygulama süreçlerine katılım demokrasinin de yanışması mümkün hale gelmektedir. Bunun için toplumsal yapıyı ilgilendiren temel kavram ve alanlara dönük yeni bir bakış açısı edinilerek başlama ihtiyacı vardır.

Hak ve özgürlükler devleti ele geçirmekle, iktidar olmakla sağlanamaz. Öyle olunca yeni hak ve gaspları ve haksızlık alanları oluşur. Bu da hakları yalnızca kendine isteme, öteki sınıf, halkı veya inancı-kültürü ötekinin karşısında engel olarak görme anlayışını doğurur. Hak ve özgürlükleri elde etmenin yolu iktidarı hedeflemek değil, toplumsal örgütlülüğü ve özyönetimi geliştirme ve derinleştirmedir. Bu da yeni bir siyaset anlayışını gerektirir.

Demokrasinin yeniden kavramsallaştırılması sistemden köklü kopuşu gerektirir. Bu, sistemin sağ ve sol versiyonu olmayı reddetme demektir. Sistemden ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel bağları koparmanın özlü ifadesi ancak gerçek bir demokrasi yoluyla başarılabilir. Demokrasinin özü devlet dışında, devletten beslenmeden, kendi öz değerleri üzerinde yaşamı yeniden inşa etmektedir.

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.