Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürdistan’da Parçalanan Toplumsal Bedenin Yeniden Yapılandırılması

Ali Haydar Munzur

Ortadoğu’da bir 3. Dünya savaşı sürmektedir. Bölge bundan yaklaşık 100 yıl önce 1. Dünya savaşı sonrası yapılandırılmıştır. O yapılandırma, esas olarak dönemin küresel çapta hegemonik güçleri olan Britanya ve Fransız emperyalistlerinin dünya savaşının galipleri olarak kendi ulus-devlet paradigmasını esas alan zihniyetle kuruldu. Bir İngiliz icadı olan “böl, parçala ve çatıştırarak idare et” yöntemi Ortadoğu’da da esas alındı. Araplar için 23 devlet kuruldu. Onların başına krallar ve prenslikler atandı. Kardeş ve düşman yapılar böylece kurulmuş oluyordu. Arap ile Arap çatışıyor, ortalığı sakinleştirme, teskin etme ve uzlaştırma işi de İngiliz ya da Fransızlara düşüyordu. Bundan daha kolay idare etme olabilir mi? Olamaz. Hem meseleleri çözen güçler oluyor, hem de Arap coğrafyasındaki yer altı yer üstü zenginliklerini talan ederek kendi metropollerine taşıyorlardı. Bir de bu yetmezmiş gibi Siyonizm ve İsrail devleti bir hançer gibi Ortadoğu’nun bağrına saplandı. Bir diğer önemli husus ise, günümüzde nüfusu en az 50 milyonu bulan Kürtler vardı. Kürtlere tanınan statü ise tam bir “statüsüzlük” halidir. Kürtleri temsil eden ne bir kurum, ne bir toplumsal form, ne de bir küçük simge bırakıldı. Bayrak ya da flama gibi… Yani Kürt bedenleşmesini temsil eden bayrak ya da flamalar, hatta Kürt kültürüyle sembolleşen renkler dahi yok sayıldı. Durum sadece bununla sınırlı değildi tabii. 1639’da Osmanlı ve Safeviler arasında imzalanan Kasr-ı Şirin antlaşmasıyla Kürtlerin ülkesi ikiye parçalandı. Çeşitli antlaşmalar daha önce yapılmış olsa da resmi olarak küresel bir karara dönüşen ve günümüzde hala varlığı ısrarla sürdürülen 1923 Lozan antlaşmasıyla Osmanlı egemenliği altındaki Kürdistan parçası üçe bölünerek dört parça Kürdistan statüsüzlüğü küresel bir karar olarak kayda geçirilecektir. Dört farklı egemen ulus-devlet yapılanması, Kürdistan üzerine ceberut bir yapıyı inşa etmeye başlayacaktır. Ve bu inşa süreci küresel bir karar olarak sürdürülecektir. Ancak Araplar 23 devlet olarak parçalansalar da parçalı bünyeleri “var” olacaktır. Kürtlerin durumu ise yok hükmündedir. Hem ülkeleri parçalanıyor, hem de egemenliği altına alan ulus-devletlerin ulusal yayılma alanı haline getirilecektir Kürdistan.

Günümüzde 3. Dünya savaşı olarak süren yoğun katliam, göçertme ve tam bir toplumsal dağıtılmaya uğratılan bölgemiz, özünde yüz yıllık statünün aşılmasının kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır. 2010 yılları başında başlayan “Arap baharı” günümüzde Suriye, Irak ekseninde yoğunlaşarak kahredici çözümsüz bir savaşa dönüşmüştür. Yan semptomları Yemen, Bahreyn yine diğer Ortadoğu ülkelerinde sürmektedir. Emperyalizm ve yerli işbirlikçi yönetimleri, artık sürdürülemeyen 20. Yüzyıl yapılanmasını restore etme çabasındadır. Ancak toplumsal sorunlar derin bir krizi yaşadıklarından restorasyon temelli çözüm girişimleri karşılık bulamamakta ve savaş çeşitli uç noktalara kadar kayarak, çözümsüzlüğü daha da derinleştiren bir seyir izlemektedir. Bölgesel topyekün bir savaş olasılığı gündemdeki varlığını sürdüre gelse de, egemenler onu kontrol altında tutarak, giderek kendilerini yeniden sorun çözen pozisyonda halklarımıza dayatmaya çalışmaktadırlar. Suriye’de ve Irak’ta süren savaş aslında bu türden bir savaştır. IŞİD denen cellatlar topluluğu bizzat emperyalistler tarafından yüz yıldır yaratılan toplumsal çürümenin üzerinde ikame edilen bir durum olurken, sanki halkların başına musallat edilen IŞİD, El-Nusra gibi güruhlar, onların “eserleri” değilmişçesine sorunu çözmeye çalıştıklarını öne sürüyorlar. Böylece IŞİD Karşıtı Koalisyon gibi uluslararası yapılarla bir imaj temizleme aracı olarak değerlendirilmek isteniyor. IŞİD ve türevleri özünde küresel egemen ve ulus-devletçi güçlerin bölgemizde kirliliklerini temizleyen küresel bir çamaşır makinesi gibidir. Her kirli güç, kirli giysilerini bu makinaya atarak yıkayıp temizleme gayesindedir. Böylece uygarlığın atık yığını IŞİD temizlenerek uygarlık güçleri paklanacaktır. Bununla bölge halklarının bir restorasyona rıza göstermeleri beklenmektedir. Ancak sahadaki gidişatın onların beklediği sonuçları üretmesi hayli güçtür. Zira yüz yıl önce parçalanan Kürdistan coğrafyası ve toplumu, parçalanan, inkâr edilen ve yok sayılan Kürdistan hakikati, zamanımızın taze bir gücü olarak örgütlenerek Ortadoğu sahnesinde yer almıştır. Özellikle Rojava bağlamında Kobanê odaklı sürdürülen savaşla bölge ve dünya halklarının takdirini kazandı. Yine umutlandıran tarihsel, toplumsal hakikati esas alan paradigmasıyla insanlığın önünü aydınlatarak yapılanmanın, yeni bir bünye kazanmanın ve bedenleşmenin yolunu göstermektedir. Özünde savaş Kürdistan eksenli sürmekte, bu durum aynı zamanda tarihi diyalektiğin de kendi mecrasına yol alması, tarih ve toplum hakikatine ulaşmayı amaç edinmesidir. Tarih ve toplum hakikatine aykırı ona ters her türlü sapma, toplumsal hakikate savaş açmaktır. İnsanlığın tarihsel gelişimi, başlangıcı yani ilk toplumsallaşmanın mayalandığı ve giderek kimlik kazandığı hakikatini açığa çıkardığı Toros-Zagros eteklerinde demokratik uygarlaşmasını gerçekleştirdiği ve böylece uygarlık nehrinin merkezi kolunu oluşturduğu ve oradan dünya insanlığına doğru akışını gerçekleştirmiştir. İnsanlık bu temelde oluşmaya başladı, varlıklaştı. Ancak 5 bin yıl önce yine coğrafyamızda bir sapma olarak ortaya çıkan devletçi uygarlık, insanlık yönelimini ana doğrultusundan saptırarak tarihsel yönü yani insanlığın insanlaşmasının yönünü değiştirmek için onunla savaştı. 5 bin yıldır küremizde süren tüm savaşların ana nedeni bu olmaktadır. Devletçi uygarlık demokratik uygarlığı yok etme ve onun yerine tüm insanlığa kendi sistemini dayatma temelinde bir savaş yürüte geldi. Ancak demokratik uygarlık güçleriyse ona karşı direnerek günümüze ulaştı ve günümüzde kendisini Kürt Özgürlük hareketinde dile getirmektedir. Dolayısıyla Ortadoğu’nun yeniden yapılanması, özünde insanlığın kendi hakikatine uygun inşası anlamına gelmektedir. Emperyalist güçler ise bu hakikatin önünü kesme, onu tasfiye etme ve kendi devletçi zihniyetini tüm toplumlara yeniden zerk etmeyi hedeflemektedir.

Akla şu soru geliyor: Yüz yıl önce inkâr edilen Kürt toplumunun yüz yıl sonra bu tarz bir çıkışı gerçekleştirmesi neye bağlıdır? Kürt Özgürlük Hareketi hangi temel dinamiklere dayanmaktadır? O temel dinamikle toplumsal hakikatin uyumluluğu nedir vb. türü pek çok soru geliştirilebilir. Verilecek tek cevap: Özgürlük Hareketi ana akım demokratik uygarlığın tüm tarihsel birikimini esas alan ve onu iktidar ve devletten arındırarak gerçek bir toplumsal özneleşmeyi yaratarak tarihsel doğrultuyu ortaya koymasıdır. Toplum hakikatini esas aldığında tarihin bu birikimdeki gücü onu yenilmez kılmaktadır. Mesele büyük ekonomik ve savaş tekniğine sahip olması değildir. Ona emperyalistler ve yerli işbirlikçi devletler fazlasıyla sahiptirler. Ancak gelinen aşamada yapabilecekleri çok fazla bir şey kalmamıştır onlara rağmen. Çünkü paradigmalarında halklar nesnedir. Ancak tarihin hükmü halkların,toplumların nesne değil hakiki özneler olduklarını ortaya koymakta, asıl gücün, yaratıcılığın burada yattığını göstermektedir. Kendisi olma hali halkların tüm öz güçlerini açığa çıkarmaktadır. Bunu yenebilecek hiçbir ekonomik ve teknolojik yoğunluğun olmadığını tarih söylemektedir. İşte Özgürlük Hareketi gücünü buradan almakta, halkların umudu olmakta ve geleceği aydınlanmaktadır.

PKK, çıkışını Kürt halkı içinde gerçekleştirmiştir. Kürt halkı 70’li yıllarda yok olmayla karşı karşıya gelmiş, adeta bir kadavraya dönüştürülmüş, ölümün sancılarını yaşamaktadır. Hani derler ya, kartal uçurumun kenarında kanatlanır. Benzeri durum Kürt halkı için de geçerlidir. Ölümün uçurumundadır ve oradan kanatlanmaya başlamıştır. Bu kanatlanmanın bedeni PKK biçiminde ortaya çıkacaktır. Ve daha sonraları genel bir toplumsal harekete dönüşecek ve Kürt Özgürlük Hareketi biçiminde kimliklenecektir. Yine diğer bir önemli husus, Kürt toplumu yok olmanın eşiğine gelmiş olsa da, kendi bünyesinde demokratik uygarlık değerlerini büyük oranda yaşamaktadır. O değerlerin saf ve paylaşımcı hali Özgürlük Hareketinde anlam bulacak ve toplumun kendisi olma, tarihiyle bağ kurma ve tarihin derinliklerinde birikip gelişen toplumsal hakikatin yeni zaman koşullarında anlama kavuşmasıdır. Güç buradan açığa çıkmış, önceleri Kürt toplumu demokratik ulus biçiminde açığa çıkarken gelinen aşamada toplumsal bünyenin kendi yapısallığını oluşturma, zamanını yaşarken diğer bir yönüyle de halklarla buluşma süreci yaşanmaktadır. Yani Kürdistan’da doğup büyüme, iradeyi açığa çıkarma ve oradan Ortadoğu halklarını birleştirmeye yönelme, bu temelde bölgenin nasıl yapılanacağını ortaya koyan “3. Yol” diye tanımlanan dönemin içine girilmiştir. 1970 doğuş zamanındaki öncesine Kürdistan tarih ve toplumunda yaşanmışlıklar ve toplumun yok olmaya gelip dayanması hallerini ve özelliklerini bilmek gerekiyor. Bilindiği gibi Osmanlı imparatorluğu 19.yy’da Avrupa’daki topraklarını kaybetmektedir. En son Balkan Savaşlarıyla Avrupa’daki tüm iddialarını yitirmiş bulunmakta

dır. Bunun nedeni Avrupa’da gelişen kapitalizm ve onun ulus-devlet paradigmasının, yer kürenin en başat gücüne ulaşma durumudur. Buna karşın Osmanlı yenilgi üzerine yenilgiler almakta, kendisini yaşatmanın çarelerini aramakta ve çözümü iki başlık altında bulmaya çalışmaktadır. Birincisi, Batı’nın etkisine girerek bir yönüyle yarı sömürgecilik konumuna gelirken, kendi devlet yapısını başta ordu olmak üzere modernize etme ve birliğini-“bekasını” güvence altına almaya çalışmaktadır. Diğer yönüyle İngiliz, Fransız, Alman, Çarlık Rusya’sı emperyalistleri arasındaki çelişki ve çatışmalardan yararlanarak yaşamaya çalışmaktadır. Diğer önemli bir husus da Avrupa’daki “toprak” kaybının ürettiği sonuçlar, onu devlet yapılanması olarak merkezileşmeye, yereldeki tüm özerklik yapıları dağıtıp İstanbul’da merkezileştirme yönelimine götürürken, böylece Avrupa’da kaybettiği maddi talanlar ve asker devşirme kaynakları kuruduğunda doğuya yönelecektir. Bu dönemde Kürdistan boydan boya yeniden işgal edilir. Kürt özerkçi yapıları şiddet temelinde yok edilmeye çalışılır. Buna karşı özerk yapılar, direnişe geçecektir. Bu yüz yıla yakın süren bir durumdur ve Kürdistan’da savaş hali hakimdir. Kesin sayısı bilinmemekle birlikte, on binlerce Kürt yok edilmiş, sürgüne gönderilmiş ve özerk yapılar büyük oranda tasfiye edilmiştir. Kürtlerdeki direnç noktaları esas anlamda parçalanmıştır. Daha sonra 20. Yy ’da Türk ulus-devleti parçalanmış Kürt toplumu üzerinde “kendi inşasını” başlatacaktır.

 

Kürtsüz Türk Ulus-Devlet Oluşumu

1. Dünya Savaşına Kürtler hazırlıksız ve iradesiz gireceklerdir. Parçalı bir tablo hakimdir. Daha çok da onun bunun askeri olma rolündedirler. Kendi askerleri değildirler. Çünkü iradesiz kılınmışlardır. Başta emperyal güçler olmak üzere yerli işbirlikçileri adeta kılıcını kuşanmış durumdadır. Kimi Kürt aydınlarının arayışları ve çabaları olsa da onlar da Kürdistan’dan kopuk ve ağırlıklı olarak İstanbul’da üstlenmiş, yayıncılık ve dernekçilik yapmaktadırlar. Emperyalistlere çizdikleri Kürdistan haritaları sunarak bir Kürdistan ulus-devleti kurma hayalini yaşamaktadırlar. Ancak reel durum hiçte onların hayal ettiği gibi değildir. Sahada olmayı gerektiriyor, mücadeleci bir pratiğin geliştirilmesi halinde başarmak için özünde konjonktür oldukça müsaittir. Fakat o konjonktürü değerlendirebilecek, mücadele edebilecek ve bir bünyeyi kuracak öncülük söz konusu değildir Kürt halkında. Dolayısıyla savaş bittiği zaman Ortadoğu savaşın galipleri tarafından ve onların çıkarlarına göre yapılandırılırken Kürt’ün kendi iradesiyle temsili söz konusu olmayacaktır. Türk milli mücadelesi bu koşullarda Atatürk ve arkadaşları tarafından verilecektir. Bu mücadele verilirken dağılmış bir Osmanlı vardır. Ordusu da dağıtılmıştır. Anadolu’daysa çete türü örgütlenmeler vardır. Mustafa Kemal öncülüğü bu dağınık yapılanmaları birleştirmeye çalışırken asıl dayanacağı zemin ise Kürdistan olmuştur. Kürt-Türk ittifakından söz edilmekte ve kurulacak devletin asli unsurları Kürtler ve Türkler olacağı vaat edilmektedir. Bu temelde Erzurum kongresi, Sivas kongresi gibi çeşitli toplantılar gerçekleştirilecek ve o toplantılarda Kürdistan temsili de vardır ancak o temsil ortak bir düşünce ve stratejiye dayanan Kürt toplumunu temsil etmekten uzak, daha çok da Kürdistan’da öne çıkan ve etki gücü olabilen bireylerin katılımı şeklinde gerçekleşecektir. Yani o Kürt temsiliyeti adına yer alan bireylerin aralarında bir birlikten söz etmek oldukça güçtür. Dolayısıyla ortak irade oluşturulamadığından daha sonra “yaşanacakların” da ön habercisi gibidir.

Yine BMM’de Kürdistan, Lazistan temsilcileri de bulunmaktadır. Ancak 1923 Lozan antlaşmasını imzalamasından sonra durum tersine dönecek, Büyük Millet Meclisinin adı Türkiye Büyük Millet Meclisi, yeni devletin adı da artık Türkiye Cumhuriyeti, olacaktır. Böylece Türklük esaslı ulus-devlet süreci başlamış oluyor.

1921’de kabul edilen ve toplumsal farklılıkları da içeren anayasası yerine 1924’te kabul edilen yeni anayasayla Türklük esaslı yeni dönem başlatılmış oluyor. Artık her türlü kurumsallaşma Türk kavramı odaklı gerçekleştirilecektir. Bu yeni anlayış, Türklük dışında hiçbir etnik kimliği kabul etmeyen, yok sayan ve hemen hepsini Türk olduğunu iddia eden, tarihlerini Orta Asya Türk boylarından geldiklerini ispata çalışan yeni bir tarih tezi yukarıdan tüm topluma dayatılacaktır. Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi özünde uydurulmuş çeşitli efsane ve hurafelere dayandırılarak, oluşturulan bu yeni Türklüğü herkesin tek doğru kabul etmesi istendi. Yine buna bağlı olarak Türk dilinin bütün ‘milletin’ tarihsel dili olduğu iddia edilecek, diğer dillerin Kürtçe vb. Türkçenin bozulmuş halleri, ondan sapma oldukları iddia edilecektir. Herkesin kendi dili olan Türkçeye “dönüş” yapması istenecek, buna ilişkin Türk Dil Kurumu(TDK) biçiminde kurumlaşma gerçekleştirilecektir. Anaokullarından başlayarak üniversiteye kadar tüm eğitim kurumları Türkçe tedrisata tabi tutulacaktır. Dil alanındaki bu yaklaşım, sadece Kürtleri, Lazları diğer halkların dillerini kırıma uğratmayacak, hakiki Türkçeyi de gerçekte kırıma uğratacaktır. Bütün bunlarla homojenleştirilmiş bir “Türk kütlesi” inşa etmek hedeflenmiştir. Bu proje batıdan ısmarlanmış modernist ulus-devlet projesinin Türk versiyonudur. Daha katı, tavizsiz, en küçük farklılığa dahi tahammül etmeyen bir anlayışın inşası olmaktadır. O nedenle de kütle kavramı kullanılmakta. Kütle iç içe kaynaşmış, homojen, tekliği ifade eden kaya gibi bir şey oluyor. Bu zihniyet ile sadece toplumsal farklılıkların yadsınması değil, kişinin özüne ve özerkliğine de yapılan bir saldırı söz konusudur. İnsan doğası tek tek bireylerde bile yığınla çeşitlilik ve farklılaşmayı süreklileştiren bir halidir. Onların yadsınması özünde insanı yok oluşa doğru götürmektir. Gerek tarih tezi, gerekse dildeki tekleşme farklı toplulukların ve bireylerin karşı koyuşları beklenmelidir ve buda gerçekleşmiştir. Buna rağmen, devlet zorla Türk ulus-devletini inşa etmeye başlamış ve günümüze kadar Türkiye’de var olan sorunların kaynağını teşkil eden bir dönemin önü de açılmıştır. Türkiye’de başta ekonomi olmak üzere toplumsal sorunların kaynağında ulus-devlet projesinin inşası yer almaktadır. Genel şiddet toplumunun ve kadın cinayetlerinin de bu tek-tipleştirme Türk tipi uluslaşmayla doğrudan ilişkisi vardır. Ulus-devlet tüm düşünce ve kurumlarıyla aşılmadan ve demokratik ulus inşasına geçilmeden hiçbir sorun gerçek manada çözümünü bulamayacaktır.

Bu tek-tipleştirme projesine de en büyük karşı koyuşlar Kürdistan’dan gelecektir. 1921 Koçgiri ile başlayan ve 1938 Dersim direnişiyle son bulan Kürtlerin ortaya koyduğu karşıt duruş büyük katliamlarla sonuçlanacaktır. Yüzbinlerce Kürt katliamlara uğratılacak ve mecburi iskâna tabi tutulacaktır. “Şark ıslahat planı,” “Tunceli Kanunu” gibi çok sayıda yasa, genelge çıkarılacak; “Umumi Müfettişlikler” gibi kurumlaşmalara gidilecek. Kürdistan derinleştirilmiş ve sürekli bir savaş rejimi günümüze kadar devam edecek şekilde uygulamaya konulacaktır. Bununla Kürt mefhumunun yeri geldiğinde katliam yeri geldiğinde kültürel soykırımla Türkleştirilmesi hedeflenecektir.

Kürdistan’da ekonomik, mali, eğitim gibi bütün kurumlaşmalar Türklük esasına göre kurumlaştırılıp pratikleştirileceklerdir. Kürt unsuruna kendisini ifade edebilecek en küçük alan bile bırakılmamaya çalışılacaktır. Parçalanma aileye kadar indirgenecek, aile bireyleri arasında bile bir husumet, çelişki ve çatışma geliştirilerek Kürtler arası güven ortadan kaldırılacak ve şiddet Kürt toplumu içerisinde yerleştirilecektir. Kürt’ün Kürt’e güvenmemesi, dar ve tepkici çatışmacı kişiliklerin şekillenmesi bu zeminin ürünüdür. Baba oğula, kız babaya, anne çocuğuna güvensiz kılınmıştır. Bu üsluba kadar yansıyacaktır. Toplumsal parçalanma öylesine derindir ki; iki Kürt’ün en basit bir konuyu bile akl-ı selim ile tartışarak ortak bir sonuca varmaları imkansız hale getirilmiştir. Çatışmacı üslup kavgayla sonuçlanacaktır. Nedeni sömürgeciliğin varmak istediği sonuç Kürt’ü tam iradesizleştirme, bireycileştirme adı altında tekleştirerek güçsüz kılma ve devlete muhtaç hale getirmektir. Böylece toplumsuz, kimliksiz ve güçsüz olan Kürt bireyi devlete yönelecek, onun kölesi olacak ve biat edip Türkleşmekten başka bir seçenek bulamayacaktır. Buna sömürgecilik deniyor ancak bu sömürgecilikten ötedir. Derinleştirilmiş kişilik parçalanması toplumsal bağları da ortadan kaldırınca; geriye sadece fiziksel varlığını sürdürmesi kalacağından onu devam ettirmek ancak Türkleşebildiği oranda ve devlete biat etme şeklinde mümkün olabilecektir. Ancak o zaman “var sayma” düzeyine ulaşacak, hızla Türkleşecektir. Bu zihinsel kırımdır aynı zamanda. Sömürgelerde böyle bir hal yoktur. Zorla zihniyet değiştirilmesidir. Devlet karşısında uysal, her dediğini yapan, tepkileri öldürülmüş, adeta basit bir canlı türüne indirgenmiş oluyor Kürt. Kürdistan’da asıl katliam da budur. Kürt kültürel soykırımının temelinde bu gerçek bulunmaktadır.

 

Kürt’e Önce “Söz”. Eylem Sonraki Aşamadır

1970’lere kadar sömürgecilik bu durumu derinleştirerek devam ettirecek, ona karşı kimi karşıt duruşlar olsa da bunlar, öyle fazla örgütsel bünyeye kavuşmayan, daha çok da bireysel tepkiler şeklinde olacaklardır. Yani Kürt toplumunun hafızası dağıtılmış, paramparça edilmiş, Kürt Kürt’e güvensiz kılındığı içindir de bireysel tepkileri örgütsel bir çıkış gerçekleştirebilecek zeminden yoksun kılınmıştır. Kültürel soykırım, bu temelde Kürt toplumu içerisinde hızla yayılır. Bu durum, giderek Kürtlüğü Kürtler tarafından dahi küfür addeden bir düzey ortaya çıkaracaktır. Zaten o yüzdendir ki daha sonra PKK biçiminde somutlaşacak olan partileşme, önderlik eksenli gelişme olacaktır. Kürt toplumsal yapısının bu durumu anlaşılmadan Özgürlük Hareketini anlamak mümkün değildir. Sömürgecilik bile Özgürlük Hareketinin 40 yıldır üzerinde çalışmasına rağmen oluşum diyalektiğini anlamaktan uzaktır. Başarısızlığının kaynağında da bu durum yatmaktadır. Her seferinde “bitirdim” diye diye katliamlar yapa yapa, aradan 40 yıl geçmesine rağmen etkisizdir, tam tersi aşılma zamanına gelip dayanmıştır ve aşılacaktır.

Kürt’ün oluşan yeni diyalektiğinin dinamiklerini bu anlamda bilmek gerekiyor. Bilinebildiği oranda gelişmelerin nasıl seyredeceğinin görülebilecek, aksi halde hep yanılacaklar, fakat Kürt Özgürlük hareketi kendi kaynağında akarak coşkulu hedeflerine yürüyecektir. Buna hiç kimse şaşırmamalıdır. Öyle salt pozitif bilimle, tarih ve toplumsal hakikat karşısında eksik ve yanılgılı kalıplarla Özgürlük Hareketini anlamak, anlamlandırmaya çalışmak, yeni hatalara ve sorunlara yol açacaktır. Buna çabalayanlar hep yanılacaklardır.

Özgürlük Hareketinin doğuşu, 1970’ler ortamında gerçekleşecektir. O günün dünyasının durumu Kürdistan’ın koşulları ve özellikleri içerisinde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın etrafında şekillenen ve doğuşunu gerçekleştiren bir harekettir. O günün koşullarında Kürt, ölümün uçurumunun başındadır. Ya uçarak uçurumu geçecek, ya da ölüm çukurunun dibini boylayacaktır. İşte Öcalan’ın Önderliğinde kanatlanarak uçuşa başlamış ve günümüze ulaşmıştır. Uçuş hala bütün görkemliliğiyle devam ediyor, menziline doğru yol alıyor. Artık sadece bu uçuş, Kürdün uçuşu değil, giderek bölge halklarını da etkileyen birlikte ortak bir uçuşa doğru kanat çırpmaktadır. Onlar özgürlük kanatlarıdır. Kanat çırptıkça büyüyecek, güçlenecek ve tarihi uçuşun ana doğrultusuna doğru girilecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır.

1973-1978 yılları Kürt’ün dağılan hafızasını, yitirilen belleğini yeniden kazanma mücadelesidir. Önce söz gerekir. Çünkü Kürt’ün sözü tüketilmiştir. Kürt’e önce “söz” lazımdı. Eylem sonraki aşamadır. Söz yoksa eylem yoktur. İşte bu dönemde “söz” inşa edilmiştir. Adeta Hz. Muhammed’e ilk gelen “oku” mesajına benzemektedir. Oku mesajı Kürdistan’da söze dönüşmüştür. Ortak söz, ortak görüş, düşünce, kavrama ulaşma ve hedefleme zamanıdır. Yani toplumsal amacı kazanma. Amaç nedir? O özgür Kürt ve Kürdistan’dır. Bu söz başarılmıştır. Kürt özgür olacak, Kürdistan özgür olacaktır. Bu aynı zamanda belleğe ulaşmadır da. Kürt tarihsel belleği, insanlığın tarihsel birikim belleğinin tümüne ulaşma ve kendi belleğini kurma aşamasıdır. Bu kuruluş 1978’de parti biçiminde kurumsal ifadeye kavuşacaktır. Artık doğuş gerçekleşmiştir. Uçmaya başlanabilir ve kanat çırpma dönemi açılmıştır. Söz başarıldı, sıra eylemdedir. 19782000’li yıllar eylem zamanıdır. 1990’lara gelindiğinde eylem bir halk isyanına dönüşecektir. Bu toplumsal bir akıştır, özgürlüğe bir akıştır.

Bütün saldırı ve katliamlara rağmen bu akış devam etmiş ve Kürt toplumu “sözün” etrafında birleşmiştir. Yönü bellidir. Bu aynı zamanda bir kültürel diriliştir. Kürt kültürüne yönelim başarılmıştır. Bu aynı zamanda öze dönüş, tarihi kaynaklarına dönüş, onları içselleştirmedir. Kuşkusuz bu durum diğer halklara karşıtlık temelinde gerçekleşen değil, tarihi hafıza, halklar hiçbir zaman düşman olmamış, olmayacaklardır. Yaşam onlarla birlikte yaşandığı oranda anlam kazanacaktır. Onu saptıran ise genelde iktidar ve devlet, zamanımızda ulus-devlet olmuştur. Mücadele buna dönüktür. Aslında bu demokratik ulusun doğuşudur. Yani Kürt 2000’li yıllarına gelindiğinde Demokratik uluslaşmayı gerçekleştirmiş oluyor.

Demokratik ulus zihinsel bir durumdur. Ortak amaç ve hedefe toplumsal olarak yönelimi ifade edecek şekilde tanımlanabilir. Kürdistan derken salt Kürtlerden söz edilmemektedir. O coğrafyada yaşayan hemen her farklı etnisite ve inanca yer vardır. Karşılıklı tanıma esaslarına göre kendi kendisini yönetme hakkına sahiptir. Kürt, Türkmen, Arap, Êzidî, Müslüman, Alevi, Hristiyan gibi tüm farklılıkların demokratik ulus içinde yaşam hakkına sahiptirler. O anlamda demokratik ulus çokluğu ifade etmektedir. Yani tekliği esas alan devletçi ulus yerine çokluk ve çokluğu esas alan farklılaşmaya uygun bir oluşumdur. Sadece çokluk değil, Kürt halkının kendisi de iç bünyesinde birçokluk, bir farklılık taşımaktadır. İnançta farklılıklar var, yine Kürt dilinde bir çeşitlilik ve farklılık vardır. Dolayısıyla bu farklılıkların da kendini ifadelendirme, o temelde kurumlaşma ve gelişmeye müsait bir formdur demokratik ulus. Yani hiçbir toplum ya da ulus homojen değildir. Onu homojenleştirmeye çalışmak o varlığa karşı savaş açmak anlamına gelir. Toplumlar heterojen varlıklardır. Demokratik ulus bunların tümünü içeren heterojenliği dile getirmektedir.

 

Sonuç Olarak

Özgürlük Hareketi 2000’li yıllarda Kürdistan’da gerçekleşen demokratik ulusun nasıl bir bedene kavuşacağının tartışma ve arayışlarıyla başladı ve yeni bir paradigma ortaya koydu. Demokratik ulusun politik ifadesi yani bedeni demokratik özerkliktir. Demokratik özerklik, yerele dayalı radikal demokrasiyi esas alan her çokluğun karşılıklı tanımayı esas alarak kendisini inşa etmesi ve kendi kendisini yönetmesidir. Karar gücü yereldir ve komüne dayanmaktadır. Demokratik ulus bünyesinin en küçük ve çekirdek örgütlenmesi oluyor komün. Asıl karar verici komünler olmaktadır. Komünler köy, mahalle, hatta bir apartman komünü, fabrika komünleri okul komünleri gibi aynı alanda bulunan topluluğun kendisini oluşturma hali oluyor. Komünlerin koordinasyonunu sağlayan ihtiyaca göre meclisler oluşur. Duruma göre 10, 15 ya da 20 vb. sayıdaki komün ortak bir meclis oluşturabilir. Ve kendi içinde bir yürütme çıkarabilir. Giderek meclisleşme ülke geneline yayılarak en üstte konfederal bir birliğe ulaşır. Bu demokratik konfederalizm oluyor. Bir piramit türü yapılanmadır. Ancak esas karar verici piramidin tepesi değil, tabandan çok yaygın ve örgütlü olan komünlerdedir. Yani karar vermede piramidi ters döndürerek onun üstü asıl karar verici durumdadır.

Kürt Halk Önderi Öcalan şöyle der: “Demokratik özerklik, esas olarak benzer zihniyeti paylaşan bireyler ve toplulukların kendilerini öz iradeleriyle yönetmeleri anlamına gelir. Buna demokratik yönetim veya otorite demek de mümkündür.”[1]

Öte yandan komünler sadece bedensel bir örgütlenmeyi ifade etmezler. Bu beden amaç ve hedeflere dönüktür. O amaç ve hedeflerde toplumun ortak kolektif ihtiyaçlarını giderecek düzeyde bir yapılanmayı da inşa eder. Toplum ve insan ihtiyaçları manevi anlamda düşünce yani eğitim, kültür, sanat, edebiyat, spor gibi çok yaygın bir alanı kapsarken maddi anlamda eko-ekonomi özsavunma, sağlık, barınma gibi yine çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Burada esas olan toplumsal ihtiyaçlardır. Komün ve onun yürütmesi bu çalışmaları örgütleme ve yürütme sorumluluklarıyla karşı karşıyadır. Devletten ya da herhangi bir dışsal güçten sorunlarının çözülmesini beklemeden kendisinin çözmesidir. Buna kendi öz gücüne dayanma ve buradan iradeleşip özgürleşme denilebilir.

Demokratik ulus bedeninin inşasında esasta iki yol izlenmekte. Birincisi asıl tercih edileni devletle yürütülecek müzakereler sonucu demokratik bir anaysa ve hukuki mevzuatla karşılıklı birbirini tanıma esaslarının belirlenmesiyle gerçekleştirilmesidir. Özgürlük hareketi ve Önderliği uzun zaman bu yolla ve demokratik siyaset esaslarında çözüm arayışlarını sürdürdü. Devletle belli bir diyalog zemini de yakalandı. Ancak devlet sorunu çözmek yerine öteleme yolu ile zamana yayarak; Özgürlük Hareketini çürütmeyi ve tasfiyesini esas aldı. Öte yandan AKP Devleti,tek yanlı sürdürülen ateşkes durumundan yararlanarak aralıksız savaşa hazırlıklarını sürdürdü. Kale-kollar, Kürdistan’daki HES’ler gibi çok sayıda askeri hazırlıklar yaptı. Bir yönüyle de genelde Rojava’da, Kobanê’de DAİŞ ve El-Nusra türü güruhlara verdiği askeri, lojistik ve siyasal destekle Kürt özsavunma gücünü tasfiye etmeyi, orada bitirmeyi amaç edindi.

En son 24 Temmuz 2015 yılında topyekün saldırılarını başlatarak, 28 Şubat Dolmabahçe mutabakatına rağmen imhaya yöneldi. Buna cevap amaçlı özyönetimler atılımı yapıldı ve Kürdistan yeniden savaş alanına dönüştü. Masayı deviren Özgürlük hareketi değil AKP olmuştur. Çünkü artık diyalogdan müzakere aşamasına geçilmesi gerekiyordu. Ancak Kürtlerin kolektif hakları yani onları toplumsal bir varlık olarak görme yerine çok sınırlı kimi bireysel haklarla yetinmenin ötesinde bir anlayış taşınmamaktadır. Özünde inkâr ve imha zihniyeti esnememiş, tek ulus projesinden vaz geçilmemiş, sadece Kürt kardeştir edebiyatıyla Türk ulus-devleti içinde eritme yaklaşımına temel strateji olarak devam edilmek istenmiştir. Bu durumda Kürtler için tabandan başlayarak özyönetimleri inşa yöntemiyle demokratik ulusun bedenleştirilmesi, yani demokratik özerkliğin inşasını geliştirmek kalmıştır. Kürdistan’da yaşanan durum budur. Kürdün demokratik uluslaşmasının tamamlanması şayet uzun zaman bir bedene kavuşturulamasa varlığını sürdürmesi olanaklı olmayacaktır. Kendisini tanımlayamayacağından toplum olarak mevcut koşullarda yaşamını, yarınını güvenceye alması mümkün değildir. Her canlıda olduğu gibi demokratik ulus da canlı bir toplumsal oluşum olarak doğduktan sonra iradesiyle yürümek isteyecektir. Nasıl ki çocuğun doğduktan sonra yürüme isteminin engellenmesi halinde çocuğu yatağa mahkum etme ve giderek anlamsızlaşması gerçekleşebileceği gibi demokratik ulusun akıbeti de ondan farklı olmayacaktır. Çocuk yürümekte ısrar edecek ve her çocuk mutlaka yürüyüp kişilik ve irade kazandığı gibi demokratik ulus da iradesini başka bir güce teslim etmeyecek ve yürüyecektir. Kürdistan’da yaşanan hal budur. Demokratik ulus bedenleşerek, yapısallaşarak özgürlüğe yürüyecektir.

 

 

 

 

[1] Öcalan Abdullah, Kürt Sorununda Demokratik  Ulus Çözümü, Amara Yayın, 2015,İstanbul
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.