Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Özerklik Demokratik Sosyalizmin İnşasıdır

Baki Gül

Demokratik sosyalizm; kavramsal olarak sosyalizmin genel tanımlamaları içinden türetilen; sosyalist mücadele tarihinde ortaya çıkan farklı sosyalist uygulama ve deneyimlerin eleştirisi ile biçimlenen bir tanımlamadır. Marksist sınıf teorisinin çizgisel ilerlemeci tarih yorumlamaları ile toplumlar, en genel anlamda “ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist ve komünist” olarak nitelendirilir. Yine “klasik sosyalist” teoriler içerisinde sosyalist sisteme geçiş için “devrimci ve evrimci” mücadele yöntemleri üzerinden sosyalizm tanımlamaları yapılır; devrimci mücadelenin iradi sınıf öncülüğü ve devrimci yüklenimle sosyalist sistemin kurulması ön görülür. Bunun tarihsel süreçler içerisindeki örnekleri değişik tartışmaları içerse de Sovyet Devrimi, Avrupa’daki sosyalist deneyimlemeler ve farklı kıtalardaki devrimci mücadelelerin Küba ve benzeri örneklerle ortaya çıkardığı sistemler gösterilebilir.

Buna karşın sosyalist sistemi kurma mücadele biçimlerinde “sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizm” kavramı türetilmiş ve bu kavram daha çok “radikal devrimci mücadele öncülüğü ve araçlarına” karşı “sistem içi evrimle” daha yumuşak mücadele yöntemleri ile toplumların sosyalizme evirilebileceğini düşünen sosyal demokratlar tarafından türetilmişti. Tarihsel süreç içerisinde sistem, sistem karşıtı hareketler teorik ve pratik deneyimleri üzerinden yükseliş, duraksama ya da çözülmeler yaşadı. Sosyalist mücadeleler tarihinde, 20. yüzyıl devrimleri esas alınırsa; Sovyet devrimi ve bu eksende Doğu Avrupa, Latin Amerika, Afrika ve Asya’da çeşitli deneyimler yaşandıysa da sosyalist literatür içerisinde bu deneyimler Rusya ve Çin merkeze alınarak “reel sosyalizm” olarak tanımlanan ve “negatif” bir örneklem olarak değerlendirildi. “Devlet kapitalizmi”, “reel sosyalizm” gibi tanımlanması, devrimci sosyalist mücadeleler içindeki bazı akımlar için kabul edilemez görüldü. Bazı devrimci akımlar ise bunun eleştirisi üzerine daha farklı arayışlar içerisinde oldu. Ancak sosyalist blokun, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sonuçlanması günümüze kadar gelen sistem karşıtı hareketlerin büyük çıkmazını sürdürmesine neden oldu. Bu çıkmaz teorik bunalım, öncülük ve örgütlülük sorunu gibi farklı özellikleri ile tanımlandı.

 

Demokratik Özerklik

Bu makalede ele alınan “demokratik sosyalizm” kavramı ve buna bağlı olarak “demokratik sosyalizm çözüm modeli”nin kavramsal çerçevesini; büyük ölçüde Kürdistani bir hareket olarak doğan Partiya Karkerên Kürdistan (PKK), Türkçesi ile Kürdistan İşçi Partisi’nin kurucusu ve lideri Abdullah Öcalan’ın tezleri oluşturmaktadır. Öcalan’ın “Demokratik Özgürlükçü Sosyalizm ve Demokratik Özerklik” tezi son yıllardaki sistem karşıtı hareketlerin temel gündemlerinden biri. Bu tezi inceleyenler, Öcalan’ın bu kavramı ele alırken “demokratik sosyalizm” kavramını üç temel nokta üzerinden eleştirir ya da benimserler. “Demokratik Sosyalizm ve Demokratik Özerklik Çözümü”nü temel olarak Marksist sınıf mücadeleleri ve Anarşist akıma dayandırdığını belirtenler olduğu kadar; bu tezin Marksist devrim teorisinden uzaklaştığından yakınan, sistemiçileştiğini belirtenler de vardır.

İki yönden de eleştiri sahibi olanlar için Öcalan-PKK öncülüklü bir sistem karşıtı hareketin Demokratik Sosyalizm ve Demokratik Özerklik Çözüm Modeli ile neyi ifade etmek istediği, neyi yapmak istediğini bütünlüklü ortaya koyamazlar. Çünkü Öcalan, sistem karşıtı devrimci hareketlerin dünyada yükselişte olduğu 1968’ler ve sonrasındaki süreçten 1990’larda reel sosyalizmin çözülüşü, Ortadoğu’daki kaosun başlangıcı olan 1990 ve 2000’lerin başını ve günümüze kadarki bütün süreci devrimci bir hareketin lideri olarak birebir yaşamıştır. Bu sürecin özelliklerini sistem karşıtı hareketler üzerinden analiz etmiş ve devrimci bir mücadele zemini üzerinden “Demokratik Sosyalizm ve Demokratik Özerklik Çözümü” diye bir model ortaya koymuştur. Bunun için önce Öcalan’ın “Demokratik Sosyalizm ve Demokratik Özerklik Çözümü”nün ortaya çıkış sürecine biraz daha yakından bakalım.

 

Sistem Mezhebine Dönüşmeme

PKK, Türkiyeli ve Kürdistanlı bir grup yoksul üniversite öğrencilerinin öncülüğünde 27 Kasım 1978’de Amed’in Lice ilçesinde kuruldu. PKK’yi kuran gençler 1968 kuşağının sistem karşıtı hareketlerinden, reel sosyalizmden ve ulusal kurtuluş mücadelelerinden etkilendi. PKK’de ulusal kurtuluş çizgisi hem mücadelesinin toplumsal zemini hem de karşıtlarının tanımı ile başlangıçta “Ulusal Kurtuşçular” olarak tanımlansa da PKK’nin hem iç örgüt yapılanması, kadro şekillenmesi hem de toplumsal örgütlenmede “sosyalizm” vurguları dikkat çekici biçimde ön plandadır. Tarih okuması, güncel yorumlama ve çözümlemeler de “sosyalist toplum”u öngören bir inşa mücadelesi de yine öne çıkan bir durumdur.

Öcalan, sosyalizmi Marksist referanslar üzerinden çözümlerken, geçmişi ve günümüzü şu cümleleri le özetler: “PKK’nin inşasına giderken Marksizm’in bilimsel sosyalizm çizgisine sadık kalmaya büyük özen gösterdim, gösterdik. Reel sosyalizm olmasaydı belki de PKK türü bir örgüt oluşmayacaktı. Fakat bu gerçeklik PKK’nin doğuş döneminde tam bir reel sosyalist oluşum olduğunu göstermez. Ondan büyük oranda etkilense de, PKK’nin tüm gerçeği reel sosyalizmle izah edilemez.

Burada daha doğru bir yoruma varmak için görelilik ve farklılık kavramına başvurmak gerekir. Halen hatırlıyorum; reel sosyalizmdeki özne nesne ayrımından ötürü PKK’nin inşası için maddi zemin arıyor, materyalist yorum yapmaya çalışıyordum. Bu arayış olmazsa olmaz türünden bir ilke değerindeydi. Kürtlerde, Kürdistan’da işçi sınıfına benzer olgular vardı. Burjuvalaşma hissediliyordu. Reel boyut için bu olgular yeterli görülüyordu. Ama tam emin olduğumuzu söylemek doğru olmaz. İlke gereği bir kabullenişti bu. Böyle olunca da kendimi, kendimizi tümüyle dogmatik tarzda yaşamın doğal akışına kapatmamış oluyorduk. Bu yanımız giderek açılım gösterecek, farkımızı oluşturacaktı.” (Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Cilt, 2013, s.217)

Öcalan bu tezlerini oluştururken; Sosyalizm için mücadele süreçlerin, sosyalizmin uygulama alanlarını tahlil ettikten sonra; sosyalizm tanımını tarihsel akışkanlığı içinde özeleştirel ve eleştirel bir niteliğe büründürür. Marksist yorumun tarihsel maddeciliği ve çizgisel tarih anlayışının mekanik çıkarsamalar üzerinden yorumlanmasına karşı durur. Öcalan, demokratik sosyalizm tanımının kaynakları için “1970’lerin karşı devrimi 1968’lerde zirve yapan anti-modernist kültür devrimine karşı geliştirildi” der ve toplumların tarihi “kapitalist modernite ile demokratik modernite” arasındaki mücadele olarak esas alır. (a.g.e syf 220) 1968 Gençlik Hareketi olarak tanımlanan süreci ise “Reel sosyalizmin bunalımı ve devrimci çıkışa” giden bir toplumsal sistem karşıtı hareket olarak tanımlar.

 

Sistem Karşıtı 68 Gençliği 

“Reel Sosyalizmin Bunalımı ve Devrimci Çıkış Sistemin maddi kültür alanında yaşadığı bunalım ideolojik alana da yansımazlık edemezdi. 1968 Devrimi esas olarak manevi kültür alanında ideolojik devrim olarak patlak verdi. Modern kültüre, onun tüm sağ ve sol liberal türevlerine başkaldırıyordu. Bu anlamıyla önemli bir devrimdi. En az Fransız ve Rus Politik Devrimleri kadar rol oynayan ideolojik bir devrimdi.”(A. Öcalan)

Kapitalist modernitenin ideolojik hegemonyasının kırılması süreci olarak tanımlar ve bu sistem karşıtı toplumsal hareketin karakterinin sadece kapitalist sisteme karşı değil aynı zamanda reel sosyalizmin deneyimlediği devletçi ve iktidarcı sisteme karşı olduğunun da altını çizer.

68 kuşağının ortaya çıkardığı devrimsel gelişmelerin temel dinamiklerinin sadece dar sınıf, ulus-devletçi ulusalcılık çelişkileri üzerinden şekillenmediğini daha da derin olduğunu, ve özellikle gençliğin sistem karşıtı hareketin temel dinamiği olmasının önemini şu cümleler ile ifade eder:

“Yüzlerce yıldan beri homojen toplum adına tutsak alınan, asimile edilen, hatta soykırıma uğratılan birçok kültürel, cinsel, etnik, dinsel ve yerel toplumsal unsur kimlik savaşına kalkıştı.

Ayrıca gençliğin bu savaşıma önderlik etmesi anlamlıydı. Çünkü gençlik modernitenin en az etkilediği kesimdi. İdeolojik devrim yalnızca kapitalist liberalizme karşı yürütülmüyordu, liberal ulus-devlet kadar reel sosyalist ulus-devletle de köprüler atılmıştı. Endüstriyalizme ideolojik olarak karşı çıkış ilk defa güçlü teorik anlatımlarla ifade ediliyordu.”(A. Öcalan)

 

Temel Dinamik Kadın ve Gençlik

Kadın hareketinin de sistem karşıtı hareketler içinde devrimci öncülüğüne tanım getirirken; Feminist hareketlerin de az sınıf teorileri kadar önemli teorik argümanlara kavuştuğunu belirtir. Yani dar ulus ve sınıf teorik ve argümanları ile inşa edilen sistemlerin ister kapitalis isterse sosyalist görünümlü olsun; “devleti ve iktidarı” esas aldıkları ve “ulus-devlet” milliyetçiliklerinin farklı türlerinin zeminleri üzerinden inşa ettikleri için bu sistemlerin toplumsal eşitlik, özgürlük ve demokratik olamayacağına kanat getirir. Geleneksel kültürel kimliklerin de modern kimlikler kadar değerli ve vazgeçilmezliği de Öcalan’ın demokratik sosyalizm kavramı için düşündüğümüzden daha fazla önemlidir. Çünkü Öcalan şu tespite varmıştı:

“Modern ulusçuluk teorisinin hâkim etnisitenin meşruiyet argümanından başka bir şey olmadığı anlaşılmıştı. Dönemin en gözde devrimci ideolojilerinden olan modern ulusal kurtuluşçu düşünce ve pratiğin söylendiği kadar anti-kapitalist ve kurtuluşçu olmadığı açığa çıkıyordu. Reel sosyalizmin kapitalist moderniteyi aşan değil güçlendiren bir sisteme dönüştüğü de iyice tartışılıyordu. Sosyal demokrasinin demokratlığı çoktan kapitalizmin ayıplarını örten asma yaprağı rolüne indirgenmişti.”(age, s. 221: 2013)

PKK’nin çıkışındaki temel iddiası olan v Kürt sorununu çözmede esas aldığı model, Stalin’in ortaya koyduğu ve Lenin’in de onayladığı devlet kurma modeli olduğu belirlemesi yapan Öcalan, bunun yarattığı sonuçların 1990’ların başında dağılan reel sosyalist deneyimleri olduğunu gösterirken; “devlet ve iktidar” kavramlarının sosyalizmi “zehirlediği” ve karşıtı olduğu sisteme benzeştirdiğini ifade eder. Sosyalizm ile devlet kavramlarının iç içe olamayacağı, devlet-iktidar erki ile kurulan sosyalizmin de devletçi egemen ideolojilerin mezhebine dönüşebileceğinin altını çizer. İşte Öcalalan’ın “demokratik sosyalizm” teorisi ile anarşizme kaydığı eleştirisinin temel kaynağı budur. Ancak Öcalan, bu çözümlemesini derinleştirir ve Demokratik özgürlükçü sosyalizmin ana halkalarının yakalanması için de sisteme benzeşen reel sosyalizmi eleştirmeye devam eder.

” … Bilimsel sosyalizmin ve reel sosyalist uygulamanın sonunu getiren, daha doğrusu içten çözülmesinin temel nedenlerinden başta geleni, aşırı merkezîleştirilmiş bürokrasiye dayanan güçlü ulus-devlet modelidir. Genelde proletarya diktatörlüğü olarak devlet, özelde onun en merkezî ve toplumun kılcal damarlarına kadar yansıtılmış biçimi olan ulus-devlet içten çöküşün ve çözülmenin temel nedenidir. Diğer nedenler tali rol oynar. Reel sosyalizmin yüz elli yılı aşan tarihinin büyük fedakârlıklar pahasına kazanılmış değerlerini çürümeye ve kendi kendine çözülmeye terk etmesinin nedeni, bilimsel sosyalizmin devlet ve demokrasi konusunda kendi öz teorisinden yoksun bulunmasıdır.”

Ve bu değerlendirmelerden sonra Öcalan demokratik sosyalizm kavramına getirdiği tanımı şu cümleleri ile formüle eder:

“Benim sosyalizm anlayışım şu: Reel sosyalizm dâhil, devlete dayanan bir sosyalizm anlayışını doğru bulmuyorum. Benim demokratik konfederalist anlayışım budur. Demokrasiyi geliştirmeden sosyalizm olmaz. Sovyet hegemonyacılığı ile tutmadı. Sovyetler Sümer rahip devleti gibiydi. Çin de öyle. O yüzden ABD karşısında tutunamıyorlar. Ortadoğu’nun mevcut durumu ne üstten ABD’yi, ne de alttan halkı kabul eder. Yönetimler bu arada sıkışmışlardır. Ya kendilerini dönüştürürler, ya da ABD’nin baskısı karşısında ezilirler. Yeni bir milliyetçi dalga nasıl geçmişi kaybettirdiyse, bugünü de kaybettirir. Burada demokratik konfederalizm ilaç gibidir.”

 

Sosyalizm ve Demokratik Ulus

Demokratik sosyalizmin kurulması ve bunun için doğru mücadele taktik ve araçlarının yaratılmasında “devlet-iktidar; erkek egemenliği, dar sınıf ve ulus-devlet milliyetçilikleri” ile doğrudan hesaplaşılması gerektiğini ifade eder. Daha çok toplum daha az devletle başlayıp, devletin cins, sınıf, ulus vb toplumsal katmanların ortak mücadelesi ile söndürülmesi gerektiğini ifade eder. Bu nedenle liberal teorilerin ya da reel sosyalist akımların ve deneyimlerinin siyaset, toplum, moral değer ölçülerini yeniden tanımlar. Siyaseti-politikayı iktidara gelme aracı ve toplumu bürokratik devlet aygıtı üzerinde yönetmeyeceğini ısrarla ortaya koyar ve politikanın toplumların sorunlarını giderme sanatı olduğunu söyler. Politik ve ahlaki toplumun sosyalizmin temeli olacağını vurgularken de; “demokratik toplum, demokratik siyaset” kavramları ile devletin demokratikleşmesi için siyasetin toplumsallaşmasını ister. Siyasetin toplumsallaşması ise yerelden genele toplumun her alanda kendi öz örgütlenmelerini geliştirerek; toplumsal dayanışma ile adalet ve özgürlük ilkesinin işletilmesi gerektiğini zorunlu görür. Yani bireyi topluma, toplumu devlete kurban etmek yerine; toplum ile birey; toplum ile devlet arasındaki çelişki ve çözümün çok yönlü çözülmesi gerektiği şarttır. Bu nedenle de iktidar ya da devletin cinsiyetçi-milliyetçi-dinci olma özelliklerinin de özgürlükçü sistemle giderilmesini sağlayacak sistem karşıtı toplumsal hareketlere önem verir. Kadın ve gençlik; dar sınıf siyasetini aşan bir dinamik olarak tanımlanır. Devleti hedeflemeyen, devletin sönmesinin zamana değil, devlete karşı mücadele ile söndürülmesini esas alır. Ve bu noktada demokratik sosyalizmin toplumda kendini geçerli kılacak sistemin ise demokratik özerklik modeli olarak ortaya koyar.

Demokratik özerklik modeli; dar anlamda etnik ya da sınıfsal bir sorunun çözümü değil; toplumsal sorun olarak tanımlanacak bütün sorunların ve en genel deyim ile sistemin demokratik ve özgürlükçü kılacak bir yöntem olarak ele almak gerekiyor.

“Klasik modernitenin en önemli boyutu olan katı merkeziyetçi ulus-devlet yapılarının üstten küresel sermaye, alttan kültürel hareketler tarafından sıkıştırılmasıyla yaşadığı çözülmeler en çok kent, yerel ve bölgesel özerklik yönetimleriyle ikame edilmeye çalışılmaktadır. Günümüzün gittikçe güçlenen bu eğilimi, demokratik ulus hareketiyle de iç içe gelişmek durumundadır.”

Demokratik özerklik modelinde “demokratik ulus” kavramı temel kilit kavramlardan biridir. Konfederal bir çözüme dayalı toplumsal sistem inşası da yine demokratik özerkliğin dayandığı ana zemindir.

Öcalan için demokratik konfederalizm, farklı ve çok katmanlı siyasi oluşumlara açıktır. “Yatay ve dikey farklı siyasi oluşumlar mevcut toplumun karmaşık yapısı nedeniyle zorunludur. Merkezi, yerel ve bölgesel siyasi oluşumları denge içinde bir arada tutar. Her biri somut koşullara cevap verdiğinden, çoğulcu siyasi yapı, toplumsal problemlerin en doğru çözüm yollarını bulmaya daha yakındır. Kültürel, etnik, ulusal kimliklerin kendilerini siyasi oluşumlarla ifade etmeleri en doğal haklarıdır. Daha doğrusu, ahlaki ve politik toplumun gereğidir.”(A. Öcalan)

Demokratik konfederalizmin temeli olan demokratik özerklik ise demokratik sosyalist sistemin inşasıdır. Bu inşada kapitalist modernitenin sermayecilik ve ulus-devletçilik temelinde varoluş kazanmasına karşılık, demokratik modernitenin demokratik komünalite, eko-endüstriyel ve demokratik ulus olarak varoluş kazanabileceğini düşünür.

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.