Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Siyaset ve Üçüncü Yol Teorileri

Ali Koç

Toplumsal sorunlar en nihayetinde bir çözümü dayatırlar. Sorunları tercih edilebilir değil, katlanılabilir kılan şey ufukta bir çözümlerinin olması gerçeğidir. Ancak, çözüm odaklı her mücadele, “nasıl bir çözüm?” sorusunu sormak ve buna gerçekleştirilebilir anlamlı cevaplar oluşturmalıdır. Çözümün “nasıl”ına verilecek cevaplar, tarafların veya toplumsal dinamiklerin durdukları yerlere, ideolojilerine, paradigmalarına ve amaçlarına göre farklılıklar göstermektedir. Belki de burada ikinci bir soruya, yani çözüm paradigmasının sağlamasını yapmaya yarayacak ek bir soruya ihtiyaç vardır. Çözüm hangi toplumsal kesimlerin yararınadır? Bu, hangi toplumsal dinamiklerin çözümün öznesi yapıldığı ile alakalı bir sorudur ve cevabı da bu bağlamda önem taşımaktadır.

Çözümler, her zaman ileri yürümek anlamına gelmemektedir. Kimi çözümler, yeni sorunların tetikleyicisi olurlar veya başlangıcını oluştururlar ki, bu tür “çözümler,” toplumsal dinamiklerin özne olma haline rağmen geliştirilen çözümlerdir. Daha doğrusu, çözümsüzlük halleridir. Toplumsal dinamikleri dikkate almayan bir çözüm tarzının, toplumsal sorunların çözüm tarzına tekabül etmeyeceği açıktır. Geçici çözümler kategorisinde bir dönem için yer alırlar. Bu bağlamda “en kötü çözüm, çözümsüzlükten iyidir” ifadesinin karşılığı olmamaktadır. Sorunları ve çatışmaları misliyle ağırlaştıracak “kötü çözüm” olmasındansa, olmaması daha iyidir.

Aslında, ele alınması gereken çözüm biçimi, toplumsal dinamikleri özneleştiren çözümlerdir ki, kalıcı olma olasılığı en yüksek çözüm biçimidir. Ancak bu, kalıcı ve özgürlükçü çözüm için çoğunlukla yetmemektedir. Toplumsal dinamikleri özne kabul eden çözüm türleri de amaçlarına ulaşamayabilmektedir. Bu toplumsal dinamiklere, manipülatif yaklaşımlar ve toplumsal dinamiklerin manipülasyona açık olmaları neden olmaktadır.

Bu nedenledir ki, toplumsal sorunların çözümleri tartışılırken odağa “demokratik çözüm” biçimi yerleştirilmeli, ancak bu da tek başına yetmediğinden dolayı “demokratik siyaset”i merkeze alan bir tarz esas alınmalıdır. “Demokratik çözüm” anlam değeri yüksek belirleyicilik taşısa da, farklı kesimlerin “demokrasi” kavramına farklı anlamlar yüklemeleri ve farklı algılar üzerinden hareket etmeleri “demokratik çözüm” tarzının tartışılır hale getirmektedir. Bunu netleştirecek bir adıma daha ihtiyaç bulunmaktadır; demokratik siyaset! Demek ki “demokratik çözüm” ve “demokratik siyaset” kavram çiftinin iç içeliği üzerinden toplumsal sorunların çözümünün “nasıl”ını tartışmak daha isabetli olacaktır.

Demokratik siyaset, demokratik çözümün dilidir, gerçekleşme biçimidir. Aktif ve radikal bir mücadele tarzı olmaktadır. Demokratik çözüm, çatışmalı süreçten demokratik mücadele sürecine geçişin ifadesi iken, demokratik siyaset ise, içerisine girilen demokratik çözümün bir son değil, yeni bir mücadelenin başlangıcının somutlaşmış biçimi olmaktadır.

Demokratik siyaset sadece bir mücadele biçimi değil, bunu içerisinde barındıran esasta bir toplumsal inşa biçimidir. Toplumsal yaşamın yürütülüş tarzıdır. Nitekim demokratik mücadele ile demokratik yaşamı, birbirini besleyen “iç içe geçmişlik hali”nin tezahürü olarak görmek gerekiyor. Çünkü demokratik yaşamın inşa süreçleri, aynı zamanda verili sisteme ve onun dayatılan kalıplarına, değerlerine karşı mücadele süreçleridir. Çoğunlukla çatışmalı süreçlerden veya otoriter rejimlerden sonra gündeme gelmeleri, çoğu kez mücadelesizlik yanılmasına yol açabilmektedir. Ağır baskı ve bunun sonrasındaki göreli rahatlama süreçlerini ifade etmeleri, bu tür yanılsamaların kaynağıdır. Bu tür zihniyet algısı ile yaklaşmak, geçmişte de zor süreçlerinde kaybedilmesine ve hatta kazanılan mücadelelerin kaybedilmelerine yol açmıştır. Tarihin öğreticiliğin de çıkarılacak en önemli ders; verili hegemonik sistem varlığını sürdürdükçe, her türlü süreci mücadele olarak kurgulamak gerektiğidir. Yöntem ve araçların değişiyor olması, mücadele gerçeğini ortadan kaldırmıyor, aksine yanılsamalarla da baş etme gereğini ek bir ödev olarak öne koyuyor. Verili iktidarcı sistemin toplumsal mücadeleler karşısında kriz halini yaşadığı her dönemde kendini yeniden, yeniden kurgulayarak krizi aşma çabaları düşünüldüğünde, demokratik sistemin/yaşamın inşa edilmesi için bunu aşan bir yoğunluk ve derinleşme içerisinde yeni tip mücadele biçimlerinin kurgulanması gerektiği açıktır. Özcesi, toplumsal sorunların çözümünde yol alırken ve demokratik yaşam inşa edilirken, çözüm-inşa-mücadele üçgenini iyi oturtmak ve ayrılmazlıklarını, zihniyet kodlarını iyi tanımlamak elzemdir. Eğer amaç verili iktidarcı sistemin normlarını aşarak alternatif bir sistem inşa etmek ise, o zaman yeni bir zihniyet ile alternatif normlar oluşturmak kaçınılmazdır. Bu bağlamda “demokratik siyaset” tezahürü, yürütülüş biçimi ve dayandığı zihniyet kodları önem taşımaktadır.

O halde bir “çözüm-inşa-mücadele” biçimi olarak demokratik siyaset verileri sistemde yüklendiği anlam ve tarz düzeyinden farklı olarak ele alınmak ve alternatif zihniyet parametreleri üzerinde oluşturulmak durumundadır. Dayandığı zihniyet kurgusu ve paradigması ile alternatif olma düzeyini yükseltecek yeni bir yol olarak toplumsal sorunların çözüm biçimi ve yeni toplumsal yaşam inşasının gücü olarak ortaya çıkacaktır. Demokratik siyaset, verili zihniyet ile yürütülemeyeceğine ve verili zihniyet ile sunulan “demokratik” normlar birer karikatür olduklarına göre esasta verili olan “demokratik” zihniyeti gerektirmemektedir. Ancak yeni bir zihniyet oluşumu ile var olanın etki sahası dışına çıkılabilinir. Var olan zihniyet bizleri var olan inşaların tekrarına götürecektir. Eğer hedef alternatif sistem inşası ise dayanılacak zihniyet yapısı da alternatif olmak zorundadır. Hâkim sistem iktidarcı bir sistem olduğu için onun zihniyet tasavvuru ile yürütülecek çalışmalar, kaçınılmaz olarak bizleri iktidarcı inşalara götürecektir. Bunun dışına çıkmanın yolu, iktidarcılıktan arınmış zihniyet oluşumundan geçmektedir. Bu anlamda demokratik siyaset, politikanın özel rolüne (toplumun kendini yönetmesi ve toplumsal ilişkilerin demokratikleştirilmesi) yeniden kavuşması veuygarlık çağı ile birlikte büründüğü/üzerine aldığı oluşturulmuş iktidarcı değerlerden arındırılmasıdır. Bu da, uygarlığın hegemonya inşa etme ihtiyacının şekillendirildiği değerlere karşı çıkma ve kendi alternatiflerini oluşturma temelinde olacaktır.

 

Alternatif Zihniyet Oluşumu

Alternatif zihniyet oluşumu temelinde demokratik siyasetin paradigmal parametrelerinin formülasyonu için şunlar belirtilebilir;

 

1- İktidarcılıktan Arınma (Anti-İktidarcılık): iktidarı salt egemenlik tasavvuru olarak düşünmemek gerekir. Bu, basitleştirilen bir tanımlama olacaktır. Esasta zihniyet yapısı, ideolojik tezahür, paradigma olarak ele alınmak durumundadır. Dolayısıyla

“iktidarcılık” olarak tanım düzeyine kavuşturmak daha gerçekçidir. İktidarcılık, daha sürdürülebilir bir kavramlaştırmadır.

İktidarcılık bir zihniyet yapısıdır. Uygarlığın ideolojisidir. Bu nedenledir ki uygarlık çağının zihniyet kodlarını yeniden, yeniden üretir. Uygarlık çağında inşa edilmiş tüm zihniyet yapılarında, ideolojilerde düşünüş ve uygulanış süreçlerinde içkindir. Mitolojilerden dinlere, felsefeden bilime tüm düşünce sistematiklerinde ve oluşumunda iktidarcılık, ya belirleyen/oluşturan olmakta, ya da sonradan her şeyi kendisine evirmektedir. Alternatif veya muhalif olma iddiasındaki ideolojilerin ve düşünce tasavvurlarının zamanla iktidarcılıkla bütünleşmeleri, mayalarının iktidarcılık olmasından kaynaklıdır. Öyle ki, iktidarcılık adeta düşünce genetiğine dönüşmüştür. Sürekli kendisini üretmekte, taşınmakta ve en karşıtlık iddiasında olanların içine sızmaktadır. Tam da bu nedenle işe zihniyet dönüşümü ile iktidarcılıktan arınma ile başlamak kaçınılmazdır. Verili zihniyet kalıpları dönüştürülemeden alternatif sistem ve toplumsal yaşam inşaları beyhude bir çaba olacaktır. “her şey aslına döner” misali, var olan tekrar edilecektir. Elbette ki “asıl”, bir kaçınılmazlık değil dayatılan bir kurgudur. Ancak zihniyet yanılması nedeniyle sanki değişmez bir gerçeklikmiş algısını yaratmaktadır.

Toplumsal yaşam inşaları “asıl”, iktidarcılık dışındaki geniş toplumsal alandadır. Bu tutum, doğal toplum ilişkilerinin zehirlenerek toplumsal ilişkilerin egemenlik temelinde yeniden düzenlenmesine yol veren zihniyet sızmasıdır. Sonuç vermiş bir zehirlenmedir! Öyle ki, bunun dışında bir zihniyet ve gerçekleşme halinin olabileceği kolay kolay tasavvur edilemiyor. Çoğunlukla ezeli ve ebediymiş gibi düşünülüyor. Bu zihniyet kapanının dışına çıkmak bile başlı başına bir toplumsal devrimdir. “Zihniyet devrimi” nedensiz kullanılmıyor. Zihniyet dönüşümünün devrimsel niteliği, iktidarcı zihniyetten arınmanın zorluğu kadar, zorunluluğundan da ileri geliyor.

Bu nedenle demokratik siyaset, ancak iktidarcı zihniyetten arınmış yeni bir zihniyet oluşumu ile gerçekleşebilecektir. Siyaseti iktidar zihniyeti ve hedefi ile yapmak demokratik olamayacağı gibi, verili olanın dışına çıkmış bir toplumsal yaşam inşasına da yol açmayacaktır. Çünkü iktidar dışı toplumsal inşalar ancak demokratik ilişkilerin, yol ve yöntemlerin sonucu olacaktır. Bu bağlamda ilişkiler, egemenlik anlayışının dışında yeniden düzenlenir ve vücut bulur. Özü gereği, iktidarcı ilişkilerin en zayıf olduğu çeperlerden başlayarak merkezlerin kuşatılması ile mümkün olacaktır.

 

2- Devletçiliği Reddetme (Anti-Devletçilik): Devlet, hegemonik güçlerin örgütlenme ve bu bağlam üzerinden iktidarcı tasavvurlarını topluma dayatma biçimidir. İktidarcılığa içkin olması, devleti salt bir örgütlenme biçimi olmasının ötesine taşırmaktadır. Devlet, egemenlerin kendilerini yeniden üretme biçimi de olmaktadır. İktidarcı zihniyet, devlet olgusu üzerinden kendisini toplumun tüm gözeneklerine taşırmakta, örgütlemekte ve toplumu kontrol etmektedir. Devleti hedefleyen ve devleti büyüten, toplumu dışlayan ve toplumsal beklentileri karşılamayan devletçi siyaset tarzı olmaktadır. Bu hegemonik siyaset tarzı, topluma rağmen toplum aleyhinde geliştirilmektedir. Ana teması toplum değil, hegemonik güçlerin çıkarlarının örgütlenmesi ve gerçekliklerinin sağlamlaştırılmasıdır.

Demokratik siyaset, iktidarcı zihniyetin reddi üzerinden vücut bulan ve hegemonik kesimlerin dışında kalan toplumun varoluşsal halidir. Toplumun devletçi güçleri karşısında, onlara rağmen kendisini inşa etme tarzıdır. Devlet kurmayı ve onun üzerinden işlevselleşmeyi hedeflememesi, toplumsal oluşumu ve ilişkileri yeniden inşa etmesindeki devindirici gücü olmaktadır. Demokratik siyaset, devletçiliğin ve iktidarcılığın alternatifidir. Devletçi sistemin karşıt kutbunda yer alır. Devletçi sistemi ve zihniyeti gerilettiği oranda gelişme şansı bulur ve alternatif olmayı başarır. Demokratik siyaset, demokratik uygarlığın kendisini ifade biçimi olmaktadır.

Gerek düşünsel, gerek ideolojik ve gerekse de pratik yürütülüş tarzı olarak devletçiliği reddetmesi ve alternatif konumda olması, demokratik siyasetin, devletçi sistemi cepheden hedefleyerek yıkma isteğine sahip olduğu anlamına gelmez. Devletçiliğe karşı hem zihniyet, hem de pratik olarak aktif bir mücadele içerisinde yürütülür. Devletçi zihniyeti aşındırdığı ve anti-devletçi demokratik zihniyeti toplumsallaştırabildiği oranda gelişme şansı bulur.

Her alanda devletçilik alternatifi oluşumları (zihniyet, tarz ve kurumlaşma olarak) inşa ettikçe, devletçiliği sınırlar ve geriletir. Bu bağlamda demokratik siyaset, devletçi sistem ile daha uzun süre birlikte varlığını sürdürür ve mücadele içerisinde olur. Deniz dalgalarının kıyıları dövmesi gibi, devletçi sistemi dövüp aşındırır. Toplumun kendisini örgütlemesine ve yönetmesine alan açar. Demokratik siyasetin en etkili yanı, toplumun alternatif kurumlaşmalarını ve sistemini inşa etmesini esas almasıdır. Yani, demokratik siyaset toplumsal alanda boşluğa izin vermez. Çünkü oluşacak boşluklar derhal devletçi sistem güçlerince doldurulur ve yaratılan aşınmalar devlet tahkim edilir.

 

3- Yerellik (Anti-Merkeziyetçilik): Devletçi sistem, özü gereği tekelcidir. Örgütlenme ve güç yoğunlaşması bakımından merkeziyetçidir. Nitekim iktidarcılık, tekelleşme ve güç yoğunlaşması demektir. Merkezi hegemonik özelliği ve kurumlaşma tarzı, iktidarcı zihniyete sahip olmasındandır.

Toplumsal örgütlenme ve ifade tarzında; merkeze yaklaştıkça hegemonya artar, uzaklaştıkça yerelleşme ve demokrasi artar. Merkezileşme hegemonik güçlerin örgütlülüğünün önünü açar, demokrasiyi kurumsallaştırır. Demokratik siyaset, merkezileşmeyi ve dolayısıyla güç yoğunlaşmasını ret eder. Çünkü merkezileşen ve yoğunlaşan güç, topluma baskı ve egemenlik olarak döner. Baskılanan ve iradeleştirilen toplumun, kendisi olma yeteneğini kazanamayacağı açıktır. Tekleşme ve tekelleşme, iktidarcı zihniyetin tezahüründen başka bir şey değildir. Toplumsal çeşitlilik ve çoğulculuk, öz-örgütlülüğü ve dolayısıyla yerelleşmeyi gerekli kılıyor. Devletçi sistem ile mücadele edilirken, yeni bir hegemonya tesisi amaçlanmayacağına göre, toplumsal çoğulculuğa ve çeşitliliğe uygun öz örgütlenmenin esas alınması, demokratik siyasetin varlık nedenidir. Bu bağlamda demokratik siyasetin pratikleşme biçimi, yatay ilişiler ve özel yapılanmalardır. Yatay ilişkiler toplumsal hiyerarşiyi ortadan kaldırırken, özerklik ise toplumsal çeşitliliğe ve öz örgütlenmeye uygun olarak kendi ifade tarzını kurumlaştırmaktadır. Özerklik, demokratik siyaset ile yeniden inşa edilen toplumun, devletçi sistem karşısında kendini var etme biçimi olmaktadır. Devlete karşı toplum, demokratik özerklikler biçiminde örgütlenir ve özerk yapılar, demokratik konfederalizm biçiminde genel bir kurumlaşmaya kavuşur. Demokratik konfederal yapılanma devletleşmeye alternatif olup, özerk/yerel örgütlenmelerin dayanışma ve işbirliği ağlarını ifade eder. Demokratik siyaset ise, bu tarz kimliksel ifadenin uygulama ve gerçekleşme tarzıdır.

Burada gözden kaçırılmaması gereken husus yerellik ile evrensellik arasındaki çok yönlü geçişkenlik ve ilişki halidir. Yerellik, evrensel olandan, bütünden yalıtılma değil, onun aktif ve özneleşmiş bileşeni olmaktadır. Zaten evrensel olandan kopmuş yerellik, dar ufukluluk olacaktır ki, marjinalleşme ve özne yerine nesne olma gerçekliğine tekabül eder. Demokratik siyaset zihniyeti, yerelde evrensel olanı inşa eden veevrenselde yereli aktif kılan düşünsel sistematiğini oluşturur.

 

4- Çoğulculuk (Anti-Çoğunlukçuluk): Toplumun farklılıklarından müteşekkil çoğulcu yapısı homojenliği kaldırmaz. Homojenlik, toplumsal çeşitliliğin inkârı demektir. Tanınmayan veya bastırılan her özgünlük pasifleşir, geriye çekilir ve uzun vadede söner. Dayatılan homojen yapısı da kabullenmez ve uyum sağlamaz/ama aktif olma halini de kaybeder, canlılığını yitirir ve nesneleşir. Zamanla da yok olma sürecine girer.

Hegemonik siyaset tarzı toplumsal çoğulculuğu reddeder. Tekelci iktidarcı zihniyet yapısı bunu gerektirir. Çünkü her türlü güç yoğunlaşması tekleştirmeyi zorunlu kılıyor. Homojenleştirme ya da başka bir deyişle “farklılıkları bastırarak birlik” oluşturma gayreti, hegemonik sistemlerin kendilerini var kılma biçimidir. Daha da ötesi, toplumu kontrol etmeye ve yönlendirmeye olağanüstü imkân tanımaktadır. Nitekim iktidar yapıları aynı zamanda kontrol mekanizmalarıdır. Çünkü homojen yapıları yönetmek kolaydır ve avantaj sağlamaktadır.

Bu nedenle devletçi sistemler inşa ettikleri hegemonik siyaset biçimiyle çoğunlukçuluğu esas almakta ve her türlü farklılıkları bu potada eritmektedirler. Her türlü asimilasyoncu politika ve uygulamalar bu amaçla gerçekleştirilmektedir. Nitekim günümüzün liberal demokrasilerinin çoğunlukçuluğu merkeze almaları tesadüf değildir. Bu zihniyetin suçudur. “azınlık hakları”na yer vermeleri bu gerçeği yadsımaz aksine pekiştirir. Sontahlilde azınlık yapıları, anagövdenin çoğunlukçuluğuna tabiolmaktadırlar. Çoğunlukta olan yapılar belirleyen konumda olurlarken azınlıkçı yapılar belirlenen konumda kalmamalıdır. Bu zihniyet yapısının meşruiyeti ise, seçimler üzerinden inşa edilmektedir. Liberal demokrasinin merkezine seçimlerin yerleştirilmesi boşuna değildir. Hegemonyacı ve tekelci nitelik gözden kaçırılmakta ve güya toplumun çoğunluğunun rızası alınmaktadır. “rızanın imalatı” böyle yapılmaktadır. Oysa seçimler toplumun yaygınca manipüle edildikleri, bunun üzerinden hegemonik iktidarların tesis edildiği bir alandır. Liberal demokrasinin manipülatif bir icadıdır.

Toplumsal varoluş hali, farklılıklar üzerinden vücut bulur. Farklılıklar toplumsal inşaların meşruiyetini zedelemez, aksine perçinler. Hegemonik toplumsallığa aykırı iken, heterojenlik toplumsal ontolojinin esasıdır. Elbette farklılık ve çeşitlilik olma hali, “bir” olmayı yadsımaz. “bir” olmak, farklılıkların reddini gerektirmez. “farklılıklarla birlik” kuralları terk etmeyi değil, tanınmayı ve birlikte yaşamayı esas alır. Demokratik siyasetin özü de budur.

Demokratik siyaset, zihniyet olarak her farklılığı toplumsal özne olarak kabul eder. Nicelikler üzerinden değil, nitelikler üzerinden işlevseldir. Her farklı özne, niteliği kadar toplumsal alana etki eder. Ancak nitelikteki farklılıklar, “önemli-önemsiz”, “birinciikinci”, “esas-tali” gibi hiyerarşik ve hegemonik sınırlandırmaları gerektirmez ve meşru kılmaz. Toplumsal alanı nicelikler üzerinden tarif eden çoğunlukçu zihniyet, sayılara dayalı statüler ve hiyerarşiler inşa eder. Bunu, hegemonik yapının bir gereği olarak yapar. Demokratik siyaset zihniyeti ise iktidara yönelimli olmadığı ve hegemonik bir öz taşımadığı için, tüm farklılıkları meşru olgular olarak tanır ve bu gerçeklikler üzerinden toplumsal inşaları gerçekleştirir. Her farklı olma hali, bir niteliğe tekabül eder ve meşru olgu olarak yer edinir. Meşruiyetini var olmasından alır. Burada demokratik siyaset, statüler ve hiyerarşiler inşa etmez. Çünkü nitelik farklılığı statüyü ve hiyerarşiyi gerektirmez. Toplumsal farklılıklar arasında dikey ilişkiler değil, yatay ilişkiler yan yanalık söz konusudur. Yan yana durma hali, birlik olmayı ve birlikte yaşamayı gerektirir. “birlik” olmak; bütünün içinde erimek kendi olmaktan çıkmak ve özne olmaktan uzaklaşmak anlamına gelmiyor. Her farklılık, niteliğini kaybetmeyen özneler olarak bütünün bir parçası olur. Zaten demokratik siyasetin özü, farklılıklar arasında simbiyotik ilişki inşa etmektir.

Toplumsal çoğulculuğu esas almayan siyaset tarzlarının kaçınılmaz olarak tekçiliğe ilerleyeceği ve bunun üzerinden iktidarcılığı geliştireceği açıktır. Bu sadece bir öngörü ve ihtimal değildir. Çünkü tanınmayan her varlığın üzerinden hegemonik ilişkiler inşa edilir. Yâdsıma ve tanımama durumu ne kadar yaygınlaşırsa, hegemonik yapı o kadar güçlenir. Demokratik siyaset ise çoğulcu yapının güvencesi ve işlevselleşmesidir. Çoğulculuk zihniyet yapısına dönüştükçe iktidarcı yapılanma marjinalleşir.

 

5- Kadın Özgürlüğü (Anti-Cinsiyetçilik): Köleliğin, sınıflaşmanın, her türlü hegemonik yapılanmanın ve özgürlüksüzlüğün temeli, kadının üzerinde egemenlik kurulan bir nesneye dönüştürülmesi ile atılmıştır. Erkek egemenliği üzerinden vücut bulan “erk”çi zihniyetin oluşumu, iktidarcılığı ve her türlü hegemonik tasavvurları insanlığın gündemine taşırmıştır. Toplumsal cinsiyetçilik, kadına ait olanın reddi üzerinden anti-özgürlükçülüğü sürekli üretmektedir. Toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği için doğal olarak simbiyotik ilişki içerisinde olması gereken kadın-erkek ilişkisinde ibrenin erkekten yana dönmesi ve bunun zihniyet yapısına dönüşmesi, toplumsal yaşamın özü olan demokratik ilişkilerin de sonu olmuştur. İktidarcı zihniyet, kadın üzerindeki egemenlik tesisi ile oluşmuştur. Kadının toplumsal tutsaklığı, demokratik yaşamın gelişmesinin önünde engeldir. Aslında tutsak kadının, tutsak erkek olduğu gerçeğinden ayrı olmadığından, erkek, kendisini de bağlamaktadır. Özgür ve egemen olduğunu sandığı noktada kendi egemenliğinin altında ezilen erkeğin bu yalın gerçeğin farkında olmaması, erkeksi zihniyetin yanılsama krizinin derinliğini gösteriyor. Tutsağı tarafından tutsak alınmak, iktidarcı erkeğin kaderi olmuştur.

Demokratik siyaset, toplumsal cinsiyetçiliği reddetmeden gelişemez. İktidarcı yapılanmaların reddini çıkış noktası yapması, öncelikle toplumsal cinsiyetçiliğe cepheden yönelmesini gerektiriyor. Bu da, kadının toplumsal inşanın ve demokratik siyasetin öznesi olmasını zorunlu kılıyor. Erkeğin, varoluşsal gerçeği olan iktidarcı ve cinsiyetçi zihniyetten ve bunun ortaya çıkarttığı toplumsal statülerden kendi isteği ile vazgeçemeyeceği gerçeği göz önüne alındığında, demokratik siyasetin aslında kadının öncülüğünde yapılmasını şart kılıyor. Bugerçeklik, kadının hem zorluğu, hem de avantajıdır. Zorluğudur, çünkü erkeği dönüştürme sorumluluğu da maalesef kadının omuzlarına yüklenmiştir. Avantajıdır, çünkü demokratik siyaset ile toplumsal ilişkilerin demokratikleşmesine öncülük edecektir. Kadının toplumsal yaşamı iktidarcı zihniyeti yaşamın dışına çıkaracak en önemli güçtür. Hiç olmazsa iktidarcılığı önemli oranda geriletip, etkisiz kılabilir.

Nitekim ekolojinin demokratik siyasetin zihniyet kodunu oluşturması, kadının yüklendiği bu rolden ötürüdür. Kadın olmadan ne doğa korunabilir, ne toplumsal yaşam ve ilkeler demokratikleştirilebilir, ne de özgürlük düzeyi yakalanabilir. Bu nedenle topluma giydirilen cinsiyetçilik gömleği, ancak demokratik siyasetin cinsiyet özgürlüğünü esas alması ile parçalanabilir. Bu açıdan kadın, demokratik siyasetin öznesi ve dayanağı olmak durumundadır. Kadının demokratik siyasete katılımı niceliksel değil, nitelikseldir. En başta da zihniyet öncülüğüdür.

 

Demokratik Siyaset ile Üçüncü Yol Seçeneği

İktidarcı zihniyet olan merkezi hegemonyacılık sisteminin sorun üreten yapısı, onu krizli bir döngüye hapsetmektedir. Krizlerini aşma ve yönetme yöntemi olarak bir yönüyle toplum ve toplumsal değerlere karşıtlık temelinde var olmaya ve hatta gelişmeye çalışırken, kendi içerisinde de hegemonya mücadelesini yürütmektedir. Bu, sistemin çatışmacı karaktere sahip olduğunu göstermektedir. Karşıtlaşarak var olma ve gelişme çabası, iktidarcı zihniyetin doğal bir sonucudur. Bir yandan toplum baskılanarak sindirilirken, diğer yandan sistem içi iktidar bloklarının hegemonya mücadelesi yürütülür.

İktidarcı sistem güçlerinin hegemonya savaşında toplum meşruiyet nesnesi olarak kullanılmaktadır. İdeolojik ve pratik manipülasyonlarla toplum kesimleri iktidarcı güçlerden birinin arkasında saf tutmaya zorlanmaktadır. Alternatifsiz bırakılan toplum kesimleri, hegemonya oyununun bir figüranı olmaya boyun eğmişlerdir. Aktörlerin yanında figüranların rolünün araçsallaşmanın dışına taşmayacağı açıktır. Sistemde aslolan hegemonik aktörlerin başat güç olma mücadelesidir. İktidar bloklarının çıkarları bunu gerektirmektedir. Gerçekte sarkacın bir yanında hegemonik güçlerin, diğer yanında ise bunun dışında sistemini kurması gereken toplumsal kesimlerin olması gerekirken; maalesef sarkacın her iki tarafında da hegemonik güçler konumlanmışlardır. Alternatif olması gereken toplumun bu yeteneği geliştirememesi, iktidar güçlerine çok geniş alanlar açmıştır.

Dolayısıyla verili egemenlik sistemi, güçler dengesine dayanarak sürdürülmektedir. Sistemde başat güç olan aktör, sistemde dengeyi oluşturma, yönlendirme ve kontrol etme inisiyatifini de kazanmakta ve bunun üzerinden dayandığı güç bloklarının çıkarlarını azamileştirmeye çalışmaktadır. Hegemonya olma arzusu, gelişme yeteneğini gösteren her iktidar gücünün başat güç (küresel güç), buna ulaşamayanların da bölgesel güç (alt emperyal güç) olma iştahını kabartmaktadır. Sistemik olarak güçler dengesi oluşurken, koşullar oluştuğunda rakip iktidar blokları birbirlerini alt etmeye de çalışmaktadırlar. Bu açıdan güçler arasındaki rekabet, hem dengenin korunmasının, hem de kırılgan bir yapı kazanmasının nedenidir.

Devletçi sistem, güçler dengesi üzerinden inşa edildiği ve toplumda nesneleştirilerek alternatif konumdan çıkarıldığı için, sistem içerisinde yer almak isteyen her güç, (günümüz açısından) iç içe geçmiş iktidar bloklarından birine yanaşmak durumundadır. Toplumsal kesimleri özneleştirip, topluma dayanmak iktidarcı güçlerin amacı olamayacağına göre, toplumsal gücü iktidar olma çabasına kanalize ederek egemenlik çıkarlarını gerçekleştirmek, bu güçlerin hedefidir. Toplumun bu oyuna mahkûm edilmesi ve sanki başka bir seçenek yokmuş gibi yanıltılması, hegemonik sistemin başarısıdır. Güçler döngüsü arasında sıkıştırılan topluma, gazını alma babında bazen nefes aldırılması da buoyunun bir parçasıdır. Toplumsal farkındalığın gelişmesi paralelinde, iktidarcı çemberi aşmayan bu oyun, kapitalist modernite çağında liberal demokrasi olmakta ve kapitalist modernitenin liberal demokrasi icadı en gelişkin ileri demokrasi olarak sunulmaktadır. Elbette bu çabalar boşuna değildir ve toplumu hegemonya mücadelesinde araç konumunda tutmak amaçlıdır.

Devletçi sistemin çağımızdaki kurgusu olan kapitalist moderniteye alternatif olarak sunulan demokratik modernite seçeneği, iktidar sisteminin dışına çıkmak isteyen toplumsal kesimlere dayanarak gelişme şansına sahiptir. İktidar bloklarından birine dayanmadan ve onların bir parçası olmadan özgür toplum seçeneğini iktidar oyunlarının dışında inşa etmek, demokratik siyasetin temel amacı olmalıdır. En etkili ve yoğunlaşmış güç toplum olduğuna ve hegemonik güçler bile meşruiyetlerini topluma dayandırma ihtiyacını duyduklarına göre, toplumu araçsallıktan çıkarıp kendi varlığının aktörü haline getirmek ve bunu verili iktidarcı sisteme alternatif olarak kurgulamak demokratik siyaset ile mümkündür. Çünkü sorun üreten bu sistemi ve onun siyaset biçimi ile karşılamak, alternatif olmanın gereğidir.

Demokratik siyaset tarzının gerçek manası ile verili hegemonik sistemde yürütülmesi olanağı yoktur. Çünkü zihniyet uyuşmazlığı vardır. Demokratik siyaset, iktidarcı siyasetin anti-tezidir. Bu açıdan iddialıdır. Dolayısıyla verili sistem dışına çıkarak alternatif olma iddiasını sürdürmekle kalmaz, gerçekleştirme yeteneği de gösterir. Bu da hegemonya savaşı yürüten, ama zihniyette ve amaçta buluşan sistem aktörlerinin dışında yeni bir yol oluşturmakla mümkündür. Çatışan hegemonik taraflara halkın özgür ve demokratik taraf olma gerçeği, üçüncü yolu inşa etmeyi zorunlu kılıyor.

Üçüncü yol, aynı zihniyete sahip güçlerin karşısına iktidarcılıktan arınmış demokratik zihniyeti pratikleştirme çabasıdır. Taraflara angaje olmadan toplum adına ve toplum ile birlikte demokratik siyaset gerçekleştirmektir. Demokratik siyaset, halkın devletçi zihniyet ve yapılar dışında kendisini ifade biçimi oluyor. Hegemonya savaşı veren güçlerin çatışmalarına taraf olmadan ve herhangi bir gücü de cepheden hedeflemeden, ama oluşan boşlukları da iyi değerlendirip, demokratik siyaset ile sistem oluşturmayı gerektiriyor. Bunu yaparken, hegemonik güçlerin ve yandaşlarının saldırılarına karşı da demokratik siyasetin gereği olarak pratik olarak kendisini savunur. Egemen sistem güçlerinin siyasi, ideolojik, kültürel, ekonomik ve fiziksel saldırılarına karşı sistemsel varlığını korumak veya sistemin bu yönlü engellerini aşarak sistem inşa etmek için her açıdan öz savunma feraseti ile hareket etmek, demokratik siyasetin olmazsa olmazıdır. Öz savunma, saldırılarda kullanılan araç ve yöntemlere aynı yöntemle mukabele etmektedir.

Demokratik siyaset, iktidarcı sistem mağduru olan toplumsal kesimlerin alternatif siyaset tarzıdır. Gerçekleşme dili ise, Radikal Demokrasidir. Verili sistemi yıkmayı hedefleyen devrim tarzını da, onu tekrarlayan iktidar, devletler inşa etmeyi de benimsemez. Ne yıkar, ne benzeşir ne de teslim olur. Toplumun öz gücünü açığa çıkarır, buna dayanır ve bu izlekte alttan üste doğru inşaya yönelir. Toplumun demokratik seçeneğini verili devletçi sistemin içinde alternatif olarak inşa eder. Bu da uzun süre hegemonik sistemle birlikte, yan yana yaşamasını koşulluyor. Bu nedenle sistem ile birlikte yaşarken, onunla demokratik siyasetin gereği olarak anlamlı ilişkiler geliştirir. Varlığı ve iradesi tanındığı ve saygı duyulduğu oranda, o da sistemin varlığını (meşruiyetini değil) tanır. Ancak tanıma biçimi, uzlaşma ve mücadelesizlik anlamına gelmez. Aksine sistemi geriletmek için sürekli bir mücadele içerinde olur. Demokratik siyaset, bu mücadelenin biçimidir. Kendi sistemini zihniyette ve pratik de inşa edip, toplumu özne haline getirdiği oranda devletçi sisteme geri adım attırır ve onun meşruiyetini tartışılır hale getirir. Mevcut sistemin dâhi toplumsal meşruiyete ihtiyaç duyduğu ve bu amaçla liberal demokrasiyi geliştirdiği düşünüldüğünde, toplumu örgütleyerek sistemin altını boşaltmanın ne denli avantaj ve güç sağladığı daha iyi anlaşılır. Kabul etmeliyiz ki hegemonik sistemin varlığı sadece devlet aygıtı ve iktidar gücü üzerinden yürümüyor. Esas da toplumsal algının yönlendirilip, toplumun önemli bir kesiminin yedeklenmesi ile gelişir. Toplumdan beslenen damarının zayıflatılması veya kesilmesi ile sistem ciddi anlamda zayıflayacaktır. Giderek devre dışı kalma sürecine girecektir. Alternatif üçüncü yol, demokratik siyaset ile bunu başarabilir ve inşayı gerçekleştirebilir. Bunun için de her türlü mücadeleyi demokratik siyaset paradigması ile yürütmek ve bunu hem toplumsal ilişkilerin hem de yapılandırmanın temeli yapmak gerekiyor.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.