Düşünce ve Kuram Dergisi

Devrimin Öz Diplomasi Yeteneği Olarak Rojava

Ali Koç

Sorunları çözme ve olası çözüm seçeneklerini görünür kılma babında toplumlar, gruplar ve halklar arasındaki ilişkiler sistematiği olan diplomasinin manipülasyonu, devletler zemininde iktidarların, elitlerin, zümrelerin, aygıtların çıkarlarını azamileştirmeye ve bu bağlamda sorunsallıklar üretmeye dönüştürülmüştür. Esasta diplomasi, sorunları çözme, barışı tesis etme ve dostluklar kurma yöntemidir. Buna mukabil devletçi/iktidar görünürlük, diplomasiyi güç gösterisi üzerinden etkinlik ve etkileyicilik alanını büyütme ve çıkarsallık dairesini genişletme temelinde kurgulamıştır/kurgulamaktadır. Bu amaca hizmet etmek üzere, sorun üretme veya erteleme (çözme değil), bu elitist diplomasinin temel yöntemi olmaktadır. Abdullah Öcalan, devletlerin diplomasi tarzını ‘kar mantığına indirgenmiş diplomasi’ olarak tanımlarken, bu akıldışı (ama kendi mantığı içerisinde ise tutarlı) sorunsallık haline dikkat çekmektedir. Sorunsallık halidir, çünkü sorunların üretimi ve bunun üzerinden gücü/iktidarı tahkim etme, sonsuz bir çatışma ve gerginlik atmosferini yaratmakta ve bunu devletlerin varoluş gerçekliğine dönüştürmektedir. Burada araçsallık konumunda tutulan ise, toplumlar ve onların dinamik varlıkları olmaktadır. İhtiyaç duyulan güç(askeri, siyasi, ekonomik vb.) buradan devşirilmekte ve amaç için kullanılmaktadır. Özellikle de ulus-devletlerdeki ‘ulusal çıkarlar’ argümanı her duruma uyarlana bilen ‘çatı’ görevini görmektedir. Burada her koşul için öne çıkarılan ‘ulusal çıkarlar’ söylemi, esasta devleti araçsallaştıran iktidar bloklarının/elitlerinin çıkarları olmaktadır. Bir çözüm yöntemi olarak işlevselleşmesi gereken diplomasinin, çözüm üretme görüntüsü altında yaratıcı bir sihirbazlık yeteneği ile sorun üretme mekanizmasına dönüştürülmesi, halkların/toplumların hanesine ‘kayıp’ olarak yazılırken, devletçi güçlerin ‘kazancı’ olarak işlem görmektedir. Tarihsel süreç, istisnaları olmakla birlikte ana akışın böyle olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yapılması gerekenin, diplomasinin dönüştürülerek gerçek zeminine (sorun çözen, barış yapan ve dostluk kuran…) oturtulması ve devletlerin etkinlik sağladığı bir alan olmaktan çıkarılmasıdır. Yani ‘devletlerarası diplomasi’ ye karşılık ve ona karşı güçlü bir alternatif olma bağlamında ‘halklar arası/toplumlararası diplomasi’, yani ‘öz diplomasi’ seçeneğini tarihsellik içerisinde daha görünür kılarak ve günceleştirerek öne çıkarmak, alternatif olma iddiasının kaçınılmaz gereğidir.

Kabul etmek gerekiyor ki, devletler sistemi diplomasi konusunda daha örgütlü ve etkin durmaktadırlar. İkdidarcı bir sistem olarak güçle tahkim edilmiş olmaları etkinliklerinin nedenidir. Güç, diplomatik etkinliğin var oluş koşulu olarak sürekli üretilmekte ve bunda sağlanan başarı oranında amaca hizmet etmektedir. Bu bağlamda devletlerarası diplomasi, güç dengelerine dayanan diplomasidir. Güç etrafında bir diziliş söz konusudur. Güç halkaları ve bunlar arasındaki ilişki ve çelişki sistematiği diplomatik faaliyetlerin esası olarak görünür olmaktadır. Her devlet bu esas üzerinden var oluşunu anlamlandırmaya, daha doğrusu var oluşunu kabul ettirmeye ve meşrulaştırmaya çalışmaktadır Buradaki meşruiyet ölçüsü, devletçi sistemin varlığını kabullenme, oyunun kurallarını benimseme ve buna sadakattir. Bunu yapan güçler sisteme dâhil edilirler ve böylece meşrulaşırlar. Zaman zaman bunun dışına çıkan devletler oldu mu, meşruiyet dışına itilerek sistemin dışına atılırlar. Devletçi sistem güçlerinin zaman zaman kimi devletlere müdahale etmeleri, rejim değişikliklerini örgütlemeleri, iktidar elitlerini değiştirmeleri bu ilişki sistematiğinin sonucudur. Sistemin meşruiyet krizleri bu bağlamda aşılmaya çalışılır. Sadece 2000’lerdeki Yugoslavya, Afganistan, Irak, Honduras, Libya, Suriye müdahale ve rejim değişiklikleriyle Küba, Venezüella, Bolivya, İran… İle yaşanan sorunlu ilişkiler buna örnektirler.

Güç dengelerine dayanan bu tarz diplomasi, kabul edilebilirlik karşılığında kendinden taviz vermek ve sistemin ‘süper gücüne’ (super power) tabi olmayı, iradesini kabul ettirmeyi koşullamaktadır. Her hâlükârda inşasını öngören bu diplomasi tarzının esası, iktidara dayalı varlığının olumlanmasıdır. Bu nedenle devletçi sistemi bir dünya-sistem olarak tekçi bir yapı biçiminde algılamak gerekiyor. Söz konusu devletçi ve iktidarcı inşa olduktan sonra, ideolojik ve çıkarsal farklılıklar ikinci planda kalmaktadır. Tam da bu nedenle kapitalist devletçi sistemi devrimlerle yıkmayı/aşmayı amaçlayan 20. yüzyılın reel sosyalist ve ulusal kurtuluşçu devrimlerini devletçi dünya-sistemin bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor. Aralarındaki çelişki ve çatışmalar sahici olsa da devletçi dünya sistem içi güç etkinlik ve çıkar çatışmalarıydı ve farklı kutupta konumlanmaları nedeniyle daha sert ve yıkıcıydı Bu yönüyle de dünya toplumu kontrol etmeye dayanan güç dengeleri tesisinin bir bakımdan diplomasi başarısıydı. Tüm çelişki, çatışma ve gerginliklere rağmen devletçi dünya-sistemin devamında ve varlığının korunmasında mutabık kalınan diplomatik ilişkilerin sonucuydu.

Devletçi dünya-sistem, çıkarsallıkların azamileştiği ve makasın en fazla açıldığı durumlarda dahi sistemselliğini (farklı kutuplarla birlikte yapısını) koruyacak bir diplomasi ilişkisini kurgulamakta ve toplumsallığı meşruiyet dayanağı yapan gerçek bir alternatife izin vermemekte ilkesel davranmaktadır. Devletçi dünya sisteme biat ön koşul olarak öne sürülmektedir. Sistemin kendi içerisinde kutuplaştığı durumlarda dahi, her konuda olduğu gibi diplomaside de gerçek alternatifi tanımamakta, sistem içi veya sistemin kutupları arasındaki çelişkilerden dünya-toplum adına yararlanmayı esas alan üçüncü yolu yani ‘öz diplomasi’ seçeneğini bastırmaya çalışmakta ve ‘meşruiyet’ dışına atmanın çabası içerisine girmektedir. Reel sosyalist ve ulusal kurtuluşçu devrimlerin sistemsel lideri olan SSCB, ilk dönemlerde (1917’lerde sonra) devrim yapan bir devlet, sonrasında ise (1945’lerden sonra) inşa edilmiş bir sistem olarak tanınmak ve ‘meşrulaşmak’ karşılığında ideallerinden ilkesel ve ideolojik tavizler verdi, ondan sonrası giderek sosyalizimden uzaklaşmak oldu. Lenin, bu tavizleri, devrimin üzerindeki aşırı basıncı bertaraf etmek ve devrime soluk aldırmak/devrimi kurumlaştırmak için ‘taktik’ adımlar olarak gördü veya gösterdi. Hamle hangi amaçla yapılırsa yapılsın, verilen tavizler özsel tavizlerdi ve ‘stratejik’ sonuçlara yol açtı. Reel sosyalist blok/sistem bu bağlam üzerinden ‘meşruiyet’ kazandı ve gerçek alternatif olma halinden uzaklaşma karşılığında devletçi dünya-sistemin bir parçası oldu. Başka bir deyişle reel sosyalist blokun (diğeri, dünya-sistemin liberal blokuydu) sistemsel tanınması, dünya devrimler sürecinin kontrolü ve sisteme eklenmesi karşılığında olmuştur. Tam da bu nedenle (elbette başka nedenleri de vardır) ekim devrimi ve reel sosyalist blok gerçek alternatif ve dünya-toplum olma şansını sonsuza kadar yitirdi. Bu, bir diplomasi trajedisi olarak tarihe geçmiştir. Reel sosyalist blokun yıkılışında ve 20.yüzyıl devrimlerinin başarısızlığında bu trajedinin rolünü küçümsememek gerekiyor. Halkların sosyalizm özlemleri ve bunun için gösterdikleri mücadele azimleri/emekleri, SSCB’nin lider olma (esasta kontrol gücü olma) çabalarına diplomatik araçsallıklar oldular. O nedenle de birçok devrim sahada başardı, ama ironik olarak devletçi-sistem ‘masa’sında kaybetti.

 

Yeni Tür Bir Devrim Örneği Olarak Rojava’da Öz Diplomasi

Henüz yapılmakta olan Rojava devrim sürecini dünya-toplum sisteminin ilk inşa halkası olarak değerlendirmek, gerçeğe yakın bir tanımlama olacaktır. Burada gücünü abartma çabası yoktur. Aksine kendi tarzında 21. yüzyıl devrimler halkasının ilk örneği olma bağlamında taşıdığı potansiyele ve yaratabileceği sonuçlara dikkat çekilmektedir. Rojava devrimi, belli ki dünya-toplum sistemi için çok mütevazı bir adımdır. Ancak Ortadoğu’nun bir kaos aralığından geçtiği ve kaos aralığındaki küçük adımların dahi dev adımlara dönüşerek kaostan çıktığı, yine Ortadoğu’daki sistemsel kriz ve çözümün dünya sistemini etkileme/belirleme potansiyeli göz önüne alındığında, Rojava devriminin çok da küçümsenmemesi veya görmezden gelinmemesi gerektiği açıktır. Kabul edilmelidir ki, büyük alt-üst oluşlar mütevazı adımlara dayanmaktadır. Belirleyici olacak husus Rojavalıları beslemek ve çoğaltmaktır. Bu hedef, devletçi dünya-sistem muhaliflerinin/mağdurlarının önünde duran stratejik ve güncel bir görev durumundadır.

Rojava devriminin alışageldik devrim süreçlerinden farklı olduğu açıktır. Bir 21. yüzyıl devrim örneği olarak tarihin geride bıraktığı 19. ve 20. yüzyıl devrimlerinden farklıdır. Rojava devrim sürecini farklı kılan parametreleri şöyle sıralamak mümkündür:

  1. Devlet kurma perspektifiyle hareket Sınırları değiştirmekten ziyade halkların demokratik potansiyelinin önünü kapatsan sınırları ortadan kaldırmayı amaçlıyor.
  2. İktidar aygıtını inşa Var olan iktidar aygıtını yıkıp gücünü topluma dayatıyor. Elitist inşayı değil, toplumsal inşayı devrimin temeli yapıyor.
  3. Toplumu yerelden demokratik özerklik biçiminde örgütlüyor. Demokratik özerklikle toplumsal meşruiyeti inşa Ülkenin başka bölgeleriyle ve başka ülkelerdeki benzer inşalarda devlet yerine demokratik konfederalizmi oluşturma perspektifine sahiptir.
  4. Şiddetle yıkmayı ve inşa etmeyi temel tarz olarak uygulayan klasik devrimlerin yerine, toplumsal gücü açığa çıkararak ve toplumla birlikle devrimi gerçekleştiriyor. Şiddet, meşru savunma sınırında Bu temelde toplumun içinde ve dışında şiddet araçasallığından mağduriyeti ve karşıtlaşmayı engelliyor. Şiddet inşa edici değil, koruyucu ve savunucu rol oynuyor. Asıl olan toplumsal dinamizmin özneselliğidir.
  5. Rojava devrimi ne salt ulusal kurtuluşçu ne de salt sınıfsal kurtuluşçudur. İkisini de barındıran, ama esasta demokratik kurtuluşu amaçlayan bir toplumsal devrimdir. Salt bir ulusa dayanmıyor. Egemenlikçi ve sömürücü sistemin mağduru olan ve ondan rahatsız olan tüm toplumsal farklılıklara /çoğulculuğa dayanı Tüm toplumsal farklılıkları, özgünlükleri ve iradeleri ile birlikte demokratik ulus çatısında örgütlemeyi çözüm modeli olarak sunuyor. Yani farlılıkta birliği öneriyor.
  6. Rojava devrimi en sahici kadın Geçmişin en toplumsal ve sosyalist devrimleri dahi, kendilerini bir kadın devrimine dönüştüremediler, erkeksi kaldılar ve cinsiyet özgürlükçü zihniyet devrimini gerçekleştiremediler. Bu nedenle kadını devrim içerisinde araçsallaştırdılar. Bu devrimlerde kadınlar ne toplumsal görünürlüğü sağlayabildiler, ne de toplumsal inşanın öznesi olabildiler. Oysa Rojava devrimi yapılamayanları gerçekleştiriyor. Cinsiyet özgürlükçü perspektifiyle kadının sahada inşanın öznesi olduğu devrimci süreci yaşıyor. Şu an kadın Rojava’da en mobilize olan güçtür. Evlerinden çıkmış ve mücadelenin tüm alanlarında ellerinden geleni yapıyorlar. Mücadele ettikçe de hem görünürlükleri artıyor, hem de çemberine alındıkları toplumsal cinsiyetçiliğin bentlerini yıkıyorlar.
  7. Klasik devrimlerde demokratik yan hep öte Demokrasi, demokratik toplum inşa edilmedi. ‘Halk demokrasisi’ söylemi basit bir propaganda argümanından öteye gitmedi. Otoriterizmin öne çıktığı geçmiş devrimlerde toplumun kendisi araçsallaştırıldı. Oysa Rojava’da tüm toplum kendi iradesi ve farklılıklarıyla demokratik devrimlerini inşa ediyorlar. İktidardan arındırılmış demokratik zihniyete dayanıyorlar.

Bu bağlamda Rojava’ya klasik bir devrim olarak bakmamak lazım. Ortadoğu’daki güç dengelerini değiştirme potansiyeli en yüksek ülkelerden biri olan Suriye’deki güç dengelerini önemli oranda değiştiren iki yıldır bir devrimsel süreç yaşanıyor. Bu formülasyonu baz aldığımızda-ki, gerçeği ifade eden bir formülasyondur,Rojava devrimi Ortadoğu’da kelebek etkisi yaratabilecek bir potansiyele sahiptir. Domino teorisindeki gibi bir etki gücünü açığa çıkarıp, Ortadoğu devrimleri sürecinin önünü açabilir bunu hayal olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştürmeye pek de uzak değil. Başlarda ısrarla görmezden gelinip karartılmasının, şimdilerdeyse sıradan bir gelişmeymiş gibi addedilip perdelenmek istenmesinin nedeni, onun sahip olduğu bu devindirici potansiyelindendir. Bu görmezden gelme ve /sıradanlaştırma hali, sadece küresel ve bölgesel devletçi dünya-sistem güçlerinden gelmemektedir. Egemenlikçi sistem karşıtları ve yeni bir arayış içerisinde olan güçler tarafından da çoğunlukla benzer kayıtsızlıkla karşılanmaktadır. Kürtlerle sınırlı bir kesim dışında, Rojava devrimi sistem karşıtları/muhalifleri/mağdurları) tarafından keşfedilmeyi ve sahiplenip desteklenmeyi bekliyor. Bu konuda bir iki ilgisizlikten bahsetmek mümkündür. Rojava devriminin özü ve etki gücü anlaşılamıyor bu çevreler tarafından. Belki Rojava devrimcilerini kendi devrimlerini yeterince tanıtamamalarının da etkisi vardır. Ancak Rojava’daki devrimsel gelişmelere klasik paradigmalarla bakıldığı ve bu nedenle taşıdığı devrimci özün ve etki gücünün görülemediği aşikârdır. Oysa küresel çapta dünya-toplum potansiyel gücü az değildir ve bu potansiyelin bir kısmı dahi Rojava devrimi için harekete geçirildiğinde devletçi dünya –sistem güçlerinin Rojava devrimi etrafında oluşturduğu çember çok rahatlıkla kırılabilir.

Açıkça ifade etmek gerekir ki, devletçi dünya-sistem güçleri (küresel ve bölgesel devletçi güçler), kendi karşıtlarından daha gerçekçi olarak Rojava devriminin taşıdığı potansiyeli tahlil etmişlerdir. Rojava devrimini potansiyel yandaşları /dostları sığ bir tahlil ile onu basit bir olgu olarak algılayıp, gereken önemi ermezken ve tam da bu duyarsızlık halinden dolayı devrimin nefes borularını açma çabasına girişmezken, devletçi dünya sistem güçleri tüm olanaklarıyla Rojava devrimini kuşatıp boğmak istiyorlar. Çünkü onlar gerçek bir analize dayanıyorlar ve en çok da devrimin potansiyel destekçilerinin ilgisizliğinden yararlanıyorlar.

Rojava devrimi sahada gerek toplumsal inşada, gerekse öz savunmada önemli başarılar elde ediyor. Etrafında örülen düşmanlık çemberinden gedikler açtıkça görünür olmaya başlıyor. Ya da ısrarla görmezden gelinemiyor artık. Ancak dışarısıyla güçlü nefes boruları henüz oluşmuş değil. Bu yetersizlik hali nedeniyle etrafına gerçek duvarlar örülüyor. ‘Duvar’ metaforu bu yönüyle anlam kazanıyor ve işlevselleştiriliyor. Bununla birlikte Rojava devrimi sahada elde ettiği başarıları katettiği gelişmeleri diplomasiye tahlil etmede önemli başarılar elde ediyor. Özellikle gerek bölgesel, gerekse uluslararası alandaki diplomatik çabaları sahip olduğu diplomasi potansiyeline de işaret ediyor. Rojava devriminin dayandığı veya açığa çıkardığı Kürt gerçekliğinden dolayı onu boğmakta hiçbir sakınca görmeyecek olan İran ve Türkiye gibi bölge devletleri bile Rojava devrimi/devrimci güçleri ile ilişkilenmek zorunluluğu duyuyorlar. Bu ilişkilenme tarzının şimdilik iradesini tanımak yerine manipüle etmek veya devletçi dünya-sistemin oluşturulmuş tuzakları olan bloklardan/gruplaşmalardan birine ekleme amacını taşıması, Rojava devriminin açığa çıkardığı diplomasi potansiyelinin büyüklüğünü ve etkisini azaltmamakta, aksine teyit etmektedir. Buna Rusya, ABD/Avrupa ile şimdilik dolaylı veya görünürde alt düzeyde kurulan diplomatik ilişkileri de eklediğimizde, Rojava devriminin önündeki diplomasi seçeneği küçümsenemez.

ABD ve Rusya’nın gerçekleştirilmesi düşünülen Cenevre 2 Konferansın’a Rojava devriminin/Kürtlerin üçüncü bir güç olarak katılma istemi ve bunun kabul edilebilirlik düzeyi, sahadaki devrimsel başarının diplomasiye yansıması anlamına geliyor. Devletçi dünyasistemin küresel ve bölgesel güçlerinin oluşturduğu çember, şimdilerde aşılmaya başlanmış durumda ve sahadaki mücadelenin diplomasiye tahvil edilmesindeki başarının devam etmesi halinde, özgün bir devrim olarak tescillenmemesi için hiçbir mani/neden bulunmuyor.

Rojava devrimi siyaset ile diplomasinin, siyasi mücadeleyle diplomatik mücadelenin bu denli iç içe geçtiği ve sıkıca birbirine bağlandığı özgün bir örnek olarak incelenmeye değerdir. Mücadele sahası ile çok güçlü bağlar kuran ve bizzat sahadakilerin yürüttüğü bir diplomatik atak söz konusudur. Masa, sahadan kopuk değildir, aksine sahanın doğrudan yönlendirmesi mesafesindedir. Sahadaki mücadele tarzı ve elde edilen başarılar, diplomasinin önüne yeni fırsatlar/seçenekler sunmaktadır. Bunu kullanmadaki başarı/başarısızlık düzeyi, Rojava devrimini hem sahada, hem de uluslararası alanda etkileyecektir. Dahası etrafına örülen duvarların ve oluşturulan çemberlerin kaderlerini eleyecektir.

Rojava devrimi adına yürütülen diplomatik faaliyetlerin aşama kaydetmesindeki esas etki, devrimin kendisini konumlandırma biçimindendir. Beki de bu diplomasi biçimine ‘üçüncü yol diplomasisi’ demek gerekiyor. Çünkü Rojava devrimi sahada halkların (sadece Kürt halkının değil; yanısıra Arap, SüryaniAsuri, Ermeni halklarının) özgür ve demokratik alternatifi olarak üçüncü yolu hem teorikleştirilmekte, hem de pratikleştirilmektedir. Şu an Ortadoğu’da devletçi dünya-sistemin iki grubu bloku (elbette şimdilik katı bir gruplaşma/bloklaşma değil ve tarafların ilişkilerinde bir geçirgenlik de söz konusu olabiliyor) hegemonya mücadelesini yürütmektedir. Küresel liderliğini ABD ve Rusya’nın yaptığı bu gruplaşma/bloklaşmanın Ortadoğu’daki bölgesel güçleri Türkiye-Suudi Arabistan-İsrail-Katar-KDP ile İran-Irak-Suriye olmaktadır. Her iki gruplaşma/bloklaşma da devletçi dünya-sistem mağduru olan Ortadoğu halklarına (özelde de Suriye halklarına) demokratik bir seçenek sunmamaktadırlar. Sundukları seçenek, devletçi/iktidarcı seçenektir ve bu bağlamda Ortadoğu nasıl dizayn edilirse edilsin kazanacak olanlar devletçi dünya-sistem güçleri ola-

caktır. Halklara devlete/iktidarcılığına alternatif demokratik kurtuluş seçeneğinin tek oluşumu Rojava devrimidir. Rojava devriminin sahici ve gerçekleştirilebilir bir alternatif olarak kendisini konumlandırması ve bu bağlamda toplumun kendisini özneleştirmesi, her açıdan güçlü ve esnek bir mücadele tarzını ortaya çıkarmıştır. Karşı karşıya gelen devletçi/iktidarist güçlerden birine eklemlenmeden, sadece toplumun öz gücüyle devlet/iktidar dışında halkların demokratik seçeneğini açığa çıkaracak bu devrimci tarz, her iki güç odağıyla hem mücadele, hem de ilişkilenme olanağını vermektedir. Taraflardan birine angaje olmaması, yani kendisini alternatif üçüncü güç olarak konumlandırması, diplomaside muazzam bir esneklik yeteneğini açığa çıkarıyor. Toplumsal gücün dayanak yapılması, diplomasiyi salt devletlerin/devletçi güçlerin top çevirdiği bir alan olmaktan çıkarmış ve halkların da etkili olabilecekleri bir zemine dönüştürmüştür. Bu diplomasi seçeneği belki henüz başlangıç aşamasındadır. Ama her geçen gün gelişme göstermekte ve daha faal olmaktadır. Ama en önemlisi de oluşan /var olan bir birikime/potansiyele işaret etmektedir. Şu an hem rejim ile hem de muhalifler ile ilişkilenebilecek yegâne yerli güçtür. Yine hem rejim, hem de muhalifler karşı grupla/blokla görüşemezken, Rojava’daki devrimci güçler karşıt taraflarda yer alan güçlerle görüşebilmekte ve hem kendi varoluşunu güvenceye almak, hem de Suriye’deki soruna çözüm bulmak için diplomatik çalışmalar yürütmektedir. Gücünü devletçi güç odaklarından almadığı için de daha özgür ve özgün seçeneklere yönelebilmektedir. Diplomatik alandaki bu konumlanış, hem rejim, hem de muhalifler ve aynı zamanda tarafların uluslararası destekçileri karşısında Rojava devriminin elini güçlendirmiştir. Rojava hangi tarafa meylederse, o tarafın kazanacağı ortaya çıktıkça, taraflar Rojava devrimcilerini kendi taraflarına çekmenin çabası içerisine giriyorlar. Uzun süre görmezden gelinen, özne olarak tanımlamak şurada kalsın, doğal ulusal ve demokratik haklarının güvencesi bile verilmeyen Rojava, devrimsel hamlede başarı kazandıkça, şimdilerde aranan ve ciddiye alınan taraf konumuna gelmiştir. Rejim ve destekçileri de muhalifler ve destekçileri de diplomasideki kartların yeniden dağıtılması zorunluluğunu duyuyorlar. Cenevre 2’ ye üçüncü taraf olarak katılma seçeneği bunun sonucudur.

Rojava devriminin taraflara meyletmeyen diplomatik duruşu doğrudur. Sahadaki başarıya ve toplumsal meşruiyete dayandıkça, masadaki eli daha da güçlenecektir. Elde ettiği kazanımları, halkların devrimsel kazanımları olarak diplomasi sahasında güvenceye ve güce kavuşturmak, Suriye’de demokratik çözümün zeminini daha da güçlendirecektir. Artık tüm güçler/taraflar, Rojava olmadan Suriye’de bir çözümün olamayacağında hemfikirdirler. Rojava’nın da bu gerçeği demokratik toplumsal devrimin tüm Suriye’de hayat bulması için kullanması gerektiği ve bu yönde hareket ettiği açıktır. Ancak şu gerçeğin gözden kaçırmaması gerekir: Taraflar, Rojava’nın devletçi dünyasistemden bağımsız bir devrim olarak gelişmesinden hoşnut değiller. Esasta sistem karşıtı ve alternatifli bir devrimsel sürecin yaşanmasından rahatsızdırlar.

Bunun tüm Suriye’ye yayılıp Ortadoğu için örnek olmasından çekinmektedirler. Ortadoğu kaosundan halkların demokratik devriminin çıkmasını istemiyorlar. Çünkü inşa edilen demokratik devrimin, arayış içerisindeki Ortadoğu halkları için cazibe merkezi olacağını, Rojava’nın yaratacağı devrimsel havanın Ortadoğu coğrafyasını etkisine alacağını biliyorlar. Zira Rojava devriminin dayandığı paradigmal, felsefik ve ideolojik anlayışın Ortadoğu’da yol gösterici olma olasılığı yüksektir. Bu nedenle egemen güçler bir yandan sahada Rojava devrimini boğmaya çalışıyorlar, diğer yandan eğer bunu başaramazlarsa, diplomasi yoluyla saptırmanın ve sistemin bir parçası haline getirmenin çabasındadırlar. Rojava devrimi adına yürütülen diplomasinin önemi tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Birçok devrimin diplomasi masasında kaybedildiği/çalındığı gerçeğini göz önüne aldığımızda, konunun hassasiyeti daha iyi anlaşılır. Ayrıca Kürtlerin tarihinin masada kaybetme tarihi olduğu gerçeğini de buna eklediğimizde, ne kadar duyarlı davranılması gerektiği kendiliğinden açığa çıkar.

 

Rojava Devrimi Çalınmaması Gereken Bir Devrimdir

Arap baharıyla birlikte Ortadoğu’da ortaya çıkan halkların devrimsel çıkışı devletçi dünya-sistem güçleri tarafından amacından saptırıldı. Demokratik halklar devrimine evrilemeden çalınan bu devrimsel süreç, şimdilerde hegemonik güçlerin at koşturduğu bir alana döndü. Yeni bir devletçi/iktidarist sistem inşası gerçekleştirilmeye çalışıyor. Ortadoğu devrimlerinin ele geçirildiği bir süreçte Rojava’daki devrimci gelişmeler ortaya çıktı ve hali hazırda çizgisinde istikrarlı bir şekilde yürüyor. İlkesel duruşunu sürdürüyor. Ancak zorlukları da vardır. Sahadaki başarılarını diplomasideki kalıcı başarılara tahvil etmesi, etrafındaki çemberi de kıracaktır. Bugün Ortadoğu’da Demokratik Modernite güçlerinin öncü kalesi durumundadır. Dolayısıyla Ortadoğu’da Demokratik Modernite’nin inşasında diplomasi alanında tarihi bir misyon yüklenmiştir. Fırsatları iyi değerlendirilirse devrimin önündeki zorluklar daha rahat aşılacaktır. Elbette kaçınılmaz olarak mücadele sahası ile diplomasi birbirini hem koşullamakta hem de motive etmektedir. Halklar adına yürütülen öz diplomasinin derinleştirilmesi ve kalıcılaştırılması gereği açıktır. Adeta hata yapma hakkı yok gibidir. Çünkü mevcut güç dengeleri dikkate alındığında yapılacak diplomatik hataların telafisi çok zor, hatta imkânsıza yakın olacaktır. Bu da güçlü diplomasi faaliyetlerinin örgütlendirilmesini, sistematize edilmesini ve kadrolarının yetiştirilmesini zorunlu kılıyor. Rojava’nın öz diplomasisinin yumuşak karnı da burası olmaktadır.

Diplomaside haklı ve doğru tespitlere/analizlere sahip olmak yetmiyor. Bunu pratikleştirme biçimi daha fazla önemlidir. Devletlerin diplomasi labirentlerine yerleştirdikleri tuzaklara düşmemek esastır.

Devletlerin yürüttüğü diplomasi tarzına karşılık olarak, Rojava’nın öz diplomasisinin ‘halklar diplomasisi’ olarak adlandırmak da mümkündür. Meşruiyetini ve gücünü halkların ortak iradesinden alan bu tarz diplomasinin masada kaybetmesi veya devrimin çalınması çok zor bir olasılıktır. Rojava devrimi Kürt orijinli olsa da esasta bir Kürt/Kürdistan devrimi değildir. Rojava’da ve eğer gelişmesini sürdürürse, Suriye’de yaşayan tüm halkların katıldığı veya çıkarlarını savunan bir devrim özelliğindedir. Bu nedenle halklar adına diplomasi yürütüyor ve esnekliğinin esası da buradadır. Bir tek Kürt orijinine odaklansaydı daha dar ve sığ bir devrimsel süreç olacaktı. Haliyle de 21. yüzyıl devriminin özelliklerine sahip olamayacaktı. Marjinalleşme olasılığı artacaktı. Ancak şimdi marjinalleşmesinden değil, gelişme kaydetmesinden bahsediyoruz. Analizlerimizi bu yönde derinleştiriyoruz.

Halklar diplomasisi, devrimsel bir süreç olarak Rojava devriminde gerçeğe bürünmüş durumdadır. Bir toplum topyekûn savaşıyor, direniyor, inşa ediyor ve bu bağlam üzerinden demokratik kurtuluşunu gerçekleştiriyor. Sahada kat edilen başarı ve yaratılan gelişmeler oranında uluslararası alanda diplomasi kanalları açılıyor ve görünürlüğü artıyor. Her kesin etkilemek ve yanına çekmek istediği bir özneye dönüşüyor. Rojava devrimini etkilemek isteyen çevreler ve bu yönlü çabaları arttıkça devrimin önündeki seçenekler de çoğalıyor. Etkilemek ve etkilenmek, diyalektik bir gerçekliktir. Önemli olan daha fazla etkileyen konumda olmak ve devrime yeni olanaklar yaratmaktır. Devrimin esas aldığı doğrultusu kaybedilmedikçe güçlenmesi kaçınılmazdır. İzlediği çizginin sahip olduğu esneklik katsayısının büyüklüğü, Ortadoğu gibi çok yönlü değişkenliğin adeta kural olduğu bir coğrafyadaki ani ve beklenmedik gelişmelere çabuk adapte olma yeteneğini de kazandırıyor. Gerçekten de Ortadoğu gibi bir coğrafyada saflar ve yaptıkları diplomatik ataklar sürekli ve çabuk değişebiliyor. Bu nedenle katı/katıya yakın duruşlar, yeni gelişmeler karşısında pozisyon almayı engelliyor. Haliyle de kaybettiriyor.

Tarafların sık sık yeni hamlelerle süreçleri lehine çevirme/azami kazanç sağlama taktiklerini yürütmelerini ve bununla bağlantılı olarak ilişkilenme/ilişki yönlerini sık sık değişiklik göstermesi, tetikte olunmayı ve çok yönlü hamleler yapmayı ve buna hazır olmayı gerektiriyor. Zira Ortadoğu coğrafyasında pozisyonlar uzun süre korunmuyor, korunamıyor. Değişen pozisyonlarla birlikte imkânların/fırsatların genişlemesi ve daralması hızla yer değiştirebilir.

Rojava’da Pratikleştirilen ve halklar diplomasisi olarak tanımlanan öz diplomasi seçeneğinin temel parametreleri konusunda şunlar belirtebiliniz:

  1. Güç dengelerine değil, halkların öz gücüne dayanmaktadır,
  2. İlkede katı, pratikte esnek bir çizgi izlemektedir, ideallerinden ve demokratik toplum tasavvurundan vazgeçmeden mümkün olanı gerçekleştirme yeteneğiyle hareket Herkes ile görüşülmekte ve halkın demokratik sistem tasavvurlarına uygun düşecek seçenekle yol alınmaktadır. Gerçekleştirilebilir olanın analizi önemli bir husus olmaktadır.
  3. Tanındığı ve kabul edildiği kadar tanıyıp, kabul İlişkilenildiği kadar ilişkilenme gereği, kapısını kapatma veya kapalı kapıları çalma anlamına gelmemektedir. İlkeli ve iradeli bir ilişki tarzı esas alınmaktadır. Bu tarz diplomasi, kimi güçlere angaje olmanın önünü de almaktadır. Teslimiyet ilişkisi değil, özgür ilişki tarzı esastır. Amaç devrime yol açmak ve toplumun halkların leyhine gelişmeler sağlamaktır.
  4. Çok yönlü bir diplomatik siyaset Sadece devletçi güçlerle değil, devlet dışı/devlet karşıtı güç ve toplumsal dinamiklerle de ilişki kurulmaktadır. Hatta ikinci seçeneğe ağırlık vermesi, devrimin uluslararası desteğini ve meşruiyetini de artırmaktadır. Bunun derinleştirilmesi gereği vardır. Nitekim Rojava devrimi diplomaside kendisini sadece devletlerle kurulan ilişkilerle sınırlamamaktadır. Salt devletlerle kurulan ilişkiler güç dengeleri içerisinde erimeye yol açar. Devletlerin dışındaki güçlerle ilişki çok önemidir. Uzun vadede büyük ve kalıcı kazanımlar sağlar. Bu bağlam üzerinden devletçi dünya -sistem mağdurlarının da Rojava devrimini keşfetmeleri ve ona doğru sahiplenme kanallarını geliştirmeleri göz ardı edilemez bir sorumluluktur.
  5. Diplomasinin bir ayağı da, içteki tüm halklarla kurulan diplomatik ilişkidir. Suriye’de birlikte yaşanılan halklarla ortak bir sistem inşa etmeye yönelik diplomatik ilişkiler yoğunlaşmaktadır. Rojava özgünlüğünde halklarla kurulan ilişki ve ortaklık bunu ispatlıyor. İç diplomatik faaliyetler, halklar arası dostluğu, barışı ve demokratik kurtuluşu
  6. Meşruiyet kaynağı olarak devletçi dünya-sistem güçleri görülmemektedir. Meşruiyet kaynağı toplumsal rızadır. Esasta, gülü olmak yerine haklı olmak ve bu haklılık üzerinden toplumun/halkların öz gücünü açığa çıkarmak ve harekete geçirmek, devrimin meşruiyetini ifade Varlığını koruyan ve güvenceleyen güç yoğunlaşmasını aşan güçlenme toplumsal zehirlenmeye yol açar.

Sonuç babında ez cümle; Sykes-Picot ve Lozan, Ortadoğu coğrafyasını hegemonik güçlerin çıkarlarına göre dizayn etti. Rojava devriminin sinerji ve motivasyonuyla ikinci bir Sykes-Picot ve Lozan’a izin vermemek ve halklar diplomasisini gerçekleştirmek, mümkün ve kaçınılmazdır. Rojava devriminin diplomasi çizgisi bunu doğruluyor.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.