Düşünce ve Kuram Dergisi

Demokratik Ulusu İnşa Pratiği Olarak Rojava

Osman Kılavuz

Rojava’daki Özgürlük Mücadelesinin ve “Demokratik Ulus”u inşa pratiğinin derinlik kazandığı bir sürecin içinden geçiyoruz. Son iki yüzyılda, Kapitalist Modernite’nin meydana getirdiği tekçi, dıştalayıcı ve köleleştirici ulus-devletin insanlığın başına getirdiği kötülükler zirvesine ulaşacak şekilde Ortadoğu’da halklara en ağır tahribatları yaşatmaktadır.

Demokratik Ulus çözümü ise bu yıkıcı ulus devlet zihniyetine sadece kavramsal çerçeve olarak güçlü cevap olmakla kalmıyor, Ortadoğu’nun şu an içinde bulunduğu kaosuna çare olmaya dönük geliştirdiği tarihi adımlarla halklar açısından yeni ve umut vadeden bir seçenek olma iddiasını taşıyor.

Bölgenin gerçekleriyle örtüşmeyen, daha çok hâkimiyet ideolojisinden kaynağını alan, hem Batı merkezli çözüm modellerinin hem de dinsel-geleneksel odaklı sorunlara çare olmadığı ve olamayacağı, söz konusu modelin savunulamayacağı artık net olarak görülmüştür. Denilebilir ki, sorunlu alanlara müdahaleler, var olan savaşı daha karmaşık savaşlar haline getiriyor. Eskinin gelip geçen savaşları, yerini sıradanlaşan ve süreklileşen savaşlara bırakıyor.

Uygulanan farklı çözüm modelleri arasındaki ayrımlar sadece güç dengelerinin iç iktidar alanlarının el değiştirmesiyle sınırlı boyuttadır. Öz olarak değişen bir şey yoktur. Her ikisi de toplumsal alan üzerinden hareket etmeyi seçmez. Daha ziyade iktidargüç alanlarıyla ilgilenir. Toplum veya toplumsal alan burada iktidara ulaşma yolunda lojistik bir kaynak değerinde ele alınır. Söylemde bütün kesimler kapsanıyormuş gibi gösterilse de, asıl olarak kitleler oradan oraya taşınacak ruhsuz, iradesiz, edilgen yığınlar olarak görülür. İktidarın veya yönetimin o an için herhangi bir etnisite’ye ait olduğu iddia ediyor olmasının bir önemi yoktur. Bugün için iş gördüğüne inanılan herhangi bir etnisite’nin ismi öne çıkarılıp yüceltilebilecekken, çıkarlar değiştiğinde hiç görünür olmayan bir başka halk ve etnisite’nin ismi rahatlıkla öne çıkarılabilir. İktidar, etnisite halk ve toplumlarda bağımsız şekilde var olan bir olgudur.

Ulus-üstüdür. Toplum dışıdır. Toplumsal yapıların en kadim ve doğal cemaat komünalitelerinden birleştirir, yapılandırır, ulusallık şeklinde kurgular. Daha doğru bir ifadeyle ulus-devletleştirir.

Ulus-devlet zihniyetinde toplum kurulan, iktidar ise kuran konumundadır. Kuran-kurulan ilişkisi toplumun lehine değiştirilmediği sürece en iyi niyetli amaçlarla başlayan devrimsel süreçler bile neticede iktidarın değirmenine su taşımaktan kendini kurtaramayacaktır.

Modernist bir iktidar çeşitlemesi olan ulus-devlet yapılanması, tıpkı eski zaman egemenlerinin yaptığı gibi, yani Tanrı kelamlarına bürünerek kendisini vazgeçilmez yegâne yol olarak gösterme marifetini başarmakta kusursuzdur. Bu yüzdendir ki, toplum, Tanrı kelamının etkisi altında kalanlar, kendine olan güvenini, öz örgütlemeye olan inanç ve iradesini büyük oranda yitirmiştir. Bu yüzdendir ki toplum, bireysel kurtuluşun yolunu iktidarı ve devleti ele geçirmek dışında başka bir yolun olmadığına adeta secde edercesine inanmış, inandırılmıştır. Verili sosyal bilim aracılığıyla da toplumun devletsiz yapılamayacağı, farklılıklarıyla birlikte yok olamayacağını teorik kanıtlarını da özenle geliştirmiştir.

Demokratik Ulus Yan Yana Durmayı Değil, İçtenlikli Bir Aradalığı Savunur

Devletin ulusu veya ulus-devlet edilgen yığınlardan müteşekkil bir yapıyı ifade eder. Birleştiren değil, baskı ve zorla insanları bir yerde toplayan bir işleve sahiptir. Toplumun ideolojik ve hiyerarşik olarak yeniden örgütlenmesidir. İktidar-devlet özne iken toplum ise kullanılan, alınıp satılan ve gerektiğinde çıkarları uğruna kutsal savaşlara sürüklenen ya da toplumun en büyük değerlerinin satılması pahasına en pespaye barışlarla teslim alınabilen bir nesneye dönüştürülmüştür.

Demokratik Ulus ise bilimsel ve devrimci bir dinamiğe sahiptir. Eşitliği ve özgürlüğü yaşama arzusunda olan çoklu toplum veya toplulukların birliğidir. Devletin ulusu, tekliğe indirgenmiş çeşitliliğin zoraki bir aradalığı olurken, demokratik ulus, aktif ve kurucu öznelerin rızalarıyla inşa edilen, özgürlük ve eşitliği esas alan, farklılığa ve değişime açık olan bir yaşam tahayyülüdür; hatta gerçekleşmesidir. Toplumun biçimsel yan yana durmayı değil, içtenlikli bir aradalığı savunur geliştirir. Kollektivitelerin cansız kitleler, bloklar şeklindeki federatifliğinden ziyade, birlikte var olma, çoğalma ve farklılaşmayı hedefleyen sosyal federatifliği esas alır.

Ulus devletçi zihniyet bu gün örneği Ortadoğu savaşlarında görüldüğü gibi milliyetçilik, mezhepçilik ve devletçilik üzerinden çatışmaları körüklemektedir. Bu savaşlar ötekinin yok edilmesi ve boyun eğdirilmesi amacı üzerinden gelişir. Taraflar kendilerini bu yok edilme ve teslim alma kıskacından vareste tutmak için hızla iktidarlaşmaya çalışır. İktidarlı ve devletli olunduğunda kendini güvencede, iktidarsız olduğunda ise kendisini saldırı ve yok olma tehdidi altında hisseder. Her iki durumda da palazlanacak olan iktidar ve devletli paradigmadır. Tabi bu bir çıkmazdır. Şimdiyle de sınırlı kalan bir olgu değil, yüz yıldan fazladır bölgenin yaşadığı ve eğer aşmazsa, belki de bir yüz yıl daha yaşamak durumunda kalacağı trajedinin de asıl nedenidir.

Başta da belirtildiği gibi, açmazları olan Batı sosyolojisinin hatta ulus devleti ret etmeyen Sosyalizmlerin bölgenin sorunlarına ilişkin geliştirdikleri teorinin çoğu iflas etmiştir. ABD ve Avrupa’nın o hep benzeri krizlerde ellerinin altında hazır bulundurdukları hegemonik çıkarlarını koruyan nitelikteki her hangi bir çözüm reçetesi de mevcut duruma çare olamamaktadır. Egemenliği kurma arayışı içinde olan güçler, daha çok anlık gelişmelere göre saflaşma ve taraf tutma durumunu geliştiriyor. Kazanan ve kaybedenlerin rolleri bazen karşılıklı yer değiştirse de senaryonun kendisinde değişen bir şey olmuyor.

Çünkü oyun kurucu ve senaryo yazarı hâkimiyet ideolojisinin bizzat kendisidir. O yüzden çözüm paradigmalarının, diğer bir değişle senaryonun tümden değişmesi gerekiyor. Modern kafesin içerisine hapsedilmiş olan çözüm reçetelerinin dışına çıkılmadıkça sistemin biricikliğini kanıtlama pratiklerinin sür-git yaşanması kaçınılmaz gibi görünüyor. Yönelimin tarzı aynı olduğu müddetçe dön dolaş yine aynı yola girmekten kendini alamama durumları yaşanacaktır.

Aslında sorunun çözümünü çok karmaşıkmış gibi algılanmasının altında, yine Batı liberal sosyolojisinin sökükleri, dikiş tutmazlığı ve parçalanmışlığı yatar.

Sosyolojinin inceleme konusu yaptığı toplumsal alana ilişkin problemlerin aşırı karmaşıklaştırılması yaşanan açmazları daha bir derinleştirmektedir. Sayın Öcalan bu açmaza karşı yeni kuram ve yöntemi ile “Özgürlük Sosyolojisi” adı altında icracı yönü ön planda olan yeni bir sosyal bilim geliştirmiştir. Aynı zamanda kurucusu ve kuramcısı olduğu Özgürlük Sosyolojisi’ne yeni bir siyasal ve sosyal devrimin ideolojik rolünü de izafe etmiştir.

Teoriler kitlelerin algısında yaşam karşılığını buldukça gerçekliğini ispatlar ve o oranda da destek görürler. Demokratik ulus, bir teori olmanın ötesinde hali hazırda Ortadoğu’da yaşanan krizin altında yatan özgürlük anlayışlarına en güçlü cevabı verecek gerçekçi pratik bir seçenektir. Onun uygulama sahası ise genel olarak Kürdistan, özelde ise Rojava bölgesidir.

Milliyetçilik, Bireyciliği Üretir ve Örgütler Rojava devrim öncülüğü, diğerlerinden farklı bir paradigmaya sahiptir. Bu paradigmaya göre milliyetçiliğin bir devlet-iktidar ürünü olduğunu, her yeni bir milliyetçiliğin devletleşmeye çağrıda bulunacağı, bunun da halklar arası düşmanlıkları arttıracağı bilinciyle, milliyetçiliği baştan ret eder. Milliyetçilik sadece kendisi dışındakileri ötekileştirme, düşmanlaştırma gibi sonuçları doğurmuyor. Bu ideoloji en çok da onu yaşayan birey ve kitlelerin toplumsal doğalarını bozuyor. Çünkü milliyetçilik toplum ve kişiliklerde bireyciliği durmadan üretir ve örgütler.

Bir önceki egemenliğin boyunduruğundan kurtulduğunu düşünen toplum, içine sızdırılmış olan milliyetçilik hastalığı nedeniyle kendi içinde devletçi, sömürücü iktidar ilişkilerini yeniden örmeye başlar. Özcesi yaşamdan ümit edilen esenliği bu nedenden dolayı bir türlü elde etme imkânına kavuşamayacaktır.

Rojava coğrafyasında yaşayan halk ve inanç çeşitliliğinin şu anki yakaladığı düzey bile, dumanı üstündeki devrimin milliyetçiliğe kaymayacağına olan inancı büyük oranda arttırmıştır. Farklılıkların varlığını koruyarak yaşayabileceği güçlü bir zemin, daha şimdiden yaratılabilmiştir. Bu durum demokratik ulusun onsuz olamayacağı değerindeki karakteristiği ile doğrudan örtüşüyor. Devletin Ulusunun farklılığa açık olmaması, tekçiliği ve türdeşliği seçmesi doğası gereğidir. Çünkü farklılıkların varlığı özgürlüğe delalettir. Özgürlük bir tür çoğul çeşitlenmedir. Farklı olanlar özgürlüğünü korumak istiyorsa, bunun diğer farklı olanlarının özgürlüklerinin teminat altına alınmasından geçtiğini bilmek durumunda. Marx’ın bir yerde gerçekleşen devrimin genelleşmemesi halinde o devrimin kendi kendisini tecrit edeceği ve bu nedenle devrimlerin süreklileşmesi gerektiğini söylemesi de buna benzerdir. Doğada da yaşam ve eko sistem böyle kuruluyor. Her canlının diğer canlılarla olan karşılıklı bağımlılık ve birbirini besleyen ilişki tarzı yaşam döngüsünün de kaynağı oluyor.

Rojava’da demokratik ulusa dayalı kurulmaya çalışılan toplumsal ekosistem Kürtlerin öncülüğünde gelişiyor olsa da devrimin kurucu özneleri alanda yaşayan bütün etnik ve inanç kesimleridir.

Kürtlerin devrimdeki aktif rolü kimseleri kurtarma, özgürleştirme edimi üzerinden tasarlanmamıştır. Özgürlük hareketi etrafında birleşen Kürtler, demokratik ulus seçeneğinin öncü savunucusu olması nedeniyle kurumlaşma ve savunmada görevini gönüllüce, fedakârca ve birazda doğallığında yerine getirmektedir. Kimse kimseyi kurtarmadığı gibi kimse kimsenin himayesi altına girmiyor. Bu durum Kürtler açısından sadece hümanist, özgeci bir duyarlılıktan kaynaklanmıyor. Bu “Demokratik Ulus”laşma yolunda bir gerekliliktir. Milliyetçilik tehlikesinin önü de bu şekilde alınmış oluyor. Rojava’yı oluşturan bütün bileşenlerin kurucu özne olmaları sağlanabildiği oranda demokratik ulusun gerçekleştiğinden devletli paradigmadan uzaklaşıldığından bahsedilebilir.

Kurucu öznelerin çeşitliliği ya da farklılığıyla Araplardan Kürtlerden ve ya Asurilerden oluşan kimi teknokratların veya elit bir kesimin eşitlikçi koalisyonu anlatılmak istenmez. Koalisyon bizzat toplumsal yapıların kendisinde olmalıdır. Tek tek topluluklar kendi egemenlik haklarını şu ve ya bu nedenle iş bilen bir azınlığa devredemez. Eğer yönetme hakkı dar bir elitin eline geçerse toplum apolitikleşip kendi kendini uyruklaştırmış olur. Bu aynı zamanda özne olma hakkından vaz geçmek demektir. “Demokratik Ulus”ta toplum kurulan değil, kuran olmak durumundadır. Toplum öz yönetimini geliştirip kalıcı kılabildiğinde devlete olan ihtiyaç da gereksizleşecektir. Çünkü iktidar ilişkileri ile yabancılaştırır. Bireyi ilkin kendine, sonra da mensubu olduğu topluma karşı yabancılaştırır, başlangıçta ölümüne savunduğu değerleriyle ters düşürür. Örneğin devrimin henüz çatışmalı ortamı yaşadığı gerekçe gösterilerek kaçınılmaz bir sonuçmuş gibi toplum siyaset dışına itilemez; üstünlük dar bir grubun eline hapsedilemez. Aksi halde demokratik ulus ile amaçlanan süreç ulus devlet yapılanmasıyla son bulabilecektir. Zira ulus devlet, siyaseten pasifleştirilmiş bireyler üzerinden kendini inşa eder. Devrimin çatışmalı halden normalleşme sürecine geçmesiyle üstünlüğü o ana kadar elinde bulunduran elitler, imtiyazlarını koruma refleksi içinde olacak ve iktidarı bırakmak istemeyeceklerdir.

Ulus-Devlet ulusunda olduğu gibi demokratik ulus da ortak bir zihniyetin ürünüdür. Sayın Öcalan’ın belirttiği gibi devlet ulusunda ortak zihniyete damgasını vuran milliyetçilik, demokratik ulusta ise özgürlük ve dayanışma bilincidir. Farklılıkların ortak yaşamı dayanışmayı, empatiyi ve birbirine daha çok yakınlaşmayı getirir. Şu an Rojava da yaşana pratik bu gerçekliği ifade ediyor. İnşa sürecinde verilen mücadele ortaklaştırıldığı oranda demokratik ulus içinde yaşamanın ortak zihniyeti de yaratılmış olur. Örneğin YPG’nin tek başına Kürtlerden oluşması veya başka topluluklardan katılımların olmaması öz savunmanın niteliğinde ciddi bir zaafa yol açmasa da farklı kurucu öznelerin katılımlarını ‘Demokratik Ulus’ Bağlamında eksik bırakır. Mesele katılımın fiziki sonuçları ile ilgili değildir. Sorun özgürlük eylemine içkin olan farklılıkların bileşiminden ortaya çıkacak olan çokluğun politik gücüne ulaşılmasının önemidir. Nasıl ki kimyasal bir bileşim kendisini oluşturan öğelerin eksiksiz katılımı sayesinde aktifleşebiliyorsa, demokratik ulusun da fonksiyonel olabilmesinin rolü tüm toplumsal farklılıklar ve renklerin özgür katılımını gerçekleştirmesi gerekir.

Bölgesel Devrim Rojava

Demokratik Ulusun politik kurumlaşması olan Demokratik Özerklik sistemiyle bölgenin en çatışmalı ülkesinde farklı etnisite ve inanç guruplarının özgürce bir arada yaşayabildiğinin dünyaca fark edilmesi, devrimin örnek bir model olma özelliğini daha fazla öne çıkarıyor. Ömrü 72 günü bile geçmemiş olan bir Paris komünü bile yüz yıldan fazladır tartışılıp duruyor, bütün devrimci çıkışların esin kaynağı olmaya devam edebiliyor. Demokratik Ulusun sorun çözme karakteri, çözümsüzlüğün derinleştiği bölgede tüm düşmanca engelleme ve manipüle edilme çabalarına rağmen gözlerden kaçırılamayacaktır. Rojava devrimi Suriye’nin inşasında olmak üzere bölgenin geneli için örnek bir model olacaktır. Bunca ölüm ve çatışmalardan sonra, Esad yanlısı toplumsal kesimlerle karşıtlarının ulus devlet bağlamı içerisinde -önümüzdeki en az 15-20 yıl süresince geçici bile olsa çözüm şansları yoktur. Suriye’deki toplulukların önlerindeki tek yol ayrılma ve ülkenin parçalanıp küçük devletçiklere bölünmesidir ki, bunun da anlamı daha fazla milliyetçilik ve kalıcılaşmış düşmanlık demektir. Sürekli kriz halleriyle hastalıklı toplumsal bir yapı gerçekliği ortaya çıkacaktır.

Denilebilir ki, Rojava modelinin bölgede yaygınlaşıp genelleşmesi için bundan daha uygun bir koşulun oluşması beklenemezdi. Başta Suriye olmak üzere bölgedeki tüm çatışmalı yerlerde silahlı güçlerin birbirleriyle çatışmasının dışında toplumsal kesimler de birbirleriyle karşı karşıya getiriliyor, düşmanlıklar körükleniyor. Rojava da ise çok sert çatışmalar yaşanmasına rağmen, halklar ve inanç gurupları arasında şimdiye kadar ciddi bir gerginlik yaşanmamıştır. Bu, demokratik ulusun inşasında önemli bir veridir ve çok değerlidir. Çetelerden arındırılan bölgelerde hangi toplumsal kesimden insanlar yaşıyorsa yaşasın, onlar üzerinde o alanın öz yönetiminin oluşumuna büyük önem verilmektedir. Öz savunma birlikleri kurma şeklinde olacağı gibi, aynı sisteme bağlı olarak sadece Araplardan veya sadece Hristiyanlardan oluşan özerk birlikler şeklinde de örgütlenebilmektedir. Sayısı 55 olan meclislere bölgede yaşayan bütün toplumsal kesimlerden etkili ve nitelikli katılımların gerçekleşmesini sağlayacak bir sistemin temelleri koşulların her açıdan çok zor olduğu bir süreçte atılabilmiştir.

Devrim İçinde Devrim

Rojava devriminde kadının özgürleşmesi konusunda atılmış adımlar devrim içerisinde devrim durumunu yaşatıyor. Kadın, Demokratik Ulus bileşenleri içerisinde en etkili bir toplumsal öğe olarak yerini alır. Her bileşimi nasıl ki kurucu özne olmak durumundaysa, kadın da bu devrimde kurucu özne, hatta öncü olmak durumundadır. Kadının Rojava’da ki rolünün tam içselleştirilmesi tarihte bir ilk yaratacaktır, şimdiden yaratmıştır. Buradaki kadın her savaşta yaşandığı üzere omzunda muhaliflere gülle taşımasıyla geri planda tutulan ve ya savaştaki kocasının yolunu gözleyen ezik-çaresiz kadın tiplemesinin çok uzağındadır. Demokratik Özerklik içerisindeki eş başkanlık temsili dışında, meclislerde, öz savunmada, şehrin güvenliğini almada ve diplomaside, özcesi yaşamın ve mücadelenin her alanında, öncü bir katılımı söz konusudur. Kadınlar, devrimin politik özne ve inşacısı konumundadır.

Kadınla eşit ve özgür yaşamayı kabul eden erkek, kendindeki eril zihniyeti, ona bağlı olarak devletçi iktidarcı zihniyeti de sorgulamaya, giderek yok etmeye başlar. Devletin ortadan kaldırılması için onun toplum içindeki temsilcisi olan eril zihniyetin yok edilmesi gerekiyor. Bu, tıpkı Proudhon’un ‘devleti toplum içinde emerek yok etmek’ dediği şeyin karşılığı oluyor. Bundan önceki en radikal devrimler bile kadının özgürlüğünü hesaba katmadığı için bir nevi yarım devrimlerdir. Yarım devrimler ise aslında devrim sayılamazlar. Çünkü sömürü ve sınıf ilişkilerini korunan eril zihniyet üzerinden yeni düzene-yaşama taşırmışlardır.

Rojava devrimi Demokratik Ulus bakışının etkisi ile de toplumun en başat çelişkisini öncelemiştir. Cinsler arasında gelişen özgürlük ve eşitlik ilişkisi toplumsal tüm kesimlere yaklaşımda da aynı bilinç ve ilişkiyi geliştirecektir. En temel çelişkinin ele alınışındaki tutarlılık, diğer bütün çelişkilerin ele alınışındaki tutarlılığın teminatı olmuştur.

Sonuç olarak şu kesindir ki, Ulus-Devlet paradigması kriz ve sorunlar üretmekten ileri gidememekte, uygulandığı hiçbir yerde tutunamamaktadır. Demokratik Ulus çözümü ise yerel sorunlara sunacağı katkılar bir yana, modern krizden çıkışı sağlayabilme gibi ciddi bir potansiyeli de içerisinde barındırıyor. Çetelerin ele geçirdikleri bölgeler karşısında en küçük bir rahatsızlık duymayan Kapitalist Modernite’nin güç odakları, Demokratik Ulusun gerçekleştirildiği alanlara karşı tepkilerini anında yansıtmaları boşuna değildir. Nedeni ideolojiktir. Demokratik Ulusun muhtemel başarısı Batı merkezli ideolojik çözümlerinin itibar kaybetmesine neden olacaktır. Bu nedenle önümüzdeki süreç için denilebilir ki asıl savaşı görünür olan sıcak çatışmaların dışında, Demokratik Ulus ile Ulus Devlet paradigmaları arasında yaşanacaktır. Demokratik Ulusun başarısı için ise Rojava devriminin kesin zaferi zorunludur.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.