Düşünce ve Kuram Dergisi

Direnmek Yaşamaktırla Toplumsalaştırmanın Bir Örneği: Kürtler

Mesut Yurtsever

Direnmek var olma, kendini oluşturma Yeniden Yükselen Kürt Toplumsallığının ontik bir özelliğidir.

Kürtler için bugün “Demokratik Uygarlık” kuramı kapsamında “kendilik olma” temelinde bir varlıklaşmadan bahsediliyorsa bu oluşumda rol oynayan esas olgulardan birisi de direniş kültürüdür. Direniş olgusu, Kürt toplumunu demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik esaslara dayalı bir kendi olma aşamasına taşıyan yapı taşlarından birisidir. 

Direnerek var olma kuşkusuz Kürt toplumuna has bir özellik değildir. Tüm toplumlar için esas oluşum diyalektiğinin bir unsurudur. Hatta direnerek var olma sadece toplumlar için değil, tüm varlıkların bir özelliğidir belki. Çünkü yaşamın korunması, beslenmesi ve sürdürülmesi ile bağlantılıdır. Toplumlarda çok farklı formlar kazanmış olması olgunun özgörevini değiştirmiyor. Direnerek var olmayı tüm toplumların tarihsel ve güncel boyutlarında kendilerini geliştirme, savunma ve oluşturma süreçlerinde gözlemlemek mümkündür. Şuan dünyanın dört bir yanında kapitalist modernitenin neoliberal politikalarına karşı, halkların demokrasi, adalet, özgürlük, özyönetim vb. karşı çıkışları da bunun ifadesidir. 

İktidar ve devlet olgularının oluşması ve kurumsallaşmasıyla birlikte tüm toplumlarda olduğu gibi Kürt toplumu da varlığını ve özgürlüğünü koruma direnişi içinde olur. Kuşkusuz bütün toplumlar, kurumsallaşan iktidar ve devlet olguları karşısında bir direniş içinde olmuşlardır. Fakat çok az toplum Kürt toplumu gibi bu özelliğini derinliğine, uzun süreli ve kesintisiz yaşamıştır. Nedeni de kök kültür-kök toplum neolitik kültür ve toplumun kurucu topluluklarından birisi olmasıdır. Bu açıdan da devletli uygarlığın doğuşuyla (5 bin yıl önce) başlayıp günümüze kadar kesintisiz sürecek olan direnişin temeli bu kültür olur. Kürtler bu kültür ile direnerek varlığını korumaya çalışacaktır. Neolitik toplum, özünde ahlaki ve politik dokulara göre işleyen bir toplumdur. Dahası toplum, ahlaki ve politik dokulara dayalı bir olgudur. Toplum denilen varlık bu iki olgunun özgürleşmesine bağlıdır. Ahlaki ve politik dokusu zayıflayan toplum zayıf; onları yitiren toplumlar ise yok oluş ile karşı karşıya kalır. Çünkü ahlak ve politika toplumların kendi adına söz söyleme ve kendini eyleme durumudur. Devlet ise, ontik bir olgu olarak varlıklaşmasını hiyerarşi, iktidar ve sınıf olgularına dayandırır. Bunun için de toplumu ahlaki ve politik dokularını aşındırma, zayıflatma ve yok etmeyi temel hedef beller. Kürtler, devlet denilen bu olgu ile ilk tanışan, karşılaşan ve olumsuz etkilenen topluluklarından olduğu için, direnerek var olmayı hem toplumsal form hem de zihinsel olarak günümüze kadar bir gelenek halinde taşımıştır. Bu açıdan direnerek var olma Kürt toplumu için tarihsel bir özellik olmanın yanında, güncel bir gereklilik olarak karşımıza çıkar. Bu da toplum olarak varoluşunun geleneksel-tarihsel bir özelliği olmak kadar, varlığının kurumsal bir yapısı olma durumunun da ifadesi oluyor. Kapitalist modernitenin Leviathan’ı ulus-devletlerin Kürt toplumsallığı ve varlığı üzerindeki toplumkırım politikalarının temel yönelimlerinin ilkin bu gelenek ve kurumsal yapı konumundaki direniş kültürüne, merkezlerine yönelmesi de bunun göstergesidir. Varlığı, Kürt toplum varlık ve kendilik halinde tutan temel noktalardan biri bu olduğu için kapitalist modernite ve onun yerel acenteleri ulus-devletler de bu yapıtaşına yönelir. Çünkü varlık, bu özelliğini yitirirse beraberinde dağılma, başkalaşarak dönüşme ve yok olma ile karşı karşıya kalır.

Devletli uygarlık ve özellikle de kapitalist modernitenin üçlü sac ayağının (kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus devlet) toplumları dirençli kılan ahlaki-politik dokulara yönelip tahrip etmeyi temel yaşamsal amaç edinmesi de bu sebepledir. Ahlaki ve politik dokular bir nevi toplumların kendi olmasının düşünsel ve iradi direniş halidirler. Bir toplum bu iki direniş halinden yoksun bırakılırsa, o toplum sadece kendi olmaktan çıkmaz, toplum olma vasfını da yitirir. Bundan ötürü kapitalist moderniteyi bir toplum biçimi olarak tanımlamak sadece bir hakikat çarpıtılması değil, yanılgıların en büyüğü ile yaşamak, kendi toplumuna bir “toplumkırım” sistemini dayatmak demektir. 

Bunun için Kürt toplumunun duruşunu sınıflı, devletli uygarlığının doğuşundan günümüz kapitalist modernite zamanına, hem sosyal-kültürel hem de maddi boyutuyla kesintisizi direniş içindeki bir duruş olarak tanımlamak yerinde bir tespit olacaktır. 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar da Kürt toplumunu taşıyan bu kesintisiz direniş kültürü olur. Devletli uygarlığın zoru ve gücü karşısında, özsavunma gücünün olduğu yer ve zamana fiziki ve fakat fiziksel gücünün yetmediği zaman ve mekânda ise, ondan uzak durarak sosyal-kültürel duruşuna dayanarak direnip varlığını korumaya çalışmıştır. Kürtler binlerce yıl bu iki direniş hali ile adı konulmamış bir berxwedan-direniş- kültürü geliştirmişlerdir. 18 ve 19. Yüzyılda Batılı seyyah, etnolog, sosyolog vb.nin özellikle ifade etmeleri de bu direniş kültürünün sosyal karaktere yansımasının ifadesidir. Berxwedan kültürü özü tarım köy toplum kültürüne dayansa da, devletli uygarlıkla beraber temsilini toplumsal form olan etnisite-aşirette, zihni olarak da Zerdüşti direnişte ifadesini bulacaktır. İslamlaşma ile beraber bu direniş kültürü biçimde bir farklılaşma yaşasa da özünü hep koruyacak, Kürt toplumunun varlığını 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar geliştirip taşıyacaktır 

Son iki yüzyılda yaşananlar belki direniş kültüründe değil, bu kültürü canlı tutan toplumsal varlığın kendisinden adım adım bir gerileme, zayıflama ve parçalama halinin açığa çıkması anlamında bir tersine dönüştür. Genelde son iki yüzyıl özelde ise son yüzyıl boyunca yerel ulus-devletlerin hem zor aygıtları hem de ideolojik araçlarının tümü, varlık olarak Kürt toplumunu ve onun kimliğini yok etme temelinde rol ve işlev oynar. Bu duruma inkar edilen bir kimlik ile yok oluşa doğru giden bir sürecin oluşmasına neden olur. 1970’li yıllar bu politikaların başarıda zirve yaptığı, Kürt’ün insan olma derekesinden adeta düşüp kuyruklu olup olmadığı tartışma evresine sokulduğu yıllar olur. Bir adım ötesi-sonrası-ulus-devletler için “büyük zafer ve başarı” Kürt toplumu için ise “toplumsal ölüm” ve insandan düşme halidir. Bu anlamda varlığını ve özgürlüğünü koruyacak bir berxwedan kültüründen uzaklaşma veya yitirme hali, insan olmaktan uzaklaşma ile eşdeğerdir. “Kuyruklu Kürt” tabiri bu açıdan özde berxwedani özelliğini yitirmiş, belki hayvan değil ama tüm insanda olmayan arada kalmış bir tipe tekabül eder. Buna insanlıktaki en dip nokta demek yerinde olacaktır. 1970’li yıllar Kürt toplumu için dip noktasının yaşandığı yıllardır. ( Bu süreçte Başur vb. yerlerde bir mukavemetin olması bunu değiştirmez. Bu parçalardaki mukavemet biçimini sonucu önceden belli olan ve varlığın daha fazla dağılmasına neden olacak trajik direniş olarak tanımlamak mümkündür.) Dipten yukarıya yürüyüşün de bu yıllarda yaşanması bu gerçeklikle bağlantılıdır. Bu an’ın hem düşüşün dip noktası ve hem de yeniden yükselişin başlangıcı olması bir çelişki olmayıp, mevcut gerçekliğin bilimsel-felsefi ifadesidir. Gerçeklik böyle olduğu için, Kürtler en çok düşürüldükleri bir an’da ayağa kalkmaya çalışmış, varlığını koruyarak ve özgürlüğünü sağlayarak berxwedan kültürüne yönelmiş, kopan direniş geleneği zincirine zayıf da olsa tutunup, yeni ve modern bir halka eklemeye çalışmıştır. Bu yeni halkanın geleneksel -tarihsel direniş- kültürü ile uyuşması, Kürtleri sadece direniş deryasının içine akmasını sağlamamış, toplumsal varlığın uçuruma, ölüme doğru olan yürüyüşünü özgür yaşama ve kendisi için varlık olmaya yeniden yöneltmiştir. Kürt toplumu bu modern direnişe adim attıkça; direnişte olgusal bir gerçeklik olarak varlığı geleneğin tarihsel izi üzerinden, güncelin bilimsel-felsefi gerçekliğine göre yeniden bedenleştirir. Yani en dip an’da başlayan yürüyüş, klasik anlamda bir yürüyüş olmayıp, hareket halinde oluşan bir oluşun bir gerçeklik olarak kendine özgü olur. Nedeni de kuşkusuz Kürt olgusundaki durumun farklılığındandır. Çünkü Kürt olgusunda “Varlığının, kimliğinin kendisi inkar edilmekte ve geriye kalan parçaları üzerinde acımasız bir imha süreci dayatılmaktadır. Bu durumda varlık ve özgürlük iç içe geçmiş iki kavram oluyor. Biri diğersiz gerçekleştirilemiyor. Özgürlük istiyorsan varlığı kazanacaksın. Varlığını istiyorsan, özgür olmayı başaracaksın.” (Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5.Cilt) Olguların bu iç içe geçme ve birbirini koşullama hali direnişin de iki temelde işlevli olmasını gerektirir. Direniş hem varlığı hem de varlığın özgürlüğünü beraber geliştirme rolünü üstlenir. Normalde direniş bir toplum için ya savunma ya da özgürlük oluşturma misyonunu omuzlar. Kürt toplumu için de olgusal olarak kendisine dayatılan inkardan kaynaklı “hiç olma” halini “var”a ve eşanlı olarak “var olan” bu varlığın özgürlük bilincini açığa çıkarır. Bu diyalektikten ötürü, 70’lerden günümüze Kürt toplumunda berxwedan denilen olgunun işlevi sözlük tanımı ile sadece bir karşı koyma, dayanma”(Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5.Cilt) anlamı taşımaz. Özgürlük temelinde bir yaratım olgusu olarak işlev görür. Kuantum diyalektiğinin hükmü icrasın benzer nitelikte direnişte kendisini eş-zamanlı olarak hem zihinsel hemde bedensel olarak cisimleştirir. Kavramsal direnişin ilk topluluğu, Ankara komünü bunun örneğidir. 

Kavramsal Direniş Eşittir Ankara Komünü

Kürt toplumunun yok sayılması ve kendine yabancılaşması, ilkin zihinsel düzlemde başladığı için eşyanın tabiatı gereği direniş de öncelikle bu alanda ortaya çıkar. “Kürdistan sömürgedir” tespiti bir nevi bu zihinsel direnişin startıdır. Bu iki kelime ile başlayan kavramsal direniş hem bir zihniyet dönüşümünün hem de dirilişinin ifadesidir. Bu kavramsal diriliş iki boyutlu bir rol oynar. İlkin öncelikle varlığın hiç ile yok sınırları arasında sıkıştırılmış bir toplumun bu hiçlik ve yokluk arası düzlemden çıkarılıp kendi olma düzlemine doğru götürecek bireylerin kendilerini bu tespite göre inşa etmesi planlayıp programlayarak eylemli kılar. “Kürdistan Sömürgedir” bu açıdan sadece bir entelektüel tanımlama olarak bile düşmez. Tespit düşünsel bir netleşmeyi ve kavramlaştırmayı ifade ederken netleşme zihinsel bir kararlaşmaya bu da zihinsel bir direniş ve dirilişte varlığın bireylerinin oluşumunu açığa çıkarmaktır. Tarihe Ankara grubu olarak geçen gerçekliğinin ilk topluluğu bunun yansıması ve sonucudur. Ankara komu, kavramsal direnişin toplumsal biçime kavuşmuş ilk proto halidir.

İkincisi iki kavramla başlayan zihinsel direniş Kürdistan toplumunu koloni statüsünü tutan varlığının yoklanmasına, parçalanıp marjinal kalmasına hizmet eden zihni yapılarla ve onların arkasındaki kurumlarla düşünsel, ruhsal ve moral düzlemde kıran kırana mantalite mucize götürür. Kürdistan toplumunun direncini zayıflatan, onu kendine yabancılaşmanın eşiğinde tutan egemen ulus-devlet zihniyetiyle teslimiyet ve ihanet sınırları arasında tutan sosyal şovenizm, ilkel Kürt milliyetçiliği, işbirlikçi feodal milliyetçi ve dinci zihniyetlere karşı tavır; mücadelelerde bunun sonucu gelişir. Direniş, bu zihniyet yapılarının yüzlerindeki sahte maskeleri düşürüp gerçek yüzlerini açığa çıkarmak kadar kendine yabancılaşmanın zemini yerine kısıtlı olsa da bağrında taşıdığı potansiyel dönüşüm gücünün yoğunluğunun etkisi, rüşeym halinde yeni bir toplumsallığın oluşmasına vesile olur. Hegemonik ulus-devletçi zihniyet ile ona hizmet temelli zihniyet yapılarının hakimiyet ve etkisi kırıldıkça yerini öz bilinç-öz zihniyet olarak tanımladığımız direnişçi zihniyete bırakır. Öz bilinç-öz zihniyet mekan da genişledikçe zaman da ilerledikçe Kürdistan toplumunun kendine özgürce oluşturma yolunu açacak, bu yolda yeni toplumsallık temelinde kendini oluşturmasına zemin olacaktır.

Yaklaşık on yıllık bir zamansal aralığa tekabül edecek olan bu zihinsel direniş veya doğuş evresi hem yeni bir toplumsallığın inşasının Nasıl’ını bağrında taşır hem de bu yeni toplumun varlık ve özgürlük sorununu çözecek, ruşey halinde ki yeni toplumun prototipi olarak tanımladığımız ve Ankara grubu olarak adlandırabileceğimiz öncü bir toplulukta kendini cisimleştirir, kendini bedenleştirir, varlıklaştırır. Bu açıdan demokratik modernite kuramı önderliği zihniyet direnişinin bu on yıllık aralığını ve varılan noktayı kavramsal ve kadrosal cisimleşme, varlıklaşma olarak tanımlar.

 Öz bilinç-öz zihniyet ve rüşeym halindeki yeni toplumsallık olarak tanımladığımız kavramsal ve kadrosal cisimleşme, kendini Kürdistan toplumsal hakikati olarak adlandırıp, bedenleşmesini bir adım öteye taşımak ister. Bu yeni ad ile kimlikleşip, yeni bir kimlik kazanan varlık, daha doğuş evresinde iken tekçi-inkarcı ulus-devlet tarafından ortadan kaldırılmak istenir. Bunun icrası K. Evren öncülüğündeki faşist cuntaya verilir. 12 Eylül rejiminin bu noktada amacı uyanan, öz bilinç kazanan ve irade kazanan kendine ad koyan, özgür birey ve topluma doğru yürüyen Kürt toplumunun üzerinden silindir gibi geçmektir. Bozulan kolonyalist-koloni ilişkilerini yeniden eski rotasına koymak olur. Bu gaye ile Bakur baştan başa yeniden ilhak edilir. Kürt toplumu bir bütün zulümden geçirilir, iradesi kırılmak istenir. Kürt toplumuna umut, irade, mücadele azmi ve özgür yaşam bilinci yayan bütün direnişçi noktalarının her tarafı hedeflenir. Bu noktada direnenleri inkarın beton duvarları arasına alarak son vuruşunu onlar şahsında Kürt toplumuna vurarak boğmak; onları direniş çizgisinden tekrar teslimiyet ve karşıtına dönüşme hattına çekmek ister. Esat Oktay Yıldıran’ın, “sizi öyle bir noktaya getireceğim ki, kimsenin yüzüne bakamaz hale geleceksiniz!” sözleri dönemin ulus-devlet zihniyetinin temel stratejisini ifade edecektir. Kürt toplumunun kendine adlandıran bu kadın ve erkek öncüleri şahsında çağa uyanan, köle uykusundan kalkan, kendi olmaya doğru yürüyen, Kürdistan toplumunu yeniden yeryüzünün lanetlileri haline getirilmek istenir.

Bu temelde binbir gece ve gündüze sarkacak, her anı insanın kanını donduran farklı işkence yöntemleri devreye konulur. Düşünce ve inançlarından, bir de çıplak iradelerinden öteye hiçbir şeyleri olmayan, kendine ad koymuş bu tutsaklar, inkarcı ulus-devlet Leviathan’ın muazzam zoru karşı karşıya gelir. Hz. Davut ile Golyat’ın karşılaşmasına benzer güç dengesizliğine benzer bir durum söz konusu olur. Ya kimsenin yüzüne bakamayacak hale gelip tekrar kimliksizleşecekler ya da Berxwedan kültürüne dayanarak, düşünsel, zihinsel ve moral savaşını kazanacaklar! İnkarın beton duvarları arasındaki bu büyük zihniyet ve irade savaşı iki yüz gibi (80-82) kısa zamansal aralığa denk gelse de bağrında beş bin yılın demokratik uygarlık ile devletli uygarlık arasındaki hesaplaşmasını taşıyan, tarihi sosyolojik bir an olarak karşımıza çıkar. Demokratik modernite kuramı önderliğinin zihinsel direniş kültürü ile ilk şekillenişlerini kazanan bu çağdaş Davutlar ve Ninhursaklar, hem inkarcı ulus-devlet Golyatlarını boşa taşırlar. Direniş bir yaşam biçimine dönüşür. Berxwedan Jiyane sözü bu zamansal aralığa damgasını vuran zihinsel ve yaşamsal duruşun felsefi manifestosu olurken “teslimiyet ihanete direniş zafere götürür” şiarı ise manifestonun düşünsel ve pratik nasılının cevabı olur. Berxwedan Jiyane manifestosu, newroz ateşinin-üç kibrit ile sembolleşen-aydınlığı ile direnişi sadece inkarın beton duvarları arasında değil, dalga dalga tüm topluma taşırılmasında önemli bir rol oynayacaktır. Berxwedan Jiyane ile formlaşan duruş üç önemli gelişmeye vesile olacaktır. İlki, inkarın beton duvarları arasında tutulanlar şahsında istenen ulusal, kültürel, sosyal, ruhsal, kimliksel ve insani değerlerin ancak direnişle hem korunup hem de bir üst aşamaya taşırılabileceğini serimler. 

“Yaşamı uğrunda ölecek kadar sevmek” direnişe yaşamı; “ Mezar taşıma borçludur yazılsın” tavrı, direnişe büyük sorumluluk bilincini ve ateşi söndürmek ihanettir” duruşu, direnişe keskin ve net siyasi tavrı ifade eder. Berxwedan Jiyane manifestosu; yaşam, sorumluluk bilinci ve keskin siyası tavırla adeta bedenselleşerek bir üst evreye çıkacaktır. Bu daha sonra zindan direniş kültürü olarak kavramsallaşacak bir geleneğin de hem başlatıcısı, hem de yapı taşları olarak anlam kazanacaktır. Berxwedan Jiyane ile başlayan duruş, dalga dalga günümüze doğru dile geldiği mekanda Dörtler, büyük yaşam eylemi, “Güneşimizi Karartamazsını”, ada duruşu, 2012 SAG, ve en on “Tecriti Kıralım, Faşizmi Yenelim, Kürdistan’ı Özgürleştirelim” direniş yapıtaşları ile tarihsellik kazanacak, köklü bir geleneğe dönüşecektir.

İkincisi; Berxwedan Jiyanee manifestosu aynı şekilde inkarın beton duvarları dışında da tarihsel bir mukavemet kararının, devrimci halk mukavemetinin başlamasına, hızlanmasına vesile olur. Tanrıça Ninhusafın mekanında başlayacak olan bu yeniden direniş biçimi, yeni toplumsallaşmanın inşasında hem hızlandırıcı hem de koruyucu bir yapıtaşı rolü oynayacaktır. Devrimci halk direnişi, kurumuş topraklara akan su misali geçtiği yere yeniden yeşerme umudunu ve dokunduğu her toprak parçasına yeni yaşamı taşıyacaktır. Bu aşamada zihnen tutsak kılınmış ve bedenen zincirlenmiş toplum ve üyeleri, kendilerini zincir ve tutsaklıktan kurtarmak için hem ilk adımın ve hem de ardı sıra koşar adımlar atacağı evre olacaktır. Bu evre ışığa kanat çırpma gücünü bulan pervaneler misali Tanrıça Ninhursag diyarına kanat çırpacak, özgürce kavuşacaktır. Bu açıdan bu evrenin en önemli özelliği direniş kültürünün kendi özgücüne kavuşan bir toplumsal gerçekliği açığa çıkarılmasıdır.

Üçüncüsü; bu manifesto bir Newroz şafağında dile gelip, bir Newroz gecesinde pratikleştiği için o andan sonra yaşanacak tüm Newrozlara damgasını vuracaktır. 82 Newrozu, tarihte var olan zulme ve koloniciliğe boyun eğmeme gerçeğini yenilemiş, çağdaşlaştırmış ve yeniden canlandırmıştır.” (2013 Mart Serxwebun Dergisi)

 Bu kendisinden sonraki tüm newrozların bireyin ve toplumun duruşunu direnişçi kılmasına vesile olur. Duruşu mukavemetleşen birey ve toplumda newrozun tarihsel ve güncel karakterini daha da güçlendirip, derinleştirecektir.

Koloniciliğe ve zulme karşı mazlumi bir bayrama dönüşen Newroz Kürdistan toplumuna direngen bir ruh verirken, newrozun mitolojik, tarihsel Kawa’yi ve çağdaş Mazlumi ruhu ile ayağa kalkan Kürdistan toplumu da, newroza kendi renginde bir serhildan ruhu katarak, mukavemet karakterini kümülatif bir şekilde büyütecek ve zenginleştirecektir. Zekiye’nin Amed surlarından, Ronahi ve Berivan’ın Avrupa’da, Rahşan’ın İzmir’de kendilerini Newroz aydınlığına dönüştürmeleri, newrozunda mukavemetçi karakterine bir de özgür Kürt kadınının direnişçiliğini de kazandıracaktır. Yine aynı şekilde Kürt halkının 90-94 yıllarında Newrozla yekvücut olması da onu serhildan karakterini yeniden kazandıracaktır.

Newroz hem binlerce yıllık birikmiş mukavemet kültürünü hem de Özgürlük Hareketinin güncel yakın dönem xwebun(kendi)olma karakterini bağrında taşır. Bu potansiyele dayanan bireysel ve toplumsal çıkışlar büyük gelişmelere yol açar. Nedeni, bağrında taşıdığı geleneksel ve güncel kendi olma potansiyelidir. Kürt tarihinde, Kürt toplumsal değişiminde yüzyıllara bedel sosyolojik, psikolojik, kültürel değişim ve dönüşümlerin 90-94 yıllarına tekabül eden newrozlu çıkışlar içinde açığa çıkması bunun sonucudur. Newroz şahsında somutlaşan çıkışlar, ayağa kalkışlar, kendisi olma, halayına durma kapitalist modernite ve onun ulus-devletlerinin yok oluş eşiğinde Kürdistan toplumunun çağdaş temelde dirilişidir. Yani “yaşam ve mücadele felsefesi değişen, artık eskisi gibi köle yaşamayı kabul etmeyen, etmeyeceğini ortaya koyan Kürdistan toplumu ortaya çıkar. Demokratik modernite kuramı önderliğinin bu yeni halk gerçekliğini, Newroz halkı serkeftin/başarı halkı tanımlamaları da direnişin sosyolojikleşmesinin tanımlamaları olarak karşımıza çıkar. Yani Kürdistan toplumu kendini yoğururken direnişi temel borçlardam biri olarak esas aldığından, yeni bir toplumsallığa kavuşacaktır. Bu açıdan newrozi serhildanlar hem toplumu hem de bireyleri olduğu kadar; birey-birey, birey-toplum arasındaki ilişki biçimlerini önemli kırılmalara uğratarak; toplumu egemenlikçi, ataerkil, hiyerarşik ilişkilere, bireyleri de toplumun geleneksel yeni, ilkel ve dar ilişki biçimlerine mahkumiyetten kurtararak, özgür iradeli bireylere dayalı, demokratik dönüşüme ve sosyal devrime götürür.

İnkarın beton duvarları arasında mazlumi ve piri mukavemet nasıl bir ulus-devlet Leviathan rejiminin yok sayma ve imha siyasetine karşı özgür irade ve ruhun var olma ve yaşama zaferi olduysa, 15 Ağustos hamlesi de mazlumi-piri duruşu Ninhursag diyarına taşırılması mazlumi bir karakterde buluşup özsavunma gücü olarak form kazanması ve toplumla bütünleşmesinin başarısı ifadesi olur. Buna çiyayi berxwedan demek mümkün olduğu gibi, Franz Fanon’un “sömürge insanının beyinlerinde kurulan karakollarının yıkılması” yada “ varlık ve özgürlük atılımı direnişi” demek te mümkündür. Kırk yıldır kesintisiz bir akışla ve 2000’lerle beraber daha toplumcu özel bir nitelik kazanarak devam eden bu atılım, özgürlük bilinci çok yüksek bir toplumsal varlık formunu açığa çıkarır.

Toplumsal dönüşümler genelde uzun süreye dayalı düşünsel, kültürel, siyasi vb. direnişlere dayalı durumlardır. Hele bir de normal bir toplumdan ziyade, varlığı müphemleşmiş, kendilik bilinci biyolojik sınırlarda gezen, 4-5 bin yıl öncesi bir toplumsal form olan aşirete çakılıp kalmış, farklı ideoloji, kültür ve ulus-devletlerin uzun süreli asimilasyon etkisi ile kendisine büyük oranda yabancılaşıp, son kertede insan olup olmadığı tartışma konusu haline getirilen bir varlığın dönüşümü çokta uzun bir zamana tekabül etmesi lazım. Fakat varlık özgürlük ve atılım direnişi, dinlerde gerçekleştiği iddia edilen mucizeler gibi çok kısa bir zaman aralığı içinde Kürt toplumunun kendi farkına varan ve kendisi için kendini eyleyen ve talepli kılan bir aşamaya getirir.

 

Yereli Evrensele Taşıyan Direniş

Kürt toplumu için 2000’li yıllara giren, ulusal bedenleşmesine devletlerarası sistemin müdahalesinin gerçekleştiği, mümkünse başı yok etmeyi, bedeni de parçalayıp denetime almak istediği bir süreci ifade ettiği gibi, Kürt toplumunun direnişinin de yerelden evrensele doğru boyut kazanmasını ifade eder.

Kürt toplumunun 80’lerden ikibinlere kadarki bütün zihni ve pratiği direnişlerinin temel amacı varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlamaydı. Bu zaman dilimi içinde ki mukavemet Kürt toplumunu demokratik ulus bütünlüğünü zihnen başarırken, onun bedenleşmesi arifesinde olan bir toplumsal varlık konumuna taşır. Bu zihni ve pratiği mukavemetlerinin yaptığı zihnen yok sayılıp ve bedenen parçalanması 1916 Sykes-Picot’la başlayıp, 1924 Lozanla katlanarak ortak ve yerel ulus-devletlerle derinleşip genişleyen; yerel, bölgesel ve küresel düzlemlerde “görünmez” kılan bir toplumsal olguyu sadece görünür kalmayacaktı. Varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama çabası içinde olan demokratik ulusal bir topluluk haline getirilir. Biçimce varlığını koruma ve özgürlüğünü sağlama direnişi, yerel acenteler, ulus-devletlere gibi görünse de, özünde bu direnişin ilk başından itibaren sadece yerel ulus-devletler olmadı, küresel devletli sisteme karşı da olduğu 2000’li yıllara girişle çok çıplak görülecektir. Demokratik modernite kuramı önderliğine karşı küresel devletlere arası komplo bunun en açık ve somut örneğidir. Devletlerarası müdahale gerçekliği, özde ve biçimde kapitalist modernist sistemin Kürt toplum gerçekliğine müdahalesidir. Kürt toplumu da diyalektik yasa gereğince küresel kapitalist sistem müdahalesine hem zihnen hem de bedenen daha üst bir boyutta direnişle karşılık verme zorunluluğu ile karşı karşıya kalır. Direnişini (manen ve madden) klasik ulusal çizgide tutarak cevap olamayacağı bilincine hem kapitalist modernist sistem müdahalesinin ve hem de öteki ulusal kurtuluş mücadelelerinin açığa çıkardığı gerçeklerin idrakine varmasıyla ulaşır. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite kuramı ile cevap olma bu farkındalığın sonucumda açığa çıkar. Milenyumdan günümüze Kürt toplumu kendini, tıpkı 1980’lerdeki kavramsal-bedensel doğuşa benzer ve fakat çok daha derin, daha yoğun ve daha toplumcu temelde bir kuramsal ve kurumsal dönüşüme ve yeniden yapılandırmaya tabi tutan bir direniş hattına bağlaması da bunun sonucudur. Bu yeni direniş tarzının en temel ve ayırt edici yönü, Kürt toplumunu zihnen ve bedenen varlıklaştırırken, iktidar ve devlet düzlemlerin her türlü bağından kopartarak, yeni toplumsal varlığı, demokratik toplumcu bir düzlem üzerinden inşaya yönelmesidir. Bu, 90’lı yıllarda ulusal dirilişte yaşanan-hem özgür toplum temelli hem de iktidar. Devlet hedefli direniş biçimi, yetersizliği aşmanında göstergesi olur. Kürt toplumu 90’larda bir ulusal diriliş yaşamış olsada, dirilişi hemen ertesinde yaşanan iç yozlaşmalar, çeteleşmeler büyük manevi ve maddi değerlere harabe* yaklaşımlar vb. gibi iktidar ve devlet odaklı mücadele biçiminin yansımalarının, dirilişi yarım bırakmış, dirilişin kurtuluşa evrilmesinde ciddi bir düşünsel-yapısal bariyerler oluşturmuştur. İkibinlerle başlayan demokratik modernite temelli direnişin esası ise hem bu iktidar ve devletli bariyerlerden kendini arındırmasıdır, hemde toplumsal bünyeye sirayet etmemeleri için, zihinsel ve kurumsal karşı-bariyerler oluşturmasıdır.

Kapitalist modernite kendini üç temel olguya dayalı olarak örgütler. Kapitalizm, endüstriyalizm ve ulus-devlet kapitalist moderniteyi küresel çapta hegemonik modernite haline getiren üç temel unsurdur. Kürt toplumu başta olmak üzere bütün toplumların yaşadığı sorunların esas kaynağı kapitalist modernitenin bu üç saç ayağıdır. Çünkü, kapitalizm ile ekonomi, endüstriyalizm ile tarım-köy toplum ve ulus-devlet de ahlaki-politik toplum inkar edilir. Hemde bir avuç TEKEL’in aşırı kârı adına. Kapitalist modernite güçleri bu üçlü ile muazzam bir sermaye ve güç biriktirirken hem toplumların varlığı hemde doğa çok şey yitirerek varlık-yokluk sorunu ile karşı karşıya bırakılır. Kapitalist modernitenin realitesi karşısında, Kürt toplumunun çözümü bu açıdan evrensel düzlemde olmak zorundaydı. Toplumsal varlığını korumak ve özgürlüğünü sağlamak istiyorsa, kendisine yönelen küresel sistemin aşacak nitelikte ve kapsamda küresel bir alternatifi gerektirir.

Demokratik moderniteye dayanan direniş, bu evrensel alternatifin kurumsal ifadesi, kapitalist modernitenin alternatif modernitesidir. Genelde devlet özelde de kapitalist devlet olgusundan kopuşu esas alan toplum temelli modernite modelidir. Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü ilkelere dayalı ahlaki ve politik bir toplumu inşa etmeyi hedefler. “Katı siyasi sınırlara, tek dile, kültüre, dine ve tarih yorumuna bağlanmamış”(Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Cilt) ama “kendi dil, kültür, tarih, ekonomi ve nüfus yoğunlaşmasını da ihlal etmeyen”(Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Cilt) çoğulcu; özgür, eşit yurttaş ve grupların özgür ifadesinin yaşam ortaklığı olarak tanımlanan demokratik ulus zihniyeti ve formunu oluşturmayı hedefler.

Kürt toplumunun demokratik moderniteye dayalı direniş üslubu küresel düşünüp yerel oluş ve yaşamayı ifade ettiği gibi, yerel bir varlığın kendinde, özelde kapitalist modernite ve genelde tüm devletli uygarlığa karşı, evrensel bir çözüm haline getirmesidir de. Evrensel bir çözüm odağıdır. Çünkü hem toplumların hem de doğanın kriz ve kaos yaşamasına yol açan iktidar-devlet ve sınıf olguları ile kapitalist modernitenin üçlüsünden sonsuz boşanmayı hedeflemiştir. Eş-an’lı olarak da toplumsal varlığını demokrasi, ekoloji ve kadın özgürlüğü üçlüsü temelinde ahlaki ve politik bir olgu olarak inşaya girişir

Güncelde Kürt toplumunun kendini oluşturma direnişinin hem çok derinden ve köklü olarak gerçekleşmesi ve hemde çok yoğun, sancılı ve büyük bedellerle geçmesi; çelişki ve çatışkı içinde olduğu devletli uygarlık geleneği ve onun temsilcisi kapitalist modernitenin yönelimlerinden ötürüdür. Veya diğer bir tabirle direnişin sistemsel karşı kutbunu oluşturmak istemesindendir. Bu süreç halen bütün yoğunluğu, derinliği ve çok yönlülüğü ile devam etmektedir. 

Sonuç bağlamında Kürt toplumu sosyolojik zaman dilimlemesi boyutunda ele aldığımda çok kısa bir zaman aralığında, direnerek yaşamayı; kavramsal direnişle başlattığı kendini oluş süreci, günümüzde evrensel nitelikte bir toplumsal form oluşuna dayandırmış bulunmaktadır. Direniş kavramı söze, sözü eyleme, eylemi bedene, bedeni de önce yerel sonra evrensel nitelikte bir zihniyet ve toplumsal forma taşır. 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.