Düşünce ve Kuram Dergisi

Ekonomik Özerklik

Serhat Masis

Demokratik konfederal sistemin ekonomi boyutu olan ekonomik özerklik, milliyetçiliğe dayanan ulus-devlet anlayışı dışında kendini var eden demokratik ulusun ekonomik sistemidir. Bu ekonomi sistemi, ulus-devletçi güçlerin talancı, sömürücü ve tahrip edici uygulamalarını durdurur. Bununla birlikte toplumun ekonomi üzerinde yeniden denetim kurmasını esas alır. Ekonomik özerklik, tekçi, inkâr ve imhacı demokrasi karşıtı ulus-devletle, farklılıkların kabul gördüğü ve demokratik temelde bir arada yaşama iradesi ortaya koyduğu demokratik ulus arasında varılacak asgari uzlaşmadır. Ulus-devletle koşulsuz uzlaşma her türlü sömürüye açık olduğundan, halklar ve demokratik unsurlar için ölüm anlamına gelir. Yürürlükte olan bu gerçeklik karşısında, özerk bir sistem, toplumun olmazsa olmazıdır. Onun altındaki bir uzlaşma veya çözüm, teslimiyet ve yok olma anlamına gelir.

Ekonomik özerkliği bağımsızlığa taşırmak karşı bir ulus-devlet kurma anlamına gelir ki, bu da sonuçta kapitalist moderniteye teslim olmaktır. Ekonomik özerklikten vazgeçmek ise, hâkim ulus-devlete teslimiyettir. Ekonomik özerklik ve komünal ekonomi kavramlarını karıştırmamak önemlidir. Ekonomik özerklik, halkların ve çeşitli toplumsal kesimlerin komünal ekonomik sistemi ile kapitalist sistem arasında denge kuran sisteminin adıdır. Avrupa ve dünyanın pek çok ülkesinde özerk konumu olan siyasi yapıların, ekonomik özerklikleri de vardır.

Ekonomik özerkliğin kuruluş çalışmasında öncelikli dikkat çekmek istediğimiz nokta ekonomizm endeksli bakış açısının eleştirilmesi ve değişmesine ilişkindir. Ekonomik özerkliği tekil bir sistem olarak ele almak yanlıştır. Nasıl ekonomi tekil bir kavram olarak diğer kavramlardan yalıtılamazsa, ekonomik özerklik de yalıtılıp, tekil bir şekilde ele alınamaz. Kapitalist modernitenin çok yönlü sömürü politikalarına karşı tek yönlü bir örgütlenmenin kurtuluş olmadığı bilinmelidir. Bu gerçeği biraz açarsak;

Hakikatin bütün olduğu, hele hele yaşadığımız çağda pek çok şeyin insan yaşamını çeşitli şekillerde etkilediği bir sistemde salt iyi bir ekonomik sistemle iyi bir yaşam sağlanamaz. Zira ekonomi sadece bir fiziksel üretim süreci olarak tanımlanamaz. Bu sürecin işleyişine etkide bulunan pek çok etken de ekonomiyle bağlantılıdır. Ekonomi; siyaset, diplomasi, güvenlik, sağlık, eğitim gibi pek çok konuyla ilişkilidir.

Ulus-devletin siyasal sistemine boğazına kadar gömülmüş toplumun iyi bir ekonomik sisteminin olması mümkün değildir. Çünkü bu siyasal sistem sınıflı toplumun sürmesi için vardır. Yani bir sistemin ekonomik yanının siyasal, sosyal, eğitim, savunma ve diğer pek çok alanıyla aynı eksen ve anlayışla örgütlenmemesi, bütünsel yaklaşılmaması en fazla geçici çözümlere götürür. Yani ekonomide bütünsel ideolojik bir düzey yakalanmazsa, olacak şey çarpıklık ve başarısızlıktır.

Bunun dışında kalıcı ve yaygın bir çözüm sağlanamaz. Bu nedenle ekonomik özerklik demokratik konfederal yapı içinde olmadığı müddetçe var olamaz. Bu anlamsal ve varoluşsal olarak gerekli ve vazgeçilmezdir. Bunun yanında dünyada pek çok örnekte görüldüğü gibi salt dar bazı köy ve bölgelerde yaşanan komün ekonomileri eğer kendilerini yaymaz, geliştirmez, evrenselleşemezlerse kapitalist modernitenin saldırıları altında boğulmaları kaçınılmazdır. Böylesi örnekler de vardır.

Bir alanda kurulan bir kooperatif ya da komünle ekonomi sistemi kurulmuş olmaz. Ekonomik sistemin sürekliliği içinde kendi varlığını koruması kadar, geliştirmesi için akademiler, kooperatifler, komünlerin konfederasyonlarını, bu kurumlarla birlikte hastane, okul, ulaşım ağı gibi pek çok kurumla çok yönlü bir toplum örgütlenmesi gereklidir. Yereli, bölgeyi esas alan bir ekonomik model kadar, tüm dünyada ortak anlayışlarla demokratik, ekolojik ve komünal ekonomik yapıların örgütlenip, dayanışması sistemin başarısı ve sürekliliği için gereklidir.

 

Ekonomik Özerkliğin İç İşleyişi

a-Demokrasiyle Yönetilen Birimler

Demokratik özerklik, kapitalist modernitenin ekonomi politikalarının reddi ile birlikte alternatif olarak komün ekonomisini esas alır. Komün ekonomisinin işleyişi demokratiktir. Toplum ekonomisiyle ilgili her konudaki sınırı devletler, merkezi karar organları değil, yerel birimler belirler. Birimler karar alırken ekolojik olma, anti tekelcilik ve kadın özgürlüğü ilkelerini göz ardı edemezler.

Birimler doğrudan demokrasiyle yönetilirler. Birimlerin kuruluşundan, işleyişine, üretimden, tüketime her konuda yerelin kararları belirleyicidir. Bu konuda Kuzey Kürdistan’da son on yıllık süreçte yaşanan deneyimin öğretici yönleri vardır. Kurulan kooperatifler ihtiyaçlar ve yerellerin inisiyatifinden çok merkezi kararlarla kurulmaktadır. Yani daha kuruluşundaki fikir bile yerelin değildir. Bununla birlikte kurulan ekonomik örgütlerin yönetilmesinde bürokratik tarzın etkili olması birimlerin işlevsiz kalmasına, etkili olmamasına neden olmaktadır.

Hangi kooperatifte yerelin ihtiyaçları, o kooperatifi oluşturanların ihtiyaç duyması üzerine kuruldu? Hangi kooperatifte o yapıyı oluşturanlar üretimin, tüketimin, yaşamın belirlenmesinde karar sahibidir, aktiftir? Belediye bünyelerinde kurulan kooperatifler birilerinin rant alanı haline gelmeye açıktır. Birileri işçi, birileri patron konumunda bulunabilmektedir. Yani kapitalist ekonominin verdiği toplumsal roller devam etmektedir.

Ulus-devletin dayattığı merkeziyetçiliği aşarak, yaşamın her alanında toplumun her birey ve kesiminin yaşamın örgütlenmesinde karar sahibi olması, dayatılan toplumsal rolleri ortadan kaldıracaktır. Bürokratizm yerine bir özgürleşme edimi olan demokratik siyasetin yaşamın her anı ve toplumun her hücresinde yaşam bulması, bunun için olmazsa olmazdır. Eski toplumsal rollerle yeni bir yaşamın ve özgür bir toplumsallığın kurulamayacağı bilinmelidir.

 

b-Ekonominin Yaratıcısı Kadın

Dayatılan toplumsal rollerin başlıcası “ekonomisiz kılınmış kadındır”. Kadın nüfusu ezici olarak işsiz bırakılmıştır. Ev işleri en zor işler olduğu halde beş metelik değer etmemektedir. Çocuk doğurma ve yetiştirme hayatın en zor işi olduğu halde, sadece değer etmemekle kalmamakta, başa bela olarak düşünülmektedir. Hem ucuz, işsiz, çocuk doğurma ve bin bir zahmetle büyütme makinesi, hem ücretsiz, hatta suçlu!

Kadın, uygarlık tarihi boyunca toplumun zemin katına yerleştirilmiştir. Ama hiçbir toplum kapitalizm kadar sistemli ve yoğun bir istismara tabi tutulmamıştır. Bu sefer sadece zemin katta değil, tüm katlarda eşitsizliğin, özgürlüksüzlüğün, demokrasisizliğin nesnesidir! Kapitalist sistem ‘eko-nomos’tan, ekonominin yaratıcısı özneden intikam alırcasına kadın ve ekonomi düşmanlığını her yerde ve her zamanında kanıtlamaktadır! Ekonomik özerklik kadının tarihi rolünü kazanmasıyla kurulabilir. Kadın ekonomi alanında söz, karar ve eylem sahibi olmadıkça gerçek bir ekonomik özerklik yaşamsallaşamaz.

 

c-Yerel ve Merkezin Demokratik Uyumu

Salt yerelle sınırlı kalan bir ekonomi modeli toplumun ihtiyacını karşılamada yetersiz kalacaktır. Birimler arası üretim ve tüketimdeki uyumu sağlayan koordinasyonlar gereklidir. Ancak bu yerellerin kararını görmezden gelme anlamına gelemez. Bu koordinasyonların niteliği, kimliği ve işleyişi ekonomik özerkliğin başarıyla yaşamsallaşması açısından kritik bir öneme sahiptir. Yerel-merkez uyumu-dengesi tutturulmazsa ekonominin sağlıklı kurumsallaşamayacağı kesindir. İnsanlığın gelmiş olduğu düzey göz önünde tutulursa, tüm ihtiyaçların yerel tarafından karşılanamayacağı açıktır.

Birimler arası ilişkilerin demokratik olması, dayanışmayı esas alması, ilkeli olması demokratik konfederal sistemin gereğidir. Bunun tersi tarihte hem Sovyet kolhozları hem de pek çok reel sosyalist deneyimde görülen bürokratik-merkeziyetçi tarzın sonucu yaşanan devlet kapitalizminin güçlenmesi olacaktır

 

d-Doğaya Uyumlu Teknik ve Ekolojinin Korunması

Çağın en önemli sorunlarından biri ekolojik sorundur. Kapitalist sistemin her şeyi metalaştıran, azami kara dayanan yapısı ile doğaya ve toplumsal dokuya ne kadar zarar verdiği görmezden gelinmektedir. Aslında kullandığı tekniğin doğa ve toplumun ekolojik dengesine ne kadar zarar verdiğini bilmesine rağmen, bu tekniği kullanmaktan geri kalmamaktadır. Yine daha fazla kar elde etmek adına üretilen hormonal gıdalar toplum sağlığını tehdit eder duruma gelmiştir, ozon tabakası delik deşik edilmiş, ormanlar, sular, toprak bitişin eşiğine getirilmiştir. Buna rağmen buna yol açan politika ve uygulamaların engellenmemesi, sistemin hem sanayide, hem de tarımda ekolojik dengenin bozulmasına neden olan bir yaklaşım içerisinde olduğunu göstermektedir. Kar amacıyla kullanılan teknolojilerin ekolojik dengeyi yok ettiği kesindir. Yüzlerce, binlerce türün yok olması teknolojinin kâra endeksli kullanılmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Diğer yandan pazar üzerindeki hâkimiyeti yitirmemek ve fiyatları kontrol etmek amacıyla tonlarca ürün, ek bir emek ve bedelle imha edilmektedir. Bu, her yıl birkaç milyon insanın açlıktan öldüğü bir dünyada yapılmaktadır. Böylesine ahlak ve vicdan ilkelerinden uzaktır.

Demokratik Özerkliğin ekonomi politikasında azami karı gerçekleştirme gibi bir mantık ve yaklaşımı olmadığından, doğaya ve topluma zarar veren bu tür teknolojilerin kullanılmasından yana değildir. Doğayı koruyan, ekolojik dengelere dikkat eden teknikleri kullanmayı esas alır. Çevreyi kirleten, türlerin yok olmasına neden olan, radyoaktif ve kimyasal kirlilik yaratan nükleer ve fosil yakıtların kullanılmasına karşı durur. Doğaya zarar vermeyen enerji türlerini kullanmayı esas alır. Daha fazla ürün ve üretim adına çevremizin kirletilmesini, doğanın tahrip edilmesini, toplumsal ahlakın yok edilmesini kabul etmez.

Demokratik Özerklik koşullarında, eldeki mevcut teknik ve imkânlar toplum yararına kullanılacağı için toplumun tüm ihtiyaçlarının giderilmesinin yanı sıra doğaya zarar da verilmez. Aksine kapitalist sistemin azami kar amaçlı kullandığı tekniğin ortaya çıkardığı doğa tahribatının düzeltilmesini esas alır. En azından bu tahribatların bir kısmının giderilebileceğini bilir. Yine her yıl milyonlarca insanın açlıktan ölmesi de ortadan kaldırılabilir.

Kimi kesimler mevcut ekonomik sistemi meşru göstermek için yapılanların toplum için, insan için yapıldığını iddia etmektedirler. Hatta mevcut sorunları doğa ve kadere bağlamaktadırlar. Kapitalist sistemin yarattığı tüketim toplumunu doyurabilmek için dünya yetmez, belki yüz dünya bile zorlanır. İhtiyaç dışı tüketim, günümüz tüketiminin yarısından fazlasını oluşturmaktadır. Benzer bir biçimde üretimin yarısından fazlası da ihtiyaç olmayan nesnelere yöneltilmiş durumdadır. Doğayı zorlamayan, toplumun ihtiyaçlarını karşılayan bir üretim söz konusu değildir. Aksine ihtiyaç dışı, kar amaçlı üretim esastır.

Bundan dolayıdır ki, bir taraftan dağ gibi birikmiş ama tüketilemeyen nesneler, diğer taraftan da yiyecek bulamadığından her yıl birkaç milyon insanın açlıktan ölmesi yaşanmaktadır. Asıl toplumu tahrip eden ve doğanın dengesini bozan bu yaklaşımdır ve bu da kaynağını kapitalist kâr mantığından almaktadır.

Demokratik Özerkliğin üretim mantığında hedef azami kârı gerçekleştirme olmadığından, doğayı tahrip etme, insan sağlığını bozma gibi durumlar söz konusu olmayacaktır. Doğal olarak pazarda da kullanım değeri esas alınmış olacaktır.

Endüstriyalizmin çarpık politikalarının bir sonucu olarak dünyanın dört bir yanına kanser gibi yayılmış aşırı kentleşme ekolojiyi ve toplumsal yaşamı zehirleyen merkezler haline gelmiştir. Ekonomik özerklik köy-kent uyumunu esas alır ve kentlerin kanser gibi büyümesine karşı durur. Buna alternatif olarak toplum kırımın merkez üsleri konumuna gelen metropollerin hem insan hem de doğa açısından yok edici etkisinin ortadan kaldırılması için sosyal ve ekonomik fonksiyonları, ahlaki-politik toplumla uyumlu köy ve kentlerde yerleşimi esas alır.

 

e-Tekel karşıtı Ekonomi

Sistemi yaşanmaz kılan temel noktalardan biri de ekonominin, kâr ve sermaye birikiminin gerçekleşeceği alan olarak algılanmasıdır. Ekonomik özerklik pazarı, ticareti, ürün çeşitliliğini, rekabeti ve verimliliği reddetmemekle birlikte, bunlar üzerinde gelişen kâr ve sermaye egemenliğine ve tekelleşmeye karşı durur. Tekelleşmiş ekonomi, doğası gereği üretimden tüketime, her şeyi dışardan topluma dayattığından toplum ve insan mekanik bir araca dönüşür. İnsan ve toplum temel niteliklerini kaybeder ve kendine yabancılaşarak yok olma eşiğine gelir.

Tekel ekonomisinin en çok saldırdığı alanlardan biri de Ortadoğu ve Kürdistan’dır. Mevcut durumda Kürdistan ve Ortadoğu’da uluslararası ve bölgesel tekellerin yatırımları kısa vadede işsizlik gibi sorunlara kısmen çözüm olmakla birlikte ekonomi üzerinde yarattığı hegemonyayla toplumu felç etme eşiğine getirmiştir. Güney Kürdistan ve Irak’ta yaşanan durum dikkat çekicidir. Bölgede yetiştirilen hayvan ve bitkilerin maliyeti dünyanın öbür ucundan getirilenlerden daha pahalıya mal olmaktadır. Bu bölge insanının üretimden kopmasına neden olmaktadır. Buna karşı örgütlenen üretim kooperatiflerinin bu tekellerle baş edemediği de yaşanan diğer bir gerçektir.

Bu sorunun çözümü kurulacak tüketim ve üretim kooperatifleri arasında geliştirilecek uyumdan geçmektedir. Dışarıdan bölgenin petrol ve madenleri karşılığında yok pahasına getirilen ürünlerdense toplumsal dayanışmanın, ekonominin gerçek anlamda uzun vadeli gelişmesinin gereği olan yerli üretimle dayanışma içinde olmak, bilinçlenmiş ve örgütlü bir toplumla mümkündür. Üretim kadar tüketimin de toplumsal ahlak ve görevlerin gereğince örgütlenmesi tüketim kooperatiflerinin örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır. Bu sayede hem üretim hem de tüketim toplumun denetimine girmiş olur.

Bu noktada ekonomik özerklik politikamız ne kapitalist modernite gibi özel mülkiyete ne de reel sosyalizmdeki gibi devlet mülkiyetine dayanır. Özel mülkiyeti tümden reddetmemekle birlikte, mülkiyet topluluğundur. Komün, kooperatif gibi kurumlara ve toplumsal gruplara aittir. Örneğin Amed’de bulunan Ermeni kilisesi bünyesinde kurulacak bir vakıfta, yüz aile bile ortak yaşayabilir. Konuttan, toprağa her şey bu vakfın olur. Bu vakıf yönetiminde bu ailelerin hepsi yer alır. Doğaya baktığımızda pek çok canlı grubunun da bu şekilde örgütlendiğini görebiliriz.

 

Ekonomik Özerkliğin Mali Sistemi

Ekonominin çokça tartışılan boyutlarından biri de mali sistemdir. Banka gibi kurumların gereklilikleri ve işleyişleri üzerine pek çok çevre yorumlar yapar. Nasıl ki endüstri için bir sınır ve şart konuyorsa her türlü ekonomi kurumu için verimlilik ve demokratik toplumun işleyişine hizmet etme noktası mihenk taşı niteliği taşır. Ancak hiçbir zaman emeğe ve üretime dayanmayan sanal finans oyunları demokratik ekonomide yer bulamaz. Günümüz dünyasında birkaç yüz kişi hiç emek vermeden, üretmeden milyarlarca insanın gelirinden daha büyük para kazanmaktadır. Bu başlı başına sömürünün kendisidir. Uluslararası yasalar tarafından kabul ediliyor olması bunun sömürü olduğunu, hırsızlık olduğunu gizleyemez. Komünal ekonomi bu hırsızlığı kabul edemeyecek bir ahlaki toplumun sistemidir.

 

Ekonomik Özerklikte Emek ve Çalışma

Demokratik özerkliğin ekonomisinin temel işleyiş esaslarından biri de emek ve çalışmaya yaklaşımıdır. Alternatif bir sistem arayışçısı olmak, “beleş-asalak yaşam” peşinde koşmak değildir. Emekle insanın ilişkisini varoluşsal bir ilişki olarak algılar. Çalışmayı bir angarya olarak değil bir özgürleşme eylemi olarak ele alır. Çalışma ve emeğe dair yaşanan mevcut durum insanın emeğinin sonuçlarına yabancılaşmasından kaynaklanmaktadır. Emeğin sonuçları bireyin yaşamına direk bir etkide bulunur, öz kimliğine, bireysel özgürlüğüne hizmet ederse, birey çalışmayı mutlulukla, aşkla yapar. Bu konuda, İsrail Kibbutzlarının ilk kuruluş yıllarındaki ilkeleri gelişmelerinde önemli bir yere sahiptir ve örnek vermeye değerdir. Kibbutz’un dayandığı tek ve en önemli ideal, emeğin ahlaki değeridir. A.D.Gordon’a göre, insan kendisine, topluma ve doğaya emek sayesinde dönebilir. Kibbutz hareketi kiralık emeğe üç ahlaki yönden dolayı karşı çıkar.

1-Toprağa kök salma gereği

2- Emeğe dayanmayan, sefahate düşkün bir aylak sınıfının oluşturulması

3-Bütün ücretli işçiliğin sömürücülüğü yarattığına inanılması

Mevcut durumda alternatif güzel bir yaşam derken, kaç kişi bu ilkeleri aklından geçirerek yola çıkar? Bu ahlaki bütünlüğü yakalamadan alternatif ekonominin kurumsallaşamayacağının farkında mıyız? Kapitalist modernitenin insan üzerinde yarattığı en büyük tahribat bu ilkelerden uzaklaştırmasıdır.

 

Ekonomik Özerkliğin Tarım Politikası

Ekonomik özerklikte insanlığın var olduğu günden beri, insanın temel ekonomik faaliyeti olan ancak şimdi milyonlarca insanın “geri”, “tercih edilemez” bir çalışma alanı olarak gördüğü tarım ve ormancılık, temel faaliyet alanıdır. Şu çok nettir ki; tarım ve köy kültürü geliştirilmezse, açlık, işsizlik gibi pek çok sorun dünyayı bitişe götürecektir. Bunun temel sebeplerinden biri, tarım kültürünün toplumsallaşmayı güçlendirmesine karşı şehir kültürünün toplumsallığı parçalayıcı niteliğidir. Metropollerde yaşayan milyonlarca insanın yaşantısı buna somut örnektir. Milyonlarca insan açlık sınırında işsiz yaşamayı kabul etmekte, ancak köyde toprakla uğraşmak, aklının ucundan bile geçmemektedir. Bu, sınır tanımaz ve aralıksız bir şekilde yapılan ışıklarla süslenip, makyajlanmış medeniyetin merkez üsleri olan kent propagandalarının sonucudur. Bu sahte, yalan güzelliğin hakikatini toplumsal eğitim ve örgütlülükle açığa çıkarmak, demokratik özerk ekonominin önünü açacaktır. Yoksa günümüz Kibbutzları gibi olma ihtimali yüksektir. Bu hakikatin kavratılamaması, İsrail’de Kibbutzlardan kentlere kaçışları artırmıştır. Kaçışların diğer bir sebebi de Kibutzların geçmişteki amaçlarından sapmış olmalarıdır. Geçmişte dayanılan tarım toplumuyken şimdi dayanılan, hizmet edilen şey endüstri alanıdır. Endüstriyalizmin bulaştığı bir toplumsal gerçekliğin bireyciliği şahlandırdığı, çıkar ve rantı topluma sızdırdığı çokça görülmüş bir gerçektir. Endüstriyalizmle birlikte, araçlarla özgürleştiğini sanan insanlığın araçlara ve araçlarla yaratılmış sisteme köle olduğu çok açık görülmektedir. Bir araç olarak endüstri hatta komün ya da kooperatife bile farklı anlam ve misyonlar yüklemek, köleleşmeye giden yolu kendi ellerimizle yapmamız anlamına gelecektir.

Benzer yaklaşım barajlar konusunda yaşanmaktadır. Barajlar toplumun enerji ihtiyacını karşılamada bir araçtır. Ancak barajların yol açtığı tarih katliamı ve ekolojik felakete karşı ne söylenmesi gerekir? Bugün açısından, maddi değeri olan bir şeyin insanlık mirası sayılan tarihi eserleri yok etmesi ne kadar ahlakidir? Ya da yapılan barajlarla boşaltılan köylerden göç eden binlerce insanı yurtlarından koparmanın bedeline fiyat biçmek mümkün müdür? İşte bu hakikate binaen ekonomik özerklik mevcut değer teorilerini reddeder. Buna alternatif bir değer tanımı vardır.

 

Ekonomik Özerkliğin Hukuki Boyutu

Alternatif ekonomiyi kurma çabası tam bağımsız bir ekonomi ütopyasını gerçekleştirme anlamına gelmez. Yerel-bölgesel ekonomik faaliyetlerin tümden çevreden bağımsız şekilde örgütlenmesi gerçekleşemez. Ekonomik işleyiş ve formun karşılıklı yararlılığı esas alması ve bununla birlikte iç özerkliği geniş bir yapıda olması çağın doğası gereğidir. Yaşadığımız ulus-devletli çağın göz ardı edemeyeceğimiz bir gerçeği hukuktur. Ekonomik özerklik demokratik modernite güçleriyle kapitalist modernite güçlerinin anlaşacağı zemin olmalıdır. Bu zeminin hukuki temelinin de olması zorunlu ve gerekli bir durumdur. Ancak bu, mevcut merkeziyetçi, devletçi, baskıcı hukuka tam uyum temelinde gerçekleşemez.

Ekonomik özerklik politikalarının meşruluğu toplumun ahlaki yapısına dayanır. Devlette ise yaşam katı kanunlarla düzenlenmeye çalışılır. Ekonomik özerklik ve mevcut ulus-devlet hukuk sistemleri birbirleriyle uyuşmaz özlere sahiptirler. Ulusal ekonomiyle koordinasyonu dikkate alan yerel ekonomiye ve onun özerk işleyişine şiddetle ihtiyaç vardır. Ulusal pazar olgusunu inkâr etmeyen, ama yerel pazar dinamiklerini de göz önünde bulunduran bir ekonomi hukuku elzemdir. Bu konuda yasayla çalışan bir sistem ve işleyişten çok meşruluğu esas almak gereklidir. Ekonomik özerklik mücadelesinde zaten meşru olan özerklik hakkını yaşamsallaştırmak, hukuki zeminini oluşturmak esas alınmalıdır. Bu konuda Brezilya topraksızlar hareketi (MST) önemle incelenmesi gereken bir harekettir. 1980’li yıllarda köylüleri örgütleyerek devlet ve ağalara ait topraklar işgal edilmiş, kooperatifler kurulmuştur. Toprak işgalleri sonucunda 350 bin aile toprak sahibi olmuş ve örgütlenmişlerdir. MST sadece bir toprak işgal hareketi değil alternatif üretim, alternatif eğitim, alternatif sağlık faaliyetlerini de birlikte yürüten bir harekettir.

Kentlerde yaşanan alternatif ekonomi modeline bu minvalde verilecek bir örnek ise, Arjantin’de iflasın eşiğine gelmiş fabrikalara o fabrikanın işçilerince el konulması, üretimi ve yönetimi demokratik bir şekilde yapan “Barikatçılar” gibi Latin Amerika ülkelerinin pek çoğunda görülen harekettir. Yirmi yılı aşkın süredir patronsuz demokratik bir şekilde üreten, çalışan büyük alternatif üretim ve yaşam modeli mevcuttur. Hem Barikatçılar hem de Topraksızlar Hareketi benzeri oluşumların Ortadoğu’da, Türkiye’de, Kürdistan’da örgütlenmesi milyonlarca insanın ekonomik sorunlarının çözülmesinin yolunu açacaktır. Burada önemli olan zihinlerde var olan statükoları parçalayabilmektir.

Tabi farklı toplumların, ülkelerin şartları ayrıdır. Kürdistan’ın çok ayrıdır. Ama bu nerede olursa olsun demokratik toplum değerlerinden, deneyimlerinden yararlanmamanın sebebi olamaz. Ekonomik özerkliğin Kürdistan tarihinde de, mevcut bazı Kürt toplumsal birimlerinde de yaşayan nüveleri mevcuttur. “Zibare, hevkari, şirîkahî, col, şikatî” gibi toplumsal edimler demokratik, özerk üretimin kök hücreleri niteliğindedir. Bunları güncelleştirmek, yaygınlaştırmak, yeni köy ve kent yaşamlarına uyarlamak ekonomik özerkliğin kurumsallaşması için uygulanacak diğer bir yöntemdir.

Ne sadece yerel ve tarihi esas alan, ne de sadece dışarıyı örnek alan, günceli gören bir yaklaşım yeterli olmaz. Her ikisinin sentezini yapabilmek hızlı ve başarılı bir kurumlaşma ve örgütlenme için elzemdir.

 

Kürdistan Somutunda Ekonomik Özerklik

Kürdistan tarım ve hayvancılığın yapıldığı ilk topraklar olması, endüstriyalizmin en az etkili olduğu yerlerden biri olması ve Kürt toplumunun halen tarıma yabancılaşmamış, kentlileşmemiş “dağlı” bir halk olması ekonomik özerkliğin inşasında önemli kolaylık sağlayan etkenlerdir. Bununla birlikte Kürt halkının kırk yıldır yürüttüğü özgürlük mücadelesi sonucu yakaladığı politik düzey ekonomik özerkliğin inşasında hızlandırıcı olabilir. Tabi bu mevcut durum, “her şey tamam” olarak da anlaşılmamalıdır. Mevcut durum inşa için koşulların, araçların uygun olma durumudur. Geriye kalan toplumu komünler, kooperatifler ve akademilerle örgütleyip gerekli ahlaki-politik bütünlüğe ulaştırmaktır.

Urfa’da tarım kooperatifi, Şırnak’ta maden kooperatifi, Iğdır’da pamuk kooperatifi, Kürdistan’ın dört bir yanında çeşitli esnaf kooperatifleri, tüketim kooperatifleri, köy komünleri örgütlenebilir. Örneğin Van’daki depremzedelerin sorunlarına çözüm yolu devleti protesto eylemi değil, kooperatif ya da farklı bir tarzda örgütlenerek sorunları örgütlenmenin vermiş olduğu güçle çözebilmektir. Yukarıda belirttiğimiz hususlara dikkat ederek demokratik tarzı esas alan iç işleyiş temelinde birbirleri arasında dayanışmayı esas alan birimlerden oluşan toplumsal bir sistem yaratılabilir. Söylediklerimiz sadece Kürtler ve Kürdistan için değildir. Kapitalist modernitenin politikalarına alternatif arayan tüm toplumların ve toplumsal grupların gerçekleştirebileceği bir sistemdir.

 

Kim-Nasıl yapacak?

Genel anlamda ekonomik özerkliğin tanımı ve ilkelerine ilişkin belirttiklerimiz sonrasında geriye kalan ekonomik özerkliğin kimler tarafından ve nasıl inşa edileceği konusudur. Öncelikli vurguyu sürekli ve ısrarla yapmak gerekir. Çünkü toplum kendi ekonomik sistemini kendi kurar. Yukarıdan, ne devlet tarafından ne de farklı bir yapı tarafından toplumun ihtiyaçlarını karşılayacağı, yukarıda sayılan sorunları aştıran bir sistem kurulabilir. Çünkü mevcut durumun temel sebebi pek çok şeyin dışarıdan belirlenmesi ve toplumun özne olmaktan çıkarılmasıdır. Toplumun her üyesi sorunların çözülmesinde sorumludur. Tabi bu her şeyi topluma, herkese, genele havale etmek anlamını taşımaz. Tarihte çokça görüldüğü gibi toplumsal değişimlerin devrimci öncülere, birey ve örgütlere ihtiyacı vardır. Musa peygamberin firavun zulmüne karşı kabilesini örgütleyip uzun çöl yürüyüşüne çıkarması, İbrahim peygamberin Nemrut putlarına karşı büyük düşünsel çıkışı, peygamberlerin cehalete karşı duruşları ve daha pek çok tarihi örneği olan çıkışların hepsi devrimcidir.

Farklı bir tavır sergileselerdi, bugün insanlık farklı bir konumda olurdu. Takındıkları devrimci tavır tüm insanlığı etkilemiştir. Kürdistan’da ve Ortadoğu’da güçlü tarihi bir mücadele birikimi vardır. Bu birikimi güncelleyerek devrimci bir tarzda yaşamsallaştırabilmek, sistem inşası için olmazsa olmazdır. Bu da kapitalizmin dayattığı bireyci yaşamı aşmakla mümkündür. “Herkes ne yapıyorsa sen de onu yap” “Sorulan sorulara başka cevap yok” anlayışlarına karşı durup “farklı bir cevap var!” diyebilmek, onun çabasını verebilmektir devrimcilik.

Pek çok peygamber, evliya, derviş ve farklı toplum öncüsünün cehaletle savaşımı gibi kapitalist sistemin bilim ve pek çok alandaki ideolojik saldırılarına karşı toplumu aydınlatabilmek, bu sistem kurulumunun temel görevlerindendir. İşsizliğin, açlığın, doğanın iflasının ve yüzlerce toplumsal sorunun sebeplerine ilişkin toplumu aydınlatabilmek yeni yüzyılda Rönesans etkisi yaratacaktır.

Bu işi üslenen kişi ve örgütün kuramsal, kurumsal ve eylemsel öncülüğü başarıyla yapabilmesi insanlık tarihinin hakikat arayıcılarının geleneğinin devamını yaşamsallaştırmayı gerekli kılar ki toplumsal emeğin sömürüsü ve değerin gaspı haksızlık olarak tanımlanırken, bunun araştırılması ve gereğinin yapılması da hakikat çalışmasının esasını teşkil eder. Ancak kapitalist sistemin yaşam tarzı ve zihniyetinden kurtulmamış bir öncülüğün alternatif yaratabilmesi mümkün değildir. Kapitalist sistemin dayattığı “Anı yaşa” “Kendini düşün” anlayışlarına karşı tarihle, toplumla yaşamayı ve yaşatmayı esas alan öncülük ekonomik özerkliği inşa edebilir. Öncülükten kastımız üstte kalan, perspektif veren değil, tartışıp doğrultu vermekle birlikte, işe de öncülük eden bir duruştur. Devrimci öncülük ve toplumun katılımıyla girişilecek ekonomik özerklik inşası işsizliği, açlığı, mülteciliği kader olmaktan çıkaracak, toplumun ahlaki ve politik gelişimine ivme kazandıracak, yeni bir dünya yaratma yolunda ışık olacaktır. Bu bir ütopya değil, gerçek devrimci bir alternatiftir.

 

Yararlanılan Kaynaklar

  • Thomas BENEDİKTER-AVRUPA’DA ÖZERK BÖLGELER
  • Metin YEĞİN-TOPRAKSIZLAR HAREKETİ
  • Abdullah ÖCALAN-KÜRT SORUNU VE DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ
  • Dr. İbrahim YASA-KİBBUTZLARIN TOPLUMSAL İDEOLOJİSİ VE YAPISI
  • Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi-KOMÜNAL EKONOMİ BROŞÜRÜ

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.