Düşünce ve Kuram Dergisi

Sosyalizm ve İşçilerin Özyönetimindeki İşletmeler

Prof. Dr. Richard D. Wolff

Bugün küresel kapitalizm, dünyanın her yerinde tarihinin ikinci en kötü buhranıyla başa çıkma çabasında devasa sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Yarattığı aşırı ve giderek derinleşen eşitsizlikler milyonları kapitalizmi sorgulamaya ve ona karşı koymaya itmiştir. Ancak hangi fraksiyondan olursa olsun tüm sosyalistler kapitalizme karşı etkili eleştiriler getirmekte ve kitlelere ilham verecek alternatifler sunmakta artık her zamankinden daha fazla zorlanmaktadır.

Bu sorunun kaynağı, kısmen de olsa, son 150 yıldır evrimleşerek bugünkü hâlini alan klasik sosyalizmdedir. Bir zamanlar kapitalizmin mağdurlarını ve muhaliflerini harekete geçiren görüş ve stratejiler artık kendi başlarına etkili olamamaktadır. Bu süreçte sadece kapitalizm değişmedi, aynı zamanda ona iman edenler de sosyalist teoriye ve özellikle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) gibi fiilen gerçekleşmiş sosyalist yönetimlere yönelik güçlü eleştiriler geliştirdiler. Sosyalizm, ne kapitalizmdeki değişimlere ne de kendisine yöneltilen eleştirilere iyi yanıtlar üretebildi. Gerekli stratejik ve taktiksel değişiklikleri yapamadı. Yine de, sorunlarını aşması için gereken imkânlara, yani oldukça geç kalmış bir özeleştiriyi gerçekleştirme ve yenilenme yaratma kapasitesine hâlâ sahiptir.

Klasik sosyalizmden kastım, kendisini büyük ölçüde makro-ekonomik kurumlar üzerinden kapitalizmden ayrıştıran gelenektir. Klasik sosyalistler, kapitalizmi, (1) üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve (2) kaynakların ve ürünlerin piyasa mekanizması yoluyla dağıtılması olarak tanımladılar. Bu yapının sosyalist alternatifi ise, (1) üretim araçları üzerinde kamu mülkiyetini (üretim araçlarının bir bütün olarak tüm halkın temsilcisi sıfatıyla devlet tarafından işletilmesi) ve (2) kaynakların ve ürünlerin devlet planlamasıyla dağıtılmasını zorunlu kıldı. Sosyalistler, özel işletmeler ve piyasalardan kaynaklandığını savladıkları adaletsizlikler, döngüsel istikrarsızlık ve gayri-safi üretim yetersizlikleri (örn. işsizlik, ekonomik durgunluk vb.) gibi sorunlar üzerinden kapitalizme saldırdılar. Sosyalistlerin sunduğu alternatifte ise, bir işçi devletinin işletmeleri kontrol etmesi, bunların mülkiyetini elinde bulundurması ve ürün ve kaynakların dağılımını çoğunluğun demokratik olarak belirlenmiş çıkarlarına göre planlaması öngörülmekteydi.

Sosyalistler, kapitalizme yöneltilen bu tür eleştirilerin ve alternatif bir düzene geçiş programlarının meyvelerini siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda yapılan çalışmalarda topladılar. Sosyalist hareketler on dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın son üçte birlik dilimine kadar dünyanın dört bir yanındaki ülkelere yayıldı. Sosyalistler kapitalizme etkili bir şekilde meydan okudular, çoğu zaman siyasi iktidarı elde ettiler ve ellerinde tuttular. Ayrıca çok sayıda araştırmacı ve öğretim üyesini, aydını, kitlesel örgütleri, sanat projelerini ve benzerlerini etkilediler. Ancak bugün sosyalizmin büyümesi çoğu yerde artık ya tamamen durmuş ya da tersine dönmüş durumdadır.

Sosyalizmin 19. ve 20. yüzyıllardaki büyümesi dünyanın dört bir yanındaki kapitalistleri ve işbirlikçilerini korkuttu. Kapitalizmin destekçileri, sonunda, giderek yayılan sosyalizmi durdurmak için, şiddet kullanarak bastırmanın çoğu zaman zayıf kalan veya ters tepen bir silah olduğunu anladılar. Dolayısıyla stratejilerini değiştirdiler ve incelttiler. Sosyalizmin bugün karşı karşıya olduğu zorluklar, kısmen, düşmanlarının özellikle yüzyılın yarısında, 1945’ten bu yana daha da gelişen karşı saldırılarından kaynaklanmaktadır. Şimdi sosyalistlerin de kapitalizme karşı yürütülen mücadelenin yeni koşullarına yönelik projelerini aynı şekilde yeniden tasarlamaları ve bu projeye yeniden odaklanmaları gerekmektedir.

Öncelikle, özel mülkiyet ve piyasalara yöneltilen eleştiriler ve kamulaştırılmış mülkiyet ve planlamanın savunulması, analitik bir çerçeve veya siyasi bir strateji olarak yetersiz kalmaktadır. Bunlar kapitalizmin yarattığı memnuniyetsizliği artık mobilize edememektedir. Bilhassa 1945’ten sonra, SSCB, Doğu Avrupa ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) vb. kapitalizme karşı olumsuz alternatifler olarak başarılı bir şekilde şeytanlaştırıldılar. Yeni kitle iletişim araçlarından yararlanan güçlü ideolojik koşullandırma kampanyası karşısında, söz konusu sosyalizm örneklerinin toplumsal alanda çok sayıda kayda değer başarı elde ettikleri gerçeğinin neredeyse hiçbir önemi yoktu.

Gerçek sosyalist rejimler kurmak için somut çaba gösteren bu ilk örneklerde de daha sonra önemli başarısızlıklar ve felaketler yaşandı (ki bunlar, sistemsel geçişlerin tarihinde alışılmadık veya görülmemiş durumlar değildir). Eğer sosyalistler bu başarısızlıklara ilişkin kendi açıklamalarını veya gerekçelerini ortaya koyamazlarsa, ortada dolaşan çözümlemeler sadece sosyalizmin düşmanları tarafından yapılan açıklamalar ve çözümlemeler olur. Bu da, daha sonra, sosyalizmin geleceğinin önünde başka bir engel teşkil edecektir. Tüm toplumsal hareketler gibi, sosyalizm de hem yazılmasına yardım ettiği tarih tarafından şekillendirilmiştir hem de bu tarihten sorumludur.

SSCB, ÇHC ve diğer sosyalizm örneklerinin (devletlerin sadece özel işletmeleri ve piyasaları düzenlediği sosyal demokrasiler de dâhil) odağı klasik sosyalizmin temel fikirlerinden mantıksal olarak uzaklaşmıştır. Bu devletler, üretici mülkiyeti kamulaştırmak ve piyasaları devlet planlamasına tâbi kılmak için az çok harekete geçtiler. Bunlar makro-düzey değişikliklerdi; yani ekonomik sistemin bazı geniş sosyal çerçevelerini değiştirdiler. Mikro-düzey kurumlarla çok daha az ilgilendiler ve onlara çok daha az özen gösterdiler. Dolayısıyla kapitalizmden sosyalizme geçişte işletmelerin ve hanelerin iç örgütlenmeleri oldukça az bir değişim gösterdi.

Sosyalistler devrimler veya seçimler yoluyla iktidarı ele geçirdiklerinde, işletmelerde birkaç kişi hâlâ özel kapitalist yönetim kurullarının sosyalizmden önce çalıştıklarına oldukça benzer şekilde çalışmaya devam ettiler. Söz konusu azınlık, işletmenin neyi, nasıl ve nerede üreteceği ve elde edilen kârı nasıl değerlendireceği ile ilgili kilit kararları veriyorlardı. Değişen şey bu kurulların kimlerden oluştuğuydu. Sosyalizm, özel hissedarlar tarafından seçilen özel yönetim kurullarını devlet tarafından seçilen yetkililerden oluşan devlet yetkilileri kurulu ile değiştirdi. SSCB’nin son derece merkezî sanayi sektöründe söz konusu yönetim kurulunun yerine bir dizi devlet yetkilisinden oluşan bir Vekiller Konseyi bulunuyordu.

Fiilen mevcut olan sosyalist rejimlerde de kamu işletmelerinde çalışan işçiler, kapitalizmde olduğu gibi, başkaları tarafından el konulan ve dağıtılan artığı üretiyorlardı. Ancak sözü edilen “başkaları” artık devlet yetkilileriydi. Önceden, kaynakları ve ürünleri dağıtmak amacıyla özel kapitalistler birbiriyle ve halkla “serbest” değiş tokuş yapıyorlardı. Sosyalizmde ise, devlet planlaması piyasaları çoğunlukla düzenliyor ve kontrol ediyordu. İşçiler, maaşlarını dükkânlara götürüyor ve devlet planlamacılarının sağladıkları ürünlerden güçleri yettiği kadar satın alıyorlardı. Parasal ücret ve fiyatlar çoğu zaman devlet planlamacıları tarafından belirleniyordu. Devlet planlamacıları bazen malların dağılımını piyasa mekanizması yerine idari mekanizmalar aracılığıyla belirliyorlardı.

Bu şekilde tanımlanan ve somutlaşan klasik sosyalizm 1970’lere kadar büyük bir ilerleme kaydetti. Ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, SSCB’nin varlığını sürdürmesi ve kaydettiği ekonomik büyüme, “Doğu Avrupa’nın kaybedilmesi” ve Çin devriminin kapitalizmde yarattığı şoklar, kapitalizmi, ileride sosyalizmin daha fazla büyümesini baltalayacak değişiklikler ve düzeltmeler yapmaya itmiştir. Bu değişikliklerden birisi kapitalizmin 1945 sonrasında yaptığı büyüme hamleleridir.

Dünya kapitalizmi, 2. Dünya Savaşı’nın yıkımları üzerinde yeniden kurularak ve yeni Soğuk Savaşın bir parçası olarak ilk yeniden canlanmasını gerçekleştirdi. 1970’lerden sonra, Reagan ve Thatcher gibi liderlerin önderliğindeki hükümetler, gelir ve zenginliği genelde en zengin kapitalistlere ve özelde ise finansal kapitalistlere doğru yeniden dağıtmak üzere piyasa üzerindeki denetim ve kısıtlamaları kaldırdılar ve iktisadi politikaları sermaye leyhine yeniden düzenlediler. Bu kapitalizmde ikinci bir yeniden canlanmaya yol açtı. Bu yeniden canlanmalar, sosyalizmin getirdiği düzen eleştirilerini ve alternatiflerini baltalamaya hizmet etti. Kapitalizmin savunucuları, onun esnekliğini, hızlı büyümesini, tüketici odaklı oluşunu, işçilerin yükselen yaşam standartlarını ve görece siyasi serbestliği göklere çıkardılar. Bunu yaparken aynı zamanda fiili olarak varlıklarını sürdüren sosyalist rejimleri de, yetersiz tüketim malları ve yetersiz bireysel özgürlükler bakımlarından şeytanlaştırdılar.

1975 sonrası dönem, bahsi geçen sosyalist rejimlerde gerileme ve zorluklara neden olmanın yanı sıra, 1989 yılına gelindiğinde Doğu Avrupa’nın dağılmasını ve dünya çapındaki kapitalist rejimlerde büyük değişiklikler yaşanmasını da beraberinde getirdi. Bu koşullar, “kapitalizm ile sosyalizm arasındaki büyük mücadele sona erdi ve kapitalizm kazandı” iddialarına cesaret verdi. Fiilî olarak varlıklarını sürdüren sosyalist rejimlerin büyüyen sorunları ve geçirdikleri değişimler de aynı yöne işaret ediyor görünüyordu. Tüm sosyalist hareketlerin ve örgütlerin varlıkları büyük bir gerilemenin etkisi altına girdi.

2007 yılında, 1975 sonrasında devlet denetimleri ve kısıtlamaları kaldırılmış olan kapitalizm kendisini küresel-ölçekli ciddi başka bir çöküşe doğru sürüklediğinde, sosyalizm dibe vurmuştu. Zayıflama ve gerileme bir kaç on yıldır süregelmekteydi. “Ilımlı” sosyalistler bazen neo-liberal politikaları ve hükümetleri savunmaya yönelik gerekçeler bile buluyorlardı. “Solcu” sosyalistler ise çoğu zaman bir sistem olarak kapitalizme muhalefet edeceklerine Keynesyen iktisadın öngördüğü sosyal refah politikaları adına neo-liberal politikalara muhalefet etmeye yöneliyorlardı. 2007’den sonra, kapitalizmin içinde bulunduğu kriz derinleştikçe, sosyalizm ve sosyalistler, kapitalizmi eleştirmeye veya ona muhalefet etmeye aç ve sayıları giderek artan kitleleri örgütleyerek bir araya getirme konusunda yetersiz ve aciz kaldılar.

Hatta seçimleri kazanabilmek için zamanında “kemer sıkma politikaları” na saldıran (ve böylece bir sistem olarak kapitalizme karşı çıkma isteksizliklerini bir kez daha gözler önüne seren) sosyalistler iktidara geldikten sonra, geri adım atarak yalnızca söz konusu kemer sıkma politikalarının daha ılımlı çeşitlerini uygulamaya yöneldiler. Yunanistan’da Papandreou ve Fransa’da Hollande bu konuda en kötü şöhretli örneklerdir. Sosyalistlerin gerilemesiyle oluşan siyasi boşluğa yeni “anti-kapitalist” gruplar adım attılar. Kendilerine bu adı (ve öfkeliler (indignados), işgalciler, anarşistler vb. gibi başka adları da) vermelerinin nedeni, kısmen, klasik sosyalizmden soğumalarıdır.

Yine de, sosyalistler hâlâ kapitalizmin yarattığı farklı kesimlerden mağdur ve muhalifleri yeniden ayağa kaldırabilecek, harekete geçirebilecek ve tek bir çatı altında birleştirebilecek bir 21. yüzyıl sosyalizmini tanımlamak için gereken tarihi birikime, deneyime ve kuramsal imkânlara sahiptir.

Sosyalistlerin ilk yapmaları gereken, makro düzeydeki kurumsal değişim – yani üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kamulaştırılması ve piyasaların devlet planlamasına geçişi – üzerindeki klasik sosyalist odağın artık kavramsal ve stratejik açıdan yetersizliğini tanımak ve kabul etmektir. Klasik sosyalizmin bahsi geçen odak noktası, mikro düzeydeki ve özellikle işletmelerin içerisinde gerçekleşen dönüşümleri yeterince dikkate almamaktadır. Sosyalistlerin ikinci olarak yapmaları gereken, ısrarla işletmelerin dönüşümünü, daha açık bir ifadeyle işletmelerin radikal bir şekilde demokratikleştirilmesini savunmaktır. İşletmelerin toplumsallaştırılmasını, bu kavramın her şeyden önce söz konusu işletmelerin iç örgütlenmelerini değiştirmeyi ifade etmesini sağlayacak şekilde yeniden kavramsallaştırmaları gerekir.

O halde, eleştiri toplumun ihtiyaç duyduğu ürün ve hizmetleri üretmeye yönelik hiyerarşik ve anti-demokratik bir düzen olan kapitalist işletme örgütlenmesine odaklanacaktır. Kapitalist işletmelerde kilit önemdeki tüm ekonomik kararları küçük bir azınlık (yönetim kurulu üyeleri ve büyük hissedarlar) vermektedir. Söz konusu kararlarla ve onların etkileriyle yaşamak zorunda olan işçi kitleleri, kendilerini etkileyen bu kararları alma sürecinin dışında bırakılmaktadır. Kapitalist işletme örgütlenmesi, bu nedenle, sosyalizmin onayladığı ve ifade ettiği demokratik işletme örgütlenmesinin karşıtı ve düşmanıdır.

Bu hatta yeniden tanımlanan sosyalizmde, bir işletmenin kilit önemdeki tüm ekonomik kararları – neyin, nasıl ve nerede üretileceği ve işletmenin artığı veya kârıyla ne yapılacağı –işletmedeki tüm işçiler tarafından kolektif ve demokratik bir biçimde alınır. Böyle bir sosyalizm, toplumsal mülkiyeti, planlamayı ve işletmelerin demokratikleştirilmesini – örn. kapitalist işletme örgütlenmesinden işçilerin özyönetimindeki işletme örgütlenmesine (İÖİÖ’ler) geçişi – savunur.

Bu yeni sosyalizm, klasik sosyalizmin yaptığı gibi, İÖİÖ’lere geçişi artık göz ardı etmeyecek, küçümsemeyecek veya kötülemeyecektir. Dünyanın pek çok yerinde işçilerin üretici veya işçi kooperatifleri, komünleri gibi farklı adlarla anılan örgütler kurmaya yönelik yüzyıllardır süren çabaları eleştirel bir şekilde değerlendirilerek benimsenmeli ve 21. yüzyıl için hazırlanan yeni sosyalizm kurgusuna dâhil edilmelidir.

Bu yeniden tanımlanmış ve odağı yeniden belirlenmiş sosyalizm, kapitalizmin dışında SSCB, ÇHC vb.nde yaşananlardan farklı bir yol açmaktadır. İşçilerin artığın üretim ve dağıtımını kolektif olarak belirledikleri İÖİÖ’lerde işçiler gerçek anlamda bir ekonomik güce sahip olurlar. Hükümetin belirlediği bürokratlar değil, işçiler ekonomik altyapıyı kontrol ederler. Kendi kendilerinin kolektif yönetim kurulları olarak, devlete finansman sağlamak üzere aktarılan artığın nihaî kaynağı (üretici ve dağıtımcıları) yine işçiler olur. Böylece sonunda iktidar değişerek kapitalistlerden ve devletten uzaklaşmış olur.

Böyle bir sosyalizm bundan sonra ya mevcut kapitalist işletmeleri İÖİÖ’lere dönüştüren veya yeni İÖİÖ’ler kuran işçileri savunur ve destekler. Büyüyen bir İÖİÖ sektörü hâlâ büyük ölçüde kapitalist olan bir ekonomi içinde faaliyet gösterir ve onunla etkileşime girer (tıpkı birkaç yüzyıl önce hâlâ büyük ölçüde feodal olan bir ekonomi içinde kapitalist bir sektörün ortaya çıkması ve söz konusu feodal ekonomi ile karmaşık bir şekilde etkileşim kurması gibi). Sosyalist politika; bir yandan sosyalist sektörün büyümesi için uygun koşulları oluştururken, diğer yandan kapitalizmi eleştiren çok boyutlu bir proje olacaktır. Geçmişte kapitalizm ve feodalizm arasında olduğu gibi, her türlü ihtilaf ve müzakere, çelişki ve ittifak sosyalizm ve kapitalizm arasındaki ilişkinin karakterini belirleyecektir.

Sosyalizme böyle bir geçişte, işçiler kendilerini – başkaları tarafından kontrol edilen ve yönetilen, eğitim ve bilgi düzeyi düşük, vasıfsız ve ağır işlerde çalışan kişilerden kendi kendilerini yöneten kooperatif üyelerine – dönüştüreceklerdir. Yaptıkları işler eşit bir şekilde paylaşılacak, herkes birden fazla beceriyi veya işi öğrenecek ve görevlerin dönüşümlü olarak yapılması işlerin kalıplaşmış statü, rütbe vb.ne dönüşmesini engelleyecektir. Herkes, işlerin yapılması için sırayla emir verme ve emir alma konumlarında görev alacaktır. İşyerlerinin ve iş süreçlerinin bu şekilde demokratikleştirilmesi sırasında farklı niteliklere sahip yeni insanlar ortaya çıkacaktır.

İÖİÖ’ler için artığı veya kârı arttırmak çok sayıdaki hedeflerinden yalnızca birisi olacaktır. Yerel sağlık koşulları, işçilerin aile ilişkileri, arkadaşlıkları, toplumla dayanışma ilişkileri ve işletmenin doğal çevreyle ilişkisinin arzulanan biçimlerde düzenlenmesi de söz konusu hedefler arasında yer alacaktır. Kapitalist işletmelerin diğer tüm hedefler pahasına bir hedefi, kârı, sonucu, ençoklama güdüsünün aksine, İÖİÖ’ler farklı bir şekilde işleyeceklerdir. Onların kararlarının ardındaki güdü, işletmenin faaliyetlerinin insanlarla tüm etkileşme yollarını dikkate alan demokratik müzakerelerden oluşur.

İÖİÖ’leri içeren ve vurgulayan bir sosyalizm, işçilerin yaşamlarını dönüştürmelerini gerektirir. Böyle bir sosyalizm sonunda temel ekonomik gücü (artığı üretmek ve dağıtmak) emekçileri ellerine vermektedir. Bu, son 150 yıldır hem kapitalist hem de sosyalist rejimlere dadanan azınlık iktidarının gayri-demokratik hayaletine karşı kırılması güç bir panzehir görevi görecektir. Eğer formel siyasal demokrasiyi olgunlaştırıp çürümüş ve ritüelleşmiş seçimlerin ötesine geçirmek istiyorsak, bu gereklidir.

Bu yeniden tanımlanmış sosyalizm, kapitalizmin hegemonyasına son verebilecek bir toplumsal hareketin oluşması için ilham kaynağı olabilir ve bu tür bir toplumsal hareketi mobilize edebilir.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.