Düşünce ve Kuram Dergisi

Finans Çağının Fahişesi ve Komutanı: Para

Nurhak Serhat

Bir uygarlık icadı olarak para, ticari tarihin belli evrelerinden sonra hayatımıza girmiştir. Bir değişim aracı olması, dahası; aracı bir meta olarak ortaya çıkması bu olguyu, toplumsal yaşamın vazgeçilmezi-belirleyeni haline getirmiştir. Bir tacir buluşu-icadı olan para, değer yüklenmiş bir aracıdan (metadan) en değerli-kudretli metaya terfi etmiştir. Finans çağıyla birlikte, toplumun tüm varını, mukaddesatını hükmü altına almıştır. Günümüz toplumunda, hükmetmediği, komutasına almadığı toplum bireyi yok gibidir.

Para nedir, nasıl ortaya çıktı? Çıkış amacı, işlevi neydi? Dahası, insan soyuna komuta edebilecek kudreti nasıl kazandı? Finans kapital nedir, nasıl oluştu? Bu noktaya nasıl gelindi? Bu soruları yanıtlamak üzere, konuya kapitalin gelişimi üzerinden bakmak yararlı olacaktır.

Kapital olgusu, devletçi uygarlıkla birlikte ortaya çıkar. Uygarlık öncesi toplumda, kapitale rastlanmaz. Kapital, ticari eylem üzerinden gelişir. Ancak, kapitali ticaretle, pazar etrafında gelişen ilişkilerle sınırlı düşünmek eksik bir yaklaşım olur. Kapital, sanıldığı üzere ekonomik ilişkilerle sınırlı, iktidardan kopuk gelişen bir olgu değildir. İktidarla, iktidarın yapısıyla alakalı bir durumdur. İktidar, kapitalle buluştuğu, bünyesine kattığı ölçüde varlık kazanır. Kapitalin kendisi de güç ve iktidar demektir. Buna dönük gelişen her arayış, özünde bir güç-iktidar arayışıdır. Tarihin ilk büyük siyasi ve ekonomik tekeli devlettir. Devletsiz, iktidarsız tekelin varlığı düşünülemez. Oluşsa dahi, devlet oluşumuna, iktidara dayanmadan varlığını koruyamaz. Uygarlıktan buyana, kapitalin üç büyük aşaması ve tekelci biçimi ortaya çıkmıştır.

  1. a) Bezirgân sermaye
  2. b) Sanayici sermaye
  3. c) Finans sermaye

Bezirgân sermaye: Bezirgân tüccar öncülüğünde gelişen sermaye biçimidir. Bezirgân tüccar; mal alış verişi yapıp kâr eder. Kâr etmek, birikim-sermaye sağlamak, bezirgânlığın-bezirgân tüccarın ilkesi, temel önceliğidir. Bezirgân sermayeyi doğuran temel etmen, bağlı bulunduğu kâr ilkesidir. Bezirgânın, bu ilkeyi pazara taşımış olması kadim değişimi zorlamıştır. Bezirgân, kâr ilkesini pazara sokarak pazarın kimyasıyla oynamıştır. Toplum, gereksinimlerini gidermek üzere pazara katılımını sürdürürken, Bezirgân tüccar, söz konusu ilkeden hareketle, pazarı istismar etmektedir.

Üretici, ürettiği mamulle ihtiyacını gidermek üzere pazara katılırken, üretim dışı bezirgân tüccar, kâr ve kazanç elde etmek üzere pazara girmektedir. İki farklı anlayış ve eylem söz konusudur. Bir taraftan tabii ihtiyaca dayalı üreticinin eylemi, diğer taraftaysa, değişimi meslek edinmiş, kâr ve sermaye amacıyla pazara dalan, üreticinin emeğini istismar eden bezirgân tüccar. Üreticiden malını ucuza alma, başkasına katbekat pahalıya satma, mal stoku yapma, piyasaya mal sürmek-mal çekmek, toplumun ihtiyacını kullanarak kâr sağlamak bezirgân tüccarın tipik eylemlerindendir. Bu noktadan bakıldığında, ticaretin-tacirin değişim eylemiyle, söz konusu eyleme dayalı pazarla bir alakası bulunmamaktadır. Ticaret ve tacir olgusuna bu bağlamda bakıldığında, üretim dışı olduğu kadar, değişim eylemini kullanan, üreticiyi ve pazarı sömüren bir gerçek söz konusudur. Bezirgân tüccar, bununla da kalmamıştır; pazar hakimiyeti sağlama, piyasa oluşturma, fiyat belirleme, spekülasyon vb. uygulamalarla, toplum aleyhine pazar ve ekonomi karşıtı bir sömürü düzeni geliştirmiştir.

İç pazar kontrolü, dış pazarlara açılma, pazarlar arası ağ oluşturma, yeni pazar alanları oluşturma vb. uygulamalar da ticari tekelin-bezirgân tüccarın eylemleri arasındadır. Büyük kumpanyalar üzerinden yapılan, iç-dış, yakın-uzak, denizaşırı ticareti büyük servetlere yol açmaktadır. Ancak, bezirgânlığın gelişmesi, belli zorlanmaları da beraberinde getirmiştir. Ticaretin, hacimce büyümesi belli sıkıntılar doğurmaktaydı. Malların taşınması, götürülüp getirilmesi zorlaşıyordu. Özellikle uzun yol ticareti, çok ciddi sorunlara yol açıyordu. Aylarca süren yolculuklar, yüklü miktarlardaki malın bozulmasına, telef olmasına yol açıyordu. Bu durum, bezirgân tüccarı zora sokuyordu. Bu sorunların aşılması noktasında, “aracı bir değer olarak” para icat edilmiştir. Ticaretin belli evrelerine kadar, ticari faaliyette altın, gümüş, kimi değerli taşlar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Bunun yanında, ticari işlerde teminat oluşturması itibariyle kral, imparator veya kimi büyük tüccarlara ait belgeler de kullanılmıştır. Ancak, bir noktadan sonra para gibi, ticari işlerde kullanılabilecek bir değere ihtiyaç duyulmaktaydı. Bu bağlamda, tarihte ilk kez madeni para basımı yapılmıştır.

Parayı bulan ve modern anlamda para basımını gerçekleştiren ilk topluluk, MÖ 700’lerde yaşamış olan Lidyalılardır. Lidyalılar, Sikke adı verdikleri parayı ticarette kullanmışlardır. Para ticari tarihin en büyük devrimlerindendir. 17 yy da başlamak üzere “sikke” adı verilen madeni paraya banknotların da eklenmiş olması, ticaretin niteliğini değiştirmiştir. Tacirin hareket kabiliyeti artmış, ticarette önemli kolaylıklar sağlamış, ticaretin hızlanmasına ve ticaret hacminin katbekat artmasına yol açmıştır. Bu durum, ticari sermayenin alabildiğine büyümesini, ticari tekelin, devlet bütçelerini katbekat aşar nitelikte gelişmesini beraberinde getirmiştir. Öyle ki; bezirgân tüccar, devletlere yüklü miktarlarda borç para vermeye başlamıştır. 15-18. yy la birlikte borç altına aldıkları devletleri kendilerine bağlamış, ulus-devlet formu üzerinden devleti yeniden şekillendirmişlerdir. Devleti kendileri için koruyucu ve ön açıcı bir aygıt haline getirmişlerdir.

Ulus-devlet, ulusun devleti olması bir yana, gerçek manada bir bezirgân devleti olarak doğmuştur. Merkantilist dönem denilen 15-18 yy.’lar bezirgân sermayenin, ticari tekelleşmenin en vahşi dönemleri olmuştur. Ticari tekelin devletleştiği, devletin; ticari tekele dönüştüğü bu dönem, tarihin en büyük toplu katliam ve soykırımlarının gerçekleştirildiği bir dönem olmuştur. Başta altın ve diğer değerli madenler olmak üzere, katliam ve soykırım uygulamalarıyla başta Amerika olmak üzere bilinen dünyanın zenginlikleri Avrupa merkezlerine taşınmaktadır. Tüccarın devletleşmesi ve devletin tüccarlaşması insanlığa, bu büyük vahşeti yaşatmıştır.

Sanayici sermaye: Endüstrinin istismarına dayalı gelişen sermayedir. Makineye-endüstriyel üretime dayanır. Sanayici sermayenin, bezirgân ve finans sermayeden ayırt edici özelliği, üretimle ilgili olması, üretim sürecine dâhil olmasıdır. Endüstrinin gelişmesiyle birlikte tarım ve kır ekonomisi dışında farklı bir üretim alanı oluşmuştur. Makinenin, seri üretim özelliğini erkenden fark eden bezirgân tüccar, bu alana da el atmıştır. Tarım üretimine oranla, çok büyük üretim kapasitesine sahip bir endüstrinin, fahiş düzeyde kar getireceğini gören bezirgân bu alana yönelmiştir. Bezirgân tüccar, endüstriye altın yumurtlayan tavuk misali bakmıştır. Bu alana yönelen bezirgânın ilk işi, endüstriyi ele geçirmek, tekelleştirmek ve kâra dönük olarak düzenlemek olmuştur. ‘Ne kadar çok endüstri o kadar çok para-sermaye’ bezirgânın temel yaklaşımı-amentüsü olmuştur.

Paranın, yaygın bir şekilde kullanımı, sermayeye dönüşümü bu süreçte gerçekleşmiştir. Makine ve para, çağın en kârlı ve işlevsel sermayesi haline gelmiştir. Endüstrinin yaygınlaşması, büyük fabrika düzenine geçmesiyle birlikte, endüstriyel üretimde büyük bir patlama yaşanmıştır. Kent merkezli endüstriyel üretim, tarıma dayalı kır üretiminin önüne geçmiştir. Büyük fabrika, holding sahibi sanayici tüccar, ucuz iş gücü bulmak ve geniş tüketici kitlesine ulaşmak üzere var gücüyle kır toplumuna yönelmiştir. Tüccar patentli gelişen ulus devlet, devletin tüm imkânlarını, toplumun tüm yaşam alanlarını sanayici tüccarın kullanımına açmıştır. Toplumu hizmetine koşturmak, ucuz iş gücü haline getirip kendine bağlamak ürere, endüstriyel pazarın sınırlarını genişletmiş, mamulü kıra taşırmış, en geniş tüketici kitlesini oluşturmuştur. Pazarlamada, al-ver işlerinde mamul değişimini ortadan kaldırmış, parayı hâkim kılmıştır. Böylece, sermayenin, endüstrinin gücünü de kullanarak, başta kır toplumu olmak üzere tüm toplumu paraya mahkûm etmiştir.

Tüketimde bulunmak, ihtiyaç gidermek üzere toplumun elindekini satmaktan, tarım ve hayvancılığa dayalı kırsal ürünlerin de değerden düşürüldüğü, para etmediği dikkate alındığında paraya ulaşmak üzere işçileşmekten başka şans bırakılmamıştır. Endüstriyel üretimin pazara sürümü karşısında kır ekonomisinin dağıtılması, işçileşmek üzere kent merkezlerine göçün yolunu açmıştır. İşçi sıkıntısını gidermek ya da daha ucuz iş gücü bulmak amacıyla, savaş çıkartmak, katliam ve soykırıma maruz bırakarak, insanları yerinden yurdundan etmek, büyük göç dalgaları yaratmak ulus devlet üzerinden çokça başvurulan bir yöntem olmuştur. Bu yöntem Asya’da, Afrika’da, günümüz Ortadoğu ve Kürdistan’ın da hala uygulanmaktadır. Sermayenin istikrar, sükunet, güvenli alan istediği çokça dile getirilir. Ancak, tarihin en büyük savaşları sermayenin ve sermaye peşinde koşan iktidar güçlerinin eseri olmuştur. Milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları da sermaye güçlerinin dünyayı paylaşma, daha doğrusu paylaşamama savaşlarıdır. Yaşadığımız bu günlerde Ortadoğu ve Kürdistan’da savaşan, halklara savaş dayatan, kan akıtanlar da bu küresel sermaye güçleridir.

Finans Kapital: Paraya dayalı, para üzerinden gelişen sermaye biçimidir. Finans kapitalin Türkçe karşılığı, ‘Mali Sermaye’dir. Finans ya da mali sözcüğü, parayı-parasal muamelelerin bütününü içine alır. Finans kapital ise, para ve parasal işlem üzeri oluşmuş sermayeyi-para sermaye düzenini ifade eder. Finans kapitali oluşturan unsurlar, büyük banka, şirket-holding sahipleridir. Diğer bir deyişle; para babalarıdır. Ancak, finansın küresel hegemonyası, sadece bu unsurlarla gerçekleşmiyor. Para sermaye, devlet tekeliyle, diğer bir deyişle siyasal iktidarla buluştuğu ölçüde küresellik kazanmıştır.

Bilindiği üzere faizcilik, finans çağına has yeni bir durum değildir. Faizle para verip kâr etmek, tefeciliğin özüdür. Parayı satmak, paradan para kazanmak, kadim zamandan beri tefeci tüccar uğraşıdır. Banka ve borsa türü finans kurumları ise, tefeciliğin yasal statüye kavuşmuş kurumsal ifadesi olmaktadır. Bu bağlamda, finans kapitalin geçmişi-öyküsü, tefeciliğin, tefeci tüccarın öz öyküsü oluyor.

Tefecilik, tacir zihniyeti ve uygulamalarının en sapkın, en ahlaksız biçimidir. Bu edim, zaman ölçüsüne bağlı olarak bir verip, fazlasıyla geri almayı içerir. Bu, bildiğimiz faizciliktir. Tefeci usulü borçlandırma, borcunu ödeyemez duruma düşürüp çalıştırma-köleleştirme, çok eski bir iktidar uygulamasıdır. Mal üzeri yapılan bu muamele, zamanla para üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Tefeci tüccar, insanların dar zamanlarını, sıkıntılarını kullanarak kazanç sağlar. Tefeci, insanları fahiş faizlerle borç altına alır, borcunu ödeyemez duruma düşürüp malına-mülküne, tüm varına el koyar. Tefecilik, bu özelliğinden ötürü, tüm toplum ve dinlerce lanetlenmiştir. Bu yüzdendir ki; faiz haram kılınmış, büyük dinler ve ahlak öğretilerince tefeciliğe yol verilmemiştir. Ticaretin kendisi ahlakı zorlayan bir olgu iken, toplumun tefeciyi hoş görmesi bu konuma gelmesine müsaade vermesi düşünülemez. Bu yüzdendir ki, kapitalist gelişme-tefecilik dinin, toplum ahlakının güçlü olduğu yerlerde çıkış yapamamıştır. Kapitalist gelişme, ahlakın en zayıf olduğu ya da ahlaki örtünün yırtıldığı yerlerde mümkün olabilmiştir.

İngiltere önderliğindeki Avrupai devletler ticari ve sanayi sermaye tekelleri üzerinden cihan imparatorluklarını geliştirirken, ABD, aynı şeyi finans kapital üzerinden yapmıştır. ABD, finans-para üzerinden, iktidarlaşırken, finans kapital de varlığını, küresel iktidarını ABD üzerinden sağlamaktadır. Dünyada siyasal-ekonomik güç olarak paranın iktidarı böyle gerçekleşir. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ABD cihan imparatorluğunu İngiltere’den devralmış, 20 yy’ın ortalarından itibaren finans sermaye, ticari ve sanayi sermayesini kendisine bağlamıştır.

Avrupai devletler, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarıyla birlikte yıpranıp, önemli finansal kayıplar yaşarken, ABD, dünya savaşlarına zamanlaması en uygun ve savaşın seyrinin lehine göründüğü koşullarda girdiğinden, gücünü korumuştur. Bilim ve teknik olarak, önemli gelişmeler kaydetmiş, nükleer güce kavuşmuş, stokunda ciddi miktarlarda değerli maden biriktirmiş, aynı zamanda, Yahudi sermayesini arkasına almıştır. ABD, Avrupai devletlerin yaşadığı finansman kaybını giderecek, savaş sonrası hasarları karşılayabilecek tek devlet konumundaydı. ABD borç para vermek yerine, Uluslararası Para Fonu, (IMF) Dünya Bankası gibi finans kurumları üzerinden yardımda bulunduğu devletleri kendisine bağlamıştır. Finans çağının imparatorluğunu bu gelişmeler bağlamında sağlamıştır.

Küresel finans sistemi; IMF, Dünya Bankası, Uluslararası Ticaret Örgütü; dünyanın tüm merkez bankaları, küresel bankalar, piyasa ve borsalar vb. gibi finansal işlem ve kurumlar üzerinden gelişir. Finans düzenine işlerlik sağlayan başlıca kurumlar borsa ve bankalardır. Finans kapital, küresel sömürü düzenini, söz konusu kurumlar üzerinden inşa etmiştir. Finans kapital, Dünya bankası, İMF ve bağlı kurumlar yoluyla dünya ülkelerini, ülkelerdeki banka ve kurumları kendisine bağımlı duruma getirmiştir. Küresel düzlemdeki para politikaları, piyasa kontrolleri bu kurumlar tarafından yapılmaktadır. İMF ve Dünya Bankası’na borçlu olmayan dünya ülkesi yok gibidir. Küresel sermaye ve onun siyasal sözcüsü ABD’yle ilişkili olup da bundan muaf olan ülke yok gibidir. Bu bağlamda, finans kapital, sadece ekonomi para haline gelmiş dünya ekonomisini değil, tüm devletleri bir şekilde kendisine bağlamış durumdadır.

Öyle sanıldığı gibi dünyada bağımsız siyasi-ekonomik devlet yoktur. Devletler, bir şekilde bağımlı hale geldikleri finans güçlerini dikkate alarak hareket ederler. Siyasetten ekonomiye, ekonomiden kültüre, belirlenen politikalar finans kapitalle uyumlu olmak durumundadır. Buna uygun hareket etmeyen, aykırı politikalara yönelen hükümetler finans güçlerince alaşağı edilirler. Gelişmekte olan siyasi ve askeri darbeler, iç ve dış savaşların çoğu küresel finans güçlerinin hesabına gerçekleşmektedir. Finans kapital, çıkarını gördüğü takdirde korkunç savaşlar, katliam ve soykırımlar gerçekleştirmekten geri durmaz. Gerektiğinde, İkiz Kuleler olayı gibi, kendi merkezinde bile büyük katliamları gerçekleştirir. Yeter ki çıkarına uygun olsun, iktidarlarına hizmet etsin.

ABD, tüm uluslararası organizasyonlarda olduğu gibi, küresel finans düzeninde de yegâne ayrıcalığa sahiptir. Dünyadaki tüm merkez bankaları para basmak için, basılacak paraya denk altın ya da dövizi piyasadan çekerek oyuna katılırlar. Karşılıksız para basımı enflasyona neden olduğundan rahatlıkla başvurulan bir yol değildir. Çünkü bir hayli maliyetli olmaktadır. Bu durum ABD için geçerli değildir. Doların altın vb. bir karşılığı da yoktur. ABD’nin merkez bankası FED sınırsız para (dolar) basabilmektedir. Düzenin kurucusu, sahibi olması itibariyle ABD ayrıcalıklıdır. Doların değeri, gücü ve dolaşım kapasitesi, ABD’nin siyasal alan hegemonyasına denk bir seyir izlemektedir. Küresel finans güçleri, para örgütleri ve bankalar üzerinden siyasal ve ekonomik oluşumları güdümüne alırken, gerçek ekonomik faaliyet ve oluşumları da bitirme noktasına getirmiştir. Finans çağında, ekonomi, üretime dayalı ekonomik unsurlar üzerinden gelişen bir eylem olmaktan çıkmıştır. Tüm ekonomik unsur, araç ve gereçlerin yerini para almıştır. Tarım ve sanayi temel ekonomik üretim olmaktan çıkmış, ekonomik unsur ve faaliyetlerin yerini para almıştır. Para, finans çağının başat değeri ve en temel üretim öğesidir.

Haliyle, para üreten, parayı tekelinde tutan finans kapitaller ekonomiyi ele geçirmişlerdir. Finans çağında temel iktidar gücü haline gelen para, tüm ekonomik faaliyeti alaşağı etmiştir. Değişim aracı olarak ortaya çıkan para, zamanla en popüler ve işlevsel mala dönüşmüştür. Eşyayla her eşya alınamazken, her eşya bir birine dönüşemezken, para tüm eşyalara dönüşebilen ve her tür eşyayı alabilecek bir öğe konuma gelmiştir. Bu bağlamda para, artık bir değişim aracı veya mal olmaktan çıkmış, her şeye kadir, tüm kapıları açabilecek bir unsura dönüşmüştür. İnsanın, her hayalini gerçekleştirebileceği, kudretli bir özne ve amaç konumuna gelmiştir. Öyle ki; parayla yapılamayacak şey yok gibidir.

Paranın iktidarı, sahip olduğu “kudretinden” ileri gelir. Paranın, insan yaşamının vazgeçilmezi, hükümdarı, tanrısı haline geldiği çağda, para tanrısı finans kapitaller insan yaşamına hükmetmeye devam etmektedir.

Ekonomi düşmanı para, ekonominin yerini alınca, gerçek ekonomi yok olma noktasına gelmiştir. Para odaklı ekonomiyle birlikte, ekonomi gerçek bir toplumsal faaliyet olmaktan çıkmış, finans sahiplerince sanal bir harekete dönüştürülmüştür. Toplumsal ahlakın-ahlaki varoluşun temel alanı-öğesi olan ekonomi, para ekonomi üzerinden insanda ahlaki çözülüşe-çöküşe yol açmaktadır. Para çağında, paraya dönüştürülemeyen, parayla alınıp satılmayan insani değer kalmamış gibidir. Komutan paranın gücü karşısında ekonomisini, ekonomik gücünü yitiren insan, para ekonomi karşısında ahlaki-politik varlığını aynı anlama gelmek üzere toplumsallığını da yitirmeyle karşı karşıyadır.

Finans kapitalle birlikte, tarım ve makinenin yerini banka, ekonomik pazarın yerini ise borsalar almıştır. Para en değerli mal haline gelince, gerçek mal yerine paranın pazara sunulması, para pazarlarının kurulması kaçınılmaz olmuştur. Borsalar, başta para olmak üzere, her türlü menkul kıymetin, hisse senetleri ve değerli belgelerin vb. sunulduğu, alınıp satıldığı, piyasa-finans pazarlarıdır. Elektronik ortamda gerçekleşen borsa, normal ticareti de önemli oranda ortadan kaldırmıştır. Ekonomik, ticari faaliyet borsa yoluyla elektronik ortama taşınmıştır. Ekonomi gerçek manada sanallaştırılmıştır. Çok yüksek rakamların döndüğü, fahiş kazançların sağlandığı, büyük yükseliş ve çöküşlerin sahnelendiği piyasada, her türden spekülasyon, manipülasyon gerçekleşmektedir. İlke azami kâr olunca, spekülasyonun, her türden manipülasyonun gerçekleşmesi kaçınılmazdır. Bu yöntemler büyük ekonomik çöküşlere yol açtığı, ekonomik dengeleri altüst ettiği halde, ilgili kurumlar sonsuz spekülasyonu savunmaktadır. Her türden vurgun ve hileye yer veren bu küresel kumar sisteminde birileri bir anda milyon-milyar dolarlar kazanırken, birileri bir o kadarını, eldeki varını yitirmektedir. Asıl kazanan ise piyasanın sahipleri, piyasayı iyi bilen, kontrolü elinde tutan spekülatörler ve büyük para babalarıdır.

Belli aralıklarla gerçekleşen ekonomik krizler, bazı devletlerin, şirketlerin iflasına-çöküşüne yol açmaktadır. Ekonomik krizin nedenleri üzerinde durulmakta, bu bağlamda tedbirler geliştirilmeye çalışılmaktadır ancak, piyasa düzeni sağlanamamakta, yaşanmakta olan krizlerin önüne geçilememektedir. Kriz yapısaldır. Sistemin kendisinden kaynaklanır. Azami kar odaklı, fahiş rakamların döndüğü sistemde, krizin-krizlerin olmaması düşünülemez. Kazanç olmadan sarsıntı, sarsıntı olmadan da kazanç gerçekleşmez. Azami kar ve kazanç dürtüsüne dayanan, her türden hile ve spekülasyona olanak sunan düzende istikrarın, normal bir ekonomik gidişatın beklenmesi düşünülemez. Banka ve borsaya tabi olmuş ekonominin, rakamlara dönüşmüş ekonomi paranın gerçek ekonomik karşılığı bulunmamaktadır. Amerika dâhil, borçlu olmayan devlet, kuruluş yok gibidir. Fahiş rakamlarda seyreden bu borcun da bir karşılığı yoktur. Devletlere ait merkez bankalarının ürettiği paralar bile borç alınan paralardır. Ekonomi adına dönen rakamlar gerçek ekonomik varın, paranın katbekat üstündedir. Alabildiğine şişirilmiş bu balonun patlaması halinde, ekonomi denen sanal varlık çökecektir. Yaşanan ekonomik krizlerin temel nedenlerinden biri de çok büyük bölümü boş olan sözkonusu balondur. Balon hava kaçırmakta, delik günbegün büyümektedir. Ekonomik sarsıntının, dalgalanmanın asıl ve görülmeyen bir nedeni de budur.

Ekonomi olgusu ahlakın temelidir. Toplumun, insanın ekonomiye yaklaşımı neyse ahlakı da odur. Ahlakın özü, temeli eldekinin nasıl paylaşılıp-tüketileceği üzerinedir. Bu bağlamda ekonomiye yaklaşım, ekonomiyi paylaşım biçimi neyse insan ahlakı da odur. Ekonomik konunun, ekonomiye yaklaşımın ahlakı bu denli zorlaması bundandır. Ahlaki çözülüşün temel nedeni budur. Üstüne üstlük ekonomiden kopuş varsa, dahası ekonomik varın elinden alınmışsa, toplumsal varlıktan, temel insani ve ahlaki varoluştan bahsedilemez. Bu bağlamda, finans kapitale, ekonomi paraya karşı gerçek ekonomiye, dahası ahlaka dönüş yapmak şarttır. Ekonomiyi, gerçek ekonomik alanlarımızı tefeci düzene terk etmemeli, yüzümüzü bankalara ve para babalarının malikânelerine dönmemeli. Tarıma, ekolojik ekonomik endüstriye, TOPRAĞA DÖNÜŞ ZAMANI demeliyiz. Yapılacak tek şey, biraz sevgi, emek ve finans canavarına karşı ekonomik alanlarımızı örgütlemektir.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.