Düşünce ve Kuram Dergisi

Gerçekten Hakikate

Şenel Karataş

Hakikat iki kişiye muhtaçtır: biri onu dillendiren, diğeri onu anlayan der Halil Cibran ve parçalanamayan hakikat retoriği ile devam eder. Aslında söze hakikat nedir ile başlamak gerekir. Belki tanımı sözlükleri aşan bir sözcük, belki her bir akıl bir başka tanım bulacaktır kendi dilinde ve kendi yaşamında. Ama bilinen şu ki hakikat gerçek değil. Gerçek, nesnel gerçekliği, hakikat ise bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. Gerçeğin bir anlamda mekân tutmuş halidir hakikat. Gerçek gözden çıkarılsa da hakikat yürekten çıkmaz işte.

Gandi’nin deyimi ile bir taş kadar sert, bir gonca kadar yumuşak olan hakikatin görünür olması yüzleşmeyle mümkündür ancak.

Peki, bir yandan herkes bir hakikatin peşindeyse gerçek hakikat niye koyaklardadır?

Hakikat bir derin kuyudur, ya sizi içine çeker ya da hep kaçmak zorunda olduğunuz bir düşmandır. Ve bu kuyuyla baş etmenin tek yolu belki de uzlaşmak belki de tutsağı olduğunuz başka evrenin dışına çıkmaktır.

İşte tam da burada herkes bir hakikatin peşindeyken, bir çok vaka nedeninin peşindeyken ve bir çok suç saklandıkları yerden firara yeltenmişken; “Doğru şeyi yapmak için her zaman doğru zamandır.” Sözünü haykıran Mandela’nın hakikatine bir göz atmanın zamanıdır.

Güney Afrika’da 1940’larda yasalara giren ve 1990’ların ilk yıllarına kadar devam eden “Apartheid” rejimi, açık bir ırk ayrımcığı anlamına geliyordu. Toplumsal yaşamın her alanında (okullar, yerleşimler, mahalleler, vs.) Renkliler/Siyahlar, Beyazlardan tecrit edilmiş durumdaydı. Hatta Siyahlar için “bantustanlar” adı verilen, gerçekte birer kuşatılmış bölge olan “anayurtlar” kurulmuştu. Böylece sözde anayurtların vatandaşlığına geçirilen Siyahlar, Güney Afrika Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılıyor, dolayısıyla ekonomik, sosyal ve politik açılardan tam olarak tecrit ediliyordu.

Siyahların ve Renklilerin temel haklarını savunan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) on yıllarca Apartheid rejimine karşı güçlü bir halk muhalefetinin başını çekti. Sonuçta Güney Afrika’daki rejim, uluslararası kapitalizm tarafından da tecrit edilmek zorunda kalındı ve 1990’da ırkçı rejim, ANC ile masaya oturmaya zorlandı. Her iki taraf, barışçıl bir geçiş dönemi inşa etmek üzere anlaşmaya vardı.

1994’te ilk demokratik seçimler yapıldı ve ANC Başkanı Nelson Mandela ülkenin Başkan’ı seçildi. Böylece, Güney Afrika’da çok etnisiteli ve çök kültürlü demokratik bir rejim kuruldu.

Kendi tarihimiz ne kadar bu ülkeye benziyor değil mi? Nietzsche’nin sözü gelir birden akıllara “Yol yok, iz yok; uçurum var, ölüm sessizliği var. Ve hemen arkasından Kafka seslenir,

Bir hedef var, ama yol yok; bizim yol dediğimiz şey, bir duraksamadır. Olmayan bir yolu mümkün kılmak hakikati ortaya çıkarmakla mümkün olacak. El sıkışmak için yumrukların açılmasıyla mümkün olacak. Bu duraksamanın ardında unutmadan ama affederek, hakikat ellerimizde bir dünya da mümkün olacak. Belki de barış için bilinçle unutmakla mümkün olacak.

Hakikate kulak veren hakikati dillendiren kadar değerli olsun artık…

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.