Düşünce ve Kuram Dergisi

Güney Afrika, Kuzey İrlanda ve İspanya’da Bask Ülkesi ve Fransa’da Barış, Türk-Kürt Barış Süreçlerinde Alınacak Dersler

Brain Currin

Giriş

İhtilaf çözümü, en elverişli ortamlarda dahi, güç bir girişimdir. Düşmanla üzerine uzlaşılmış bir anlaşmaya varabilmek ki bu durum illa belli tavizler gerektirir, nasılsa mantıksızdır.

İster doğal kaynaklar, açgözlülük, iktidar ister ideoloji, her ne sebeple olursa olsun binlerce yıldır sürdürülen savaşların korkunç sonuçları, siyasi ihtilafları uzlaşma ve taviz vasıtasıyla barışçıl bir biçimde çözemediğimizin kanıtıdır. Yine de, en azından belli durumlarda, yakın geçmiş, mermilerin ve bombaların değil fikirlerin çarpışmasına geçişe işaret ediyor. Dünya, pek çok çözülemez gibi görünen şiddetli siyasi ihtilafın, müzakereler vasıtasıyla çözüme kavuşturulduğuna şahitlik etti: bunlardan ikisi Güney Afrika ve Kuzey İrlanda’dır.

Türkiye-Kürdistan arasında hakiki bir barış sürecinin ortaya çıkması ihtimali karşısında, barış süreci uygulayıcılarının, akademisyenlerin ve siyasi gazetecilerin, Güney Afrika ve Kuzey İrlanda’dan öğrenilebilecek dersler olduğu gerekçesiyle buralara yüzünü dönmesi şaşırtıcı olmasa gerek.

Her ne kadar Bask ihtilafı çözümden uzak olsa da, Euskal Herria’da ETA[1] şiddeti geri döndürülemez ölçüde azalmıştır.[2] Güney Afrika’nın Kuzey İrlanda, Kuzey İrlanda’nın Bask ülkesi üzerindeki etkisi ve Bask barış sürecinin Türkiye-Kürdistan barış sürecinin mevcut durumuna benzer özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, bu üç bölgeden olumlu, olumsuz dersler almaya çalışmak faydalı olacaktır.

Diğer ülkelerin barış süreçlerini incelerken ve bunlardan dersler çıkarırken, bütün ülkelerin tarihi, gelenekleri, kültürü, inançları ve etnik yapıları açısından eşsiz olduğu, bütün bu unsurların eşsiz çözümler gerektiren eşsiz ihtilaflar ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu vurgulanmalıdır. Öyleyse, alınacak dersler harfi harfine kopya edilemez.

Bağlam 21 Mart 2013 tarihinde, Kürt hareketinin lideri Abdullah Öcalan, İmralı Hapishanesi’nden Orta Doğu ve Yakın Asya halklarına gönderdiği Newroz mesajında, yeni bir çağın başlangıcını ilan etti. Bununla, silahlar karşısında siyasetin önem kazandığı bir çağ, silahlı mücadelenin sona erdiği ve demokratik siyasete kapıların açıldığı bir dönem, silahlı kuvvetleri (Türkiye) sınırlarının dışına çekme evresi olduğuna işaret etti.

Böylesi bir stratejinin barındırdığı olası tehlikeleri, Kürdistan ve Anadolu tarihine yaraşır şekilde, bütün halklar için eşitlikçi, özgür ve demokratik bir ülke yaratma mücadelesinin son bulmadığını, bunun yalnızca farklı bir mücadele yürütmenin başlangıcı olduğunu vurgulayarak, bu cesur girişimi harekete geçirdi.

Uzlaştırıcı bir dil kullanarak, Türk hükümetlerine ve halkına ulaştı ve onlara, Kürtlerle ortak yaşamın dostluk ve dayanışma ilkesine dayandığını kabul etme çağrısında bulundu. Türklerin ve Kürtlerin ortak geçmişine vurgu yaptı: Çanakkale’de her iki taraftan verilen şehitler; Bağımsızlık savaşının beraber yürütülmüş olması; beraberce 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmış olması. . . Bu ortak tarihin, ortak bir gelecek inşa edilmesini gerektirdiğini belirtti.

Uluslararası sahada, Musa, İsa ve Muhammed’in mesajlarında saklı hakikatleri dile getirirken, Batı dünyasıyla paylaşılan değerlerden bahsetti.

Abdullah Öcalan’ın Newroz mesajının tam metni, Nelson Mandela’nın bir yandan kendi seçmenlerini rahatlatırken, diğer yandan vaktiyle apartheid hükümetinin düşmanları[3] ve destekçileri arasında güven tesis etme ve uzlaşmayı teşvik etme kabiliyetine benzer muazzam önderlik vasıflarını yansıtan zekice hazırlanmış, stratejik bir belgedir.

Bütün önemli paydaşlara seslenmiştir: Bunlar Orta Doğu ve Yakın Asya halkları, Batılı güçler dahil olmak üzere uluslararası topluluk, Türk hükümeti-Türk halkı ve son olarak gerillalar dahil kendi kitlesidir.

 

Türk-Kürt İhtilafında Yakın Zamanda Çözüm İhtimali

Güney Afrika, Kuzey İrlanda ve Bask Ülkesine dair deneyimlerim, Abdullah Öcalan’ın cesur açıklamasına rağmen, bu ihtilafta çözümün yakın zamanda görülmeyeceği yönünde. Ancak bu endişe uyandırmamalı. Beklentileri, bilhassa da ateşkesin, hatta silahlı kuvvetlerin ortadan kaldırılmasının siyasi ihtilafın çözümü anlamına geldiğini düşünenlerin beklentilerini yönetmek mühimdir.

Geniş bir çerçeveden bakacak olursak, diğer barış süreçlerinden ders alırken göz önünde bulundurulabilecek dört mevzu vardır:

Henüz Türkiye hükümeti bir yanıt vermemiştir. Barış süreçlerinde güven tesis etmek ve ilerleme kaydetmek, ihtilafın tarafları arasında şeffaf bir ikili dahiliyet gerektirir. Uzlaşmacı dilin ve tavizlerin karşılıklı olması gerekir. Öcalan’ın açıklamasının ardından, hapishanede kendisi ve Türk hükümeti arasında gizli görüşmeler yapıldığını biliyoruz, ancak bu yeterli değildir.

Şiddet içeren ihtilafın sonuçları üzerinde durmak gerekir: resmi olmayan silahlı bir askeri gücün varlığı, güvenliğe ilişkin bağlayıcı yasal çerçeve, mahkûmlar, yerinden edilen insanlar ve sürgünler, her iki tarafta yıkıcı şiddetin kurbanları, karşılıklı hınç ve yaraları sarılması gereken geçmiş.

Şiddetin sonuçlarıyla ne şekilde başa çıkılacağı üzerine anlaşmaların yapılması gerekir: silah bırakma ve PKK’nin dağılması ve bu silah bırakma ve çözülmenin muharipler nezdinde çıkarımları, savaş halinde değil barış halinde bir toplumun gereksinimlerini karşılamak üzere Türk ordusu ve polisine dair gereken reformların yapılması, şiddetli dirençle başa çıkmak üzere özel güvenlik yasalarının çıkarılması, mahkûmların salıverilmesi ve sürgünlerin ülkeye dönmesi için kriterler ve mekanizmalar ve kurbanlara tazminat ve uzlaşma süreçleri.

Son olarak, siyasi ihtilafın içeriğine dair herkesi kapsayan bir anlaşmaya varmak için siyasi partilerin tamamının veya en azından çoğunun dahil olduğu çok partili müzakerelere ihtiyaç vardır.

 

Güney Afrika ve Kuzey İrlanda’da Ateşkesten Çözüme

Öcalan’ın barış girişiminin Güney Afrika’daki tekabülü Apartheid hükümetinin başında yer alan Başkan FW De Clerck tarafından gerçekleştirildi. Ancak bu açıklamanın da öncesinde gizli görüşmeler yapılmıştı. 2 Şubat 1990 tarihinde, meclis açılışında şöyle demişti: “artık odak noktamız müzakereler olmalıdır. Pratikte bütün liderler, uzlaşmanın, barışın ve yeni ve adil bir icazetin anahtarının müzakereler olduğu hususunda hemfikir. Bugün, bu bağlamda, kapsamlı çıkarımlara sahip kararları açıklayabilecek durumdayım. İnanıyorum ki, bu kararlar, çatışma ve şiddeti meşru kılmak için başvurula gelen önlemlerden uzak bir hareketin yaşanacağı yeni bir evreyi şekillendirecektir. Artık, uzlaşma sürecinin bir parçası olarak siyasi ve iktisadi bakış açıları üzerine tartışma ve müzakerelere odaklanılmalıdır.”[4]

Başkan De Clerck, müzakerelerin başlamasını temin etmek üzere yedi adım üzerine karar kılındığını açıkladı. Bunlar arasında aşağıdaki kararlar yer almaktadır.

  1. Hem Afrika Ulusal Kongresi[5] (ANC), Pan-Afrikanist Kongre[6](PAC), Güney Afrika Komünist Partisi[7] (SACP) gibi özgürlükçü hareketler hem de yasaklı 30 sivil toplum örgütünün üzerindeki yasakların koşulsuz olarak kaldırılması;
  2. Salt yukarıdaki örgütlere üyelikleri yüzünden hüküm giymiş mahkûmların salıverilmesi;
  3. Basın Olağanüstü Hal Yönetmeliklerinin ve örgütleri ve bireyleri kısıtlayıcı yönetmeliklerin kaldırılması;
  4. Olağanüstü Hal Güvenlik Yönetmeliklerinin kimi vasıflarının tadil edilmesi.

De Clerck söz konusu uygulamaların derhal başladığını bildirerek konuşmasını sonlandırdı.

Altı ay öncesinde başarıyla istifa etmek zorunda bırakılan bir önceki başkan PW Botha, siyasi ihtilafın çözülmesi için adımlar atılmadan önce tutuklu Nelson Mandela’nın ve ANC’nin şiddete son vermelerinde ısrarcı olmuştu. ANC ise, apartheid rejimi dağılmadan hiçbir tavizde bulunmayacakları hususunda kararlıydı. Bu kemikleşmiş duruşlar göz önünde bulundurulduğunda, özgürlük hareketlerinin sürgündeki liderleri de dahil olmak üzere bütün Güney Afrikalılar, De Clerck’in tavizlerinin boyutları ve bunların bilhassa ateşkes açıklaması bile olmaksızın bu kadar hızlı uygulamaya konması karşısında şaşkınlık içerisinde kalmıştı. Apartheid destekçileri, her görüşten siyasi lider, ülkedeki siyasi aktivistler ve MK askerleri[8], Güney Afrika’da, Büyük Britanya’da ve İsviçre’de gizliden neler olup bittiğinden bihaberdi.

1985 yılında, hapishanede 22. yılını dolduran Nelson Mandela hastaneye kaldırıldı. Adalet Bakanı, siyasi bir amaçtan ziyade meraktan dünyanın en meşhur siyasi lideriyle tanışmak için kendisini hastanede ziyaret etti. Bu ilk doğaçlama buluşma hız kazandı ve zamanla Mandela ve üst düzey devlet yetkilileri arasında buluşmalar yaygınlaştı. Ulusal İstihbarat Hizmeti (NIS) başkanı Niel Barnard, bu buluşmalara katılmaya başladı. Hastaneden çıktıktan sonra, yoldaşlarından ayrı, özel bir hücreye kondu. Mandela onların buluşmalardan haberlerinin olmadığını biliyordu; ya düşmanla her türlü ilişki karşısında taviz verme hususunda katı olduklarından ya da hükümetin böl ve yönet stratejisi uyguladığından şüphelendiklerinden içlerinden bu durumu tasvip etmeyenlerin çıkacağından şüpheleniyordu.

Kendini korumak için Mandela’nın bu durumu birilerine atlatması gerekiyordu. ANC’nin sürgündeki lideri Oliver Tambo’ya güveniyor ve saygı duyuyordu. Avukatından Lusaka’ya gidip Tambo’yla görüşmesini istedi. Tambo, Mandela’nın muhakemesine güvendi ve onu destekledi. Ancak sır aralarında kaldı.

Mandela’nın iki amacı vardı: düşmanla güven tesis et ve son olarak taviz vermeme yanlısı Başkan PW Botha’yla bir buluşma ayarlayıp onu koşulsuz müzakerelere ikna et.

Barnard’ın amacı Mandela’yı tanımak, liderlik yeteneklerini, Güney Afrika’ya dönük siyasi vizyonunu anlamak ve Mandela’nın Başkanlığa layık bir aday olduğuna ikna olması halinde, onu hapis dışındaki yaşama hazırlamak ve siyasi ustalarını barış sürecini başlatma yönünde ikna etmekti.[9]

Eş zamanlı olarak, Kasım 1987’den Şubat 1990’a kadar, Mandela ve Niel Barnard dışında gizli hapishane görüşmelerine katılan diğerlerinin bilgisi dışında, Londra’da, siyasetçi olmasalar da “sistemin bir parçası olan” Afrikaner’lerden nüfus sahibi küçük bir grup[10] ve sürgündeki Thabo Mbeki önderliğinde küçük bir ANC delegesiyle[11] gizli görüşmeler yapıldı.[12]

Bunlar devlet denetiminde müzakereler değildi. Ancak, taraflar çetrefilli siyasi mevzular üzerine olumlu ve yapıcı bir şekilde eğildiler ve kaçınılmaz olarak sonuçlar üzerine tartıştılar. İki yıl kadar bir süredir yürütülen tartışmalar, her iki tarafın da önyargılarını değiştirmesine ve gerçekten müzakereye dayalı bir çözümün mümkün olduğuna dair güven tesis edilmesine neden oldu.

Ancak ele alınması gereken başka gündemler de vardı. Mbeki’nin gündemi Mandela’nınkine benzerdi: gerçekten siyasi iktidar sahiplerine ulaşmak ve koşulsuz müzakereleri başlatmak.

Aynı zamanda Afrikaner grubunun gizli bir gündemi daha vardı. Bu grubun üyelerinden biri olan Willie Esterhuyse, eş zamanlı olarak Mandela’yla hapistane görüşmeleri yürüten Neil Barnard(NIS)’ın muhbiriydi.

Esterhuyse, her görüşme sonrasında NIS’e rapor veriyordu. Ancak, Barnard’ın görünüşe göre onurlu bir amacı vardı: sürgündeki ANC ve bilhassa Mbeki’nin düşüncelerine ve stratejisine dair içgörü kazanmak. Müzakereli çözüm için yeterince ortak zemin olduğuna kanaat getirdiğinde, İsviçre’nin Zürih kentinde, NIS ve Mbeki önderliğindeki ANC delegesi arasında gizli bir görüşme tertip etti. Aslında bu tam da Mbeki’nin arzu ettiği şeydi. Barnard’ın bizzat katıldığı ikinci bir gizli görüşme, yine Zürich’te, 20 Eylül 1989 tarihinde, de Clerck’in Başkan ilan edilmesinin üzerinden henüz birkaç gün geçmişken gerçekleştirildi. Tartışılan mevzular arasında, Güney Afrika’da şiddet, silahlar, silahsızlanma, mahkûmlar, sürgünler ve af vardı. Barnard, bu görüşmeyi göreve başlamasının hemen ardından de Clerck’e rapor etti. Bu görüşmelerin hiçbirinden haberi olmayan de Clerck’in canı sıkılmıştı.

De Clerck, bir kez süreç üzerine kısaca bilgilendirildiğinde, takdir edilesi bir biçimde fırsatları değerlendirmeyi bildi.

O zamanlar görünenin aksine, Şubat 1990 yılındaki dönüm noktası olan konuşması, hiçbir şekilde 40 yıllık apartheid politikasından bilinçsiz ve dürtüsel bir sapma değildi.

ANC Başkanı Oliver Tambo, bu konuşmaya İsviçre’den ihtiyatla yanıt verdi. Birkaç NIS üyesi dışında, paralel olarak yürütülen gizli görüşmelerden tek haberi olan kişi oydu. De Clerck’in açıklamasını hoş karşılamakla beraber, apartheid dağılana kadar Güney Afrika rejimine baskı uygulamak üzere uluslararası topluluğu göreve çağırdı.

Mandela’nın salıverilmesi ve sürgündeki liderlerin yurda dönmesi dâhil De Clerck’in önerdiği önlemler derhal uygulamaya kondu. Aylar içinde hükümet ve ANC arasında şeffaf ilişkiler başladı. İlk müzakere edilmiş anlaşma olan Groote Schuur Raporu, 1990 yılı Mayıs ayının başlarında ilan edildi: ‘Hükümet ve ANC, hangi taraf kaynaklı olursa olsun mevcut şiddet ve tehdit ortamının çözümü, ayrıca istikrar ve barışçıl müzakere süreci üzerine ortak mutabakat içinde olunacağını kabul etmiştir. ’ ‘Hangi taraf kaynaklı olursa olsun’ ifadesi, süre giden şiddet ortamı üzerine her iki tarafın da sorumluluk aldığının kabul edilmesine işaret ediyordu. Hem hükümet hem de ANC, şiddeti ve tehdit ortamını ortadan kaldırmak için iletişim kanalları inşa etmek üzere anlaşmıştı.

Güven ortamına katkıda bulunmak için,  Groote Schuur Raporu, “siyasi suçlar,” siyasi mahkûmların salıverilmesi, dokunulmazlık tanınması ve sürgündekilerin yurda dönüşü tanımları üzerine tavsiyeler vermek üzere bir çalışma grubu oluşturdu. Bu önlemler, ortaya çıkmakta olan barış sürecinde, koşulsuz, kapsayıcı siyasi katılımı sağlamak açısından mühimdi.

Bir sonraki önemli toplantı 1990 yılı Ağustos ayında Pretoria’da gerçekleştirildi. Pretoria Raporu, ‘ANC silahlı mücadeleyi durdurmuş, Güney Afrika hükümeti, en kısa zamanda olağanüstü hali kaldırma taahhüdünde bulunmuştur’ demektedir.

Hükümetin uzlaşma niyetini ilan etmesinin ardından, ateşkes taahhüdü 8 ay olarak öngörüldü. De Clerck’in önlemleri, öncelikli ateşkes şartına dayanmış olsaydı, kısır döngü devam edebilirdi.

Herkesi kapsayan siyasi katılımın temin edilmesi için, hükümetin, en kısa zamanda olağanüstü hali durdurarak karşılık vermesi önemliydi.

Ateşkes ilanı, ANC bilhassa da silahlı kanat olan MK tarafında herkes tarafından hoş karşılanmamıştı. Pretoria Raporu öncesi, Mandela, bu mevzuyu tartışmak üzere MK komutanları ve diğer ANC önderleriyle bir görüşme tertip etmişti. Genel görüş, ANC’nin müzakerelerde bulunması ama silahlı mücadele sürdürme hakkını koruma yönündeydi. Beyaz, sağ-kanat aşırı milliyetçilerin oluşturduğu tehditten korkuluyordu. Bunların çoğu silahlıydı. Müzakere yıllarında çok daha fazla saldırı gerçekleştirebilirlerdi, nitekim öyle de oldu.[13]

Hükümet takdire layık pratik bir yaklaşım sergiledi. MK’nın ülke içerisinde silah zulaları olduğunu ve üye toplamaya devam edebileceğini biliyordu. Yine de, Mandela’nın önderliğine bel bağlayıp sürece güvenerek, yoğun şiddet düzeyine rağmen, MK’nın mevcudiyetini korumasına izin verildi.[14]

Yine, hükümetin yaklaşımı, ilkesel olmaktan öte pratikti. Silahsızlanma süreci başlamış olmasına rağmen, silahsızlanma üzerine basın açıklaması, müzakerelerin başlaması ve devam etmesinin koşulu değildi.

Nihai siyasi barışa giden yol son derece zordu ve binlerce ölüm, müzakerelerin durması ve yeniden başlaması, ANC’nin en popüler önderlerinden MK genelkurmay başkanı olan Chris Hani suikastine şahitlik etti. Budurum ülkeyi sivil savaşın ve beyaz sağ-kanat darbenin eşiğine getirdi.

Silahsızlanma ifadesi koşul olmasa da, Pretoria Raporu sonrası bir süreç başlatıldı. Uygulamanın temin edilmesi için kurulan Ortak Çalışma Grubu şunları kaydetti: silahlı saldırı, insan veya malzeme sızdırma, silahlı eylem tehdidi ve Güney Afrika’da eğitim olmayacaktı; hiçbir siyasi partinin veya hareketin özel bir ordusu olmayacağı hususunda ilkesel bir mutabakat vardı; MK’nın dış silah zulalarının kaldırılma süreci başladı ve bu silahların ev sahibi ülkelere teslim edilebileceği belirtildi; MK Komutanları ve ev sahibi ülkelerinin onayı alınacaktı. Son olarak, eski savaşçıların normal yaşamlarına başlamalarını temin etmek üzere yeni bir sürecin işletilmesi üzerine anlaşıldı.[15]

MK Genel Kurmay Başkanı Hani, süreci idare etmekte güçlük çekiyordu. ANC ve MK üzerindeki yasağın kalkmasından kısa bir süre sonra MK askerlerinin soruları üzerine, ANC’nın sırf serbest kaldı diye silahlı mücadeleden vazgeçeceğini düşünmediği yanıtını vermişti. Bu görüşün arkasında, Güney Afrika Ulusal Savunma Kuvveti’nin de Clerck reformlarına karşı çıkma tehdidi yer alıyordu.[16] Ancak, Mandela ateşkesi ve silahsızlanma sürecini teşvik ettiğinde, ona inandı. Hani daha sonra, MK askerlerine siyasi eğitim verme ve onları silahsızlanma görevini yerine getirmeye hazırlama sürecini başlattı. Bir yandan da, her şeyin korkunç derecede kötüye gitme ihtimali karşısında, onları eyleme hazır tutuyordu.[17]

Çok-partili müzakerelerde siyasi bir karar alınması ve 1994 yılı Nisan ayında seçimlerin yapılması kararlaştırıldığında, MK nihayet 1993 Aralık ayında dağıldı. 1994 yılı Ağustos ayında, kırk kamyon dolusu MK silahı, ironiktir, başkanı kendi liderleri Nelson Mandela olan hükümete teslim edildi.

Bunun arkasından, apartheid SA Savunma Kuvveti ve özgürlükçü orduların birleştirilmesi süreci geldi.

Güney Afrika’nın beyaz azınlığın diktatörlüğünden herkesi kapsayan bir demokrasiye dönüşme sürecine uluslararası topluluğun katılımı, 1990 yılında müzakerelerin başlamasından evvel büyük önem taşıyordu. Pek çok Afrika ülkesi ve Sovyetler Birliği içerisinde ülkeler, özgürlükçü hareketlere lojistik ve askeri destek vermişti. Başlarda isteksiz de olsa, ABD ve Birleşik Krallık gibi etkili, zengin Batılı kuvvetlerin 1980’lerin sonlarına doğru bilhassa ekonomik yaptırımları desteklemesi, apartheid rejiminin ANC ile müzakerelere başlaması yönünde karşı konulamaz bir baskı oluşturmuştu.

Ancak, bir kez müzakereler başladığında, Güney Afrika ihtilafının yalnızca Güney Afrikalı’lar tarafından çözülebileceği hususunda her kesim hemfikir olmuştu. Kuzey İrlanda’da durum böyle değildi. Müzakerelerin başlamasından önce, Güney Afrika ve ABD’nin oynadığı rolün yanı sıra, her iki ülke, bilhassa da ABD, müzakereler esnasında ve Kuzey İrlanda barış anlaşması

Hayırlı Cuma Anlaşması’nın uygulanmasında son derece mühim roller üstlendi.[18]  Güney Afrika’dan, çok-partili müzakereler esnasında ANC’nin baş uzlaşmacısı ve halen ANC’nin başkan yardımcısıolan Cyril Ramaphosa, 2001 yılında, İrlanda’da silahların bırakılmasını temin etmek üzere görevlendirildi. 1998 yılının Ağustos ayında, Kuzey İrlanda Hükümleri Gözden Geçirme Komisyonu’nun eş-başkanı olarak paramiliter mahkûmların ilk salıverilme sürecini gözden geçirmek üzere atandı ve bu görevi 2012 yılı Ekim ayına kadar 14 yıl sürdürdü.

Nelson Mandela, Sinn Féin (SF) Başkanı Gerry Adams[19] için mühim bir hoca ve rol modeldi: “Televizyonumun başına oturdum, 27 yıl hapis hayatının ardından Nelson Mandela’nın kurtuluşunu izledim. O akşam onbinler önünde konuşmasını yaptı. İrlanda’da Cumhuriyetçiler, ANC ve SA hükümeti arasındaki fikir savaşını heyecanla izledi. Biz de seyrettik. Dinledik. Öğrendik.[20] Müteakip ABD hükümetleri, üst düzey cumhuriyetçilerin ABD içerisinde seyahat etmelerini yasaklayan Britanya gündemini takip etti.

Adams, İrlanda davasının uluslararası camiaya taşınması gerektiğini biliyordu. Bu dersi, uluslararası apartheid rejimi karşıtı hareketten almıştı.

Başkanlar Reagan ve Bush, ABD’nin rolünün kadim Avrupalı müttefik Britanya ile birlikte iş yapmak olduğunu düşünüyordu. AB ülkeleri, İrlanda ihtilafını Britanya hükümetinin iç işi olarak değerlendiriyordu.[21]

ABD, İrlanda davası açısından tabi ulusal hinterland teşkil eden bölgelerden biriydi. SF, İrlandalı Amerikalı topluluğun barışın kazanıldığını görme arzusunu farketti. İrlanda kökenli Başkan Clinton, göreve geldiği andan itibaren, İrlanda ihtilafını çözme kararlılığı gösterdi. 1994 yılı Şubat ayında, Clinton’un Başkanlık kampanyasında önemli rol oynayan İrlandalı Amerikalılarla gerçekleştirdiği kulis çalışmasının ardından, Güney Afrika barış sürecinden ilham alan Adams ABD’de barış konulu bir konferansa katılmak üzere vize başvurusunda bulundu. Britanya ve kendi idaresi içerisindeki muhalefete rağmen, Clinton iki günle sınırlı bir vize verdi. Adams, 25 yıl öncesinde başlayan ihtilafın ardından, ABD’ye giriş izni verilen tek İrlanda’lı Cumhuriyetçi önderdi.

Bu ziyaret dönüm noktası oldu. Konferansta yaptığı konuşmasında, Adams, İrlanda siyasetinden silahların ebediyen kalktığını görmek bizim niyetimizdir,’ dedi.[22] Adams, uluslararası desteğin ve Birtanya’yla müzakerelerin başlamasına yönelik desteğin, Cumhuriyetçi İrlanda Ordusu’nun (IRA) ateşkes ilan etmesine bağlı olduğunu biliyordu.[23]

Bir grup İrlandalı Amerikalı, Connolly House Grubu”, SF ile kendi politikalarını paylaştı. Bir ateşkes halinde, ABD’de şu amaçların elde edilmesine yönelik bir kampanya oluşturma taahhüdü veriyorlardı: ABD hükümetinin İrlanda’lı cumhuriyetçilere dayattığı vize kısıtlamalarının derhal son bulması; Adams’ın diğer bütün belli başlı siyasi parti liderine uygulanan aynı idari düzeye ve Kabine ve Senato üyelerine sınırsız erişim şartı; Washington DC’de Amerikan basınını eğitmek ve barış sürecinde efhar-ı umumiyeyi etkilemek üzere kadrolu bir temsilciliğin açılması; mümkün mertebe garantör görevi görme ve ABD hükümetinin imzalanan anlaşmalara uygun hareket edilmesine kefil olmasını sağlamak[24]

Bu beyanın da desteğiyle SF, IRA ile buluştu. Kendi saflarında bölünmeler olmasına rağmen, uzun süren tartışmaların ardından IRA ateşkesi kabul etti.[25] Britanya hükümeti de ateşkes halinde bütün partileri kapsayan görüşmelere katılma arzusunda olduğunu belirtti. Çiçeği burnunda Başkan Mandela Başkan Clinton gibi ateşkesi methetti. Bunun ardından kısa bir süre içerisinde, Adams bir kez daha ABD’yi ziyaret etti. Planladığı üzere, Beyaz Saray’la dahiliyet sürecini başlatmak üzere davet edilmişti.26[26]

IRA baskısıyla Sinn Féin’ın çok partili görüşmeler için bir tarih belirlemesi gerekiyordu ama Britanya hükümetinin taleplerine yönelik farklı yorumlar dolayısıyla sürecin hızı kesiliyordu. Onlara kalırsa, ateşkes istemekle kalmamış, aynı zamanda silah bırakma üzerine de güvenilir bir söz talep etmişlerdi. Başka anlaşmazlıklar da vardı[27] ancak ateşkes/ silah bırakma mevzularının çözülecek olması halinde bunların çözülmesi mümkündü.

SF’in Britanya ve İrlanda hükümetiyle anlaştığı bir diğer husus da ABD Senatörü George Mitchell başkanlığında, ki kendisi daha sonra Hayırlı Cuma Anlaşması’na yol veren bütün partileri kapsayan müzakerelere de başkanlık etmiştir, Uluslararası Silah Bırakma organının kurulmasıydı. SF söz konusu organla 18 Aralık 1995 tarihinde Dublin Kale’sinde buluştu. Parti, hiçbir silahlı grubun tek taraflı silah bırakmayacağını belirten “İrlanda’da Kalıcı Barışın İnşası’ adı altında ayrıntılı bir bildiri sundu. Kabul edilebilir bir siyasi senaryo içerisinde, güçlük çıkarmaksızın silah bırakmanın uygulanabilirliği üzerine çalışılabilineceğini belirttiler.[28]

Silahsızlanma organına da sunulduğu üzere, Britanya hükümetinin duruşu, konuşmaların başlamasından ve tercihen gerçek silah bırakmanın öncesinde en azından silah bırakma üzerine bir anlaşma imzalanması ihtiyacının altını çiziyordu. 23 Ocak 1995 tarihinde, uluslararası organ, silahların önden bırakılmasına karşı çıkan ve daha sonrasında Mitchell İlkeleri olarak anılacak olan adımlar öneren raporunu yayınladı.[29] Diğer şeylerin yanı sıra, tamamen barışçıl araçların ve paramiliter örgütlerin silahsızlandırılması taahhüdünün bağımsız bir komisyonun onayına sunulmasını öneriyorlardı. Britanya hükümeti, görünüşe göre, son derece kuruntulu ve SF/IRA karşıtı olan Birlikçi/ Protestan topluluğu saflarında tutmaya ihtiyaç duyuyordu. Siyaseten, Britanya ileriye dönük silahsızlanmaya dair konumu korumaktan başka bir tercihi olmadığına inanıyor gibiydi. Bu yüzden, organın önerisini reddetti, ki bu da bütün partileri kapsayan görüşmelerin sonu anlamına geliyordu.

9 Şubat 1996 tarihinde, IRA Britanya hükümetini ikiyüzlülükle suçlayarak ateşkese derhal son verildiğini iddia eden bir bildiri yayınladı. Bir saat içerisinde, Canary Wharf’ın yanı başında Güney Quay istasyonunda, Siyasi mevzuların tamamen barışçıl ve demokratik yollarla çözümü Bütün paramiliter örgütlerin tamamen silahsızlandırılması;

Söz konusu silahsızlandırmanın, bağımsız bir komisyon tarafndan onaylanabilir olduğunu kabul etmek;

Kendilerinin ve başkalarının kuvvet kullanımını veya kuvvet kullanımı tehdidinde bulunmasından bütün partileri kapsayan müzakerelerin işleyişini veya sonucunu etkileme girişimlerin uzak durmak;

Büyük partileri kapsayan müzakerelerde elde edilen her türlü sonucu kabul etmek ve bu sonucun kabul edilmeyen yönlerini değiştirmek üzere tamamen barışçıl yöntemlere başvurmak; ve, iki kişinin ölümüne ve milyonlarca pound zarara mal olan devasa bir bomba infilak etti.

Siyasi düşüş inanılmaz boyutlardaydı. Hem Britanya hem de İrlanda hükümetleri, SF ile idari düzeyde bütün ilişkilerin kesildiğini açıkladı. Bunun ardı sıra iki IRA eylemi daha gerçekleşti.

Şubat ayı sonunda, Britanya ve İrlanda hükümetleri,10 Haziran 1996 tarihinde bütün partileri kapsayan görüşmelerin başlangıcını ve ilkin seçimlerin yapılacağını, seçim sonuçlarının SF dışında bütün partiler arasında çok katmanlı istişare vasıtasıyla tartışılacağını ilan eden bir duyuru yayınlandı. Britanya hükümetinin o zamanlar SF ile ilişkisindeki konumu şu şekilde açıklanabilir: silahsızlanma; Mitchell ilkelerinin öncelikle kabul edilmesi ve bütün partileri kapsayan görüşmeler öncesi seçim sürecine katılım. Sinn Féin üç koşulu da reddetmiştir. Adams, seçim sürecine katılmasını teşvik eden Beyaz Saray’la görüşmek üzere bir kez daha ABD’ye gitti. Mitchell İlkelerinin aslında önkoşul olarak silahsızlanma mevzusunu ortadan kaldırmaya dönük olduğu da açıklandı.[30]

Bu, SF’in konumunu değiştirdi: artık seçim sürecine katılmak istiyorlardı; Uluslararası Silahsızlanma Komisyonukurulması önerisini desteklediler ve Mitchell İlkeleri üzerine duruşlarını gözden geçirme niyetinde olduklarını belirttiler ve bunları 10 Mayıs 1996 tarihinde Başkan Clinton’a bildirdiler.[31] Kısa süre sonra, Mitchell İlkelerini imzaladılar. Bütün partileri kapsayan görüşmeler, IRA yeniden ateşkes ilan etmediğinden, SF olmaksızın Haziran ayında başladı. Bunun arkasından, Manchester Şehir Merkezinde, 300. 000 milyon pound zarara ve pek çok sivilin yaralanmasına neden olan bir IRA bombalaması yaşandı. Sinn Féin görüşmelere dâhil olma çabalarını sürdürdü. IRA, 1996 Ekim ayında yine saldırdı; bu defa Belfast’ın 10 mil kadar ötesinde Lisburn Kuzey İrlanda, ordunun merkez üssünü hedef almışlardı. İrlanda’da Britanya askeri varlığının merkeziydi burası. 1997 Mayıs’ında Britanya’da hükümet değişti. İşçi Partisi başkanı Tony Blair başbakan oldu. Başkan Clinton gibi, Blair de ihtilafın çözümüne bağlı olduğu yönünde işaretler veriyordu. İrlanda hükümetinde de hükümet değişmiş Bertie Ahernbecame Taoiseach başbakan olmuştu.

Kısa süre içerisinde Adams, Blair’la buluştu. Bunun ardından, Britanya ve İrlanda hükümetleri arasında ABD’de görüşme yapıldı ve o zamanlar bütün partileri kapsayan görüşmeleri yürüten Senatör George Mitchell’e silahsızlanmaya dair ortak bir tebliğ sunuldu.

Her iki hükümet de müzakereler esnasında silahsızlanmayı devam ettirmekle beraber bu konunun görüşme sürecinin ilerleyişine mani olmayacağını kabul etti. Bunun yerine, silahsızlanma Uluslararası Silahsızlanma Komisyonu kurulması vasıtasıyla elde edilecekti. Müzakerelerin, 1997 Eylül’ünde başlaması önerildi.[32]

Bunun ardından IRA yeniden ateşken ilan etti. Gerçek silahsızlanmanın görüşmeler esnasında  gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesi hususunda farklı yorumlar olması akıl almazdı. Blair, ateşkesin ilk 6 haftasında, SF’in dahil edilmesine dair kararın alınacağını söyledi, 1998 Mayısı’na kadar müzakerelerin sonuçlanmasına karar verildi.[33]

SF bütün partileri kapsayan görüşmelerin tamamına layıkıyla katıldı. Ancak bu hususta sorunlar yaşandığı da oldu. Rahip Ian Paisley önderliğindeki Demokrat Birlikçi Parti (DUP), SF kabul edildiğinde görüşmeleri terk etti ve David Trimble başkanlığında Birlikçi Ulster Partisi(UUP), katılım gösterdi ama müzakereler esnasında doğrudan SF’e yönelik konuşmayı reddetti. Yine de, öngörülen zaman içerisinde bir anlaşmaya varıldı ve bu anlaşma katılım gösteren bütün taraflarca imzalandı. 1998 Nisan’ında Hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalanmasının ardından, silahsızlanma tartışmalı bir mevzu olmayı sürdürdü. Silahsızlanmanın ne zaman ve nasıl gerçekleştirileceği hususunda yaşanan tartışmalar sonucunda uygulamanın çeşitli yönleri sık sık durduruldu. Bu süreç, Kanada’dan General John de Chastelain tarafından yürütülen Uluslararası Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu tarafından yürütüldü. 7 Ağustos 2001 tarihinde, IRA’nın silahları tamamen ve güvenilir bir biçimde kullanım dışı kılmasını gerektiren bir silahsızlanma yöntemi üzerinde anlaşıldı. Bu süreç, uluslararası gözlemciler tarafından takip edildi.

Güney Afrika ve İrlanda barış süreçlerinin iki farkı, Kuzey İrlanda’nın uluslararası desteğe ve uluslararası topluluğun doğrudan sürece dahiliyetine bel bağlaması ve Britanya’nn silahsızlanma ısrarını koşul haline getirmesi yüzünden sürecin uygulamaya konmasında yaşanan uzun süreli gecikmelerdir.

Nihayetinde her iki süreç de başarılı olmuştur ki, önemli olan da budur. Bu farklar ve üzerinde durmadığımız diğerleri, her barış sürecinin, yerel sosyo-politik ve kültürel gerçeklikler ve elbette tarih tarafından belirlenen farklı ihtiyaçlara ve güçlüklere işaret etmektedir. Başarı, tarafların karşı karşıya kaldıkları benzersiz güçlükleri idare edebilme kabiliyetine bağlıdır. Bu kabiliyet, bir ölçüde diğer süreçlerden öğrenilen derslerin sonucu olsa da, nihayetinde en önemli şey başarılı önderliktir.

 

 

[1] ETA (Bask dilinde: [eta], İspanyolca: [ˈeta]), Euskadi Ta Askatasuna’nun (Bask telaffuzunda: [euskadi ta askatasuna] baş harfleridir; “Basque Homeland and Freedom”) silahlı bir Bask ulusalcı ve ayrılıkçı örgütüdür. Grup 1959 yılında kurulmuş olup başlangıçta geleneksel Bask kültürünü yücelten bir oluşumken Büyük Bask Ülkesi’nin bağımsızlığını amaçlayan paramiliter bir oluşum halini almıştır.
[2] Bask halkının kendi toprağına verdiği isim olan Euskal Herria, günümüzde Comunidad Autónoma del País Vasco (Baskça, “Euskadi”) – Gipuzkoa, Bizkaia ve Araba – ayrıca Navarra (Nafarroa) ve Fransa’nın güneybatısında Iparralde bölgesi Bask eyaletlerini meydana getirmektedir.
[3] Apartheid (Afrikaan dilinde teleffuzu: [ɐˈpɑːrtɦɛit]; Afrikaan dilinde [1] “ayrı olma hali “) 1948 ila 1994 yıllarında hükümette bulunan Ulusal parti (NP) mevzuattı çerçevesinde yürütülen ırk ayrımcılığına dayalı bir sistemdir; bu sistemde Güney Afrika’da çoğunluğu oluşturan siyahların hakları engellenmiş ve beyaz hakimiyeti ve Afrikaner azınlığın iktidarı temin edilmiştir.
[4] Colin Eglin Crossing the Border of Power.Jonathan Ball Publishers 2007, ss.257 – 258)
[5] Üyeler, 8 Ocak 1912 tarihinde, siyah Güney Afrika nüfusunun haklarını artırmak üzere Güney Afrika Yerli Ulusal Kongresi (SANNC) adı altında örgütü kurmuştur. Örgüt 1923 yılında ANC adını almış ve 1961 yılında Umkhonto we Sizwe (MK) (Milletin Mızrağı) adı altında askeri bir kanat meydana getirmiştir.
[6] PAC, resmi olarak 6 Nisan 1959 tarihinde kurulmuştur. BirkaçAfrika Ulusal Kongresi (ANC) üyesi, 1949 Eylem Programının yerine 1955 yılında benimsenen Özgürlük Beyannamesinin konulması üzerine yollarını ayırmıştır.
[7] Güney Afrika Komünist Partisi (SACP) Güney Afrika’da bir siyasi partidir. 1921 yılında Güney Afrika’nın komünist partisi olarak kurulmuştur.
[8] bkz. 4 dipnot
[9] Mandela’nın hapishane geçirdiği son 5 yıl yürütülen gizli görüşmelere dair öyküler, yaşamı ve Güney Afrika siyasi müzakereleri üzerine pekçok kitap yer almaktadır: Bkz. Nelson Mandela, Long Walk to Freedom, Macdonald Purnell 1994; Willie Esterhuyse, Secret Talks and the End of Apartheid, Tafelberg 2012 and; John Carlin, Playing the Enemy. Penguin Press 2008
[10] Bu görüşmeler, Willie Esterhuyse’nin Secret Talks and the End of Apartheid, Tafelberg 2012 isimli kitabında yer almaktadır.
[11] Afrikaner topluluğu, beyaz azınlık olan ve beyaz siyasetine hakim çoğu Hollanda kökenli beyaz Güney Afrika’lılardır. Afrikaner toplumunun büyük bir çoğunluğu apartheid’ı savunmaktadır.
[12] 1962 yılında sürgün edilen Mbeki, 1984 yılında ANC istihbaratının başı olmuş; daha sonra 1989 yılında uluslararası ilişkiler bölümünün başına geçmiştir. Doğrudan ANC Başkanı Oliver Tambo’ya raporlar sunmuştur. 1980’lerin başından itibaren, Mbeki, müzakerelere dayalı çözümün güçlü bir savunucu olmuştur.14 Haziran 1999 (4)’deb 24 Eylük 2008’e kadar apartheid rejimi sonrası Güney Afrika’nın ikinci başkanı olarak hizmet vermiştir.
[13] Janet Smith & Beauregard Tromp, Hani A Life Too Short. Jonathan Ball Publication 2009 s. 217
[14] Janet Smith & Beauregard Tromp, Hani A Life Too Short. Jonathan Ball Publication 2009 s. 219
[15] JANET Smith & Beauregard Tromp, Hani A Life Too Short. Jonathan Ball Publication 2009 s. 222
[16] JANET Smith & Beauregard Tromp, Hani A Life Too Short. Jonathan Ball Publication 2009 s. 213
[17] JANET Smith & Beauregard Tromp, Hani A Life Too Short. Jonathan Ball Publication 2009 s. 213
[18] BU bağlamda Britanya ve İrlanda Cumhuriyetinden bahsetmiyorum çünkü onlar ihtilafın taraflarıdır. Her ikisi de çözüm sürecinde başı çekmiştir.
[19] Adams, 1983’DEN itibaren Kuzey İrlanda’nın ikinci en büyük partisi ve en büyük ulusal/cumhuriyetçi parti olan Sinn Féin’ın başkanıdır. 1980’LERİN sonundan itibaren, Adams Kuzey İrlanda barış sürecinin önemli bir ismidir.
[20] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 97
[21] Gerry Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 152, 153
[22] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 pg. 159
[23] Cumhuriyetçi İrlanda Ordusu (IRA), İrlandalı cumhuriyetçi, devrimci bir silahlı örgüttür. 25 Kasım 1913 tarihinde kurulan ve 1916 Nisanında Paskalya Ayaklanmasına imza atan İrlanda Gönüllülerinin devamı niteliğindedir. Sinn Féin’ın askeri kanadı olarak görülmektedir. Gerry Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 176
[24] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 182
[25] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 192
[26] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 226, 227, 228
[27] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 235
[28] Mitchell İlkeleri, ABD Senatörü George Mitchell’in adı verilen altı ilkeden ibarettir:
[29] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s 243
[30] Gerry Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 239
[31] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 290
[32] GERRY Adams, Hope and History: Making Peace in Ireland. Brandon 2003 s. 291
[33] Ulusalcı/cumhuriyetçi olsun Britanya-yanlısı yönetime sadık olsun pek çok başka paramiliter örgüt daha vardı. Her iki tarafta da silah bırakmayan küçük sekter gruplar olsa da bunların çoğu silahsızlanmıştı.
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.