Düşünce ve Kuram Dergisi

Güzelliğin Tarihi Olarak Toplum, Çirkinliğin Tarihi Olarak Devlet

Armanc Toprak - Mesut Demir

İnsan varoluşundan beri güzellik algısına sahiptir. Belki de insanın evrimsel serüveni “nasıl daha güzel yaşamalıyım” hissiyle başlamıştır. Bu anlamda güzellik arzusu ve beğeni ölçüleri insanda arayışçı, sorgulayıcı, keşfedici ve yaratıcı özeliklerin gelişmesine yol açmıştır. F. Nietzsche “İnsanı özgürleştiren tek ilke yaratmadır, sanat ise en yaratıcı güçtür.”  derken bu hakikati güçlü bir şekilde dile getirmiştir.

İnsan, güzellik algısı ve beğeni duygusu sonucunda kendini ikinci doğa olarak inşa etmiş maddi ve manevi kültürel değerlerin yaratıcısı olmayı başararak yaşamını garantiye almıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ikinci doğa olarak toplumsal formun oluşmasında bilim sanat ve felsefenin belirleyici ve temel etkenler olduğunu belirtmektedir. Bilim ve felsefenin estetikle ilişkileri inkar edilemez. Zaten birçok estetik kuramcısı da estetiği bilim ve felsefeyle ilişkilendirerek incelemiş ve kendi bakış açılarını bu kapsamda ifade etmişlerdir. Sanatın ise tamamen estetik bir alan olduğu bilinmektedir.

Estetiği, insanın ve toplumsallığın güzel, iyi, doğru ve ahlaklı yaşamanın beğeni duygusu ve düşüncesi olarak görmek mümkündür. Güzellik ve çirkinlik yargısına dayanan estetiği ele aldığımızda mecburi olarak yaşamı ve toplumsal örgütlenme biçimlerini değerlendirmemiz gerekmektedir. Bunun için de başlıca üç toplumsal örgütlenme dönemlerini esas alacağız.

 

Güzelliğin Tarihi Olarak Toplum

Bilindiği üzere insanlar binlerce yıl klan ve kabile formu temelinde örgütlenerek ayakta kalmış ve yaşamını sürdürmüştür. Klan ve kabile toplumlarının düşünce, örgütlenme ve eylemleri hakkında birçok bilgi mevcuttur. Bu bilgiler ışığında konumuz ile bağlantılı olarak klan ve kabile toplumlarının yaşamlarında estetik düşünceyi irdeleyeceğiz.

Yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen verilere baktığımızda klan ve kabile yaşamında estetik düşüncenin belirgin olduğu anlaşılmaktadır. Bu estetik yaklaşımı inanç ritüellerinde, mimaride, üretim araçlarında ve en önemlisi de sanat eserlerinde görmekteyiz. Sanat eserlerinin çoğunda iyilik, faydalılık ve komünal değerlerin yüceltilmesi esas alınmıştır. Görkemli tanrıça heykellerinin yapılması, bu dönemde kadının toplumsal örgütlemedeki rolünden ötürüdür.  Çünkü devlet öncesi toplumun yöneticisi, bilimcisi, şifacısı, sanatçısı, mimarı, ziraatçısı ve zanaatçısı kadındır. Bunun için kadın sanatçı tarafından en mucizevi güzellik olarak görülerek sanat eserlerinin temel teması haline getirilmiştir. Yine söz konusu toplumun doğa ile neşeli bir uyum ve derin bir dostluk kurduğunu mağara duvarlarındaki çizimlerden anlamaktayız. Devlet öncesi toplumlarda insanların barınmasını, beslenmesini, çoğalmasını ve toplumsallığını sürdürmesini sağlayan bütün değerlerin kutsallık derecesinde büyüleyici bir güzelliğe sahip olduğunu belirtebiliriz. Ataerkil ve devletçi kültürün gelişilmesiyle birlikte bu durum tersyüz edilmiştir.

 

Çirkinliğin Tarihi Olarak Devlet ve İktidar

Devletin oluşmasıyla birlikte güzellik ve çirkinlik yargıları yaşamda daha da keskin bir şekilde yer aldı. Devlet sahipleri, devlet öncesi toplumun güzellik algısını ve güzelliği ifade eden değerlerini anlamsızlaştırmak için her türlü saldırı mekanizmalarını devreye koydu. Etkili bir manipülasyon ve ideolojik savaş yürüttü. Toplumsal yaşamın estetiğini ret etme temelinde yeni bir zihniyet inşa edildi. Erkek, devletçi yaşamın ve uygarlığın güzellik öznesi olarak öne çıkarıldı. Korkutucu, heybetli erkek heykelleri yapıldı, av sahneleri resimlere konu edilerek, erkek, gücün ve kudretin sembolü biçiminde yansıtıldı. Erkeğin kudretine layık görkemli şehirler, tapınaklar, surlar ve anıt mezarlar inşa edildi. Rahip-kralların her anı öyküleştirilerek destansı anlatımlarla her tarafa yaydırıldı. Doğanın gizemlerini çözmüş, doğayı hakimiyet altına almış, bütün icatların sahibi, yaratıcılığın tanrısal gücüne ulaşmış bir erkek kurgusu sanatın temel konusu haline geldi. Rahip-krallar şahsında erkek tanrısal güzelliğin ifadesi oldu. Devletli yaşam cennet ile eş değer tutularak en güzel yaşam algısıyla toplumun hafızasına kazılmaya çalışıldı.

Aynı dönemde kadına ait bütün değerler çirkin, uyumsuz, orantısız, ölçüsüz, hayvansı, kaba ve geri olarak gösterildi. Bu bakış açısı doğrultusunda kadın etrafında oluşan toplumsallığın dağıtılması hedef alındı. Toplumsallığın dağıtılması güzelliğin yitirilmesinin başlangıcı olacaktı. Böylelikle devletçi sistemin kuruluşu, yayılışı ve egemen hale gelişi daha rahat olacaktı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın  “Anlam, estetik ve ahlak yitimini yaşayan toplumların kurumsal değerlerinin sömürgenlerin değerlerinin ham maddesi olarak işlenmesi de kaçınılmazdır” tespiti konuyu anlaşılır kılmaktadır.

Devlet bütün güzellikleri yok etmeye çalışan azgın bir canavardan başka bir şey değildi. O canavar her şeyin ahengini bozuyor, insan doğasını yozlaştırıyor, insanın ruhuna ve beynine her türlü kötülüğün tohumlarını ekiyordu. Özel mülkiyet, kölelik, sınıflaşma, savaş ordularının kurulması, yalan, korku, hırsızlık, hile, gasp ve kurnazlığı bu kötülük tohumlarının ürünleri olarak görmek gerekir. Çirkinlikle özdeş tutulması gereken bu kavramlar devletçi yaşamı tanımlamakla birlikte, insanlığa cehennemi hazırlayan zihniyet dünyasını da ifade eder. Bu temelde inşa edilen devletçi yaşam kapitalizm ile birlikte çirkinliğin zirvesine ulaştı.

 

Makine Uygarlığının Yarattığı Soğuk ve Yapay Yaşam Estetiği

Liberal ideoloji ve endüstriyalizme dayalı hegemonik bir sistem olan kapitalizm, insanlık tarihinin en ucube estetik anlayışının da temellerini attı. Bu ucube estetik burjuvazinin, dolayısıyla kapitalist modernitenin beğeni ölçüsü olarak günümüze kadar etkisini sürdürmektedir. Bireycilik kapitalist modernitenin yaşam tarzı olduğundan dolayı estetik ölçüler de buna göre biçim aldı. Moda, imaj, rahatlık, kaliteli yaşam arayışı, yalnızlığın yüceltilişi, liberal özgürlük anlayışı, ahlaki çöküş, geleneksel kültürün ve inançların inkarı, bireyciliğin şişirilmesine yol açan esas etkenler oldu. Bireycilik geliştikçe toplumsallık cüceleşti. Toplumsallık her geçen gün daha yüksek bir tonda lanetlendi. Mega kentler, metropoller bireyciliği şahlandıracak biçimde kurgulandı. Kapitalist kentler bireycilik için cenneti anımsatırken, toplumsallık için cehennemden öte bir şey değillerdi. Böylelikle insan tarihin en çirkin ve en anlamsız varlığı haline geldi.

Kent aynı zamanda sanat yaratıcısını dolayısıyla sanatı ve estetiği de olumsuz anlamda yüksek düzeyde etkiledi. Ruhsal bunalım ve bozukluklar, bohemlik, derin yalnızlık, melankolik yaşam tarzı, rekabet, elitleşme, ezop üslup, kaprisli ve kompleksli davranışlar kapitalist sanatçı tipolojilerini ortaya çıkardı. Bu sanatçı tipolojisi iktidar sermaye ve endüstriyel pazar ilişkilerinin de aktif bir dinamiği oldu. Kapitalist mimarinin ve sanayi devriminin yayılmasında bu sanatçı karakterinin rolü belirleyicidir. Örneğin 18.yy’da fabrika sahipleri bir grup sanatçıdan sanayi devrimini yaymaları için talepte bulunur. Makineyi ve yaratıcısını tanrı ilan eden sanatçılar ona tapmayı ve ibadet etmeyi kutsal bir görev olarak kabul ederler ve “Biz sanatçılar olarak makinanın ve sanayi devriminin dünyayı dolaşan sesi olacağız, her kulağa her yüreğe sanatın etkili hitabeti yoluyla gireceğiz, makineyi icat edenler yeryüzünün tanrılarıdır” derler. Oysaki ilk makine denemelerini yapan İskenderiyeli Heron makineyi “hileli bir oyuncağa” benzetmişti. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu günümüzde bütün insanlığın bu hileli oyuncakların kölesi haline gelmesinden anlıyoruz. Bu hileli oyuncaklar sanal, soğuk, yapay ve robotumsu bir çirkinliği yaşama egemen kıldılar.

 

Demokratik Ulus ve Özgür Yaşam Estetiği

Demokratik ulus, yukarıda ifade ettiğimiz bütün kötülüklerin ve çirkinliklerin kaynağı olarak devleti ve iktidarı görerek, devlet ve iktidar eliyle bize dayatılmış olan pozitivizm, dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik gibi zihniyet kalıplarından kurtulmayı şart kılar. Bunları aşmak demokratik uluslaşmanın birinci koşuludur. Ahlakı, politikayı, estetiği, eşitliği, adaleti, demokrasi ve özgürlüğü esas alarak anlamlı bir yaşamın ve toplumsal düşünebilme anlayışını demokratik ulusun zihniyeti şeklinde tanımlayabiliriz. Demokratik ulus ancak bu zihniyetle kalıcı bir kurumsallaşma düzeyine gelebilir.  Bu anlamda demokratik ulus estetiğini zihniyet ve kurumsallık çerçevesinde ele almalıyız.

Zihniyet beğeni ölçülerini belirlemekle birlikte estetik yargıyı yani güzelliği ve çirkinliği de birbirinden ayırmaktadır. O halde zihniyetimiz ne kadar toplumsal ve özgürlükçüyse beğeni ölçülerimizde o oranda gelişir ve güzelliği duyumsarız. Duyumsadığımız güzellik en çok kendini kurumsallaşma düzeyinde gösterir. Yani güzellik kurumsallaşarak somut hale gelir ve sonsuz olmak ister. S. T. Eliot “Sanatçılar dünyanın gerçek yasa koyucularıdır.” derken sanat yoluyla yaratılan kalıcı kültürel değerlerin önemini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda kültür -sanatın demokratik ulusun ve komünal yaşamın temel kurumları olarak işlevsel hale gelmeleri hayati öneme haizdir.

Özgür birey, demokratik toplum ve komünal yaşam ilkeleri sanatın ve edebiyatın işleyeceği en temel estetik konulardır. Çünkü demokratik ulus özgür bireyin irade kazandığı coşkuyla üretime ve yaşama katıldığı bir toplumsal formdur. Bunun için birey kapitalist modernitenin derin yalnızlık uçurumlarından çıkarak toplumla özgürlük ve demokrasi dengesinde buluşmasını bilmelidir. Demokratik ulus, devletin köle yurttaşı, dinin müridi veya demokratik olmayan toplumların tutsağı olmuş birey kimliğini ret ederek özgür birey kimliğini benimser. Demokratik ulusun özgür bireyi komünaliteyi kendi varoluş ve yaşam kaynağı olarak görmelidir. Komünaliteden ve üretimden kopuşu estetikten ve özgürlükten uzaklaşmanın, sömürgeciliğe yem olmanın başlangıcı ve sebebi olarak görmelidir.

Öte yandan demokratik ulusun dayandığı tarihsel dokunun yansıttıklarını belli başlı yönleriyle ele almak önemli olacaktır:

Doğanın yaratıcı özelliğinin kimliğe kavuştuğu kadın dünyası, maddi ve manevi anlamda oldukça güçlüdür. Bu güç, doğal yaşamda irade olmanın sonucunda açığa çıkmıştır. Ana kadının doğadan aldığı ilhamla edindiği bu irade, zamanın ruhuyla paralel olarak demokratik komünal yaşamı inşa etmiş ve tüm özelliklerini bu yaşama yansıtmıştır. Dolayısıyla doğal komünal yaşamın sahip olduğu güzellik ve estetik ölçüler kaynağını ana kadının doğasından alır demek daha gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Tarihsel yaşamın bu döneminde kadının öncülük ettiği demokratik komünal hayatın en belirgin yanı, toplumun özgür kimliğiyle hareket etmesidir. Özgürlük, kültürel ve toplumsal alana yansıdığı oranda anlam ve karşılık bulur. Kültürel çeşitlilik ve zenginlik bunun sonucunda oluşmaya başlar. Kültürün bu nitelikleri toplumsal değer olarak karşımıza çıkar. Özgür bir ortamda yaratılan değerler toplumun ya da doğanın rengini taşırlar. Hiç kuşku yok ki bu kültürel renklerin oluşmasında kadın başat roldedir. Kadının müthiş sezgisel gücü, gözlemleme yeteneği, şefkati, üretkenliği, var etme doğası gibi özellikler kültürel ve toplumsal değerlerin güzellik ve estetiğinde dile gelmiştir. Demokratik ulusun tarihsel arka planı olan doğal komünal yaşam biçiminde yansımasını bulan kadın dünyası, olası tüm toplumsal sorunların önünü kapatan, çirkinliklerin yeşermesine geçit vermeyen bir irade, bir duruş olarak yanı başımızda durmaktadır. Kadının temsil ettiği özgür yaşam kimliği, zaman içerisinde erkeğin, ana kadın eliyle oluşturulan özgürlük koşullarını kendi bencil istemlerine göre değerlendirip uygarlık aşamasında biriktirdiği güçle ortadan kaldırma çabası, insanlık tarihini sapmaya uğratmış ve bu anla beraber kültürel toplumun güzellik ve estetik anlayışını da tahrip etmiştir. Devletleşme ile beraber kadının ataerkil zihniyetçe geriletilmesi, toplumsal dokuyu yapısal anlamda bozmuş ve ortaya doğallıktan eser kalmayan ölçüler topluma dayatılmıştır. Analitik yozlaşmanın karanlık girdabında boy veren kapitalizmin “eser”i olan ulus-devlet, kültür ve toplumsallık adına hiçbir şey bırakmamıştır. Bu bağlamda doğal yaşamın bütün güzelliğini ve estetiğini içine alan ölçüler de yerle bir edilmiştir. Kısacası hayat yitime uğratılmıştır. Dolayısıyla, temel bir doğru olan “Hazineler kaybedildiği yerde aranır.” belirlemesinden hareketle demokratik ulusu inşa etme hamlesine tutuşurken başlıca dayanağımız, ana kadının hafızamıza kalıcı olarak yerleştirdiği özgürlüğe dayalı beğeni ölçülerini güncellemek olacaktır. Bu anlamda özgür kadın bilinci ve kimliği geliştiği oranda demokratik ulus hayat bulacaktır. Birbiriyle paralel şekilde, giderek özgürleşen kadının etrafında filizlenecek güzellik ve estetik ölçülerin birikimiyle demokratik ulus yükselecektir.

Demokratik ulusa anlam katan güzellik ve estetik ölçüleri adeta ilmek ilmek ören ana olgulardan biri de doğanın temel karakteri olan ekolojidir. Denilebilir ki, insanlık toplumsallığını ve kültürel özelliğini doğanın bu muhteşem işleyişini gözlemleyerek ya da ona katılarak var etmiştir. Ekoloji, doğanın kendini yaratma sistemi olarak üretkenliğe, çeşitliliğe, beslenmeye, barınmaya, kendini korumaya dayalı şekilde güzellik ve estetik yaşamayı bize anlatır. Doğada yer alan her varlığın diğer varlıklara ilham veren yanları bulunmaktadır. Bu birbirini etkileme biçimi aslında varlıkların kendi yaşamlarını sürdürebilmenin dayanağı da oluyor. İnsan da bundan yeteri kadar pay almış ve var oldukça almaya devam edecektir. Özellikle Kürt kültürünün beslendiği ana kaynak rolündeki doğanın ekolojik yapısının taşımış olduğu güzellik ve estetik yan bu kültüre sirayet ederek ona ölçü kazandırmış ve bu sayede kendini kalıcılaştırmayı başarmıştır. Uygarlık sisteminin ağır koşulları altında bir halkın kendini var etmesi oldukça güç olmuştur. Sayısız topluluk veya halk ortadan kaybolmuş, yok olmuşlardır. Bunun temel nedenlerinden biri doğayla uyumlu olmayan yaşam kültürlerinin bu uyumsuzluğun sonucu olarak zayıf kalışıdır. Uygarlığın hem ideolojik hem de fiziki saldırılarına en fazla maruz kalan halk olarak Kürtlerin varlıklarını günümüze taşımasında belirleyici olan temel etken, doğanın ekolojik işleyişinden beslenen kültürlerine borçludurlar. Bütün yaşam alışkanlıklarında bunun izlerini görmek mümkündür. Bununla beraber, yeryüzündeki tüm kültürlerin güzellik ve estetik ölçüler kazanma bağlamında doğanın ekolojik deviniminden çok güçlü olarak etkilendiklerini vurgulamak gerekir.  Yaşamda çığır açan ve “doğaya dönüş” tanımlamasıyla filizlenen Rönesans baştan aşağı doğadaki ekolojik işleyişin toplumsal kültürde boy vermesi olayıdır. Da Vinci’nin, Michelangelo’nun her eserinde doğadan güzel bir desen, estetik bir ışık yansımıştır. Mozart’ın her notasında doğaya dair tınılar duyarız. Feqiyê Teyran şiirleri baştan başa ekolojik işleyişin yansıttığı güzellik ve estetik ölçülerin taşıyıcısıdır. Bunlarla beraber bir ırmağın serin akışından, yıldızların ışıltısından, bir kelebeğin narin kanat çırpınışından, çiçeklerin egzotik kokularından, rüzgarın esintisinden ve daha sayısız olarak sayabileceğimiz ekolojik ritmin duyumsattığı güzellik ve estetikten kim ilham almadığını söyleyebilir. Bize ölümsüzlüğün ölçülerini dillendiren bu detaylar demokratik ulusun ekolojik anlayışla olan bağının ne denli güçlü olması gerektiğini hatırlatır. Demokratik ulus bu anlamıyla ekolojik yaşamı ve onun güzellik ve de estetik ölçülerini aynı zamanda ilke düzeyinde ele alır. Toplum ya da birey ancak ekolojinin bize uzattığı bu ölçüleri, kültürel hayatına işlediği oranda özüyle buluşabilir ve özgür doğanın bir üyesi haline gelebilir. Demokratik ulus bir anlamda söz konusu bu güzellik ve estetik ölçülerin karşılık bulduğu özgür bireylerin toplamıdır diyebiliriz.

Demokratik ulusun üzerine yerleştiği temelin yapı taşlarını ise demokrasi oluşturur. Demokrasi temel bir ilke olarak demokratik ulusta hayat bulur. Çünkü insanlar ancak demokrasinin varlık kazandığı bir ortamda irade sahibi olurlar. Özgür iradesiyle hayata katılan birey ya da toplum üretken olur. Bu özellik hayatı hem yapıcı anlamda devindirir hem de ona anlam katar. Aslında üretilen, hayatın ta kendisidir. Ortaya konulan emekle yaratılan değerler toplumun ya da bireyin moral değerlerine etki eder. Maddi zeminde emeğe dayalı sergilenen pratikler böylelikle manevi dünyada da karşılık bularak insanı güçlü kılar. Hem bilinç düzeyinde hem de toplumsal yaşamda sahip olunan bu güç olası tüm sorunları çözebilme yeteneğini de gösterir. İnsanın maddi ve manevi anlamda ortaya koyabileceği bütün bu aktivitelerin yeşereceği yer demokrasi alanıdır. Demokrasiye duyarlı olarak yapılan eylemler yaşamı daima çeşitlendirir ve ona zenginlik katarak geliştirir. Demokratik ulusun inşasında esas dayanak olan demokrasi toplumun kendini yönetme biçimini de bağrında taşır. Eşitliği, çoğulculuğu, katılımcılığı, toplumun ve bireyin birbirini karşılıklı beslemesini esas alır ve bu özellikleriyle “özgürlüğün vahası” olarak demokratik ulusu yapılandırır. Demokratik tarzda kendi kendini yöneten birey veya toplumun taşıdığı ölçüler ise güzelliğin ve estetiğin anlam yüklü düzeyindedir.

Sonuç olarak, demokratik ulus inşasını, insanlığın hakikate dayalı toplumsal ve kültürel ölçülerde kendini var etmesi biçiminde yorumlamak mümkündür. Taşımış olduğu evrensel karakteriyle, uygarlık sisteminin oluşumundan bu yana insanlığın boğuştuğu tüm toplumsal sorunları çözebilme yeteneğinde olduğunu söyleyebiliriz. Ataerkil zihniyetin doğal yaşamın özgür alanlarını ters yüz ederek kendisinin oluşturduğu kalelerin, surların, collesiumların, metropollerin içine hapsettiği tüm toplumsal değerler büyük oranda toplumdan koparılmış ve başkalaşıma uğratılmıştır. Kaba, donuk ve hiçbir heyecan içermeyen sözde yeni “değerler” ancak ve ancak toplumu kendi özünden daha da uzaklaştırmaktadır. Hayatın tükenişini doğuran devletin ve iktidarın bu çirkin yaşam anlayışını geriletmek ve yerine doğal komünal hayatın güncel halini kurmak bu anlamıyla demokratik ulusu inşa etmekten geçiyor. ‘Anlamın ve hissin yarattığı insanlığın hakikat yürüyüşünde topluma kazandırılacak her maddi ve manevi toplumsal değer, hayata güzelliğin ve estetiğin büyüleyici ölçülerinde anlam katacak ve özgür gelecekle buluşturacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.