Düşünce ve Kuram Dergisi

Tükenmiş Toplum Sendromu: Bireleşme

Ayhan Kavak

“En aydınlık odalar dışkının gizli malikâneleridir!”
Adorno

Çin mitolojisinde Pan Gu adlı bir yaratıktan bahsedilir. Pan Gu her gün on ayak büyürmüş. Büyüdükçe büyümüş ve sonunda ölü vermiş Pan Gu. Ölümünün ardından bedeninin kimi parçalarından dünya oluşmuş. Bir gözü Güneş, öteki gözü de Ay’a dönüşmüş. Sesi gök gürültüsü, soluğu da rüzgâr… Pan Gu’nun pirelerinden de insanlar oluşmuş meğer…

Şayet günümüzü anlatabilecek bir kavramsallaştırma arayacaksak; Çin mitolojisindeki PİRELEŞME mevhumunda karar kılmak bize doğrultu vermeye yetebilir. Zira kapitalist modernitenin toplum ve bireye reva gördüğü rol model ancak pireleşme formuyla örtüşür. Hegemonik zihniyetin tahakküm ve boyunduruk kurmada içine doğulmuş toplumu kuşatması söz konusudur. Toplumun doğasından sıyrılıp soyutlanması uğruna yürürlüğe konulan kötülük sınırsızca tatbik edilirken, insanın doğal yaşam serüveni de kaybettirirler. Kaybettirilen insan toplumsal düzlemde seyreden bir kaçışa sevk edilir. Toplumdan ve insanın insandan kaçışıdır, yaşanan. Dolayısıyla hedeflenmiş olan pireleşme hayata geçirilir. Nitekim toplumun içine düşürüldüğü anlamsızlık ummanında yitirilen insanlıktır. Yüzeysellik diz boyudur. Hakikatinden kaçan insanlık, önüne getirilen-çıkarılan sınırları aşamayan düşlemerle yetinir ki, toplumsal sorumluluğundan kaçabilsin. Kaçan insan hegemonik zihniyetin ağlarına daha güçlü takılır. Böylesi yönelimin ve kuşatılmanın sonucu son iki yüz yılda daha bir belirginlik kazanmıştır. İktidarca zerk edilen ilacın (gerçekte zehir) dozunu arttırırcasına bilinç çarpıklığı toplumsal yapılara egemen kılınmaya çalışılırken, özne robotik bir varlığa indirgenmiştir. İktidar güçlendirdiği-tahkim edildiği oranda, toplumu siniri alınmış lop ete dönüştürür. Serencamında da hakikatten-anlamdan yoksullaştırılmış birey olgusu karşımıza çıkar. Bu doğallığını kaybeden bireydir. İnsan insandan, insan toplumdan, sorumluluktan, özünden, çözümden ve gerçekliğinden kaçar. Habire yalıtır kendini. Elbette bu yalıtımın müsebbibi dünyanın zenginliklerini talan eden kapitalist modernitedir. Her şey sisteme entegre edilme üzerine kurgulandığından, yalıtılan bireye uygulanan son işlem omurgasızlaştırma olmaktadır.

Absürt tiyatro oyunu misali bir durum var karşımızda. Yaratılmış anlamsızlık adeta spontane uyaranlarla yürürlüktedir. Mevcut tablo, muktedirler nezdinde rasyonel bir içerikken; “hedef kitle” diye tabir ettikleri toplum ve bireye empoze edilen irrasyonelliğin olağanlaştırılması edimidir. Bundan dolayıdır ki “kaçış” olgusu, hegemonik zihniyetin egemen kılınmasında önem arz ettiğinden sürekli özendirilmiştir. Böylelikle sistem kendini saklı tutarken, tehdit diye addettiklerini eliminıze edilmiş pozisyonda tutar. Hegemonlar sömürgelikte sınır tanımazlar; daha fazla kar elde etmek uğruna her şeyi nesneleştirir ve ötekileştir. Şayet insan özünden koparılmışsa pelteleşmesi de başarılırmış olur. Ötesinde ise ayar verileceklere istedikleri biçimde, oyun hamuru misali şekillendirmeye koyulmaktır.

Kaybettirilen insan hiçlikte hapsolur ve sistemin sunduğu “tüketim toplumu” furyasında sahte-sanal tatmin duygular karmaşası içerisinde “mutlu” olduğunu, mutluluğa erdiğini esrik ruh haliyle dillendirir. Oysa çevresine çizilen çemberin ayırdında değildir. Şizofrenik yarılma yaşadığından içine itildiği bunalımın anaforunda debelenir. Hakikatten uzaklaşan bir ruh halinden ötürü arayış ve sorgulama yetileri dumura uğratıldığından, önüne sürülenleri sorgusuz sualsiz kabul yoluna gider. Biat kişiliğinin şekillenmesi de böyle girizgah yapar. Toplumsal hakikaten uzaklaşıldıkça da simülasyonlar ağırlık kazanır. Bunalımın yanı sıra tatminsiz bir özne-nesne yaratılmış olunur. Tüketmeye şartlanmış insan çabuk sıkılır ve daima yeni hazları bulabileceği iktidarca telkin edilir; yeni elbise, yeni telefon, araba, ev, tatiller ve bilcümle moda diye faş edilir. Reklam bombardımanlarıyla da zihinlere nakşedilen tatminsizlik duygusu olmaktadır. Öyle bir ortam yaratılmış ki, bir günü diğerini tutmayan, birbiriyle çelişen düşünceleri ifade eden toplumun düştüğü mecra kinik bir kuşatmada yitiklerdedir. Yapısal kodlar tanımlanmaz düzeydedir. Muktedirlerce oluşturulan sürdürülebilir sistem bünyesinde algılanan böylesi duruşlar, işlenmiş mamul ürün piyasasında orta yere saçılır. Elbette mamul ürün imi-cimi kalmamış özne olmaktadır.

Hakikatin çarpıtılması için oluşturulmak istenen toplumsal algı yönetimini kalıplara dökme de bireysel kurtuluş efsanelerini süreklileşen bir seyirde üretmede ellerinden geleni yapan garabet sistem var karşımızda.

Muktedirler nezdinde, aslolan iktidara itiraz etmeyecek insan ve toplum yaratmayı başarmaktır. Böylelikle kapitalist modernitede kötülük odağı sömürü sistemini daha bir pekiştirir. Nesneleştirilmiş öznenin düşünce ve duygu dünyası deformasyona uğratılmıştır. Haliyle tatminsizlik ve bunalımdan sıyrılmanın yol ve yöntemleri egzotik öğretilerde bulunmaya çalışılır. İnsan “kişisel liderlik-başarı kazanım” safsatalarıyla olmadık yönelimler içerisinde sanki stoik dinginliğe kavuşmuşçasına sahte arayışlara sevk edilir. İşte kaçışın yarattığı sonuç bu olmaktadır.

Kültür endüstrisinde asıl yapılan, insanların arzuladıkları şeylere erişimleri değildir.  Bilakis önüne konulmuşu tüketmeye yazgılanmaktır. Yaptırılmak istenen, tatminsiz ruh halinden çıkış yolunu, hegemonun işaret ettiği vektörel veçhede yürümekte bulmaktır. Kültür endüstrisi toplumu aldatmayı ilke edinmiştir; ona göre herkes tüketicidir. Tüketildikçe kasalara giren para hegemonu daha da palazlandırır. Aldatma uğruna daima tüketici pozisyonunda tutulan kitleler, doyumsuzluk kıskacında akıl tutulmasından mustarip hale getirilirler.

Kapitalist modernitede ruhu kaybettirilmiş beden olgusu başat konumda tutulur. Beden teşhir malzemesidir! Belirledikleri standart ölçüler çerçevesinde sanatsal gösterilerden tutalım podyumlara kadar, magazinleştirmeden nasiplenen her şey   PR (Halkla İlişkiler) çalışmalarına maruz bırakılarak, reklam faaliyetleri ile desteklenip imrenilme ve ulaşılması gereken hedef veya rol model olarak esas alınmaya çalışılır. Böylece hegemonun sermayesine sermaye eklenmesinden dolayı daha fazla kâr elde edilmesi hız kazanmış olur. Aslında tüm yapılanlar hayatın doğal akışına terstir. Hayat bedene, metaya indirgenmiştir. Ruhu kaybettirilmiş beden anlam pazarında fetiş malzemesidir. Bedeni “kusursuz kılma” adı altında güzellik salonları, moda evleri dolup taşar. Botoks, silikon taktırma, egzotik makyaj malzemeleri edinme çılgınlığı, iklimsel-modasal giysiler giymek çekiciliğin veya kusursuzluğun araçsallaşması haline getirilmiştir. Toplumsal algı yönetiminde rol model diye sunulana benzemek uğruna yüksek meblağlarda harcama yapılmasını teşvik edilir. İkonlaştırma, gösteri toplumunun tedavüle soktuğu işlevselliklerden olmaktadır. Ruhunu kaybetmiş bedeninin arzu ve istemleri özne olmadan önce gelmeye başlamıştır. Beden bile azadeleşir.

Andy Warhol’un “Bir makine olmak istiyorum” söyleminin metaforik anlamda da olsa yaşamsallığa kavuştuğu bir durumdan mustaribiz. Andy Warhol’un, “Bir gün herkes on beş dakikalığına ünlü olacak” deyişi de vardır. Makineleşme on beş dakikalık ünlü olma hatırınadır! Kısa bir ana bile tekabül etse, herkesin imrenilen ve parmakla göstereceği birine dönüşmek arzusuyla yanıp tutuşulması teşvik edilir. Haliyle gölgesini yitirmiş insanın biçimlendirilmesi tamamlanmak istenir. Toplumsal algı yaratma ve çürütülmüş, tükenmiş toplum oluşturma yolunda, insanlığın doğallığından koparılması edimi, sistemin bizatihi kendini kavi ve kalıcı kılması için olmazsa olmaz kabilinden bir zorunluluk olarak görülür. Tükenmiş toplum siyasasının oluşturulmasıyla pireleşme de sağlanır.  Pireleştirilenler sürü toplumunun unsurlarıdır. Pireleşme matah bir şeymişçesine yayınlarda, reklamlarda ve tüm disiplinlerde imrenilecek bir imge boyutunda ele alınmıştır. Pireleşmeye meyletmek, doğallığını kaybetmiş insanlığın hastalıklara davetiye çıkarması anlamına gelir. Magazinel haberler ve reklam kampanyaları sonucunda, örneğin; bir mankenin vücut ölçülerini baz alıp para basma sektörüne dönüşmüş zayıflama diyetlerinde uygulamak veya estetik operasyonları adı altında olmadık yöntemlerden geçmek bedene eziyet etmeden başka anlamı yoktur. Psikopatolojik arazların sıklaşması yetmezmiş gibi kaşektik insanların oluşumuna davetiye çıkarılır. Keza reklam bombardımanlarıyla özendirilen fast food yiyeceklerin tüketilmesi, genetiği bozulmuş sebze-meyve-tahıl ve diğer gıdaların başat olduğu yeme-içme kültürü obezleşmeyi arttırır. Tabi bunun yanı sıra kimyasal maddelere bulaşmış yiyeceklerin kanser oranını hayli arttırmış olduğu tespit edilmiştir.

Toplumsal algıların doğal akışından çıkarılmış olması içler acısı bir durumdur. Sömürü mekanizması her aşamada yürürlüktedir. İktidar sömürü alanını pekiştirirken; anlık tüketilip atılacak düzeye vardırılmış nesneler dünyasında, anlık tüketilen kimlikler de edinilir. Tüketilen kimlikler giysi niyetine çıkarılıp atılabilecek pozisyonda tutulma, toplumun tüm gözeneklerine nüfuz ettirilir. Bu birebir öznenin tükenişine tekabül eder. Öznenin tükenişi toplumun tükenmişliğiyle bir potada buluşur. Tükenmiş toplum sendromuyla sarmalanan bir süreç devreder…

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kapitalist modernitenin sahip olduğu rasyonalite ve pozitivizmin “faşist sürü”, “robot-mekanik insan”, “simülasyondan ibaret yaşam” algılamalarına yol açtığını söyler. Kapitalist modernitenin cenderesinden -ki toplumun gaz ve talan ikliminden geçirilmesi söz konusu iken; toplum doğası da kısırlaştırılmaya uğratılıp adeta yapay bir kurgulamaya maruz bırakılmak istenir. Bunu toplumsal gözeneklerde boşluk bırakmamacasına ifade eder. Sömürü malzemesine dönüştürülerek bir denek hayvanı misali her türden işlemden geçirilen insanlık mevhumu kuşatılır ve neticesinde bilinç altlarında şizofrenik yarıklar oluşmasına neden olur. Burada daha açımlayıcı olabilmesi için Öcalan’a başvurmamız icap eder: “Başta üç (S)’ler seks endüstrisi, peşi sıra spor ve sanat-kültür endüstrileri geniş bir medyatik reklam kampanyalarıyla yoğun ve sürekli olarak duygusal ve analitik zekâyı bombalayarak, işlevsizleştirerek gösteri (temaşa eden) toplumun zihniyet fethi tamamlanmıştır. Bu toplum, teslim alınmaktan da daha kötü, dilediği gibi sistemin sevk ve idare ettiği toplumdur. Aslında faşizmin ilk gösteri toplum deneyimi yenilmedi. Elebaşları tasfiye edildi; fakat sistem kendini tüm topluluklara (soğuk savaş ve sonrasında) ulus-devletle ve küresel finans şirketleri ile egemen kıldı. Günümüzde ise tüm bu etkenlerle birlikte üç (S)’lerin seks, spor ve sanatın popülerleştirilip medyada sunulmasıyla toplam zihnen ve duygusal olarak daha da şartlandırılarak yürütülmesi ile kalıcılık ve kabul edilebilirlik kesinleştirmeye çalışır.” (Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü, 2. Cilt, Amara Yayıncılık)

İlk çıkışlarında doğa ve topluma açıklamak, hayatın anlamını açıklığa kavuşturmak olan sanat, edebiyat, felsefe, bilim ve bilumum disiplinlerin iktidarın sömürü sisteminin araçsallığına evrilmesi hazin bir tabloyu karşımıza çıkarır. Burada üç (S)’lere kısa da olsa değinmek açımlayıcı olacaktır. Kapitalist modernitede beden olgusuna değinmiştik. Kadın, “metanın kraliçesidir”dir. Kadın, çocuk veya erkek fark etmez; her şeyin pornografik hale getirmesi durumu yaşamsallaştırılmıştır. Zihniyet hegemonyasının sirayet ettiği ortamda pompalanan bedenler cinsiyet objesinin algısı iken, kara para aklamadan tutalım mafyatik hesaplaşmalara kadar olan her şeyde kirlilik ve düşkünlük barındıran bir sektör haline getirilmiştir. Aynı zamanda derin devlete finansman temin edilen yerlerden biri de seks endüstrisidir.

Sporda bununla paralel seyreder. Uyutma, uyuşturma, muazzam büyüklükte para döngülerinin gerçekleştiği spor olayı, toplumsal duyarlılıkların ötelenmesi için gündem değiştirici düzeyde seyreder. Sistemin bizatihi kendini kalıcı kılması uğruna teşvik edilen ve reklamlarla cazibeli hale getirilen bir ortam yaratılmıştır. Global ölçekte fanatikçe stadyumlara doluşmak veya ekranlara kilitlenip futbol müsabakalarının izletilmesi buna en büyük örnektir. Değil mi ki, kaçışın en büyük argümanlarından biri de spor sektörü bataklığına saplanmaktır. Bir de sanat var elbet; normalinde sanatın kaynağı toplum olmaktadır. İnsandan insana ulaşan ve sezgisellik barındıran sanatsal etkinliklerdeki anlatım temaları toplumsallıkla ifadeye kavuşur. Sanat yoluyla ortak bilincin sürekliliği sağlanır. Fakat kapitalist modernite içi boşaltılmış bir sanat-edebiyat ve kültür olgusunu bireye devreder. Mevcut dallar popülerleştirilmiştir. Artık kullanım amacı değişmiştir; kitleleri aldatma, uyutma ve uyuşturma üzerine kurgulandırılmaktadır. Üç (S)’lerle birlikte insan her açıdan “Pavlov’un Köpeği” misali şartlı reflekslerle tepki vermeye koşulmuştur. Her şeyi sanallıkta bulmanın belletildiği sosyolojik bir vaka mevcuttur. “Göğe baktıktan sonra babasına, ‘Baba, ay neyin reklamı acaba?’ diye soran çocuk, biçimsel akıl çağında insanla doğa ilişkisinin düştüğü durumun tipik bir göstergesidir…” (Max Horkheimer, Akıl Tutulması) Aslında sağanak yağmurmuşçasına faş edilen reklamlar neticesinde her şeyin alınıp-satılacak bir meta olduğu algısı bilinçlere kazdırılmıştır. Kapitalist modernitede her şey değerlendirilip satılığa çıkarılmıştır. İnsanların acıları, ökeleri ve umutları bile şayet para edecekse, mutlaka değerlendirilmeye tabi kılınacaktır. Örneğin, geçmişte sistem açısından “potansiyel tehdit” diye addedilmişler; ölümlerinin ardından metaya dönüştürülüp piyasaya sürülmeleri sıradanlaşmış uygulamalar haline gelmiştir. Öznenin tükenişi ve tüketilmesidir yaşanan. Zihniyet dünyasını mephistoya (iktidar ve devlete) teslim etmiş faustyen insanlar elbette bilinç yoksunluklarını dert etmeyeceklerdir. Zira duygu ve düşüncelerinin yanı sıra davranış ve hareketlerde de pireleştirmeden mustarip olunmuştur.

Bilinç çarpıklığı o denli geliştirilmiştir ki, kanserleşmiş sözcükler toplumsal düzlemde yaygınlaştırılmaya sürülmüşlerdir. Kullanımdaki kanserli sözcük ve primitiflik barındıran cümlelerin içselleştirilmemiş olması bile sistemin yol açtığı tahribatlara örnek teşkil eder. Özellikle reklam sektörüyle birlikte sayısız insan, anlamadıkları, altını doldurmadıkları suni söylemleri kalıplaşmış deyim niyetine kullanır oldu. Zaten reklamların gerçek başarısı, böylesi pratikleri topluma sirayet etmesini sağlamadan geçmekte. Bundan sonrası da bakir topraklara indirgenmiş toplum ve bireyden “verimli hasat” elde etmelerine kalıyor.

Hasılı, kapitalist moderniteyle birlikte zihinsel hegemonya kurulumu daha bir sofistike hale dönüşerek günümüze taşınmıştır. Tüketim toplumundan tükenmiş toplum yaratma emelleri devrede tutulmaya devam etmektedir. Muktedirler insanı meta gibi görmeyi olağan saymışlardır. Tıpkı kimi metaller gibi insan da hegemonun işliğinde haddeden geçirilmektedir. Nasıl ki metalin paslanmamasını sağlamak için galvaniz banyosunda çinkoyla kaplanıyorsa, özne de iktidarın işine geldiği şekilde “bozulmaması” yani biat düzleminde seyretmesi uğruna galvanizlenmeden geçirilir. Topluma dayatılan galvanizlenmedir!

Kapitalist modernitenin yarattığı aurada, güvencesizlik sarmalı tükenmişliği pompaladığından, toplumsal miyoplaşmada da sıradanlık hâkim kılınmıştır. Tükenmişlik sendromundan-pireleşmeden hallice insanların bilinçleri kırk yamalı bohçaya dönüşmüştür. Kendi iradeleriyle düşünemez halde, yaşama pamuk ipliğiyle teyellenmiş gibidirler.

Simülaklar baskın zihniyet kalıpları şeklinde topluma dayatılırken; iktidar çöplüğünde başat konuma gelen taklit olmaktadır. Sistem, insan ve toplum diyalektiğini erozyona uğratmıştır. İnsan, oluşturulmuş toplumsal algıyla metalaştırılmıştır. Teşrih masasında kendini yaratan değil, kaybeden insan müsveddesidir artık.

Güvencesizlikle debelenen özne, nesneleşmiştir; erk’in işaret ettiği vektörel veçheyi tek güvence diye telakki ederken, bizatihi kendisiyle yüzleşmekten korkar ve kaçıştan medet umar…

İnsanlık aynılaşmış zihniyet kalıbında pireleşirken, oluşmuş toplumsal algı yönetimi, hegemonun çizdiği çerçevede seyrettiği unutulmamalı. Bu yüzden kirlenme ve kötülük sirayet ettirilmiştir toplumsallaşmış insanlığa.

Ve kader niyetine yutturulanlara inat karşı gelmek, sorgulamak ve çözüm yöntemini eylemselleştirmek zaruriyet arz etmektedir…

 

Kaynakça
1- Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Çözümü Seti, Amara Yayıncılık
2- Max Horkhimer, Akıl Tutulması, Metis Yayınları
3- Sibel Özbudun, Antropoloji Gözüyle; Sınıf, Kültür, Kimlik Yazıları, Ütopya Yay.
4- Avşar Timuçin, Düşünce Tarihi, 1. Cilt, Bulut Yayınları
5- Theodor W. Adorno, Kültür Endüstrisi, Metis Yayınları
6- Zygmunt Bauma, Postmodernlik ve Hoşnutsuzluk, Ayrıntı Yayınları
7- Jean Baudrillard, Kötülüğün Şeffaflığı, Ayrıntı Yayınları
8- Julia Kristeva, Ruhun Yeni Hastalıkları, Ayrıntı Yayınları
9- Renata Salecl, Seçme İkilemi, Metis Yayınları
10- Dr. Ayhan Kavak, İnkâr, Ar Yayınları
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.