Düşünce ve Kuram Dergisi

I.Wallerstein ve A.Gunter Frank’ın Dünya Sistemi Analizi ve A. Öcalan’ın Merkezi Uygarlık Kuramı 

Metin Yamalak - Ergin Atabey 

Tarih yazımı ve toplumsal hakikatin tanımı daima tartışmalı bir konu olarak süregelmiştir. Çünkü tarih yazımı genelde ya subjektif amaçlar için bir araç olarak kullanılmış ya da bütünü görmeyen, göstermeyen ve parçaların hakikat olduğunun iddiasında çakılı kalınmıştır. Hakikat farklı farklı yönlere sahip olabilir ve her bir parçası başka bir hakikati teşkil edebilir. Bir olgunun, olayın yüzlerce açıdan hakikati olabilir ama hepsi bir arada göründüğünde ancak söz konusu olgunun, olayın hakikati görülmüş, anlaşılmış ve tanımlanmış olacaktır. Bu sebeple olay ve olgulara yaklaşımda yöntem belirleyici bir rol oynar.

İktidarcılığın insan toplumunda şekillenmeye başladığı 5000 yıl öncede günümüze kadar olan evre uygarlık olarak tanımlanmaktadır.

İktidarcılığın karakteri gereği hegemonyasını inşa etmek için her uygarlık, tarihi kendisiyle başlatılan bir evren, dünya tanımı yapmış, toplumsal yaşamın ve tüm kolektif değerlerin kendi yaratımı olduğunu iddia eden bir zihinsel örgü kurmuştur. Sümer, Mısır, Babil, Grek, Roma, İslam, Avrupa, uygarlık merkezlerine bakıldığında, dünya-toplum tanımının tarih ve hakikat olarak kendilerinden başladığını bir benmerkezci zihinsel inşa ile hegemonyalarını kurdukları görülecektir. Bu bir devlet-iktidar geleneği olarak süregelmiştir. Bu uygarlık merkezleri birer hakikat olmakla birlikte –egemenliklionlar dışında ve onları da oluşturan sayısız hakikatin var olduğunu, dünya ve toplumsal yaşamın bu hakikatlerin toplamını ifade ettiğini bugün çok daha iyi biliyoruz. Bu da bir dünya sistemi tanımlamasının benmerkezci yöntem ve anlayışlardan arındırılması gerektiğini ve tüm hakikatleri kapsayan, onları inkâr edip dışlamayan ve onlarla diyalektik bir etkileşim içinde merkez ve çevrelerin oluştuğunu ele alan bir yöntem ve anlayışı zorunlu kılmaktadır.

Sosyal bilimlerin gelişmesiyle toplumsal tarihi, sistemi ve evreni daha somut verilere dayalı inceleme ve model oluşturma imkânı doğmuştur. Sosyoloji, antropoloji, tarih, ekonomi ve siyaset bilim dalları ve belirlenmiş bilimsel yöntemle olguların gerçeğe yakın tanımlamasını yapmışlardır. Ancak sosyal bilimler üç açıdan sorunludur. Bir, bilimleri diyalektiksel evrimin mutlak doğrusu (doğması) haline getirmesi, iki, olay ve olguları en küçük parçalara bölerek mikro olanın tanımını yapması, ama makro gerçek ve diğer olay ve olgularla diyalektiksel bağını kurmamasıdır. Üçüncüsü ise, toplumsallığın metafizik-ahlak, düşünce hakikatlerinin de en az maddi olgular kadar gerçek olduğunu reddetmesi ve bunları gerçek dışı ilan etmesidir. Bu da benmerkezci tarih, toplum, sistem, evren tanımlarının kendilerini bilime dayandırarak sürmesine olanak tanımış. Kapitalist modernite bunun üzerinden benmerkezci sistemini inşa etmiştir. Hegemonyasını kuran kapitalist modernite, bilimsellikle kendi sistemini meşrulaştırarak, tekçi anlayışını dayatarak faşist milliyetçi savaşlar, soykırımlar gerçekleştirmiştir. Sosyal bilimler bu bağlamda iktidar yapıların parçası haline gelmiştir.

Toplumsal sorunların çözümü iddiasında olan her tez bir dünya sistem analizi yapmak, reddedilenle birlikte yeni inşa edilecek sistemi de analizinde ortaya koymak durumundadır. Gerek tarihsel benmerkezciler ve gerekse de bir bütün olarak sosyal bilimlerin (pozitivizmin) açmazı üzerinde şekillenen kapitalist modernite karşısında birçok filozof dünya sistemi analiz modelini geliştirmiştir. Bu çalışmada Andre Gunder Frank, Immanuel Wallerstein ve Öcalan’ın analiz modelleri üzerinde durmaya çalışacağız.

A.G. Frank, “Bizler çağdaş dünya sisteminin en azından 5000 yıllık bir tarihe sahip olduğunu iddia ediyoruz.”[1] demektedir. Bu yaklaşımla dünya sistemini daha bütünlüklü kavrama olanağı ve önerisi gelişmektedir. Frank, ben-merkezli sistem analizlerine karşı çıktığı gibi, “Avrupa benmerkezciliğine karşı daha insan merkezli bir meydan okuma”[2]tavrı içindedir. “İnsan merkezli” denilirken, herhangi bir ulusun, etnisitenin veya kimliğin ve iktidarın merkeze alınmaması olduğunu dile getirilmektedir. Bu nedenle, Mısır, Grek, veya Avrupa’nın kurduğu bir dünya sisteminin olmadığını; bunlar şahsında oluşanın, var olan dünya sistemi içinde çeşitli zamanlarda kendilerinden öncekilerin biriktirip geliştirdiği ekonomi, siyaset, zihinsel kapasiteleri kullanarak hegemonyaları kuran, dünya sistemi içindeki uygarlık merkezleri olarak ele almaktadır. Frank, Batı merkezli yaklaşımlara karşı, “Doğu ile bağlantı kurulmaksızın Batı’nın varlığından söz edilemeyeceği”[3] tezini savunmaktadır. Öcalan, Batı merkezli yaklaşımları “köksüzlük” ve çocuğun anasını inkâr etmesi”[4] olarak değerlendirmektedir. Frank’ın yaklaşımı da buna benzerdir. Dünya sisteminin “parçalar”dan oluştuğu ve bu parçaların geçmişte başka zaman ve mekânlarda oluşturulduğu kavrayışı ben-merkezci hegemon güçler tarafından kısırlaştırılmış zihinlerin açılmasında anahtar rolü oynar. Perdelenmiş, çarpıtılmış tarihsel hakikatleri ancak böylesi bütünlüklü bir bakış yöntemiyle görmek mümkün olacaktır.

Marksizm’in toplumsal yapıları köleci, feodal, kapitalist, sosyalist gibi birbirinden ayrı aşamalar şeklinde tanımlaması analize karşı çıkan Frank, bu biçimde bir sistem oluşumunun aslında hiç var olmadığını belirtmektedir. Toplumları, tarihsel materyalizmin üretim biçimlerine ve üretim araçlarına göre kategorilere ayırarak değil, G.Childe, F.Braudel gibi “topyekûn tarih anlayışı”nın kapsayıcılığında ele almak gerektiğini söyler. Bu, tüm sistem parçalarının aynı olduğu anlamında değil, tersine her dönemin kendine has özellikler taşıdığı, nicel ve nitel değişimler yaşadığı, ama bir önceki tarih sürecinin devamı olduğu anlamına gelmektedir. Frank, topluma ait her şeyin kümülatif bir birikimle oluştuğunu ve bu birikmenin onda nitel nicel değişimler yarattığını, dönemlerin birbirinden farkının da böyle oluştuğunu savunur. Bu nedenle kapitalist moderniteyi dünya sisteminden kopartıp bambaşka bir sistem olarak tanımlayan Wallerstein’e da karşı çıkmaktadır. Kapitalist modernitenin 5000 yıllık sistemin en son “birikim tarzı” olduğunu belirten Frank, “kanıtlar bize 5000 yıl önceki uzak bir geçmişte bile dünya sistemi çapında bir işbölümünün var olduğunu düşündürüyor. Bu iş bölümünün biçimin modern biçim ile özdeş olması zorunlu değil. Neden olsun?[5] diye sorarak, “modern işbölümü” ve “birikim tarzı”nın nitel-nicel değişimiylerle yeni bir dünya sisteminin oluşturmadığını, aynı sistemin devam ettiğini söylemektedir.

Sistemin devamını bir “determinizm” olarak ele alan Frank, ancak bunun “önceden belirlenmiş olmayan” bir determinizm olduğunu belirtmektedir. Buna göre, yaşam kaosu içinde özel planlar olmakla birlikte çoğu şey belirsizdir. Ve bu belirsizlikler planları büküp yönlendirmekte, hesaplanmamış sonuçlara yol açmaktadır. Frank söz konusu süreci şu benzetmeyle ifade etmektedir: “Sistemdeki tarihsel süreç ve aslında dünya sisteminin kendisi akan bir buzul gibi, çevreye hem uyum sağlayarak hem de onu değiştirerek kendi yolunu kendisi çizer.”[6]

Sistemlerin değişimi ile hegemonyaların değişimini birbirinden ayıran ve ayrı “şeyler” olarak ele alan Frank, 5000 yıllık süreç içinde birçok hegemonya çevriminin yaşandığını belirtir. Hegemonyayı, “Toplumsal artı birikimini siyasal örgütler ve bunları temsil eden sınıflar arasında zor yoluyla oluşturulmuş hiyerarşik örgütlenme”[7] olarak tanımlıyor. Bu bağlamda kapitalist moderniteyi de “süper hegemonya” olarak imparatorluk ve emperyalizmden daha esnek bir yapı biçiminde ifade etmektedir. Hegemonya çevrimleri Doğu’dan Batı’ya, Batı’dan Doğu’ya dönebilir ama süper hegemonya da 5000 yıllık süreçte sistem içi bir hegemonyadır. Frank’a göre, “Bu tek dünya sistemi süreci gelişir, ardından ’ilerleme’ barış, refah ile birlikte savaş, yıkım ve bunalım getirir; tüm dünya (sistemi) tarihinin özü budur.”[8] Dünya sistemine dair bu analiz sistemden çıkışın kapılarını kapatmakta ve bir çeşit kaderciliği barındırmaktadır.

Wallerstein dünya-sistemi modelinde kapitalizme bir sınır çizer. Kapitalist modernite öncesi çeşitli dönemlerde belli sistemler oluşmuşsa da bunları dünya-sistemi olarak kabul etmemektedir. Wallaerstein, bu nedenle 5000 yıllık dünya sistemi analizlerine katılmamaktadır. Frank’ın eleştirilerine verdiği yanıtta, “Frank makalesinde (1990) ‘dünya sistemi’ olarak adlandırdığı karşılıklı bağlantılardan oluşan ticaret ağının binlerce yıl boyunca gelişmesine ilişkin kanıtlar gösterir. Onun bu öykünün dünyada M.Ö. 8000’den M.S. 1500’e kadar yaşananların oldukça kabul edilebilir nitelikte bir ilk ve kısmi açıklaması olduğuna gerçekten inanıyorum”[9] demektedir. Wallerstein geliştirdiği dünya-sistemi analiz modeliyle Frank’ın analiz modeli arasındaki farkı ortaya koyarken kapitalist moderniteyi “biriciklik” mertebesine yükseltir. Dünya-sistemi modelini, “bir dünya olan” bir sistem olarak tanımlamaktadır. Bu anlamıyla Wallerstein kapitalist moderniteyi dünya üstü, dünyaya ait olmayan ayrı bir dünya gibi ele almaktadır. Bu tanım Hegel’in halkların-ulusların ilerleyerek mutlak tin (Geist) de özgürleşmesi biçimindeki yorumunu da aşan bir tanımı çağrıştırmaktadır. Şüphesiz sistem olarak kapitalist modernitenin bir özgüllüğü vardır. Ancak bu durum kapitalist moderniteyi “biricik” kılmaz. Kapitalist modernite kendisinden önceki merkez veya merkezlerden dünya sistemini devralmış ve o geleneği sürdürmektedir.

“Israrla belirtiyorum kapitalizmin ayırt edici özelliği sadece sermaye birikimi değil, kesintisiz sermaye birikimiydi.ilk olarak Avrupa’da 16. yüzyılda yaratıldı ve sonra tüm dünyayı kapsayacak şekilde yayıldı.”[10] Merkezi uygarlığı birbirinden kopuk olarak köleci, feodal ve kapitalist biçiminde kesintili tarzda ele almak böylesi bir sonucu doğuracaktır. Ancak Öcalan’ın “Pazar-kent-ticaret”[11] üçlüsü çevresinde çözümlediği gibi, merkezi uygarlık tarihi boyunca, sermaye el değiştirerek, ama kesintisiz bir biçimde süregelmiştir. Öcalan, kapitalist modernite için paradan para kazanma dışında “ekonominin temel ilişkilerinde herhangi bir keşfi, yeniliği söz konusu değildir. Meta ve değişimin de yaratıcı gücü değildir. Binlerce yıldan beri metalaşma, değişim sürüp gitmektedir.”[12] demektedir. Dolayısıyla “kesintisiz sermaye birikimi” kapitalizmi kendi başına dünyasistemi yapmaz. Kapitalist modernitenin sistem olarak niteliği ve özgüllüğü, onu ancak dünya sistemi içinde en kuşatıcı sistem haline getirebilir.

Wallerstein kapitalist modernitenin, “ayak merdiveninde daha hızlı koşmak için gitgide hızlanan deney faresi gibi sonunda tüm enerjisini tüketip çökeceğini belirtiyor. Bu çöküşün demokratik modernitenin sistem karşıtı unsurların mücadelesi sonucu değil de, kapitalist sistemin “sermaye üretmek amacıyla sermaye üretmek” işleyişi sonucu döngüsel ömrünü tüketip kaosa girerek gerçekleşeceğini savunmaktadır. Sistem karşıtı hareketlere ise, ancak kaos sürecinde rol vermekte. Ancak somut bir alternatif sistem önerisi geliştirmemiştir. Bir öneri olarak “saçma” ve “olumsuz” olan kapitalist sistemin krize girmesiyle “daha fazla hak ve pay talebiyle yüklenilmesi”, “daha fazla demokrasi ve açık karar alma mekanizmaları talep edilmesini,” dayanışmanın yükseltilmesini, kapitalizmin yıkılmasından korkulmamasını, devlet sistemine yatırım yapılıp güçlendirilmemesini, yıkılışından yararlanılması gerektiği biçiminde önerilerde bulunmaktadır. “Gelecek dünya düzeni, önceden söylemeye çalışmayıp ancak düşleyebileceğimiz biçimlerde azar azar kurulacaktır.”[13] diyen I.Wallerstein sistemin krizinden “demokratik”, “sosyalist” bir düzenin inşasının “belki” gerçekleşebileceğini dile getirmektir.

 

Öcalan’ın Merkezi Uygarlık Analiz Modeli

Öcalan’ın temel yaklaşımlarından biri, eleştirel yaklaşımını yüceltme ve yerme temelinde kullanmamasıdır. Teorik çerçevesini hakkaniyette uygun ve düzeltme ve alternatifi geliştirme temelinde eleştirmektedir. Frank ve Wallerstein’in geliştirdikleri dünya sistemi analizlerine de bu temelde yaklaşmaktadır.

Bu bağlamda Öcalan’ın dünya sistemi analizlerine yaklaşımı dört boyutta ortaya çıkmaktadır. Birinci boyut; dünya sistemi analizlerinde kendisine yakın bulduğu hususlardır. İkinci boyut; kusurlu ve yetersiz yönlerini kritik etmesidir. Üçüncü boyut; geliştirdiği demokratik, ekolojik ve cinsiyet özgürlükçü paradigma ekseninde özgül merkezi uygarlık analiziyle yeni bir model sunmasıdır. Dördüncü boyut; alternatif bir sistem geliştirmesidir.

Öcalan dünya sistemi analizlerinin merkez, çevre/yarı-çevre ve inişli çıkışlı karakteristik yapısına katılmaktadır. “Uygarlıklar hegemonyasız yürümez”[14] Tarih boyunca merkezi uygarlığın merkez konumundaki gücü hegemonik güç olmuştur. Sümer, Atina kent devletleri, Roma imparatorluğu ve günümüzde de ABD-AB bunun örneklerini oluşturmaktadır. Hegemonik güç karakteri gereği tek başına yaşayamayacağı için (toplumsuz kralın olamayacağı gibi), çevre/yarı-çevreyi oluşturmuştur. Çevre/yarı çevre merkezi uygarlık sistemin zayıf yapısal konumunu teşkil etmektedir. Zayıflıkları doğallığın sonucu değildir. Merkezi uygarlık ekonomik kâr, ucuz işgücü ve siyasal hâkimiyet alanı alarak kullandığı için zayıf bırakılmıştır. Merkezi uygarlık bu temelde çevre/yarı-çevreyi kendisine bağımlı hale getirmiştir. Bu temelde oluşturulan merkezi uygarlık, tarih boyunca inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Krizler yaşamış, coğrafi değişimlere uğramıştır. Egemen sınıflar arasında el değiştirmiştir.

Bu bağlamda Öcalan, Frank’ın geliştirdiği 5000 yıllık dünya sistemi analizini “En yaklaştığım model…”[15] olarak değerlendirmektedir. Ve şu hususun altını çiziyor: “Daha Frank’ın adını bile duymadığını ve analizini okumadığı dönemde, merkezi uygarlık sistemi modelini bağımsız olarak geliştirdiğini”[16] belirtiyor. Geliştirdiği yeni paradigmanın ilk eseri olan “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa” da çözümlemeleri görmek mümkündür. Söz konusu analizlerde Sümer devletli toplumdan itibaren merkezi uygarlık sisteminin adım adım nasıl geliştiğinin kapsamlı çözümlemeleri yapılmıştır. Daha sonraki analizlerinde de bu çözümlemeleri derinleştirerek kurumsal bir model oluşturmuştur. Merkezi uygarlık analiz modelinde Frank’ın analizini kendi modeline yakın bulmakla birlikte “Frank’ın dünya sistemi bile bana çok ciddi kusuru barındırıyor gibi geliyor”[17] diyerek, bu gerek Fran’ın gerekse de Wallerstein’in geliştirdiği modeller ile arasındaki mesafeyi de, aşağıda açımlandığı gibi göstermiştir.

Öcalan, Wallerstein’in dünya-sistem analizini iki yönden ele almaktadır. Birincisi, bu dünya-sistemi modelinin kapitalizmin çözümlemesi bakımından olumlu buluyor. İkincisi ise Wallerstein’in dünya-sistemi analizini “Avrupa merkezci” olarak değerlendirmesidir. Dünya-sistem analizini son 500 yıllık süreyle sınırlandığı için yetersiz bulmaktadır. Merkezi uygarlık dünya sistemi, 5000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. Kapitalist modernite bunun son 500 yılına tekabül etmektedir. Öcalan, Wallerstein için, “Tahlillerini 5000 yıllık süreye dayandırsaydı çok daha verimli olacağı açıktır”[18] diyor. Ayrıca I.Wallerstein’in geliştirdiği modelin kısmen de olsa kapitalist sistemden çıkışının ipuçlarını verdiği için, Frank’ın analiz modeline kıyasla daha avantajlı olduğunu belirtmektedir.

Her teorik modeli belirleyen esas aldığı yöntemdir. Öcalan’ın dünya sistemi analizlerine yönelttiği eleştirilerin temel çıkış noktası da yöntem konusu olmaktadır. Ve merkezi uygarlık analiz modeli de yönteminden hareketle özgüllük kazanmıştır. Frank ve Wallerstein’in geliştirdikleri modellerin farklılıkları olsa da yöntem açısından aynı parametleri esas almıştır. Yöntemsel referansları aynı verilerden kaynaklanmaktadır.

Dünya sistemi analizlerinin esas aldığı yöntem sonucu, söz konusu modeller tek boyutlu kalmışlardır. Bu durumun kaynağı ekonomik indirgemeciliktir. Bu düşünürler ekonomi merkezli, ekonomik birikim ve süreklilik eksenli dünya sistemi modelini geliştirmişlerdir. Bu nedenle merkezi uygarlık bütünlüklü olarak ideolojik, devlet-iktidar ve ekonomi boyutlarıyla çözümlenememiştir.

Şüphesiz, merkezi uygarlığın oluşumu ve gelişiminde egemen ekonominin rolü küçümsenemez. Öcalan merkezi uygarlığın sürekliliğinde sömürüye dayalı ekonomik birikimin rolünü ortaya koymaktadır. Hegemonyanın bir ayağı da bu tarz kesintisiz bir ekonomik sistemdir. Ancak Öcalan, analizinde gösterdiği gibi merkezi uygarlığı tek başına ekonomi belirleyemez. Sermaye birikimi, üretim araçlarının tekelleştirilmesi, metaların dolaşımı ve kâra dayalı ticaret merkezi uygarlığı meydana getiren boyutlardan sadece biridir. Bu boyut ne denli güçlü olursa olsun merkezi uygarlığın “kartopu” gibi büyüyüp çığ olmasında yetersiz kalacağı açıktır.

Frank ve Wallerstein egemen hukuk ve siyasal gücün dünya sistemi açısından önemini belirtmişlerdir. Fakat bu iki faktör ekonominin yansımaları biçiminde ele alınmıştır. Hegemon ekonominin yol açtığı gelişmeler sonucu üstyapıda ortaya çıkıp rol oynadıkları biçimindeki bir öncelikten hareket edilmiştir.

Öcalan, merkezi uygarlığı bütünlüklü bir yöntemsel tarzla ele almaktadır. Geliştirdiği modelde merkezi uygarlığı iç içe geçen üç boyutuyla analiz etmiştir. Birinci boyut; ideolojik hegemonya. İkinci boyut; ekonomik sömürgecilik ve birikim(tekel). Üçüncü boyut; devletiktidar. Bu boyutlar merkezi uygarlığın “mahşeri üç atlısı”dır.

Herhangi bir olgunun oluşumunda rol oynayan faktörleri belirlemek için söz konusu olgunun ilk oluş haline bakmak gerekir. Olgular varoluşlarını oluş hallerinde rol oynayan faktörlere borçludurlar. Oluş halindeki faktörler bir olguyu meydana getirdikleri gibi, süreklileşmesinde de rol oynarlar. Örneğin yaşamı karbon, hidrojen, oksijen ve nitrojen temelli kimyasalların varlığı ve karşılıklı etkileşimi ve bileşimi başlatmıştır. Yaşamın süreklileşmesinde halen bu faktörler rol oynamaktadır.

Merkezi uygarlık ilk oluşum faktörleriyle analiz edilmelidir ki, bütünlüklü anlaşılabilsin. Bu bağlamda Öcalan, merkezi uygarlığı tüm boyutlarıyla çözümlemek için ilk oluş evresindeki Sümer kent devletlerini referans olarak göstermektedir. Sümer kent devletini merkezi uygarlığın “kök hücresi” olarak tanımlayıp, “…tüm göstergeler rahibin karargâhı olarak tapınakların hem maddi üretimin, hem de manevi [ideolojik] yaratımın merkezi olduğunu kanıtlamaktadır. [Merkezi] uygarlık, devlet ve kent bu temelde oluşmuştur.”[19] demektedir.

Öcalan “önce ekonomi mi, ideoloji mi, devlet-iktidar mı ?” indirgemeciliğine düşmeden merkezi uygarlığın oluşumunu ve süreklileşmesini bu bütünlük içinde anlamanın yolunu göstermiştir. Merkezi uygarlık analiz modelinde ideolojik hegemonyayı ve devleti-iktidarı ekonomik altyapının üstyapıdaki basit yansımaları olmaktan çıkartmıştır. Özellikle ezilenler açısından ekonomik sömürü ve birikimle birlikte ideolojik 16 

hegemonyanın ve devlet-iktidarının egemenlerce nasıl iç içe kullandıklarının görülmesi için bu çözümleme hayati değerdedir. Bu anlamıyla çok önemli bir eksikliği gidermiştir. Öcalan dünya sistemi analizlerinin düştükleri ekonomik indirgemecilik nedeniyle ihmal ettikleri boyutları, merkezi uygarlık analiz modeliyle göstermiş ve giderilmesini sağlamıştır.

İdeolojik hegemonya merkezi uygarlığın tüm aşamalarında “benzin ve yağlama”[20] rolünü oynamıştır. İdeolojik aygıtlar-eğitim, hukuk v.b.merkezi uygarlığa hem meşruiyet kazandırmış hem de zihniyet ve kişilik şekillenmesinde biçimlendirici güç olmuştur. Tıpkı ekonomik tekel, sermaye birikimi gibi zihniyet, bilgi ve bilim alanlarında tekel kurulmuştur. İdeolojik hegemonyanın bu rolü en açık haliyle günümüzdeki merkezi uygarlığın temsilcisi olan kapitalist modernitenin eğitim, hukuk, basın-yayın, düşünce kuruluşları v.b. alanlardaki yapılanmalarında görmekteyiz.

Ekonomik sömürgecilik, birikim ve süreklilik, devlet-iktidar gücüyle sistemleşmiş ve işler hale gelmiştir. Sömürgelerin oluşturulması, pazar yollarının ve sermaye birikiminin korunması ve üretim araçlarının tekelleştirilmesi devlet-iktidar gücüyle gerçekleşmiştir. Öcalan, devletin-iktidarın bu rolünü şöyle tanımlamaktadır. “devleti dar anlamda artı-ürün-değer üzerine kurulu ekonomik tekel olarak tanımlamak daha açıklayıcıdır.(…) Devleti en kaba bir formülleştirmeye bağlarsak: Devlet = Artık-ürün+İdeolojik Araçlar+Zor Aygıtları+Yönetim Sanatları.”[21]

Bu noktada devletin-iktidarın rolü, merkezi uygarlığı ideolojik ve askeri aygıtlarıyla organize etmesi, merkezileştirmesi ve yeniden üretmesidir. Tarih boyunca devlet-iktidar egemenler arasında el değiştirerek bu temelde rol oynamıştır. Bu, merkezi uygarlığın sistemsel ifadesi olmuştur.

Öcalan bu iç içe geçen üç boyutuyla merkezi uygarlığı çözümlerken, dünya sistemi analizlerin içine düştükleri tek boyutluluğun bir başka yönüne de işaret etmektedir. Frank ve Wallerstein hegemon dünya sistemini tanımlarken ezilenlerin merkezi uygarlık karşısında konumlarına hak ettikleri kadar değinmemişlerdir. Dünya sisteminin merkez, çevre ve inişli çıkışlı bağlamları karşısında ezilenler çevrede edilgen bir konumda ele alınmaktadır. Bu husus dünya sisteminin varlığını da boşluğa düşürmektedir. Diyalektik işleyişin diğer yanı ihmal edilmiştir. Tek boyutluluğun diğer yönü budur. Oysa merkezi uygarlığın 5000 yıllık tarihinde birde iktidarcı merkezi uygarlık karşısında ezilenler sürekli bir mücadele ve direniş içinde varlıklarını korumuş ve sistemi zorlamıştır.

Öcalan, merkezi uygarlığı analiz ederken, ezilenlerin bu konumunu Demokratik Uygarlık ve diyalektik işleyişin diğer yanı temelinde ele almaktadır. Ezilenler çevre konumundayken pasif değildirler. Bir taraftan ahlâki, politik ve toplumsal değerlerini demokratik uygarlık olarak korumaya çalışırlarken, öte yandan da ciddi bir direniş içine girmişlerdir. Merkezi uygarlığın inişli-çıkışlı durumlarında iç rekabetlerin, hegemonya savaşlarının değil, demokratik uygarlıkta somutlaşan söz konusu direnişlerin rolü belirleyicidir. Demokratik Uygarlık bir sistem haline gelmemiş olabilir. Ancak varlığı yadsınamaz. Ve halen merkezi uygarlık karşısında ezilenler şahsında varlığını korumaktadır. Geleceği belirleyecek en aktif dinamiğe de sahiptir.

Dünya sistemi analiz modellerin demokratik uygarlığın varlığını ihmal etmiş olmaları merkezi uygarlık sisteminin alternatifini geliştirememelerine de yol açmıştır. Öcalan’ın geliştirdiği eleştirilerden biri de bu husustadır. Dünya sistemi analizleri için, “…en temel kusuru (…) , hegemonik iktidar sistemlerine bir kadermiş yaklaşılıyordu. Daha doğrusu, çıkış diyalektiksel olarak gösterilmiyordu”[22] demektedir.

Merkezi uygarlık analizi bağlamında Öcalan’ın geliştirdiği modelin en önemli ayaklarından biri, alternatif sistemin ahlaki, politik ve toplumsal alternatifini sunuyor oluşudur. Öcalan, Kapitalist Moderniteye karşı Demokratik Moderniteyi-Demokratik Konfederalizm’i geliştirmiştir. Günümüzde bu alternatif sistemin inşası için mücadele edilmektedir.

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

[1] Dünya sistemi A.Gunder Frank, Barry K.Gills s.41

[2]  A.g.e. s.41

[3] A.g.e. s.57

[4]  Sümer Rahip devletinden Demokratik Uygarlığa I.cilt A. Öcalan

[5]  Dünya sistemi s. 539

[6]  A.g.e s.117

[7] A.g.e. s. 209

[8] A.g.e. s. 550

[9] A.g.e. s. 530

[10] A.g.e. s. 529

[11] Demokratik Toplum Manifestosu II. cilt A.Öcalan

[12] A.g.e.

[13] Tarihsel Kapitalizm s. 581

[14] Özgürlük Sosyolojisi A.Öcalan

[15] Özgürlük Sosyolojisi A.Öcalan

[16] A.g.e.

[17] A.g.e.

[18] A.g.e.

[19] Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa I.cilt s. 231 A.Öcalan

[20] A.g.e. s. 35

[21] Demokratik Toplum Manifestosu II. Cilt A.Öcalan

[22] Özgürlük Sosyolojisi A.Öcalan

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.