Düşünce ve Kuram Dergisi

İdeoloji; Politika, Yaşam, Birey ve Toplum İlişkisi

Wenda Dursend

Düşünen, sorgulayan, merak eden ve anlamaya çalışan varlık olarak insan, kendisi ve yaşamla kurduğu ilişki temelinde, varoluşsal durumunun niteliğine, anlam vermeye çalışmıştır. Anlam verme, insanın yaşamdaki yerinin ve amacının ne olduğunu belirleme çabasıdır. İnsan yaptıklarını, düşündüklerini ve duygularını anlamlandırmak ister. Anlam arayışında mitoloji, din, felsefe ve son olarak bilim önemli yer tutmuştur. Mitoloji ile toplumlar çözemedikleri olayları idealize edilmiş öykülerle anlatmışlardır. Din daha çok insanın duygu yönüne seslenirken, felsefede ise, akıl öne çıkmıştır. Bilimle insan, gözlem ve deneye dayalı olarak anlamlandırmaya çalışmıştır. Üzerinde uzlaşılan ortak bir tanımı olmamakla birlikte siyasal ya da toplumsal öğreti oluşturan bir dünya görüşü ya da paradigma anlamındaki ideoloji, zaman ve mekanın tüm boyutlarıyla insanın evrendeki yaşamını anlamlandıran bir simgeler sistemidir. Bu bakımdan dünyanın, insan tarafından dile getiriliş biçimi olan ideolojiler, dünyanın-yaşamın anlamlandırılmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla insanın kendisiyle ve toplumla kurduğu ilişkiden tutalım bir bütün yaşamla ilişki kurmasına ve oradan hareket etme biçimine kadar, etkiler. Bu yönüyle ideoloji insana, evrendeki tutumunu sağlayacak zemini hazırlayarak, insan arayışçılığında nihai amaca ulaşmada, kişi ve kurumların davranışlarına yön verir. Bilimin yanlışlanabilir doğasına karşı mutlakçılığı, felsefenin sorgulamacılığına karşı eleştiriye kapalılığı, dinin aşkın olana iman etmesine karşılık, dünyevi konulara inanç noktasında bağlılığı, insana yanlış bilinç verdiği ve onu yanlış yönlendirdiği kaygısının olumsuzluğu, insanın ideolojiyle ilişkisini kritik kılmıştır. Modernite ve rasyonalitenin, insan aklına mutlak bir güven duyma yaklaşımı, akılla kurgulanan ideolojilerin ortaya çıkmasına, zemin oluşturmuştur. Aydınlanma sonrası yaşanan modernleşme süreci bir düzen arayışının ürünü olan, değişim ve meşruiyet arayışı olgularıyla tanımlanabilir. Değişim ve çatışma hali kriz olarak, ortaya çıkan modern düşünce ve yaşam tarzının yaşadığı meşruiyet krizi, geleneksel ve modern dünya görüşleri arasındaki ayrım, varlık ile bilginin ilişki tarzıdır.

Geleneksel insan, ontolojik düzene uygun bir bilgi anlayışını esas alırken, tarihin öznesi konumunda yükselen modern insanın, bilgi anlayışı dünyayla uyumunu yitirerek, kontrolden çıkmış bilgi ile gerçeklik arasındaki uyumun bozulması sonucu, dünya derin bir meşruiyet bunalımına girmiştir. Sonu gelmez savaşlar, devrim ve kavgalarla entelektüel krizin yol açtığı siyasi kriz, insanların bir arada yaşama imkanına dair umutları berhava etmiş olsa da, bugüne ve yarına dair umutlar, insanları özgür bir yaşamın arayışçılığında alıkoyamamıştır

Bilgi, düşünce sadece zihni ürünler olarak kalmamış, aynı zamanda insanlar arası ilişkilerde, kolektif eylemi açığa çıkaran, düşünceler sistematiği olan, ideoloji veya ütopya olarak, ortaya çıkarmıştır. İdeolojiler bu yönüyle salt bireysel bir dünya değil, aynı zamanda insanın içine doğduğu, kolektif bir zihniyet olarak, yaşamı oluşturur. Bir iktidar aracı haline gelen bilimin, istismarını önlemek ve yaşama salt rasyonel bilgiyi egemen kılmak yerine, toplumda düzen ve uyumu esas alan, toplumcu gerçeklik olarak, ideolojik ilkeler en temel meşruiyet bağlamında merkezi bir kavram olarak, önemini korumaktadır.

Kavramlar, söz konusu anlamlar dünyasının, düşüncesinin dayandığı yapının aynasıdır. Kavram ve ona atfettiği anlam bir kolektif gerçekliktir. Dolayısıyla kavramlardaki anlam ve değer değişikliği hem düşüncedeki hem de anlam sistemindeki değişikliğin göstergesidir. Siyaset bilimi siyasi toplulukta düzen ve uyumu esas alırken, siyaset sosyolojisi de, siyasi toplumdaki iktidar ilişkileri ve çatışma örüntülerini inceler. Bilgi sosyolojisi de bunun entelektüel silahı olan ideolojiyi kendisine temel inceleme konusu olarak, ele almıştır. Yani ideoloji meşruiyet bağlamında siyaset, bilgi ve toplum sosyolojilerini buluşturan, merkezi bir kavramdır. İdeolojiler insan hayatının belli bir kalıba göre düzenlendiği dışsal bilgi kaynakları niteliğindeki din, felsefe, bilim, sanat gibi sembol sistemlerden biridir. İdeolojiler siyasetin geleneksel toplumdan, görece ayrı bir dünya olarak, farklılaşmasından doğarlar. Özellikle modernite sürecinde insanlar arasında yönetim, iktidar ve tahakküm ilişkilerinin doğuşuyla ideolojiler siyasi yaşamda beliren bir anlam arayışına cevap olarak, ortaya çıkmıştır. İdeolojiler nihai bir amaç ve nitelik taşır. Siyaseti olayların olduğu gibi kadersel bir kabulünün veya üstten bir kontrolün aksine toplumun tüm tabakalarının bazı dünyevi amaçların gerçekleşmesinde az çok bilinçli bir katılım olarak, ortaya çıkmıştır.

 

Politika, Toplumsal Bir Olguyu Temsil Eder

Modern politika basit bir yöneten-yönetilenler ilişkisinin ötesinde aynı zamanda iktidar, muhalefet ilişkilerine ve bir ölçüde alternatif meşruiyete de aracılık eder. Bu bakımdan iktidar odaklı ideolojiler, daha çok yönetenler açısından, realiteyi ve dolayısıyla iktidarı sürdürmeye yarayan, düşünsel araçlar olarak, belirmektedir. Siyasetin toplumda içkin olduğu geleneksel dünyada dinler tarafından bütüncül bir meşrulaştırma söz konusuydu. Ancak dinin, politik bir iktidar aygıtı haline gelmesiyle oluşan meşruiyet krizi özerkleşen politik alanda, ideolojilerin doğuşuna yol açtı. Batıda politik alanın özerkleşmesi sürecinde kilisenin, politik bir iktidar aygıtı haline gelmesiyle ortaya çıkan, meşruiyet krizi özerkleşen politik anlayışta protestan ahlak gibi ideolojilerin doğuşuna yol açtı. Yaşanan meşruiyet krizine karşı ideolojiler, ihtiyaç duyulan kısmi meşrulaştırma işlevini üstlenmiştir. Ancak bütüncül bir meşrulaştırma ihtiyacını azaltmak yerine daha da arttırmışlardır. Modern politik ekonominin, doğasına içkin iktidar güdüsünün, ahlaki değerler alanında yarattığı yozlaşmanın etkisiyle yeni ve daha köklü meşruiyet krizlerine yol açmıştır. İdeolojik meşrulaştırmada kısa vadeli bir çözüm sağlasa da özneyi diriltme ve tarihin öznesi kılma iddiasının sonucu liberalizmin ahlaki değerler alanında yarattığı yozlaşmadan dolayı uzun vadede realiteyi sürdürmede, acze düşerek, tekrar meşruiyet krizine yol açmıştır. Modern dünyanın temel sorunu iktidar güdüsü, tahakküme ve devletçi ideolojiye dayalı politika anlayışıdır. Politikayı yeniden yapılandırarak, tanımlamak ve toplum odaklı içeriklere kavuşturarak, bütünsel olarak anlamlandırmaya ihtiyaç vardır. Siyaset anlayışı salt iktidarın kime ait olacağı üzerinden, yöneten, yönetilen ikileminde ele alan ile kararların kim tarafından nasıl alınacağı ideolojik yaklaşımla realiteye kavuşur. Zora dayalı bir yönetim anlayışı mı yoksa iknaya dayalı bir yönetim sanatı mı olacağını yine siyasetin bir iktidar aygıtına dayalı tahakkümü içereceğini mi yoksa toplumsal sorunların çözümünde yaratıcı bir yönetim sanatı mı olacağı çatışması sürecinde, çözümün ortaya çıkmasında, ideolojik bakış önemli olmaktadır. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın politika, toplumsal bir olguyu temsil etmektedir belirlemesi politikanın toplumun etik ve estetik değerlerini oluşturmak için toplumcu yönüyle yaratıcı sanat olarak, çözüm gücü olarak, ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan politika, devletçi ideolojiye dayalı kamu düzenini sağlamada zora dayalı ideolojik meşrulaştırma söz konusudur. Makyavelizmin siyasi liderin kurnaz, verdiği sözde durmak zorunda olmadığı günümüz siyasetinde, dün dündür, bugün bugündür anlayışı ile görülmektedir. Amaca giden yolda her şey mübahtır desturu çıkarlara dayalı ilişki anlayışı ile kirli politika realitesini meşrulaştırmaktadır. Uzlaştırma, mutabakata dayalı politika anlayışında ise, politikanın bir çatışma çözümü olarak ele alındığı anlaşmazlıkların diyalog ve müzakere süreciyle ikna ile çözüm esastır. Kamusal işler olarak politika kamusal organlar tarafından yürütülen sorumluluklarla kamu ve özel alan ayrımı üzerine kurulu siyaset anlayışı hakimdir. Liberalizm devletin sivil alana ve piyasaya müdahalesine karşı çıkarken, bireysel özgürlüğe dayalı bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler mottosu ile devleti sınırlarken bir yandan devleti idare eden, diğer yandan toplumda çatışan menfaatleri uzlaştırma bilimi olarak, ele alır. İktidar, hükmetme odaklı siyaset, iktidarın meşru biçimi olan devlet otoritesine dayanan, kolektif kararları alma ve uygulama ile politika alanını daraltmış olur. Birey ve toplum yaşamını etkileyen kolektif ilişki alanı olarak politika ilk insan toplumsallığından günümüze etkileşim, çözüm gücü, dönüştürücü niteliğiyle sürekliliği ve kapsayıcılığıyla toplumsal yapının ve gelişmelerinin oluşturucusudur. Yine Öcalan’ın dediği gibi politika toplumun özgürce yönetilerek gelişmesi ve bireyselleşmesinin gelişim sağlaması olarak, tanımlanabilir. Siyasal sistemi karakterize eden en önemli unsur, otoritenin niteliğidir. İdeoloji bu bakımdan, otoritenin rızasındaki belirleyiciliğiyle toplumsal meşruiyet sağlayarak, sorunsallık alanında çözüm gücü olarak, katılımcılıktaki rolü belirler. Politika günümüzde devlet ideolojisi odaklı olarak anlam kötüleşmesinden en fazla etkilenerek, daha çok devlet yönetimi ve işleri anlamında darlaştırılarak hakikatinden koparılmıştır. Yönetim olgusunu içermekle birlikte ona indirgenemez. Bu çerçevede politika belli bir grup insanın birlikte yaşamasından kaynaklanan işlerle ilgili karar vermesi olarak tanımlanmıştır. Öcalan’ın toplumun özgürlük alanı, gelişmenin anlam ve iradece türetildiği yaratım alanı olarak yorumlaması, politikanın öz gerçekliğine daha yakındır. İdeolojiler en önemli meşruiyet aracı olarak, işlev gösterirler. Öcalan, iktidar alanı politikanın inkar edildiği alan olduğunu, iktidar kavramıyla ilgili olarak devlet, hükümet, siyasi partiler, parlamento, seçim, otorite kavramlarının hepsi siyaset sosyolojisini devlet ve iktidar bilimi olarak kurgular. Toplumda siyasal iktidarın otorite ve baskısına gösterilen rıza ile otorite haline gelen siyasal iktidar meşruiyet kazanır. Bu anlamda devletçi ideolojik meşruiyet, otoriteye rıza gösterilerek, otoritenin ve iktidarın meşrulaşmasını sağlar. Oysa toplumu ve bireyi etkileyen politika, esasında toplumsallıkla ilgilidir. Öz yönetim ve öz güce dayalı politika anlayışı ile toplumun her bireyi toplumsal sorunların çözümünde, yaratıcı çoklu çözümlerle etkin ve yetkin olarak, yaşamda söz kurmasını, karar gücü olmasını ve eylem dilini oluşturmasında, belirleyici politik özneler olarak kurar. İdeolojik bakış, çözümün kaynağını toplum üstü bir yapılanma olarak, devlet rızasına dayalı otoritenin iktidarını mı yoksa örgütlü toplumun öz yönetimine mi dayalı geliştireceğini belirler.

İdeolojiler, kapsamlı fikir sistemleri olarak, kişi ve toplum davranışlarını belirleyerek, yaşamı şekillendirmektedir. Bakış açımızı ve buna bağlı olarak, algılarımızı etkileyen pek çok faktör olmakla birlikte ideoloji bunlardan en önemli olandır. Anlam arayışının bireysellik ve toplumsallık arasında nerede durduğu önemlidir. Bireycilikte, insanlarla olan ilişki yok sayılarak, birey atomize olur. Toplumsal anlam arayışında ise, birey ve toplum simbiyotik ilişki ile karşılıklı birbirini büyütmeyi ve özne olmayı kurar. Bu bakımdan ideolojiler gerek birey gerekse de toplum şekillenmesinde belirleyicidir. Uçlaştıran ve karşıtlaştıran birey toplum gerçekliği üzerinden, ideolojik sistemler, yaşamda krize neden olmaktadır. Sadece birey ya da toplum merkezli anlam arayışındaki ideolojilerle oluşturulan sistemler, birey ve yaşamını tek başına tamamlayamaz. Her insan birey olarak toplum içinde yaşadığı gibi her toplum da bireysel potansiyeli kolektif potansiyel olarak açığa çıkartarak, anlamına kavuşacaktır. Sosyal hayatın temelinde, birlikte yaşam bilinci vardır. Bu nedenle toplumda farklılık kadar bütünlük ve birlik de önemlidir. Toplum birçok farklı sosyal, sınıfsal, grup ve kültürel unsurları içinde barındıran bir varlık alanıdır. Toplumun haliyle insan birlikteliklerinde çeşitlilik ve farklılık mevcuttur. İdeolojiler, toplumda farklı anlayış ve bakışla birlikte değişme, bütünleşme ve çözülme bağlamında, toplumdaki farklılıklar, çeşitlilikler arasındaki ilişki, varlığını sürdürmede ve amaçlarını gerçekleştirmede kendiliğindenlik, toplum yapısını sürekli ve akışkan kılar. Hayattan farklı beklentilerimiz, toplumun birliğine zarar vermez ve tehdit oluşturmaz. Bunları yorum ve anlam gücüne kavuşturan da sahip olduğumuz ideolojik bakış belirler. Doğal farklılıklar olarak aynı olaya farklı pencerelerden bakmamızı, odaklanma ve yaklaşımımızı etkiler bu durum bazen dar bakış açılarıyla olaylara tek boyutta bakmamıza neden olarak tüm açılardan gören, geniş kapsayıcı analiz etmemizi engelleyebileceği gibi geniş perspektiften, farklılıkların çoğulculuğuna dayalı çözümü açığa çıkartabilmektedir. Siyasetin bir yönetim sanatı olması çatışmaların çözüm sürecinde ortaya çıkar. Toplumsal sorunların çözümünde ideolojik araçlarla bilgi yönetimi politikasını, eğitim-öğretim, sağlık, insan kaynakları, yönetim, ulusal, uluslararası, toplumsal katkı politikasını belirleyerek, yaşamını şekillendirir.

 

Anlam İnsan Yaşamının Özüdür

İdeoloji, insanın duyma, düşünme, harekete geçme biçimlerine kavramsal bir çerçeve sağlaması bakımından bir dünya görüşüdür. İdeoloji, insanı hem eyleme geçirir hem de bu eylemi anlamlandırır. Böylece ideolojik bir varlık olarak, insan sahip olduğu ideolojik perspektiften, anlamlılık kazanan eylemlerinden oluşan yaşamında, mutluluğu ya da mutsuzluğu yaşar. Birçok ideoloji vardır. Faşizm, liberalizm, Marksizm vb. yaşamı ve dünyayı kendilerine göre kurgularlar. Bu bakımdan tüm ideolojik tutumlar insana mutluluk getirmez. Liberalizmde bireycilik ve bencillik geliştirilerek, bireyi toplumundan soyutlayarak, azgınlaşmış bireyci mutlulukta bireyi tüketirken, toplumu tüketir. Biricikleştirilen acı ve mutluluk haliyle empati yoksunluğu birbirini anlamaktan uzak yalnızlığa mahkum kılar. Kapitalizmin tüm dünyayı bir pazar olarak üretim ve tüketim ilişkileri üzerinden okuyan ve her türlü değeri bir alım satım üzerinden, azami kar hırsıyla yine vahşi bir rekabeti esas alarak, tüm kaynakları sermayenin hizmetine sokar. Her şeyi metalaştırarak, fiyatı ölçüsünde değere kavuşturan, maddiyatçı bir bakış açısıyla yaşamı çoraklaştırmıştır. Eşitlikçi, paylaşımcı kolektif özgürlükle insanın onurlu yaşamını savunan sosyalist düşünce dünyaya sınıfsal açıdan bakarak, kendisi de yaşam düşünü bu sınıfsal mücadele sonucu gerçekleşeceği yönündedir. Yine aynı ideolojiyi benimseyenler arasında, gerçek veya düşünsel boyutta bir yakınlık, bir dayanışma doğar. Bu bakımdan ideolojiler bireyler arasında, harç görevi görür. Yaşamımıza veya olması gereken yaşama dair, nasıl yaşamak istediğimizi ya da kurmak istediğimiz yaşamı inşa etmek için kendimizde yarattığımız arayışçılığımızda eylemlerimizi haklı gösterir. Bu açıdan konuya bakıldığında, ideoloji bireyin toplumsal yaşamını meşrulaştırma görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Nereden başlamalı nasıl yapmalı soruları üzerinden toplumsal sistemler, ideolojik karakteriyle bireyin kendisi ve yaşamla olan ilişkisini belirler. Sorduğumuz sorulara vereceğimiz cevaplarımızı belirleyen, ideolojik doğrultularla yaşam rotası çizilir. İnsanlar sahip olduğu ideolojik gerçekliğin, doğasını tanıyarak, yaklaşım ve duyarlılık oluştururlar. Bizi biz yapan, ideolojilerdir. Kişiliğimizi yapılandırır. Yaşam ile ilişki kurma ve orada hareket etme biçimimizi belirler. Bireyin kendisi ve toplum hakikatiyle buluşma mücadelesinde farkındalık bilinciyle ne yaptığını, neden ve nasıl yaptığını bilerek, böylece yaşam çeşitliliği içinde birliği, karmaşıklık içinde tamamlayıcılığı ve farklılık içinde bütünlüğü yakalar. Bireyin moral ve motivasyonla irade ve bilincini oluşturur. Algılarımızı algılatan, hareket ettiğimiz gibi hareket etmemizi sağlayan odur. İdeoloji insanın kendisi ve yaşamıyla kurduğu ilişkide anlam temelinde yarattığı bilinç ile kendi anlam hakikatinde yaşamının sahibi olabilmesini sağlar. Anlam insan yaşamının özüdür. Yaşamın amacı, ruhu ve zihni olarak tanımlanabilir. İnsanın anlam ve değerler tutumunda hakikati yaratan güç olarak harç görevi görür. Birey yaşamında amaç ve gerçek olanı inşa etmesinde kişiliğini oluşturmasında yaşadığı zorlanmalar karşısında, iradi duruşu ile ayakta kalmasını sağlayan, sahip olduğu ideolojidir. İdeoloji, yaşamsal süreçte hayata bakışını, olayları, yaşayış biçimini, kişinin kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişki ve yaşama karşı geliştirdiği ideolojik yapıların oluşmasında, rol oynar. Kişinin kendisi ve çevresiyle kurduğu ilişki ile kendisini ifade ettiği ve davranışını oluşturan, sahip olduğu ideolojik formasyonla ilgilidir. Bilişsel boyutta neyi niçin yaptığımızı içeren, anlam kodları bireyin tutum ve davranışlarına ilişkin, beklentileri içerir. Değerler, tutum ve davranışlar düşünsel dünyamızın yönlendiricisi niteliğinde önemli unsurlardır. Buna göre ideoloji değerlerin, kültürün, birey ve toplum davranışlarının, algılama tarzlarının önemli yönlendirici parametreleridir.

Birey ve toplum yaşamında meydana gelen değişim ve dönüşüm, aslında yeni bir denge ve uyum arayışı ile tarihsel süreçte toplumlar sürekli değişmektedir. Birey ve toplum yaşam süreğenliğinde maddi-manevi ihtiyaçların karşılanmasında değişim ve dönüşümle gelişim gösterir. Her toplum iç ve dış etkilerle değişim gösterir. Değişim yeni bir anlayışın benimsenmesi ya da değişimiyle hayat tarzının buna göre yeniden düzenlenmesini gerektirir. İdeolojinin, bireyin toplumsal yaşamını meşrulaştırma görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Bu meşrulaştırma sayesinde insan ve toplum realitesini ayakta tutmuştur. Birey olarak toplum içinde edindiğimiz bizi biz yapan çoklu kimliklerin, toplam krizinde yaşamı yeniden tanımlamaya çalışırken, yaşadığımız zorlanmalar karşısında güçlenerek, çıkabilmek, araca sahip olunan, ideoloji ile ilgilidir. Toplumsal sistem içinde ortak ideolojik paylaşımlar, toplumu birbirine yakınlaştırarak, özsel gerçekleşmesini sağlar. Bunu da sağlayan ideolojilerdir.

Sonuç olarak 19. Yüzyılda yaşanan, keskin sınıf mücadelesinin, ortadan kalktığı düşüncesi ile 1960’larda D. Bell tarafından, “sınıfın sonu”, 1989’da soğuk savaş sonrası ise siyaset bilimci Fukuyama, “ideolojilerin sonu veya tarihin sonu” tartışmaları ile kapitalist dünya ile sosyalist dünya arasındaki ideolojik çatışmanın, dünyanın liberal demokrasiyle kapitalist dünyanın zaferiyle nihai son olduğu belirlemesinde bulunmuştu. 21. Yüzyıl gerçekliğinde insanın anlam arayışında ideolojilerin sonu düşüncesinin aksine günümüzde halen alternatif ideolojiler ışığında politika, birey, toplum ve bir bütün olarak yaşamda yol gösterici olarak etkisini devam ettirmektedir. Verili yaşamın, verili kimlikleri üzerinden, sistemin biçtiği rol ve misyon ile yaşama dahiliyetlerimizi hegemonik ideolojik kodların, altın kuralı olarak, tek seçenekli kölelik sınırlarında yaşam hakkı verilirken bu sınırları aşarak yaşanacak bir yaşamı ancak özgür irade ve öz bilinç temelindeki alternatif ideolojik tercihlerimizle yeniden inşa edebiliriz.

 

 

 

Kaynak:
Abdullah Öcalan; Kürdistan Devrim Manifestosu-Demokratik Uygarlık Çözümü IV
Prof. Dr. Önal Sayın;İdeoloji
Ali Rıza Saklı; İnsana ve Topluma Etkisi Bakımından İdeolojiyi Anlamak

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.