Düşünce ve Kuram Dergisi

İncir Yaprağı Düştü ve Kral Çıplak

H. Yekta Eren

Günümüzde liberalizm denildiğinde, burjuva demokrasisinin ekonomik, siyasal ve toplumsal olarak işlediği devlet ve siyasal yapılanmalar anlaşılmaktadır. İçeriği toplumdan topluma, devletten devlete farklılıklar gösterir. Esnek yapısından dolayı, kendisini her döneme uyarlama yeteneği göstermiş olan liberalizm en son neoliberalizm olarak sistemi krizden kurtarmak istemektedir. Karşımızda öyle sabit, değişmeyen fikirler bütünü yoktur. Bu yüzden yanılmamak gerekir. Her renge bürünen bukalemun gibidir. Tek bir rengini aramak, insanı yanıltıcı kılabilir. Neoliberalizm ile mevcut krizi aşmaya çalışan kapitalist modernite güçleri yarattıkları birey portresi ile aslında tarihin en silik, sanal ağlarda yaşamın realitesinden kopuk, kendi dışında gelişen doğa ve toplum kırımına gözü kapalı, sadece “neden çorbam sulu, neden incim küçük” diye refleks gösteren bireyi yaratmışlardır. Çağımızın en önemli sosyal bilimcilerinden olan Ali Fırat bu konuda en derin analizleri yaparak tüm çıplaklığıyla Avrupa merkezli sosyal bilimin yarattığı zihniyet kırımını gözler önüne sermektedir. Bu düşünceler ışığında liberalizmi yeni dönemde gelişen neoliberalizm ve onun yaratmak istediği bireyi ele almaya, değerlendirmeye çalışacağız. Ali Fırat savunmalarında liberalizm için “Liberalizm oldukça eklettik, her kalıba giren, aldatıcı, riski yüksek bir yandan en katı dinsel dogmalardan daha dogmatik, en soyut felsefelerden daha saçma spekülatif bir düşüncedir. Liberalizm burjuva orta sınıfın resmi ideoloji olarak tam bir eklektizm ile her fikirden yaralanıp, yamalı bohça misali sistemler yaratmakta oldukça pratiktir. Böylelikle, görünüşte her modelin doğru yanlarına sahip çıkmış gibi kendisini sistemleştirir. Özünde tüm modellerin en kusurlu yanlarını, bazı doğrularla karıştırarak, eklektizmin en tehlikeli bir biçimini sürekli inceleme modeli olarak topluma sunar. Resmi anlayış olarak toplumun, kolektif hafızasını sömürgeleştirip işgal eder. İdeolojik hegemonyasını kesinleştirir” demektedir.

Bilindiği üzere kapitalist modernite, Avrupa merkezli çıkmış ve gelişmiştir. Onun felsefesini ve ideolojisini oluşturan, liberalizm de Avrupa merkezlidir. Bu yüzden Avrupa merkezli sosyal bilimi anlamak liberalizmi anlamaktır. Ali Fırat bu gerçekliği savunmalarında şöyle ifade etmiştir: “Gerçekten Avrupa merkezli sosyal bilim egemenlik kokmaktadır. Ya egemen kılar ya da egemenlik altına alır. Halbuki bize gerekli olan demokratik özne olmak ve adilce paylaşmaktır. Avrupa sosyal bilimi özünde liberalizmdir, bir ideolojidir.” Özcesi; toplumsal gerçeklik, Avrupa merkezli sosyal bilimin izah ettiği gibi değildir. Hakikate daha yakın yorumlar mümkündür. Toplum anlatılmak istenenden farklı oluşmaktadır. Sosyal bilim adına sunulan ve tartışmasız doğrular diye kabul ettirilen pek çok kategorik değerlendirme propaganda ağırlıklıdır. Gerçeği perdelemeyi amaçlamaktadır. Bilimsel sosyalizm adına sunulanlar dahil birçok sosyal bilgi ekolü liberalizmin ağır etkisindedir.

Birey toplum ikilemi sosyal bilimlerin en temel araştırma inceleme konusudur. Bu ikilemlerden her birinin rolü nedir, öncelik hangisine verilmelidir, nasıl bir ilişki içerisindedir vb. sorulara cevaplar oluşturulur. Avrupa merkezli sosyal bilimlerin liberalizmin derin etkisinde olduğunu ve liberalizmde burjuva orta sınıfın ideolojisi olduğunu biliyoruz. Bu yüzden bu sorulara verilen cevapların da bu sınıfın bakış açısını ve çıkarlarını yansıttığını unutmamak gerekir. Şimdi liberalizmin birey ve toplum olgularını ele alışına bir bakalım. Liberalizm bireyi temel alan bir felsefedir. Birey özgürlüğü ve bireysellik her şeyin üzerinde tutulması gereken kutsallıklar olarak ifade edilirler. Bireyin toplumdan önce var olduğunu dolayısıyla birey haklarının da toplum haklarından önce gelmesi gerektiğini savunurlar. Toplum birey ilişkisini bu ikilemi simbiyotik, birbirini geliştiren bir ilişki olarak değil de birbirine karşıt birbirini yadsıyan, daraltan ve bastıran bir ilişki olarak değerlendirirler.

Liberalizm birinci doğa ve ikinci doğayı aynılaştırarak, ikinci doğada yaşanan çok sınırlı vahşi diyebileceğimiz örnekleri kendine vesile yapar. İnsanın insanın kurdu olduğu, bir toplum tasviri geliştirilir. İnsan doğasında faydacılık, çıkarcılık ve bencilliğin olduğunu, güçlü olanın ayakta kalacağını, zayıf olanların da yok olacağını ileri sürer. Bu bakış açısı toplum açısından sürekli savaş hali demektir. Toplumu ve onu ayakta tutan ahlak, felsefe, mitoloji, din ve her türlü ölçü kural ve kurumları birey özgürlüğünün önündeki engeller olarak yorumlarlar. Birey özgürlüğünün bunların aşılmasıyla olacağını öne sürerler. Bu konuda özellikle Darwin’in evrim kuramından ve Freud’un psikoanaliz çözümlemelerinden yararlanmışlardır. İnsanın güdülerinden oluşan maddi bir varlığa indirgemişlerdir. Bir örnek olması açısından; Hobbes’un “Leviathan” adlı eserinden bir alıntı yapalım: “Vahşi doğada rekabet halindeki şehvetleriyle, birbirine saldıran sansarlar ve tilkiler yasalarla kafeslenmeli, cezalarla uyarılmalı, tehditlerle caydırılmalı, kurallarla dizginlenmeli ve ödüllerle yumuşatılmalıdır.” Görüldüğü gibi liberaller, insanları hayvan ve siyaseti de hayvan bakıcılığı olarak algılamışlardır. Sanki toplumu bir hayvanat bahçesi insanları da kafeslere kapatılmış hayvanlar gibi düşünmüşlerdir. Özgürlük yorumları da oldukça çarpıktır. Özgürlüğü şöyle ifade etmişlerdir “özgürlük, bireyin eylemleri üzerinden dış sınırlamaların olmayışıdır. Bağımsızlık ve tek başına olmak bireyin doğal durumudur. Ve insanlar tanımı gereği özerk, özgür ve ayrı faillerdir. Özgürlük başkalarına zarar vermeden her istediğini yapabilmektedir.” Hakikatin bu yanılgılı yansıtmalarına karşın Ali Fırat kendini bu sosyal bilim gerçekliğinden kurtararak, hakikate daha yakın yorumlar geliştirmiştir. “Bir Halkı Savunmak” adlı eserinde Ali Fırat, birey-toplum ilişkisini şöyle yorumlamaktadır: “Toplumsallık insan türünün varlık koşuludur. Kendinden önceki primat türünden kopup, insanlaşmasının toplumsallaşma düzeyiyle at başıyla gittiği sosyal bilimin en yakıcı bir gerçeğidir. Yalnız birey ve toplum halindeki yaşam birbirinden ne kadar soyutlanırsa soyutlansın teorik olarak ispatlanamaz bir olgudur. Yalnız birey yoktur. Toplumu yakılmış birey olabilir ama en azından bu birey bile yıkılmış toplumunun anılarıyla birlikte ayaktadır. O anılarla yeni toplumsallaşması da anlıktır.” İnsan türünün güç kazanması tamamen toplumsal düzeyiyle kurduğu ilişkiye bağlıdır. Bireyi zayıf kılmanın, köleleştirmenin en vahşi tarzı ona dayatılan yalnızlık düzeyidir, yaşadığı tecrittir.

Bireyin özgürlüğü noktasında da asıl amaç;  sistemin kabul edeceği insanı yaratma çabasıdır. Bireyi sürüden kopmuş koyun misali parçalamaya başlama özgürlüğü, liberalizmin birey özgürlüğünü en iyi anlatan benzetme olabilir. Bireyi toplumsal bağlarından tümüyle kopararak yalnızlaştırmak bir insanı en güçsüz duruma düşürür. Liberalizmin birey özgürlüğü, bireyin toplumsallığını tüketerek bireycileştirmesidir. Çünkü bireycileştirilmiş birey,  kapitalizmin en rahat kullanacağı kişiliktir. Liberalizmin özgürlük adına toplumdan kopardığı birey bu yanılsamayla tüketim çarkının mükemmel dişlisidir, artık.Ali Fırat, liberallerin bu sahtekarlıklarını da bakın nasıl değerlendirmektedir: “Kelime anlamı özgürlükçülük olan liberalizm, sıkı göreceliği olan bir kavramdır. Birine veya bir gruba özgürlük olan, karşıtına kölelik olarak yansımıştır. Resmi anlamıyla liberalizm tüm ulus devlet sınıfları için özgürlük iken modern kullar olan vatandaşlar için işsizlik, ücretsiz çalışma, yoksulluk, açlık, eşitsizlik, özgürlüksüzlük ve demokrasi yoksunluğu demektir. Liberalizmin mutlak anlamda özgürlükçülük olmadığını iyi görmek gerekir. Diğer değişle ekonomik ve iktidar tekelleri için azami özgürlüklü olan tüm ötekiler için her soydan köleliktir.” Bireycilik neoliberal gelenekte önemli bir yer tutar.

Başlıca iki türde anlamı bünyesinde barındırır. Bunlardan ilki toplumun, toplumsal düzenin ve toplumsal yapıların ancak bunların kurucu unsuru veya temel birimleri olan bireylerden, onların davranışları doğrultusunda açıklanabileceğini savunur. Başka bir anlatımla, liberalizmin bireyciliği onun toplumsal olanın varlığını reddettiği anlamına gelmez; yalnızca toplumsal gerçeğin bireysel elementleriyle açıklanabileceğini söyler. İkinci olarak, liberalizm ahlaki veya normatif anlamda da bireycidir. Normatif bireycilik her bir bireyin ayrı bir değer olduğunun kabul edilmesini ifade eder. Her bir birey kendisi için yaşamı neyin değerli kıldığına ancak kendisi karar verebilir. Bu çerçevede, bir soyutlama olarak toplumun onu oluşturan bireylerinkinden ayrı bir varlığı, iradesi ve amaçları yoktur. Bireylere bağımsız bir değer olarak saygı göstermek gereği onların her birinin ahlaki bir statüye sahip olmalarından kaynaklanır. Ahlaki bir değer olarak bireycilik, bireysel insanların kendi potansiyellerini geliştirebilecekleri ve değerlerini belirleyip gerçekleştirebilecekleri bir alanın varlığına gereksinim gösterir. Kendini geliştirme ancak bireysel olarak başarılabilir.

 

Liberalizmde Özgür Toplum

Özgürlük bireysel bir durumu belirtir, özgürlüğün öznesi herhangi bir toplu varlık biçimi (toplum, ulus, grup, cemaat vs.) değil, yalnızca ve her zaman birey olarak insandır. Dolayısıyla, liberallerin “özgür toplum” sözüyle belirttikleri, genellikle, özgür bireylerden oluşan ve özgürlüğü güvenceleyen kurumlarla donatılmış olan bir toplumdur. Liberal kuramda özgürlük esas olarak politik bir değerdir. Politik anlamda özgürlük siyasi baskıdan korunmuşluk durumunu belirtir.

Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız belirlemeler ile birey özgürlüğü temelinde gelişen güçlü insan portresi neoliberalizmin ana propaganda aracı olmaktadır. Bu eksende özünde insanın kendi farkına vardığı, bireyin anlamsallığına ulaştığı toplumsal hakikatten kopan birey köleliğin prangalarından kopmuş özgür birey olarak tanımlanmaktadır, toplumsallıktan uzaklaştıkça bireyin özgürleşeceği ve böylece güç haline geleceğini her fırsatta dile getirmektedir. Bundan ötürü neoliberalizmde birey merkezdir. Türlerin gelişiminde insan önceliklidir, toplumdan önce vardır ve önce gelir. Toplum daha sonra gelişir. Dolayısıyla toplum hakları da birey haklarından sonra gelir diye düşünülür. Bu anlamda geliştirilmiş bireyin sahip olduğu ideoloji bireyci ideolojidir. Birey toplumsal karmaşalarda devlet tarafından korunmalıdır. Birey toplumdan koparılıp hukukla devlete bağlanılır. Böylece devletin sömürüsüne, köleliğine, bağlılığına yol açılır. Ali Fırat “birey ve toplum birbirinden koparılamaz” diyor. Özgürlükten ve toplumsallıktan kopan birey en güçsüz bireydir. Güçlü birey portresi altında aslında bireyler, bireyi birey yapan toplumsallıktan koparılarak özünden boşalmış, kendi gerçekliğine ters düşmüş, teneke yürekli,  at gözlüklü tarihin en güçsüz, silik, etki ve tesir düzeyini yitirmiş bir kişiliğine büründürülmektedir. Neoliberalizmin temel amacı, sistemi kabul edecek bireyleri yaratmaktır. Liberalizmin birey özgürlüğü, bireyin toplumsallığını tüketerek bireycileştirilmesidir. Bireycileşmiş birey, kapitalizmin en rahat kullanacağı bireydir. Bu birey tiplemesi toplumsallıktan büyük bir kopuşu yaşayarak bütün toplumsal normları reddeder, esas olan kendisini var kılma çabasına girer ve anı yaşar. Bireyi geçmiş ve gelecek diyalektiğinden kopararak anın barbarca tüketicisi haline getirir. Yaratılan bu birey için her şey tüketim ürünü ve tüketim malzemesidir, maddi uygarlığın yarattığı ürünleri tüketmekten öte zamanı, zamanla beraber insanı insan yapan duyguların tüketimini,  görmekteyiz. Böylece yaşam bütün heyecanını yitirir, bu birey için yaşamın anlamı tükettikleri ile sınırlıdır. Düşünmesine gerek yoktur ne de olsa yerine başkaları düşünür.

 

Liberalizmin Bilimi Sunduğu Kutsal Birey

Bilim onun için güçtür,  bilmenin tek amacı kariyer ve hırstır. Kariyer hırsı ile maddi dünyanın imkanlarından daha fazla faydalanmak amaçlanır. En iyi araba, ev, telefon vb. nihai yaşam amacıdır. Bu yaratılan birey, kapitalist modernitenin en sadık müşterisi haline getirilmiştir. Artık sadece bir müşteriden ibarettir. Bu müşterilerin davranışı, genellikle milim milim ilerleyen trafikte,  sürünen insanların süper hızlı spor arabalar satın almasına ya da çölde yolculuk etmek için tasarlanan korkunç SUV makinelerinin çocukları okula götürüp getirmek için kullanılmasına benzer. Onlar için güç satın alabileceğimiz bir şeydir. Tüm bu insanlar güç tüketicileridirler. Örneğin, Marx’ın “katı olan ne varsa buharlaşıyor” deyişi Kapital’in ilk cildinin son sayfalarında meta fetişizminin epeyce farklı bir analiziyle dengelenmiştir. Marx’a göre, sıradan şeyler, bir tür kişisel müzede bulunan insan anlamlarıyla büyülü bir şekilde donatılmıştı ve tüketici koleksiyonuna hep daha fazlasını ekliyordu; tüketici hazinelerini istif ediyordu, amacı biriktirmekti. Kendinden bunca yatırım yaptığı bu fetişlerden vazgeçmek tüketicinin isteyebileceği son şeydi. Bunalımlı, küfürle özdeş, yalanın amaç haline getirildiği, metaya ölümüne bağımlı kılınan bu yaşam tarzı ile yaşam intiharın eşiğine gelmiştir. Tüm bu gerçeklikleri görmek farkına varmak insanı insanın kurdu haline getirildiği, insana dair var olan her şeyin yok edildiği, insanın insansızlaştırıldığı,  neoliberal çağda,  insan olma savaşımının abecesi olacaktır. Ki buna dair Amerikalı yazar Henry Miller “Görmemek için gözümüzü kapattığımız her şey; kaçındığımız, inkâr ettiğimiz, önemini azalttığımız ve küçümseyip aşağıladığımız bütün işler, eninde sonunda bizi hezimete götürür. İğrenç, zararlı ve acı verirmiş gibi görünen bütün şeylerle açık fikirle yüzleştiğimiz takdirde iyilik, güzellik, mutluluk ve kudretin kaynağı olabilirler.” diyerek öncelikle gözlerimizi bütünüyle açmamız ve hakikat ile yüzleşmemiz gerektiğinin önemine dikkat çekmiştir.

 

Sonuç Olarak;

Ali Fırat’ın geliştirdiği teorik, felsefi ve ideolojik çalışmalar neticesinde, genelde tüm özgürlük ve eşitlik hareketleri, özelde ise Kürt Özgürlük Hareketi,  mücadele tarihleri içinde ilk defa bu düzeyde,  egemen sistemlerin felsefi, ideolojik ve yaşamsal etkilerinin dışında bir düzey yakalamışlardır. Bu hakikate ulaşmak özünde önemli bir düzeyin yakalanması anlamına gelmektedir. Sistem karşıtı hareketler tarihlerinde ilk defa, egemen sistemlerin mezhebi olmama imkanlarını daha güçlü yakalamışlardır. Bu aynı zamanda ideolojik mücadele de bütün dönemlerin en radikal tarzının yürütülmesi gerektiği anlamına da gelmektedir. Ali Fırat, “Demokratik Uygarlık Manifestosu” adlı eserinin, “Ortadoğu savunması” adlı 4. Cildinde bu konuda şunları belirmiştir:

“Liberalizmin ideolojisi saldırısı karşısında nasıl yaşamalı ve nereden başlamalı soruları aciliyet kazanır. Nasıl yaşamalı ne yapmalı ve nereden başlamalı sorularına verilecek ilk ortak cevap, sistem içinden ve sisteme karşıtlık temelinde başlamalıdır. Fakat sistemin içinden sisteme karşıtlık eski bilgeler düzeyinde her an ölüm pahasına hakikat savaşçılığını gerektirir. Nasıl yaşamalı, nereden başlamalı ile iç içe olarak, modernitenin bir zırh gibi giydirdiği deli gömleğini çıkarır gibi nefret ederek bu yaşamdan vazgeçeceksin. Gerektiğinde her an kusarak içindeki bu yaşamdan mideni, beynini ve bedenini arındıracaksın. Sana dünya güzeli gibi kendini sunsa bile içini kusarak yanıt vereceksin. Ne yapmalı sorusuna diğer iki soruyla iç içe olarak, sisteme karşı hep eylemlilik biçiminde bir yanıtla karşılık vereceksin. Ne yapmalının cevabı, bilinçli örgütlü pratiktir.

Kapitalist modernitenin sırttaki, lanetli elbise gibi duran fikri, zikri ve eylemi ayrı anlayışını mutlaka terk etmek, aşmak gerekir. Fikir, zikir, eylem aslında birbirinden ayrılmaz, hakikatin hep sırtta tutulması, bütünlük içinde giyilmesi ve yaşanması gereken nişaneleridir. Üçünü bir arada, nasıl yaşamalı da ne yapmalı da ve nereden başlamalı da temsil edemeyen, hakikat savaşına çıkmamalıdır. Gerçek bütündür. Hakikat, ifade edilen bütünsel gerçektir.” Kapitalist modernitenin aslında gücü ne parasından, ne silahından kaynaklanmaktadır. Sonuncu ve en güçlüsü sosyalist ütopyada dahil tüm ütopyaları her renge büründüren en değme sihirbaza taş çıkaran kendi liberalizminde boğması asıl gücünü oluşturmaktadır. Şimdi incir yaprağı düştü ve kral çıplak. Bizlere düşen ise geçmiş ve gelecek diyalektiği ile an’ı dolu doluya özgürce komünal yaşamak, yaşamı böylece anlamlı kılmaktır. Kapitalist modernitenin, onun ideolojisi olan neoliberalizmin yarattığı insanın insanın kurdu haline getirildiği bireyciliğe karşı, yaşamın her anında toplumsallığı savunmaktır. Toplumsallıkta ısrar insan olmakta ısrardır..!

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.