Düşünce ve Kuram Dergisi

Kadın Devrimi ve Çağımıza Kazandırdıkları

Çiğdem Doğu

Devrim, içerdiği yöntemler nasıl olursa olsun, mahiyeti itibariyle yeni bir yaşama, yeni bir zamana işaret eder. “Devrim” denildi mi her şeyde bir yenilenme ifade edilmek istenir. Bir sürecin tamamlanıp yeni bir sürecin başlaması anlatılır. Tabii ki devrimlerin stratejileri, taktikleri, programları vardır, getirmek istediği yenilikleri kapsayan ve ortaya koyan. Bu stratejiler, taktikler ve programlar farklılıklar arz etse de; hepsindeki ortak anlam yeniliktir.

Devrim kavramı, genel anlamda ezilenlerin bir eylemi, özgürlük ve eşitlik eylemi olarak kullanılmıştır. Hâkim ve egemen güçlere karşı toplumun, yoksulların, emekçilerin, ezilen farklılıkların bir karşı koyuş, isyan ve alternatif arayışı olarak gelişir. Çağımızda kapitalist-emperyalist sistem liberal ideolojisiyle devrim kavramının da içeriğini boşaltıp kendi sistemine eklemlemeye çalışmaktadır; ancak öz itibariyle ezilenlerin mücadelesine ait bir kavramdır. Devrimin esas karakteri toplumsaldır, tarihseldir, egemenliğe, zulme, sömürüye karşıttır; özgürlüğe, adalete, eşitliğe doğru arayıştır. Çıkış noktası her zaman böyle olmuştur.

İlk devrim, insanı insan yapan toplumsallık devrimidir -ki bu devrimin rengi, kadın rengindedir, kadın karakterindedir. İlk oluşum karakteri her zaman hakiki karakteri ifade eder. Devrim kavramının doğuşu, ilk oluşumu açısından da baktığımızda, hakikatindeki kadın özünü ve rengini görürüz. Tanrıça kültünün kutsallığı da zaten bunu anlatır. Her ne kadar erkek egemenlikli tarih çeşitli zulüm biçimleriyle hafızadan bunu silmeye çalışmış olsa da, oluşum karakteri kaybolmuyor, yok olmuyor. Bu nedenle tarih boyunca gelişen isyanlar, devrimci mücadeleler, hep ilk devrimin, neolitik zamanın, toplumsallığın esası olan paylaşımcılığı, eşitlikçiliği, özgürlüğü, doğal yaşamı, doğaya saygıyı talep etmiştir; yenilik argümanı olarak işleyip bu uğurda mücadele etmiş ve büyük bedel ödemişlerdir. Aslına bakarsak, kadın eksenli doğal yaşamın, toplumsal devrimin özgürlük hafızasında bıraktığı izlerin, tarihten günümüze kadar devrim mücadelesi olarak yansımasından, devam arzusundan başka bir şey değildir. Çünkü insana ve topluma layık olan budur.

Şimdi bu genel bir doğru olarak böyle iken, neolitik yaşamın alanını daraltan ve kendini hâkim, hegemon güç haline getiren erkek egemenlikli sistem ve onun devletçi-iktidarcı uygarlığı, zihniyette, ilişkilerde ve yaşamın kurumsal yapılanmasında çok ciddi sapmalara, değişimlere yol açtı. Erkek egemenliği toplumsal özden bir sapma iken, ortaya koyduğu yaşam ve ilişki gerçekliği de tamamen bir sapmayı ifade etti. Böylelikle yaşamda yalan, kurnazlık, sömürü, zengin-fakir çelişkisi, kadın-erkek çelişkisi, tecavüz, tekelcilikten kaynaklı savaşlar, işkence gibi bireyi ve toplumu ahlaktan, vicdandan, toplumun tanrıça kültüründen uzaklaştıran, kopartan olumsuzluklar hâkim olmaya başladı. Kadın devrimi olan neolitik devrim bir toplumsal devrim ise, erkek damgalı olan iktidarcı-devletçi uygarlık tam bir karşı devrimdir, anti toplumsaldır. Tarih boyunca da çatışan hep bu iki temel olgu olmuştur. Toplumsallık ile iktidarcılık çatışmıştır.

Neolitiğin binlerce yıllık kültürünün yarattığı hafıza, özgürlük hafızasıdır. Bir kez daha belirtirsek kadın eksenlidir, merkezlidir. Bu nedenle toplumsallığı, devrimi hiçbir zaman kadından kopartarak ele almak mümkün değildir. Nitekim ezilenler adına hareket eden devrimlerin temel zayıflığı ve yetersizliği de bu noktada ortaya çıkmıştır. Bunu gerektiği gibi görmeyen, yeterli düzeyde anlamayan zihniyetler, devrimci mücadelede de temel bir yanın eksikliğine yol açmıştır. Bu tarzdaki devrimcilik, gölgeyi görüp kaynağı görmemeye benzer. Yani halklar, ezilenler için ahlaklı, onurlu bir yaşamı, eşit ve özgür bir ilişkiler sistemini, adaletli, güzel ve doğal yaşamı arzulamak, bunun için her şeyini ortaya koyarak da mücadele etmek, ancak bu arzulanan tüm değerlerin asıl olarak kadın eksenli yaşamdan doğduğunu görmeyerek ya da unutarak devrim gerçekleştirmek, bir yere kadar getirmekte ancak süreklileşen ve sistemleşen bir toplum sistemini geliştirememektedir. Nitekim tarih boyunca gelişen isyanlara ve 19. yüzyıldan itibaren sosyalizm adına gelişen devrimlere baktığımızda bunu çok net bir biçimde görürüz. Bu, erkek egemenlikli sistemin geliştirdiği karşı devrimin körleştiren etkisidir. Kadını görmeyen devrim, devrim olamıyor. Çok büyük ve anlamlı direnişlere yol açıyor, ancak toplumsal yaşamın temel öznesi olan kadın devrimin öznesi olarak görülmeyince, devrim süreklileşemiyor, toplumsal bir yaşam sistemine dönüşemiyor. Uygarlığın, iktidarın ve erkek egemenliğinin bir tekrarı olmaktan kurtulamıyor. Belki reformist bazı dönüşümlere yol açmakta, köleleşmeyi çok kaba yönlerinden çıkarmaktadır. Ancak ortadan kaldırmamakta, aksine daha da incelerek devam etmesine yol açmaktadır.

Bu nedenle birincisi, özgürlük hafızamızda devrim kavramını kadın renginde bir kavram olarak görmek, ikincisi de giderek bundan yola çıkarak kadın açısından gelişen büyük yaşam dengesizliğini aşmak için kadın devrimi kavramını mücadelemizin merkezine koymak gerekmektedir. Bu, gerçekten de çok önemlidir. Nitekim Kürdistan devriminin bu açıdan yaşadığı deneyim, gerçekten de incelenmeye ve anlaşılmaya değer bir deneyimdir. Belki ilk grup aşamasından ya da PKK’nin ilk kuruluş tarihinden itibaren böylesi bir kavramlaşmaya gidilmemiştir, ancak bu devrime kadın renginin mutlaka katılması gerektiğine dair sürekli bir ısrar ve inat olmuştur. Özellikle de Ali Fırat’ın özgürlük arayışı, devrim mücadele anlayışı, ne olursa olsun kadın iradesinin katılmasına yönelik olmuştur. Devrimi bu biçimde ele alış, toplumun ana damarını yakalama anlamına gelirken, bu damar sürekli büyüyen ve kendini sürekli tazeleyen bir devrim dinamiğine yol açmıştır. Çünkü kadın toplumdur, toplum kadındır. Devrim kadındır, kadın devrimdir. Yenilik budur.

Yenilik, erkek egemenlikçi sistemle alt üst edilen, çirkinleştirilen ve efendi-köle ilişkisine dönüştürülen kadın ve erkek ilişkilerinin özgürce ve eşitçe ele alınması, yeniden inşa edilmesidir. Toplumun iki temel farklı kimliği olan kadın ve erkek kimliğinin düşürülmesi, birbiri ile karşıtlaştırılması, toplumsal yaşamı da çekilmez bir hale getirmiş, çirkinleştirmiş, ahlaktan yoksun hale getirmiştir. Dolayısıyla bu iki öznede, özellikle de en ağır sömürüye tabi tutulan kadında değişim, devrim gerçekleştirmeden bir toplumsal devrimin gerçekleşmesi mümkün olamaz. Dikkat edilirse tarih boyunca gelişen devrimlerde ve isyanlarda kadın hep var olmuştur, kahramanca direnmiştir. Ancak yeni diye tabir edilen yaşamda yerini bulamamıştır, yer verilmemiştir. Devrim toplumsallık adına yola çıkmış ve bunun için mücadele etmiştir, ancak egemen erkek sisteminden kopamama, devletçi ve iktidarcı zihniyet kodları, devrimin erkek karakterli gelişmesine ve aynı zamanda yenilgi yollarını döşemesine yol açmıştır. Yeni dönemde kadın açısından çok da değişen bir durum olmamıştır. Dolayısıyla yeni ve özgür toplumsallık da inşa edilememiş, devrim hep yarım kalmıştır.

Bu biçimiyle beş bin yıllık süreçte gelişen ezilenlerin mücadelesinde hep bir yarımlık yaşanmıştır. Kesintiler oluşmuş, yenilgiler yaşanmıştır. Yine aynı nedenle devrim, niyetlerin ve hedeflenenlerin de ötesinde askeri bir mücadele, iktidarın egemenlerden ezilenlere geçişi gibi, iktidarın bir el değiştirme savaşımı gibi yüzeysel ele alınmıştır. Amaç elbette ki böyle değildi, niyetler de çok kutsal ve anlamlıydı. Ancak devrime kadın iradesinin bir özne olarak katılamayışı, toplum yaşamındaki yerinin özgürce ve eşitçe geliştirilemeyişi, devrimin de sadece askeri mücadele ile savaşılıp kazanılacak bir iktidar alanı gibi algılanmasına yol açmıştır. Oysa devrim ve devrimcilik kavramlarına kadın öznesinin katılması, kadın devrimi alanının açılması, devrim kavramına da yeni ufuklar kazandırmakta, yeni roller yüklemektedir. Böyle ele alındığında devrim, hem egemene karşı askeri mücadele ve hem de toplumsallığı kadın iradesinin katılımı ile yeniden inşa etme gibi iki temel yöntem üzerinden yeniden anlam kazanmaktadır. Nitekim Kürdistan mücadelesinin en temelde ortaya koyduğu anlamlardan ve deneyimlerden biri de bu olmuştur.

Genel anlamda devrim algısında bir yenilenme yaşanmasına ihtiyaç vardır. Devrimi kadın renginde algılamak ve yine yaşamdaki dengesizliği aşmak için kadın farklılığını gözeterek kadın devrimini gündeme almak her devrimci hareketin temel bir yaklaşımı olabilmelidir. Paradigmasal değişim ve başarı kazanma buradan başlamaktadır.

Kadın devrimi açısından bazı değerlendirme yaparak konuyu derinleştirmeye çalışalım. “Mademki devrimin bir kadın karakteri var, neden ayrıca kadın devrimine ihtiyaç var?” diye sorulabilir. Bu, hem çağımızda kadın sorununun gelmiş olduğu vahim düzeyle hem de toplumun farklı bir kimliği olarak kendi özgünlüğünde örgütlenme hakkı ile bağlantılıdır. Kadın kırımların, aile içinden yaşamın her alanına korkunç düzeylerde yaşandığı, kadın sömürüsünün akıl almaz yürek kabullenmez bir düzeye geldiği bir çağda, özellikle de kadınların kendi öz iradelerini kazanmaları, bilinçlenmeleri, örgütlenmeleri, mücadele araçlarını oluşturmaları, öz savunmalarını yapabilmeleri için kendi cins kimliğinde, farklılığında derinleşmesi zorunludur. Daha doğrusu bozulan, yok edilmeye çalışılan, yozlaştırılan kadın kimliğini yeniden kazanma, farkındalığını oluşturma, kendi cinsiyle birlikte yıkılmaz, çözülmez bir örgütlülük gücünü oluşturma ve bununla erkek egemenlikçi sisteme karşı kendi özgürlükçü sistemini geliştirerek mücadele etme zorunluluğu vardır. Bu, olmazsa olmazdır. Çünkü adı üzerinde, bir kırımdır. Her gün tecavüz edilen, öldürülen, iliklerine kadar sömürülen, dövülen, aşağılanan, tüm cinsel kimliği metalaştırılan bir kadınlık, kadınlıktan ve insanlıktan uzaklaşmadır, kadınlığı kırma, yok etmektir. Ve tabii ki bu aynı zamanda yaşamın ve toplumsallığın da kırılmasıdır, yok edilmesidir. İşte bu  evrensel yaşanan temel bir sorun olurken, Kürdistan’da bu sorunun çözümünün kaçınılmazlığını ilk elden gören ve cesaretle üzerine giden Ali Fırat olmuştur. Başka hiçbir düşünür, özellikle de bir erkek kimliğiyle bu sorunun köklü çözümüne böylesine cesur yaklaşamamıştır. Bu tehlikeli ve mayınlı alana cesaretli olduğu kadar, sezgili, bilinçli, umutlu ve aşkla girmiştir.

PKK’nin ilk grup aşamasından itibaren kadının katılımına hep özel bir önem verilmesi, Sakine Cansız’ın bu ilk grup dönemine katılarak kırk yıl boyunca amansız bir kadın mücadelesi vermesi, giderek kadınların mücadeleye katılması, kadın özgün örgütlenmesinin, sonra kadın ordulaşmasının, kadın partileşmesinin, kadın kurtuluş ideolojisi ve kadın konfederal sisteminin geliştirilmesi, kadın devriminin temel köşe taşlarını oluşturur. Burada Ali Fırat’ın kadınlar için büyük yoğunlaşması ve kadınların da bu yoğunlaşmaya kendi öz iradeleri ile canla başla katılması, her ikisinin birbirini tamamlaması ve büyütmesi söz konusudur. Şunu da mutlaka belirtmeliyiz ki, bu yoğunlaşmalar öyle masa başında, kütüphanelerin önünde klasik biçimde gelişen yoğunlaşmalar biçiminde olmamıştır. Acımasız bir savaşın ortasında şiddete, işkenceye maruz kalan kadın militanlar, egemenlerin kadın bedenlerine vahşice saldırısı, buna karşı fedaice kendini adama ve büyük şahadetler, büyük emekler biçiminde gelişen bir kadın katılımı vardır. İşte bu katılım biçimine cevap olmak isteyen, her şehadete ve düşman saldırısına yeni bir kadın hamlesi ile yanıt oluşturmaya çalışan bir Ali Fırat gerçekliği vardır. Her ikisi de görkemlidir. Burada büyük bir sanat inceliği vardır, bir aşk eylemi vardır. Yoksa sokağa bile çıkma cesareti olmayan kadınların, dünyanın en vahşi saldırgan güçlerine karşı mücadele eden, kendi iradesini geliştiren bir düzeye varması mümkün olamazdı. Ortada kadın açısından var olan dengesizliği mutlaka aşmak lazımdı. Bu da kadının kendi öz bilincinde, renginde bir devrim çalışmasında derinleşmesi ile olabilirdi. İşte Ali Fırat’ın hem genel dünya devrimlerine ve hem de kadın özgürlük hareketlerine getirdiği çok önemli bir yenilik bu noktada olmuştur. Bu devrim, toplumsal devrimin kendi doğal karakterine kavuşabilmesi için vazgeçilmezdir. Erkek egemen sistem karşısında bu kadar kendine yabancılaşmış, güçsüzleşmiş kadının kendi devrim alanını yaratarak güçlenmesi, bilimini, duygusunu, etik ve estetiğini, aşk anlayışını, erkek anlayışını, red ve kabul ölçülerini, sahipsiz, sömürüsüz, devletsiz-iktidarsız, egemen erkeksiz ilişki ve yaşam anlayışını geliştirmesi o denli önemlidir ki! Ve bir de çok değerlidir. Yaşam; özgürleşen, dil ve düşünce gücü kazanan, büyük duygu sahibi kadınla güzeldir, renklidir, canlıdır, akışkandır. Aşklıdır. Aksi ise korkunçtur, yaşanmazdır, bıktırıcı ve öldürücüdür. Tıpkı erkek egemenlikli sistemin yarattığı yaşam zeminleri gibi.

İşte kadın devrimi buna meydan okur. Kapitalist modernitenin yaşamını kabul etmez. Ortadoğu’nun binlerce yıllık gelenek olarak dayattığı egemenliği kabul etmez. İşte bu devrim, doğal olarak zihniyetten başlar büyük öz savunma savaşımına kadar gider. Daha doğrusu iç içe gider. Kadın kurtuluş ideolojisinin beş temel ilkesi olan, yurtseverlik, özgür düşünce-özgür irade, örgütlenme, mücadele ve estetik ilkeleri bunu çok güçlü bir biçimde ifade eder. Bu ilkeler, kadın devriminin özünü, ruhunu çok iyi anlatır. Gerisi bunun mücadele ve örgütlenme biçimlerini, taktiklerini, kadın bilinci ve bakış açısıyla ustalıkla geliştirmek ve yürütmektir. İşte tüm bunlar yaşamdaki yalancılığa, sömürüye, ikiyüzlülüğe, tecavüze, tekelci savaşlara asıl son verecek iradeyi açığa çıkarmaktadır. Dikkat edersek, toplumun kendi özüne kavuşması da bunlardan başka bir şey değildir. Yine aynı yere dönüyoruz: Kadın toplumdur, toplum kadındır; kadın devrimdir, devrim kadındır.

Kadın devriminde başarmak, genel devrimi kesintisiz, sürekli kılar. Zafere götürür. Çünkü toplumun inşası önce kadının özgürlükçü ve eşitlikçi paradigmada yeniden yaratılmasından geçer. Buradan toplumu, kadın ve erkek ilişkilerini inşa etmeye başlanır ve yine bunun çok güçlü öz savunması yapılır, daha da ötesi yaygınlaşması sağlanır, bunun savaşımı yürütülür. Bu, iktidarcı ve erkekçi yapılarda olduğu gibi hegemonik karakterde değildir, ancak özgürlüğün dalga dalga yayılması karakterindedir. Tüm coğrafyalara, tüm toplumlara yayılacak bir anlayışla ele alınır. Çağımızın zafere giden devrim anlayışı budur. Sürekli anda inşa ederek, geliştirerek, kadının ve toplumun iradesini yaşamın her alanına katabilen yaşam sistemlerinin örülmesiyle, bunun amansız savaşımını vererek devrim gerçekleşir. Bu anlamda devrim, yarattığın ve geliştirdiğin her andadır. Dünde veya yarında değil, eyleme geçeceğin, yaratacağın bugündedir, şimdidedir. Özgürlük alanlarını her alanda geliştirip yaygınlaştırarak egemenlik alanlarını daraltmak, devrimi büyütmektir, geliştirmektir.

Her iki dünya savaşı, yarattığı çelişkilerle devrimlere de ön açmıştır, zemin sunmuştur. İçindeki yanlış ve yetersiz yaklaşımlardan kaynaklı sonuçları istenmeyen biçimde olsa bile, dünya savaşları halklara, ezilenlerin devrim mücadelesinin başarıya gitmesinde önemli bir zemin oluşturdu. Birinci Dünya Savaşı’n da Sovyet Devrimi gelişir iken, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından sosyalist devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeleleri, gerilla mücadeleleri dünya çapında yaygınlaşmaya başladı. İşte Üçüncü Dünya Savaşı’nı yaşadığımız bu zamanda, Kürdistan zemininden gelişen devrim, kadın devrimi çok önemli bir dinamiktir. Üçüncü Dünya Savaşı, bu anlamda Kürtlerin, kadınların ve ezilen halkların devrimsel kazanımlarının daha da kökleşeceği, farklılıkların birbiri ile daha bütünleşeceği ve yaygınlaşacağı bir zemin sunmaktadır. İki dünya savaşının devrimlere fırsat sunan diyalektiği, Üçüncü Dünya Savaşı açısından da geçerlidir. Bu çok tarihi ve önemli fırsatı, devrim bilincimizi derinleştirerek, kadın devrimini de kapsayan bir yaklaşımla ele alarak daha güçlendirmeliyiz. Bu topraklar, biz bilelim veya bilmeyelim, tarihte yazılsın veya yazılmasın, toplumların ve kadınların çok büyük direnmelerine tanıklık etti. Binlerce insan son nefesini özgürlük için, eşitlik için verdi, kanını dökerken en küçük bir tereddüt yaşamadı. Yakın tarihimiz de böyledir. Kürdistan devrimi de hayatını kaybeden sayısız kadın erkek savaşçıları ile böyledir. Bu büyük direnişçilere, devrimcilere en büyük cevabımız, devrim anlayışımızı güçlendirmek, pratiğimizi derinleştirmek ve mutlaka devrimi kesintisiz, süreklileşen bir yaşam sistemine kavuşturmak olmalıdır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.