Düşünce ve Kuram Dergisi

Kuzey Suriye’de Devrim ve Demokrasi Bağlamında “Niteliksel Dönüşümler”

Cihan Eren

Günümüz dünyasını en iyi “kaos” kavramıyla adlandırabiliriz. Kaos, özün kabuğa sığmadığı, kabuğun öz ile hemen her alanda çeliştiği durumu ifade eder. Dünya sözüyle elbette toplumsal yaşamı ve bu yaşamın tüm alan ve kurumlarını dillendiriyoruz. Dolayısıyla kaosun toplumsal tanımından birey yaşamı da dahil toplumsal olan hemen her şeyin kabuğuna sığmaması anlaşılmalıdır. Günümüz toplumunu devletçi uygarlık adına saran, ona sınır çizip kabuk oluşturan sistem kapitalist modernitedir. Bu sistem kullandığı entelektüel güç oranında, toplumsal özü de yontarak ürettiği kabuğa sığdırmaya çalışmıştır.

Kapitalist sistem tüm kurumlarını ve bu kurumlara ruh veren işlevselliği liberalizm ve milliyetçilik kavramlarının bildik hakim anlamlarıyla tanımlayarak kendi ideolojisini geliştirdi. Sistemin ekonomiye getirdiği tanım “kağıttan kağıt” kazanarak zengin olmayı, “kağıtların” dolaşımını kolaylaştırmak içinse sanallaştırmayı, bu “kağıtları” bulamayanların da yoksul kalmasını önceler. Besin üretenlerin değil “kağıt” üretenlerin kendini doyurduğu bir dünyada yaşadığımızı kimse inkar edemez. Siyasal olaraksa BM ve NATO binalarının eski heybeti kalmamıştır. Temel ve kurucu üyeleri bile kendilerini dinlememektedir. Ulusun devleti iddiası ile kurulan devlet kişilerin ve sermaye guruplarının  devleti olmuştur. Bireyin bireyciliğinin vardığı boyut “bireyci, keyfi devlet” düzeyine varmıştır. Her devlet kendisini esas almaktadır. Toplum kadın şahsında, her gün katledilmektedir. İşçilerin yaşam standartları değil işsizler artık sorundur. Ekolojik olarak dünyamız kutuplardan “erimeye” başlamıştır. Daha da sıralayabileceğimiz ilgili her kesin bildiği ilk bakışta “kıyamet kopacak” dedirten bunca sorunları, sistem muhalifleri değil bizzat sistem sahipleri itiraf etmektedir. İçinde bulunduğumuz dünya en azından kapitalizmin kapitalizmden kurtulmak istiyormuş gibi konuşmak zorunda olduğu bir dünyadır. İşte tam olarak kaos budur.Kaos; kapitalistlerin kapitalist moderniteye karşılarmış gibi konuşmasıdır. Buna mecburlar çünkü adına yemin ettikleri, uğruna milyonları katlettikleri “kabuk ve işlevsel ruh” iş görememekte, bir biriyle çelişmektedir.

Lenin yaşasaydı muhtemelen yeni bir “Devlet ve Devrim” tezi hazırlardı. Emperyalizmi yeniden tanımlardı. Ancak işçileşmek isteyen işsizi karşıtı gibi görmeye başlamış proleter için, ne derdi bilinmez. “Demokrasi de bir devlet biçimidir, sosyalizme demokrasi ile varılır.” der miydi? Marks komünist toplumun birinci aşaması ve en nihai aşaması tespitleri için ne derdi? Ya tarihsel materyalizm tespitinde değişiklik yapar mıydı? Gerçekten de dünya sistemi için yeni bir teori ve yeni bir pratik olmadan işin içinden çıkılması pek mümkün görünmemektedir. Halk tabirinden ödünç alarak “eski tarakların tarayacakları ne kafa ne saç kaldı” günümüzde.

Kapitalist sistem artık kendisine de söz geçiremiyor. Toplumun buna verdiği cevap sistemden kopmak kendi alternatif yaşam ve kurumlarını örgütlemeye meyletmek oluyor. Toplumda bir arayış ve hatta sıkça yaşanan intihara varmış bir çok kaçış türü bile vardır. Nihayetinde intihar yaşamdan kaçmak ölüme sığınmaktır. Artık ölüm kapitalist yaşama daha çok tercih edilir olmuştur. Sistem de bunu biliyor olmalı ki çok öldürüyor. Toplumsal yaşamın temel öznesi insanın yaşamdan kaçarak, ölerek ve öldürerek varacağı yer dinlerin evvelden söylediği kıyametin kendisidir. Deccal yıllarını yaşıyoruz.

Kapitalizme karşı ideolojik hareketlerin en sistematik olanının, Marksizm olduğu konusunda herkes hem fikirdir. Nietzsche, Foucault, Braudel gibi filozoflar yanında son zamanlarda hatırı sayılır sayıda üniversite hocası da ciddi eleştiriler ile sistemin yaşanmazlığını bize anlatmaya çalışmaktalar. Toplumsal tarih açısından uzun sayılmayacak bir dönemdir yapılan bu değerlendirme ve eleştirilerin kapitalizme alternatif olacak, ikna edici projeler sunup sunamadıkları tartışma konusudur. Reel sosyalizmin çöküşü, proleter sınıfın “Devlet ve Devrim” alternatifini, tümden olmazsa da utangaçlıktan doğmuş unutkanlık rafına koymuştur. Kuşkusuz ki Marksist tespitler sınıf mücadelesini tarihsel dayanaklarıyla dile getirmiştir. Bu tespitlerin teorik ve pratik çabası demokrasi mücadelesine çok değerli katkılar sunmuş, Avrupa’da görüldüğü gibi demokrasinin kültürleşmesine büyük hizmet etmiştir. Ancak nihai hedefleri üzerinden okuduğumuzda en nihayetinde Lenin liderliğindeki sınıf devriminin ve Mao liderliğindeki köylü halk devriminin akıbeti hilafına dönüşmekten kurtulamamışlardır. Lenin’in ülkesinde Lenin’den çok Hitler’e yakın Putin koltukta, Mao’nun ülkesi süper kapitalist ülke konumundadır. Ulusal kurtuluş savaşlarının verildiği ülkeler de benzer sistemlere sahipler. Burada anti kapitalist sistem arayışlarında en radikal olan, Marksist ideolojiyi tartışmıyoruz. Ancak varılan sonun nedenlerini araştırmak yeni alternatifler geliştirmek için bu kaçınılmaz görünmektedir.

Marksist teorinin sınıf olarak proletaryayı anti kapitalist mücadelenin öncüsü ve dayanağı yapmasının ana nedeni tarihi sınıflar üzerinden okumasıydı. Peki neden? Yani Marks ve Marksistler neden tarihi sınıf bakış açısı üzerinden okudular? Marksizm kapitalist sistemin toplumda oluşturduğu sınıflaşmanın karşı kutbundaki proleteri onu yıkacak karşı güç olarak tanımlamıştır. Kapitalizm ile ilk defa tarih sahnesine çıkan O’idi. Madem kapitalizm bir sömürü sistemidir, bu sitemin toplumda yol açtığı tahribatın sosyal karşılığı alan işçi sınıfı bu sistemi yıkabilir denildi. Bu cümleleri Marksist ideoloji okumalarından anladıklarımızı sade ve anlaşılır bir formül ile sunmak için belirttik. Yoksa konu oldukça detaylı, yazımsal materyali zengin, ortalama bir eserle eleştirilmeyecek kadar da kapsamlıdır.

Tüm çabalara, büyük bedellere rağmen gerçekleşen sosyalist devrimler kapitalist sistemi aşamadı. Ali Fırat’ın şu tespitte bulunmasına neden olan ve aynı zamanda doğrulanan sonla karşı karşıya kalındı. Ali Fırat Demokratik Toplum Manifestosu kitaplarının birinci cildi olan Uygarlık’da şu çarpıcı vurgularla yaşananları özetler gibidir: “Sınıfsallık uygarlığın temel karakteristik özelliklerindendir. Fakat sınıf devrimleri için temel alınacak stratejik anlamdan, teorik olarak imkânsız olmasa da pratikte sonuç alıcı olmaktan uzaktır. Devrilen tüm uygarlıklar, iktidarlar, kulları ve emekçileriyle birlikte devrilmişlerdir. Kulları ve emekçileri tarafından devrilen iktidarlar ya çok azdır, ya da olsa bile yeni getirilen iktidar eskisini aratmayan bir zulüm ve istismar makinesi olmaktan öteye bir anlam ifade etmemiştir.” Son cümle günümüz Rusya’sını ve Çin’ini isim vermese de tanımlamaktadır. “Anti kapitalist mücadele işçileşmeye de karşı daha tarihsel ve toplumsal bir mücadele olmak zorundadır.” diyen bu alıntı kapitalist sistem gibi her tarafından dökülen bir sistemi şimdiye kadar neden aşamadığımıza da ışık tutmaktadır.

O zaman sistem karşıtı mücadelemiz ve sistem arayışımız şimdiye kadar verilmiş mücadelelerin tecrübelerini de göz önünde bulundurarak sistemi her alanda aşacak teori ve pratiğe sahip olmak zorundadır. Kapitalist sistemi, merkezinde sınıf mücadelesinin olduğu bir savaşımla aşamayacağımız netleştiğine göre, onu aşacak karşıtlarını yeniden tanımlamalıyız. Bu uğurda başta M. Bookchin olmak üzere, “Dünya Sistemi” yazarları ve daha çok sayıda alim giderek derinleşen çok değerli analiz ve tespitlerde bulunmuştur. Ali Fırat’ı da bu yeni arayışçılara dahil etmeliyiz. Ancak Ali Fırat’ın diğerlerinden önemli bir farkı vardır; analiz ve sistem çözümlemeleri yanında çok ayrıntılı bir biçimde alternatif yeni sistemi projelendirmiştir. Ali Fırat ile birlikte kapitalizmi neden ve nasıl aşacağımızı yerine ne koyacağımızı somut önerileriyle görüyoruz. başka bir yazıya konu olması gereken bu hususları burada fazla açımlamayacağız. Temel kavramlarını hatırlatıp bu alternatifin Rojava ve Kuzey Suriye üzerinden tüm Ortadoğu için ne anlama geldiğini, gelebileceğini tartışmaya açacağız.

İçinde yenilikler barındıran ve oldukça iddialı olan bu alternatif hareket anti devletçi ve uygarlıkçı olduğu için anti kapitalisttir. Sadece anti kapitalist değildir. Bu hareketin Komünal Demokratik Toplum, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Toplum ve  Demokratik Uygarlık gibi kendi sistem modelinin ne olduğunu tanımlayan kavramları vardır ve kapitalizmi de nevi şahsına münhasır bir sistem değil, devletçi uygarlığın son beş yüz yılık aşaması olarak ifadelendirmektedir. Beş bin yıllık devletçi ya da merkezi uygarlık sisteminin yarattığı sorunları bir birinden ayırmamaktadır. Beş bin yıldır var olan ve değişmemiş sorunlar olduğunu belirtmektedir. Örneğin sınıflaşma ve kadın sorunu gibi. Bu sistem analizi yönteminde uygarlığın her “yapısal kriz sürecinde” kendisini yenileme adı altında değişime uğratırken ek sorunlara da yol açtığı belirtilmektedir. Bu ek sorunlar içinde kapitalizmin sorumlu oldukları sorunların başında yoğun nüfus artışı, ekoloji ve işsizlik  gibi sorunlar gelmektedir. Kapitalizm uygarlığın son temsilcisi olduğu için kendi seleflerinin sorunlarını da devralmış, uygarlığın karakterinden kaynaklı tümünü daha da ağırlaştırmıştır. Geldiğimiz nokta yaşanan yapısal krizi, yeni bir uygarlık modeliyle aşamayacağımızdır. Dinamik bir dünya olan toplumun bu değişmezliğe karşı alternatifi ne olmalıdır sorusuna cevabı; “demokratik uygarlık sistemi”dir.

Bu sistemin yerellerdeki uygulamaları ve siyasal sistemi bölgeden bölgeye ayrıntılarda farklı olabilir. Ancak demokratik özerk bölgeler ve bu bölgelerin demokratik konfederal ilişki içinde bütünlük oluşturması, sistemin karakteriyle ilgili olduğu için esas ve her yerde geçerli olması istenir. İşte şimdi Rojava’da denenen demokratik uygarlık sistemi, kendi bölgesindeki modelidir. Kantonlar sistemi üzerinden kendisini inşa etmeye çalışan bu sistemin Lenin’in denediği Marksist projeden sonra ilk derli toplu alternatif olduğunu unutmamak gerekir. Tam olarak nasıl sonuçlanacağını belirleyecek çok etmen vardır. Modelimizin teorik olarak ne anlama geldiğini ve nasıl işlediğini yakından gözlemlemek yerinde olacaktır.

Rojava’da adım adım örülen alternatif sistem, kapasitesini aşan derecede ilgi görmektedir. Bunun başlıca sebebi Leninist devrim modeli dışında kapitalist sistem alternatifi iddiası taşıyan ilk derli toplu proje olmasıdır. İkincisi Leninist devrim gibi o da dünya savaşı ortamında hem de 3. Dünya Savaşı denilen savaşın verildiği toprakların tam da merkezinde inşa edilmektedir. Kapitalist sistemin tüm çelişki ve çatışmalarını yansıtarak ağırlaştırdığı, iç ve dış karşıtlarının zaman zaman saldırarak inşa sürecini engellemek istediği bir gerçekliğin tam ortasında, bölge ve dünya  halklarının giderek artan ilgisi özgün yanını oluşturmaktadır. Siyasi ve askeri alanda kapitalist sistemle doğrudan çatışmak yerine saldırılara karşı savunma, askeri saldırılar yoksa da “karşılıklı görmezden gelme” taktiği yöntemi esas alınmaktadır. Kuşkusuz ki tüm bu yol ve yöntemler sadece konjonktürel gelişmelerden kaynaklı değildir. Ali Fırat’ın analizleri ve mücadele taktikleri toplumsal inşaya odaklı olduğu için bu yol ve yöntemler seçilmektedir. Devlet sisteminin kendisini tanıması kadar o da sistemi tanımaktadır. Sistem içinde kendi sistemini inşa etmeyi amaçlamaktadır. Devletin alanına girmemeye özen göstermektedir.

Demokratik devrim tezi daha çok bu alanlarla ilgilendiği için yukarıda belirttiğimiz mücadele taktiklerine baş vurulmaktadır. Tüm bu belirlemeler, demokratik uygarlık sistemi tezi için yapılmış tarih ve toplum analizlerinde genişçe ele alınmıştır. Ali Fırat’ın Demokratik Toplum Manifestosu adlı beş ciltlik kitapları bu konuda ana çerçeveyi fazlasıyla vermektedir.

Rojava-Kuzey Suriye’de 19 Temmuz 2012’den bu yana yaşanan gelişmeleri demokratik toplum devrimi ve demokratik uygarlık sisteminin inşa adımları adı altında ifade etmemizin haklı ve geçerli sebepleri vardır. Kuşkusuz ki ağır savaş koşulları ve Ortadoğu toplumsal gerçekliğinin neden olduğu ek sorunları ve bu sorunların çözümüne güç getirememenin yer yer yol açtığı pratik kimi hatalarda yok değildir. Ancak demokratik uygarlık sisteminin inşa tezinin Ali Fırat’ın devrim için yaptığı şu kısa tanıma göre olduğunu da unutmamalıyız. Ali Fırat; “Devrim derken, niteliksel dönüşüm türünden gelişmeleri kastediyorum” diyerek alanda yaşananları devrim kavramıyla tanımlarken neyi esas aldığını daha doğrusu almak gerektiğini de ortaya koymaktadır.

Rojava’da, devletler hukukuna göre Suriye topraklarında gerçekleşen bu “niteliksel dönüşüm türünden gelişmeler” nelerdir? Birincisi Ortadoğu gibi en az beş bin yılık devletçi uygarlık sistemi sorunlarının katmerleşerek yaşandığı bir bölgede ve bu sorunlu bölgenin görmezden gelinmiş halkı Kürtlerin,  merkezinde yer aldığı alternatif bir sistem inşasıdır ki, bu her şeyden evvel klasik ve alışıla gelmiş devrim teorileriyle yaşananları tanımlamayacağımızı belirtir. Zaten demokratik modernite sisteminin devrim tanımı, Leninist devrim teorisindeki gibi işçi sınıfının burjuva sınıfının devletini yıkarak kendi iktidarını kurmasına dayanmamaktadır. Bu devrim teorisinde doğrudan devleti hedefleyerek yıkıp yerine başka bir sınıfı iktidar yapma yoktur. Devleti topluma ait görmediği için sistemini devlet dışında ve ona rağmen inşa etmektedir. Toplumu devlet idaresinden çıkarıp kendi kendini yönetir duruma getirmek istediği, böyle bir demokrasiyi gerçekleştirmek istediği amaçtır.

Kürtlerin  ulus devletsiz olması kendileri için büyük bir avantaj olurken, ülkelerinin yabancı dört devletin egemenliğinde olması, inkar edilmelerinin kapitalist sistemin ortak kararı olması da tehlikelerle dolu dezavantajıdır. Rojava devriminin sahip olduğu en önemli özelliklerinden biri de bu iki tezat durumdur. Halk olarak egemenliğine alternatif sistemini kurduğu devlet, ülkesini işgal etmiş yabancı bir güçtür. Bu devrimin, hem ulusal-kültürel hem de sınıfsal karakterini birlikte taşımasına yol açmaktadır. Devrimin sınıf karakteri adlarına devlet kurulmuş Arap, Fars ve Türk halklarıyla ortaklaşmasını, ulusal boyutuyla da kendisi gibi görmezden gelinmiş ve inkar edilmiş çoğunluğu Anadolulu halklarla ittifak kurmasına olanak sunmaktadır. Her iki boyutun birlikte çözümü için verilen mücadele toplumun demokratikleşmesine yol açmaktadır. İşte Suriye’de gerçekleşen de budur. BAAS’cı Araplar dışındaki Arapları dahi dışlamış bir devlet sistemine karşı, tüm halk ve inançları eşit gören, tümünü birlikte yönetime katmayı esas alan ve toplumu Ali Fırat’ın kavramını kullanırsak “niteliksel dönüşümlere” uğratmayı vazgeçilmez gören bir sistemdir inşa edilmek istenen. Yok sayılmış bir halkın kendisiyle birlikte tüm halkları demokratik temelde görünür kılması, tabi ki ancak devrim kavramıyla adlandırılabilir.

Demokratik modernite inşasının Suriye topraklarının bir bölümünde başlangıç adımlarını atıyor olması yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi hem uygarlığın hem de Ortadoğu’nun tüm sorunlarını karşısında bulması anlamına da gelir. Çağımızda devrim, toplumsal tüm sorunları iç içe çözerek gerçekleşecek yeni toplumsal durumun adıdır. Ortadoğu’da sorunlar üste üste yığılmıştır. Bölgemiz, çağımızın tablosunu İslam tonundaki renkle sergiliyorsa da İslam paletteki renklerden sadece bir tanesidir. Dolayısıyla sadece Suriye’de değil Ortadoğu toplumunun tümünde sorunların temelinde zihniyet sorunları yattığı için iç içe geçmiş görüntüsü daha baskın hale gelmektedir. Nedenler çoklu, sorunlar çokludur. Bu da devrimi her alanda olduğundan daha fazla, zihniyet alanında gerçekleştirmeyi gerekli hale getirmektedir.

Ortadoğu devrim hareketleri, İslam ve Hristiyanlığın Ortadoğu ayağında da gördüğümüz gibi fikir ve zikir birlikteliği ile yapılmaktadır. Ortadoğu toplumunda yapısal değişiklik öngörmüş ve kalıcı olmak istemiş her hareket önce zihniyet ağırlıklı çalışmış, zihniyet mücadelesinde temel kavramlarını tanımladıktan sonra toplum söylediklerinin gereklerini pratikte yerine getirip getirmediğine bakmış ve öyle katılım kararı vermiştir. Bu topraklarda pratikte gerekleri yerine getirilmemiş hiçbir sözün toplum yaşamında kıymeti olmamıştır. Rojava Devrimi’nde dikkatlerden kaçmaması gereken bir diğer özellik de budur. Bu anlamıyla Rojava Devrimi’nde demokratik toplum ile kast edilen toplumun tüm kesimlerinin örgütlenerek yaşamın her alanına katılım sağlamasıdır. Demokratik ulus kavramıyla kastedilense her halk ve inancın kendisi hakkında diğer kimlik ve kültürlerin aleyhinde olmayacak kararlar almasıdır. Bu teorik tanımlamalara göre örgütlemelere ve kurumsallaşmalara gidiliyor olması Rojava Devrimi’ni Ortadoğu devrimler tarihinin bir parçası yapmaktadır. Tüm eksikliklerine rağmen “fikrin zikri, zikrin ameli” yerine getirilmeye çalışılmaktadır. Devrimin bu ayağı bölgedeki statükocu ulus devletleri en çok korkutan ve tekçi baskıcı politikalarını deşifre eden yanı olmaya başlamıştır. Rojava-Kuzey Suriye topraklarının ve toplumunun Türkiye gibi devletlerin askeri saldırılarına maruz kalmasının nedenlerinden biri de devrimin belirtmeye çalıştığımız bu karakteridir. Hatta Türkiye işgal ettiği alanlarda Rojava devrimini taklit eden adımlar bile atmaya kendini mecbur hissetmektedir.

Teorik belirlemelerin yaşamda karşılıklarının gerçekleşmesi ile toplumun katılım düzeyi arasında paralelliğin, Ortadoğu’ya has, temel bir özellik olduğunu belirttik. Bu devrim kanunu başta inşa çalışmasında yer alan kadrolar olmak üzere “yurttaş” olan  herkese ahlaki olma yükümlülüğünü getirmektedir. Ahlakiliğin bu derece önemsenmesi kapitalist sistemin unutturduğu siyaset ahlakının da yeniden geri dönüşünü sağlamaktadır. Başta Ortadoğu’da olmak  üzere hemen her yerde aşındırılmış ahlakilik yöneticilerin sorumsuz, bencil, adaletsiz, hesap verir olmaktan uzaklaşmasını adeta normalleştirmiştir. Bu ahlaksızlık zaten sorun demek olan devlet mekanizmasının en nihayetinde bir kral, sultan ya da bir aile tarafından ele geçirilmesiyle sonuçlanmıştır. Ortadoğu devletlerinin bu hali toplumu bezdirmiştir. Rojava’da her halk ve inançtan, kadın ve gencin kendi yaşam alanlarına sorumlulukla yaklaşması ve yönetici olmayı bir görev olarak algılamaya başlaması en çarpıcı devrimdir. Bu bağlamda Rojava-Kuzey Suriye’de halkların ve inançların katılımıyla “Demokratik ulus devrimi”, kadın ve gençlik öncülüğünde “demokratik toplum devrimi” kavramlarıyla nitelendirilmeyi çoktan hak etmiş bir gelişme yaşanmaktadır. Her ne kadar henüz tam manasıyla kalıcı kurumsallıklara dönüşmemiş ve zihniyet devriminde almaları gereken uzunca bir yolları olsa da teori pratik iç içeliği gerçek manada bir devrimin yaşandığını göstermektedir.

Kuşkusuz ki demokratik uygarlık tezi ve teorisi bir anda olacak ve bitecek devrim tanımını reddeder. Devrim sürekli ve her an gerçekleşen devrimler toplamından müteşekkil “niteliksel dönüşümler”dir. Demokratik modernite sürekli kendini yaratan ve inşa eden yeni toplumun inşası olduğu için başlamış ancak süreklilik arz eden devrim ifadesi yaşananı daha doğru tanımlar. Bizzat kendi hatalarından kaynaklanan yanlış uygulamaları olursa onlara karşı da devrimcidir. Bunun için Rojava’daki devrimin devrimciliği, başlayan devrimin sürekli kılınıp kılınmamasıyla belli olacaktır. Örneğin mevcut koşullar değişirse ya da daha büyük saldırılar gelişirse inşanın sürüp sürmeyeceği önemli bir veri olarak ele alınabilir. Şimdiye kadar ciddi zorluklara rağmen belli gelişmeler yaratması umutlu olmamıza sebeptir.

Günümüz Ortadoğusu’nda en “nitelikli dönüşümler” demokratik bir sistemin inşası olacaktır. Ortadoğu’da demokrasi ekmek ve sudan daha acil bir ihtiyaçtır. Hiç bir şey bu toprakların kaderini demokrasi kadar değiştiremez. Ancak bu demokrasinin de Ortadoğulu olmasının ona bu rolü oynatacağını bilmek gerekir. Lenin demokrasiyi “devletin bir biçimi, sosyalist devletin kendisi, komünizme giden yol üzerinde bir evre” çerçevesinde tanımlamıştı. Bu tarif sosyalistlerin demokrasiye biçtiği değerin birimi oldu. Sol bu tespitten ötürü demokrasiyi pek önemsemedi. Avrupa demokrasisi “bencilliğin, üstünlerin ve ayrıcalıkların” ruhu ve duygusu ile kirlenmiş, çıkarcı ve imtiyaz isteyen sistemin ağzıyla konuşan temsilciler demokrasisidir. Bu demokrasi Ortadoğu’da 20.yy’da yaşananlardan da sorumludur. Bu demokrasi Ortadoğu’da ki faşist ve diktatörlerin ana koruyucu gücü oldu.  Dünyada demokrasi denilince ilk akla gelen bu iki yaklaşım türü, Ortadoğu için çözüm olmadılar, olamayacaklar. Ortadoğu demokrasisi kendi geçmiş tarihini sorgulayarak tarihiyle buluşmayı, zihniyetinin temeline alıp, halklara, inançlara ve örgütlü topluluklara dayanacak bir demokrasi olmak durumundadır. Bu demokrasi El Kindi, Farabi, İbn-i Sina, Sühreverdi, Halac-ı Mansur, İbni Haldun okuyarak işe başlamak zorundadır. Bu demokrasi peygamberlere “demokratik değerlerimiz” gözüyle bakmakla kimlik farkını ortaya koymalıdır. Magna Carta’dan önce Medine Sözleşmesine bakmasını da bilirse, kavram ve kurumlarını bu değerlere dayandırarak tanımlarsa “nitelikli dönüşümler” sağlayacağı inancını taşımak durumundadır. Bu temel ihtiyaçlar zamanında karşılanamadığı için Ortadoğu komünist partilere ve Avrupa merkezli demokrasiye fazla itibar etmedi. Bu bir çok açıdan olumsuz gibi görünse de kadim tarihinin şanına yakışır yanı da olan bir tutum olmuştur. Rojava-Kuzey Suriye devrimsel gelişmelerini bir de bu açıdan okumak gerekir. Öncüleri çok ciddi hatalar yapmaz ve statükocular kapitalist merkezlerden daha büyük destekler alarak saldırmazlarsa bugün çok görünmeyen ancak zamanla daha somut ortaya çıkacak Ortadoğu demokrasi modeli de gerçekleşmekte- gerçekleşecektir. Hemen her alanda kadın rengini taşıyan bu yeni sistem hem örgütlü toplulukların hem de kadının öncü gücü ile Ortadoğu demokrasisini en “nitelikli dönüşümler”in  gerçekleştiği demokratik devrim haline getirmektedir. Kadın ve gençlik ağırlıklı toplumsal ve siyasal katılım, sadece kapitalist modernite kaynaklı sorunların çözümü için atılmış adım olarak okunmamalıdır. Toplumun bu iki kesiminin örgütlü katılımı bir tarih ve toplumun yeniden doğması ve gençlik ruhuyla gelişip büyümesi anlamına da gelmektedir. Kuzey Suriye topraklarında bir dönemlerin Palmira’sı gibi çöl ortasında bir vaha, dünya demokrasi tarihi içinde her gün yaşattığı devrimlerle rengarenk açan bir çiçek bahçesi oluşmaktadır. Devrim gibi demokrasiyi de dört beş yılda bir yapılan seçimlere indirgemekten çıkararak bir ezberi bozmakta ve demokrasinin tanımını da anlamını da değiştirmektedir. Bu sadece bir iddia değil. Kuzey Suriye’de gelişen model adım adım bunu örmektedir. Bu temeldeki demokrasinin karşısında engel olarak duranın ise Avrupa demokrasisinin kıskançlığı olduğu görülmektedir.

Avrupa kıtası kültürü sayesinde kendi içinde parti ve kişileri değiştirerek de nefes alabiliyor ve kimi sorunlarını çözebiliyordu. Bu alışkanlık 2010’dan bu yana “adam ve grup değiştirterek” bölgemizin sorunlarının köklü çözülebileceğini daha çok propaganda etmiştir. Toplumu böyle bir fikrin etrafında hareket etmeye dönük çağrılar daha sık yapılır olmuştu. Bu temeldeki ilk denemelerin olduğu Irak ve Afganistan’da umulan sonuçların bırakın yanından geçmeyi yıkılan diktatörlükler dahi aranır oldu. Türkiye gibi bir ülkede bile 150 yılık hazırlık heba olmak üzeredir. Rojava sistemi “lider adam” değiştirip “yeni lider adam” yaratma sistemi olmamakla da farkını ortaya koymaktadır. Rojava ağırlığını toplumsal sistemi zihniyetten değiştirmeye vererek kişilere değil topluma dayandığını ilan etmiş bir sistemdir. Değişimi toplumun kendi kendini yönetmesine dayandırmıştır. Bu temeldeki sistemsel değişim, Ortadoğu toplumunun en çok ihtiyaç duyduğu demokratik modeldir.

Ortadoğu’da olduğu gibi dışarıdan gelen uygarlık güçleri de bölge kültürü karşısında zaaflıdır. Askeri ve maddi olarak şişirilmiş bu güçlerin bölge maneviyatı karşısında yaşadıkları zaaf Kuzey Suriye demokratik sistemi için büyük bir avantajdır. Pratik olarak bir diğer avantajı ise Avrupa’da devletin sıkı kontrolünde de olsa, kısmen kurumsallaşmış demokratik kurum ve kültürün gelişmiş iletişim teknoloji sayesinde hem daha fazla takip edilmesi hem de Avrupa ile çelişkiler yaratmasıdır. Gelişmelerin bu yanının doğru kullanılması halinde Ortadoğu demokrasi tarihinin lehine olacak sonuçların da beraberinde geleceği görülmektedir.

Kuzey Suriye merkezli gelişmeler dar bir alanda yaşanıyor olsa da, çok etkili zincirleme bir reaksiyonun ilk ürünü olacağını göstermektedir. Altı yıllık bir zaman dili içinde ortaya çıkmış sonuçlar, devrim ve demokrasi kavramlarını demokratik uygarlık tezinin yüklediği yeni anlamlarıyla belli boyutlarda görmemizi sağlamakta, sağlayacaktır.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.