Düşünce ve Kuram Dergisi

Kapitalist Kente Ekolojik ve Demokratik Bir Alternatif Olarak Kentsel Yerinden Yönetim

Janet Biehl

Yirminci yüzyılda bir dizi Batılı düşünür yerinden yönetimi savundu, ama bunlar arasından merkeziyetçiliğin çok yönlü bir analizini yapan ve onlarca yıl etkili olacak bir yerinden yönetim ideolojisi ve pratiği geliştiren Amerikalı toplumsal kuramcı ve aktivist Murray Bookchin (1921-2006) öngörü ve derinlik bakımından en etkili olanıydı.

Gençliğinde Marksist-Leninist olarak eğitim gören Bookchin, proletaryanın İkinci Dünya Savaşı sırasında yükselememiş olması başarısızlığını derin bir hayal kırıklığı şeklinde yorumladı. Fakat 1940’ların sonunda bir zamanlar yoldaş olan birçokları sosyalist projeyi tamamen terk ederken Bookchin sosyalizmi yeniden ele alarak sürekli kılmaya karar verdi. En nihayetinde, (Rosa Luxemburg’un “Ya sosyalizm ya barbarlık” ilkesine binaen) kapitalizmi kabul etmek barbarlığı kabul etmek olacaktı. Marx hatalı bir stratejide ilerlemiş olabilirdi ama kapitalizm de şeytani bir sistem olmaya devam ediyordu. O zaman kapitalizmin sınırları nelerdi?

1950’lerde Amerika toplumunu inceleyen Bookchin, kapitalist sistemin her zamankinden daha fazla yoğunlaştığını gördü. Sanayi mülkiyet sahipleri, birey ve toplumların iyiliği için değil, kâr sağlamak için hayatın daha da fazla yönünü yeniden düzenliyordu. Her zamankinden daha büyük kazançlar elde etmek adına üretimi yoğunlaştırıyorlardı. Ayrıca, gelecekte sonu gelmeyecek tüketimi garantilemek için tüketim mallarını zamanla değerlerini yitirecek şekilde kurdular. Toplumu birçok yönüyle her zamankinden daha fazla metalaştırdılar. Tüketicileri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için reklamı kullandılar. Kapitalizm, bu ve benzer yöntemler kullanarak insanları “zevkleri, değerleri, düşünceleri ve duyarlılıkları”, “düşünce kuruluşlarındaki” bürokratik “ekipler” (ERT) tarafından tasarlanan ekonomik varlıklar haline getirdi.*

Bunun yanı sıra kapitalizm, verim ve kâr adına tarım, sanayi, finans, ham madde gibi farklı sektörler için belli geniş alanların çevresinin kuşatıldığı ve özellikle bu alanlar için ayrıldığı bir şekilde toplumu muazzam bir merkezileştirme ve ulusal iş bölümü sürecinde şekillendiriyordu. “Küresel çapta ve muazzam boyuttaki bir bant sisteminin ara istasyonları” olarak tanımladığı “tüm toplumlar, ekonomik açıdan rasyonel varlıklar olarak [örgütlenmiştir] (ERT).”

Doğa dahi dönüştürülüyor, sağlıklı gıda veya sağlıklı topluluklar yerine kâr elde etmek üzere yeniden inşa ediliyordu. Şehirler hava kirliliğiyle boğulurken fabrikalar havaya ve su kaynaklarına bıraktığı atıklarla nehirleri kanalizasyona döndürdü. Ormanlar yerle bir ediliyor, yeşil alanlar çöle çevriliyor ve tarımsal alanlar ciddi bir hızla erozyona uğruyordu. Büyük sanayi sistemleri küçük ölçekli çiftliklerin yerini aldı. Ekinler artık toprağı işleyen çiftçiler tarafından yetiştirilmiyordu, aksine haşere istilalarını engellemek, yabani otları yok etmek ve “toprak sömürüsünü en üst düzeye çıkarmak” (ERT) için kimyasallar kullanan bir monokültür içerisinde üretilmektelerdi. Hava ve su kirlenmesine bağlı olarak artık rutin olarak gıdalarda görülen kimyasallar, insan sağlığı açısından tehdit teşkil ediyordu. Yurttaşlar bedenlerine yapılan bu hakarete sessiz kalmayıp isyan edeceklerdi. Bookchin, 1950’lerde kapitalizmin sınırlarının kesinlikle ekolojik olması gerektiğini gördü.

Sanayileşmiş tarım sektörü ile yakın ilişkisi olan devasa kentler “beton, metal ve camdan oluşan büyük kentsel yığınlar” olarak kendi başlarına birer monokültürdü. Bookchin’e göre kent sakinleri “toplumsal olarak atomlarına ayrılmış ve birbirinden yabancılaşmış” haldeydi ve yaşamları rutinleştirilmiş, tasnif edilmiş ve güçsüz bırakılmışlardı. “Sterile edilmiş kentsel alanlara” doldurulmuş, anonim ve apolitikleşmiş kent sakinleri yurttaş olmak yerine “tam bir tüketiciye, duygusuz birer alıcıya” (ERT) dönüşmüşlerdi. Çok uzaklarda yetiştirilen ve kent sakinlerinin kullanımına sunulan gıdalarda, tazelik duygusu yaratmak için koruyucu ve renklendirici maddeler kullanılmasını gerektiriyordu ve “üretildikleri hayvan ve bitkilere en ufak bir benzerlik” göstermiyorlardı.

Enerji üretimi de ulusal iş bölümüyle ilişkilendirilmişti. Bookchin, büyük bir kentin ihtiyaçlarını sürdürmenin muazzam miktarlarda kömür ve petrol gerektirdiğini görmüştü. Bölgesel motifler halinde entegre edilmiş olan çeşitli enerji kaynakları yerine fosil yakıtların merkezileşmiş ve tekli sistemi geçmekte ve “entegrasyon yoluyla çeşitlilik kavramının en temel özü yerle bir edilmekteydi.” Sonuç olarak, kentler sadece fosil yakıtlara değil aynı zamanda “güç reaktörleri temel enerji kaynağımız olsaydı bertaraf edilmeyi gerektiren öldürücü radyoaktif atıklara sahip” olan ve tehlikeli sonuçlar içeren nükleer enerjiye de bağlı oluyordu. Dahası, Bookchin’in 1965 yılında yazdığı gibi1 “sera etkisi” yaratan fosil yakıtlar birkaç yüzyıl sonra atmosferin ısınmasına sebep olarak dünyadaki yaşama bir tehdit oluşturmaktaydı. Sonuçta, çevre sağlığı için fosil yakıtları kullanmayı bırakmak şart olacaktı.

Teknoloji de aynı zamanda merkezileşmişti. Sanayi Devriminden beri uzmanlaşma ve seri üretim, makineleri insanların uzantısı haline getirmek yerine insanları makinelerin bir uzantısı haline getirmişti. Bu bağlamda, Bookchin, yalnızca makinelerin bir uzantısı olan insanların da makineleştiğini yazmıştı (TLT).

Fakat belki de en önemlisi, siyasi sistemin de bürokratikleşmiş, gücü kendisinde toplayan bir devlet aygıtına dönüşerek merkezileşmesiydi. Kararlar, her zamankinden daha fazla anlaşılmaz ve ulaşılmaz şekilde, etkilenecek insanlardan çok uzaktaki toplumsal düzeylerde alınmaktaydı. Bu kararlar, kapitalist sanayinin en ağır koşullarını tecrübe eden insanların değil, kapitalist sanayinin çıkarlarını koruyordu. Ruhsuz ve kişiliksiz bürokrasiler “dayanışma, işbirliği, karşılıklı yardımlaşma ve hatta misafirperverlik ve toplumsal uygunluğu” aşındırmaktayken toplumsal idarenin bürokratik teknikleri insan hayatını düzenleyip bireyi açık veya örtülü baskıyla tehdit ederek dize getirmekteydi. “Endüstriyel yöneticilerin, mühendislerin (…) finansal manipülatörlerin ve piyasa mimarlarının “uzmanlığı” bireyi büyülenmiş şekilde bağlı tutmaktadır. Devlet (güvenlik güçleri, mahkemeler, hapishaneler, resmî kurumlar ve kuruluşlar”) insanları denetim ve hâkimiyet altında tutmaktadır (TLT). Bookchin, böyle bir sistemin boyunduruğu altında insanlar arasındaki dayanışmanın ortadan kalktığını ortaya koydu.

Bazıları, merkezileşmenin topluma faydalı olduğunu iddia edebilir. Sonuçta, tüm kafa karıştırıcı aşırılıklarına rağmen daha küçük toplumsal formlara nazaran daha verimli bir işlevsellik üretmiş ve düzeni sağlamıştır. Fakat Bookchin, merkezileşmenin bir felaket olduğunu düşünüyordu. Merkezileşme, bireyi güçsüzleştirmekte ve insanları aktif yurttaşlar yerine pasif tüketiciler ve vergi mükellefleri haline getiriyordu. Toplumu tepeden inmeci şekilde yeniden örgütlüyordu. Toplumu “standartlaştırılmış, yönetilen ve kitleselleştirilen (…) yüzsüz, insanî olmayan bir toplumsal aygıt, (…) niceliksel, istatistiksel bir yaklaşımla, insanı arı kovanı gibi ele alan bir tutumla” (ERT) kapladı.

Hepsinden önemlisi, kapitalizmin ihtiyaçlarına hizmet etiğinden, doğal çevreyle çatışma halindeydi. Bookchin 1964 yılında, “kısacası, doğal dünyada yerel farklılıkları teşkil eden karmaşık ve ince bir şekilde örgütlenmiş ekosistemlere zarar vererek ve oldukça karmaşık bir organik çevreyi basitleştirilmiş ve organik olmayan bir sistemle değiştirerek insanlar, kendilerini bin yıllardır destekleyen yaşamsal piramidi alaşağı etmektedir” diye yazdı. Bu durum hız kesmeden devam ederse “daha yüksek yaşam biçimleri için önkoşullar onarılamayacak şekilde yok olacak ve dünya, insanlığı desteklemekten aciz bir yer olacaktır (ERT).

1960’ların başında Bookchin, çözümün karar alma yetkisini ait olduğu yer olan insanlara geri vermek, yani yerinden yönetim olduğunu savundu.

Tarımsal açıdan, büyük sanayi çiftliklerinin “sınırları (…) ağaç hatları, çalılar, mera ve çayırlarla belirlenmiş,” “geniş kapsamlı bir yerel yönetim” çağrısında bulunmuştur. İnişli ve çıkışlı, dağlık ve engebeli kırsalda bulunan keskin eğimler erozyonu önlemek ve suyu korumak için ağaçla kaplanacaktır. Her bir arazideki toprak dikkatli şekilde incelenecek ve sadece en uygun oldukları bitkilerin yetiştirilmesi için kullanılacaktır” (TLT). Gıda kimyasal olmayan şekillerde üretilecek ve zirai mücadele “bir türün diğerine karşı kullanılmasıyla” (OSE) ve sadece haşere ile mücadeleyi kontrol altına almak için değil, aynı zamanda doğal güzelliği de artırmak üzere, çeşitlendirme ve rotasyon uygulanacaktır. Emek tasarrufu sağlayan traktör, pulluk ve biçerdöverler “tarım makinelerinin ilgili ziraatla çatışma içine girmediği sağlıklı tarımsal uygulamalar” (OSE) için kullanılabilir. Gıda “bölgeye uygun hayvan ve ağaç muhafazasını dengeleyecek şekilde” üretildiği yerin yakınlarında tüketilecektir. Kent ve kasabalar, kırsal alanlar, toplum ve toprak fiziksel olarak yeniden bütünleşecektir.

Devasa kentler ise daha küçük birimlere ayrılacak veya toprakla yeniden bütünleşmiş mahallelerin gücünü artırarak yerinden yönetilecektir. “Dikkatli bir şekilde bölgenin ayırt edici özelliklerine ve kaynaklarına göre düzenlenmiş yeni bir topluluk biçimi, bugün ortaya çıkıp yayılan kentsel hatların yerine geçmelidir,” şeklinde yazdı (ERT). Kentler ekolojik bölgelerle, “topluluğun toplumsal, kültürel ve yaşamsal sınırlarıyla” iç içe geçirilerek yeşillendirilecektir. Yerinden yönetilen mahalleler de “doğa tüm kentte görünebilsin diye” kentsel çiftliklere ve parklara ev sahipliği yaparak yeşillendirilebilecektir (TLT). Geçmişte, kentler bu sağlıklı yaşam biçimlerini insan kültürüne sağladığı olağanüstü sonuçlarıyla tecrübe ediyordu. “Batı medeniyetinin kaynağı olan kent merkezleri (…) tarımı kent yaşamıyla birlikte ve ikisini daha kapsamlı insanî, kültürel ve toplumsal gelişmelerle sentezleyerek bir araya getirdi” (OSE).

Enerji açısından, yerinden yönetilen ekolojik topluluklar fosil yakıtları ve nükleer enerjiyi boyut ve zararlarından dolayı terk edecektir. Bunun yerine, güneş, rüzgâr ve gelgit enerjisini kullanacaklardır. Bookchin 1965 yılında güneş ve rüzgâr enerjisinin “genel olarak küçük miktarlarda bize ulaşabileceğini” ve “nadiren birkaç bin kilovat-saat elektrik üretebileceğini” yazmıştır. Dolayısıyla bu enerji kullanımları yerinden yönetilen toplumlar için idealdir. Daha küçük ve yerinden yönetilen topluluklarda ise bu enerji biçimleri “sanayileşmiş bir medeniyetin tüm olanakları” için enerji sağlayabilir. Güneş enerjisi binaları ısıtmak, su kaynatmak, yemek pişirmek, metalleri eritmek ve elektrik üretmek için ümit vadederken sanayide ise güneş fırınları kullanılabilir (TLT). Güneş, rüzgâr ve gelgitlerin kullanımı, enerji kaynakları yerel olacağından, uygunluk durumlarına bağlı olacaktır: “Kıtanın uzak bölgelerinde yoğunlaşmış yakıt kaynaklarına bağlı kalmak yerine toplum güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi ve hidroelektrik enerji gibi kendi enerji kaynaklarını en üst düzeyde kullanabilecektir” (OSE). Bazı bölgelerde “en asgari miktarda zararlı yakıtlar kullanarak topluluğun sanayi ve özel kullanımı için gerekli tüm enerji miktarını karşılamak üzere rüzgâr, güneş ve su enerjileri birleştirilebilir.”

Üretim teknolojisi konusunda Bookchin 1965 yılında “ikinci bir sanayi devriminin” gerçekleşmekte olduğunu yazmıştır. Minyatürleştirme (her zamankinden daha küçük makineler), otomasyon, sibernasyon ve bilgisayarlı otomasyon, “küçük ölçekli bir üretim sistemine” dönüşebilir ve büyük ölçekli sanayiyi tümden terk etmemizi sağlayabilir. Bookchin, “olabildiğince küçük olan ve birçok topluluk arasında kullanımı paylaşılan” sanayi tesislerinin kurulmasını önerdi.

Bu küçük fabrikalar çok amaçlı olacaktır. “Geniş bir işlev yelpazesi olan makineler tek bir tesiste büyük bir çeşitlilikte ürünler üretebilirdi“ ve topluluk ekonomisini (…) daha kompakt, çeşitli, yoğun ve kendine yetecek şekilde” düzenleyebilirdi.” Kompakt ve çok yönlü makineler, ayrıca, “geniş çeşitlilikte üretim ve tamamlama faaliyetleri için” yeniden düzenlenebilir (OSE).

Bu makineler de bilgisayarlı otomasyonla çalışır hale getirilebilir. 1965 yılında, “dijital bilgisayarın yaratıcı olmayan zihinsel eylemlerin tüm külfetini üstlenebileceğini ve elektronik bir “aklın” rutin sanayi faaliyetinin çoğunun koordinasyonu, inşası ve değerlendirmesi için kullanılabileceğini” yazdı (TLT). Rasyonel şekilde örgütlenmiş bir ekonomide makinelerin üretimi ve tamiri için dahi makineler tasarlanabilir.

Fiziksel emeğin yerini otomatik makineler, rutin zihinsel emeğin yerini ise sibernetik otomasyon veya otomatik kendini düzelten kontrol cihazları alacaktır. Özgürleşmiş bir toplumda bu gibi makineler “üretim sürecini angaryadan arındıracaktır” (TLT). İnsanların makine haline getirilmesi yerine “makineler insanlar için çalışacaktır. (…) Sanayi, otonom bir sinir sistemi gibi, kendi başına çalışacaktır” (TLT).

Sonuç olarak ulus-devlet parçalanmak zorunda kalacak ve politik hayat özyönetim için daha küçük birimlere ayrıştırılacaktır. Antik Atina üzerine yapılan bir çalışma Bookchin’e insanların yüz yüze ve demokratik meclislerde kendilerini yönetebildiklerini öğretmişti. İnsanlar geçmişte kendilerini böyle yönetmişlerse bugün bunu yine yapabilirdi. Ulus-devletlerin iktidarları böyle meclisler aracılığıyla yurttaşlara devredilebilirdi.

1980’lerde Bookchin, özgürlükçü yerel yönetimcilik adını verdiği bir programla demokrasi üzerine görüşlerini detaylandırdı. Ona göre, kent mahalleleri ve kent merkezi devrimci bir sahaya dönüşebilir. Yerel yönetimler demokratikleştiklerinde, halk meclisleri hem yerel hem de bölgesel düzeyde konfederasyonlar inşa edebilir. Bu meclisler, politikaları koordine etmek ve yönetmek için konfederal meclislere delegeler gönderebilir. İktidar aşağıdan yukarıya doğru akacaktı. Bu konfederasyonlar büyük ekonomik varlıkları kamulaştıracak ve ekonomiyi “yerelleştirerek” topluluğun mülkiyetine bırakacaktır. Ekonomik hayat konfederal meclislerin kamusal işlerinin bir parçası olabilir ve hayatın maddi imkânlarını herkesin faydası için dağıtabilir (NMA).

Daha fazla yerel yönetim demokratikleşip konfederal oluşuma katıldıkça devlete bir alternatif güç ve kapitalizme meydan okuyan bir sistem olacak kadar güçlenebilecektir. Halkın iradesini ifade eden bu konfederasyonlar iktidarın dönüşümü için kaldıraç görevi göreceklerdir.

İnsanların demokratik ve ekolojik topluluklar içinde kendilerini yönettikleri bir sistemde, insan merkezli bir ekonomi ve kâr ve zarar gibi tüm kaygılardan arındırılmış ve bunun yerine “tamamen insan ihtiyaçlarına odaklanmış” bir ekonomik hayat yaratılabilir. Demokratik özyönetim “ekonomik kararları yerel topluluğun inisiyatifine” bırakacaktır.

Bookchin, “insanların tüm iktisadi faaliyetlerinin tamamen yerinden yönetilebileceğini iddia etmiyorum” ama “bunların çoğunluğu insanî ve toplumsal düzeylere çekilebilir” şeklinde yazdı. En önemlisi, “ekonomik gücün merkezi ulusal ölçekten yerel ölçeğe, merkezi bürokratik formlardan yerel halk meclislerine doğru değiştirilebilir” ve böylece “yerel topluluğun egemenliği ve otonomisi için güçlü ekonomik temeller oluşturulabilir” (TLT).

Yerinden yönetilen ve halkın sorumluluk ve yönetimin halkta olduğu bir toplumda üretim kâr amaçlı değil, aksine topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak için yapılabilir. İhtiyaçlar insanîleştirilecek, hayata ve yaratıcılığa daha yüksek bir değer vererek ölçeklendirilecektir” şeklinde yazmıştır. Üretimin yeni standartları geliştirilecek: “Kalite ve zanaat, mevcut olan nicelik ve standartlaşmanın yerini alacaktır. Her şeyden öte, ekonomi ahlaki olacaktır:

Özgür topluluk hayatın temposunu, insanların işlerinin dağılımını, kendi mimarisini ve taşıma ile iletişim sistemlerini daha insanî bir boyuta ölçeklendirecektir. Elektrikli, sessiz, yavaş hareket eden temiz araçlar gürültülü, kirli, yüksek hızlı otomobillerin yerini alarak kent ulaşımında tercih edilen yöntemler olacaktır. Tek raylı sistemler toplulukları bir diğerine bağlayacak ve kırsal alanları yaralayan otoyolların sayısını azaltacaktır. El sanatları seri üretimin yerine geçerek saygı gören konumunu geri kazanacak ve günlük dâhili bir biçim haline gelecekler. İnanıyorum ki yüksek bir mükemmellik standardı, bugün hâkim olan ve kesin şekilde nicel olan üretim kriterlerinin yerini alacaktır; ürünlerin dayanıklılığına saygı, ham maddelerin korunması, modası geçmiş ve merhametsiz bir tüketici toplumunun üretilmesiyle sonuçlanan seviyesiz ve güvenilmez kriterlerin yerini alacaktır. Topluluk hayatın güzel bir şekilde yoğrulduğu bir alan, kültürün canlandırıcı bir kaynağı, derin bir şekilde kişisel ve daima besleyici bir insan dayanışmasının kaynağı olacaktır (TLT).

Bookchin, ulusal ve uluslararası iş bölümünden tamamen feragat edemememize rağmen, “tarımsal ve endüstriyel yükleri daha geniş alanlar üzerine” yayabileceğimizi düşünüyordu (OSE). Özyönetimlere sahip olan ekolojik topluluklar “ekonomik olarak dengeli ve çok yönlü olacak (…) ve böylece yerel ham maddelerin ve enerji kaynaklardan tam anlamıyla faydalanabilecektir. Bu toplulukların her biri “bütünlüğü sağlamaya çalışacaktır, çünkü bütünlük çevresiyle simbiyotik (ortakyaşar) bir ilişki içinde yaşayan tam ve çok yönlü bir insan üretir” (TLT). Topluluklar bu durumda mümkün olduğu kadar kendine yetecektir.

Ancak eksik kaldıkları durumlarda ise paylaşım yoluna başvuracaklardır. Ürünler, “merkezi bürokratik kurumlar” olmadan “bağımsız, otonom topluluklar arasında paylaşılabilir” (TLT). “Fabrika ve kaynakların” böyle bir paylaşımı, esas itibariyle “topluluklar arasına dayanışmayı” da teşvik edecektir. Otonomi ve karşılıklı bağımlılığı dengeleyerek, “iktisadi yeterlilik, endüstriyel konfederasyon ve ulusal iş bölümü arasında rasyonel ve insanî bir denge oluşturabilir” (TLT).

Bookchin 1960’lardan başlayarak hiyerarşik olmayan, ekolojik ve demokratik bir topluma yönelik olarak öne sürdüğü fikirler için “toplumsal ekoloji” adını kullanmaya başlamıştır. Dersler vermiş, yazılar yazmıştır ama yirminci yüzyılın sonlarında, Amerika Birleşik Devletleri’nde yol hayli engebeliydi. Bu yıllarda kapitalizm gittikçe yayıldı ve ulus devleti her zamankinden daha çok kendi iradesi doğrultusunda dize getirdi. 1980 ve 1990’larda tekelci sermayenin etkisinde kalmış olan ABD hükumeti, toplulukların zararına kapitalizmin güçlenmesine yardım etti.

Hükumetler, merkezileşmeden yana ve kompakt, güçlü ve üretken yerel toplulukları aşındıran, yok eden politikalar uyguladılar. Kentsel dönüşüm programları, yüzlerce güçlü kent mahallesini ezip geçti. Federal konut programları varoşların yayılmasını cesaretlendirdi. Federal enerji politikaları yerinden yönetilen ve yenilenebilir enerji kaynaklarının yerine fosil yakıt üretimini ve uzaktan gönderilen yüksek voltajlı elektrik aktarımını destekledi.

Ancak 1970 yılındaki Dünya Günü, uzaktan beliren ekolojik tahribata karşı genel bir farkındalık oluşturdu ve bu farkındalığın ortasında toplumun bir alternatif olarak yeniden ve kapsamlı şekilde tekrar yapılandırılmasını bir ihtiyaç olarak gördü. Bookchin’in fikirleri, bu yeniden yapılanmanın nasıl gerçekleşeceğini düşünen insanlar arasında da etkili oldu. 2016 yılında, her zamankinden daha fazla insan iklim değişikliğine atıfta bulunmakta ve Bookchin’in fikirler yeni bir önem kazanmaktadır. 1950’lerde ve 1960’ların başında öngörülü şekilde geliştirdiği yerinden yönetim fikirleri, alternatif hareketler ve hatta Bookchin’in adını hiç duymamış insanlar tarafından dahi bilinir olmuştur. Kendilerine “toplumsal ekolojist” demiyorlar ve Bookchin’in çok boyutlu programını savunmuyorlar. Yine de, insanların çevreyi korumaları adına hareket etmeleri açısından güçlendirebilecek daha küçük ölçekte bir topluma olan genel kabule uygun olarak yerinden yönetime bir adım daha yaklaşmaktadırlar.

New Alchemy Institute (Yeni Simya Enstitüsü) Bookchin’den etkilenen John Todd 1969 yılında Massachusetts kentinde New Alchemy Institute2 adlı enstitüyü gıda, su ve barınma için entegre sistemler tasarlamak için kurdu. Organik tarım, su ürünleri yetiştiriciliği ve kapalı döngü tekniklere öncülük etmiştir.

Blueprint for Survival (Hayatta Kalmak için Bir Plan): 1972 yılında Club of Rome adlı bir düşünce kuruluşu, sınırlı kaynak arzıyla üstsel ekonomik ve nüfus artışının yıkılma aşamasında olduğunu göstermek için bilgisayar simülasyonu kullanarak hazırlanan Limits to Growth3 (Gelişmenin Sınırları) isimli bir rapor yayınladı. Buna cevap olarak, Britanya’daki Ecologist dergisi de Gelişmenin Sınırları çalışmasında ortaya konulan sorunların çözümünün toplumun yerinden yönetimle örgütlenmesi olduğunu ileri süren A Blueprint for Survival⁴ adlı bir rapor yayınladı.

Institute for Social Ecology (Toplumsal Ekoloji Enstitüsü): 1974 yılında Bookchin (Dan Chodorkoff ile) Vermont kentinde Institute for Social Ecology⁵ adını verdikleri enstitüyü kurdu. ISE, Toplumsal Ekoloji Enstitüsü yerinden yönetim, sosyalist devrim teorisi ve organik tarım, permakültür ve yenilebilir enerji alanlarında binlerce genç insana eğitim vermiştir.

Institute for Local Self-Reliance (Yerel Kendine Yeterlilik Enstitüsü): Ayrıca 1974 yılında David J. Morris dâhil olmak üzere Bookchin’in arkadaşları, Washington DC’de Institute for Local Self-Reliance⁶ adlı enstitüyü kurdu. Enstitü, insanî ölçekli kuruluşları ve geniş toplumsal mülkiyeti savunmaktadır. Yarım yüzyıldır, topluluklara güçlü yerel ekonomiler inşa etmeleri için araçlar vererek topluluklarının kendi geleceklerini seçmeleri için onları güçlendirmeye yardımcı olmuştur. Aynı zamanda, enstitü, “demokrasiye zarar veren ve yerel toplulukların zenginliklerini onlardan aşıran şirket baskılarını kırmayı” amaçlamaktadır.

Permaculture (Permakültür): 1978 yılında David Holmgren ve Bill Mollison ekolojik sistem modellerinin tarımsal ve toplumsal tasarımlar için kullanımına işaret etmek için permakültür terimini oluşturdular. Permakültür⁷ ekolojik tasarım ve mühendislik, organik tarım ve ormancılık, entegre çiftçilik, su ve diğer kaynakların entegre yönetimi ve sürdürülebilir mimarlık ve gelişim alanlarında uygulama bulmuştur.

Environmental justice (Çevresel adalet): 1970’li yıllarda, siyahilerin ve yoksulların hava kirliliğinin merkezine yakın yerlerde yaşamak ve çalışmak zorunda oldukları için en kötü çevresel etkilere maruz kaldığının gözlemlenmesiyle birlikte environmental justice⁸ hareketi ortaya çıktı. Örneğin 1983 yılında yapılan bir araştırmada ABD’nin güneydoğusunda yer alan 8 bölgenin tehlikeli atık depolama alanlarının yoksul Afro-Amerikan ve Latin topluluklarının bulunduğu yerlerde olduğu tespit edildi. Çeşitli örgütleri içinde barındıran çevresel adalet hareketi, temiz ve sağlıklı bir çevre yaratmaya çalışarak çevresel ırkçılıkla mücadele etmektedir.

Büyümenin ötesinde ekonomi Kapitalizm, iktisadi büyümesi zorunluluğu nedeniyle çevresel yıkımın temel sebebidir. Çevrenin daha iyi duruma gelebilmesi için iktisadi büyümenin sona ermesi gerekir. Durağan ekonomiler, ekolojik ekonomiler, küçülme9, büyüme sonrası ve büyüme dışında veya az büyüme ekonomilerini öneren okullar bulunur. Bu okullar 1970’lerde ortaya çıktı ve kendilerini E.F. Schumacher (“Budist ekonomiler”) Nicolas Georgescu-Roegen ve Serge Latouche (“küçülme”) ile ilişkilendirdi. Bunlar ekonomik başarıyı büyüme ve ekonomik tüketim ile değil, yaratıcılık ve toplumsal katılıma dayanan mutluluk ve refah ile ölçmemiz gerektiğini savundular.

Sürdürülebilirlik: 1980’li yıllar sürdürülebilirliğin veya ekolojik sistemlerin kapasitelerinin süresiz şekilde durmasının sağlanması çağrılarının yükselişte olduğu bir dönemdi. Sürdürülebilirlik hareketi insanların oluşturdukları kurumların çevre üzerindeki olumsuz etkilerini, örneğin kaynak kullanımı, şehir planlama, ulaşım, enerji ve tarımda, azalmasını sağlamaya çalışıyor. Sürdürülebilirlik hareketi, (Bookchin’in imkansız bulduğu bir çaba olan) kapitalizmi sürdürülebilir kılmaya çalışanlarla, radikal yerinden yönetim çabaları içinde olanların bulunduğu geniş yelpazeli bir hareket. 2005 yılında toplumsal gelişme üzerine yapılan dünya zirvesi toplumsal gelişmenin hedeflerini tanımladı. Yakın zamanda “Circles of Sustainability”10 (Sürdürülebilirlik Daireleri) “hayatın her alanında, ekolojik, ekonomik, politik ve kültürel, sürdürülebilirliğin inşası” için bir araç haline geldi.

Kentçilik: 1980’li yıllarda, arabaya bağlı yaygınlaşmanın durmasını veya geri alınmasını sağlamaya çalışan bir hareket ortaya çıktı. Alternatif olarak yeni kentçilik11 anlayışı insan merkezli mahalleler yaratmayı hedefleyen, toplu taşıma, bisiklet ve yürümeye önem veren şehir planlamacıları arasında ortaya çıktı. Bazı yeni şehirciler şehir planlamanın da ötesine geçerek şehirciliğin ekolojik felaketi bertaraf etmesindeki bağını öne sürdüler. Yürünebilen şehirler daha az arabaya ve dolayısıyla daha az fosil yakıtına bağımlı olan şehirlerdir. Kaliforniyalı yeni şehirci Peter Calthorpe, “yeşil şehirciliğin muhtemelen iklim değişikliğine en tasarruflu ve etkili çözüm” olduğu fikrini ısrarla savundu.12 Almanya’nın Freiburg şehrinin bir mahallesi olan Vauban13, düşük enerji, ekolojik konut ve arabasız sokaklar uygulamasına geçti ve bu nedenle sürdürülebilir şehircilik için “örnek bölge” olarak gösteriliyor. Yürünebilir mahalleler ayrıca yerel demokrasinin temellerinden olan toplumun birbirine bağlılığını da artırıyor.

Kent çiftlikleri: Şehrin içinde ve çevresinde ekinler yetiştirmek Bookchin’in 1950’lerin başında savunduğu gıda üretimi ve tüketiminin bir araya getirilmesini sağlıyor. Kent çiftçileri yoğun tarımı sağlamak için diğer teknolojilerin yanında çatı bahçesi, kabartılmış tarla yüzeyi, dikey çiftlikler, akuakültür, kent arıcılığı, yem arama ve bahçe tarımını kullanıyorlar. Kent çiftçiliği insanları gıda üretimi konusunda yetkili kılıyor. Tasarrufu sağlıyor ve endüstriyel tarımdan daha az kimyasal gerektiriyor. Kent çiftçiliği14 yoksul topluluklara gıda güvenliğini sağlamaları ve kendi içinde iş birliği yaparak sağlığın ve refahın arttırılmasını sağlıyor.

Ekokomünalizm: Bu ekolojik felsefe, küçük yerel komünleri, yerinden yönetilen katılımcı bir hükümet, biyo-çeşitlilik arz eden tarım, yerel yeşil ekonomiler ve sürdürülebilir atık yönetimiyle ve “eko köyler” aracılığıyla düşük etkiye sahip yaşam biçimlerini savunur. Terim, 1995 yılında Global Scenario Group15 (Global Senaryo Grubu) tarafından oluşturuldu. “Daha iyi bir yaşam için vizyon” olarak ekokomünalizm, insanların “hayat kalitesinde, insan dayanışmasının kalitesinde ve dünya kalitesinde” doyum bulabileceklerini ileri sürer. Global Ecovillage Network16 (Küresel Ekoköy Ağı) dünya çapında ekokomünalizmi desteklemek amacıyla çalışmalar yapar.

Geçiş Kentleri: Geçiş kentleri, topluluk dayanıklılığını, kendine yeterliliğini ve sürdürülebilir yerel ekonomileri artırma projelerini hayata geçiren köyler, bölgeler, adalar ve kentlerdir. Terim 2004 yılında Britanya’da programın fikir babası olan Rob Hopkins’in öğrencileri olan Louise Rooney ve Catherine Dunne tarafından oluşturuldu. Geçiş inisiyatifi genelde yenilebilir enerji, atık yönetimi, yeniden dönüşüm, taşıma, yerel para birimleri ve topluluk bahçeleri ve kent bahçıvanlığı dâhil olmak üzere gıda üretimine odaklanır. 2013 Eylül ayı itibariyle, dünyada 43 ülkede 1000’den fazla geçiş inisiyatifi bulunmaktaydı. 2006 yılında kurulan Transition Network17 (Geçiş Ağı) iklim tahribatlarının muhtemel etkilerini engellemek için toplulukların öncülük ettiği yanıtları destekler.

Post Carbon Institute (Karbondan Sonra Enstitüsü): Post Carbon Institute18 yaşadığımız ekolojik krizlerin, iklim tahribatlarının, biyo-çeşitliliğin kaybolması, doğal kaynakların kurutulması ve ucuz enerjinin son bulmasının günümüz eşitsizlik ve yoğun işsizlik gibi ekonomik krizlerinden ayrılamayacağını savunur. Bu sorunlar birbirleriyle bağlantılı olduklarından, birbirinden ayrı tutarak çözülemez. PCI, buna yanıt olarak gelişim sonrası ekonomileri destekler ve karbon sonrası dünyayla yüzleşmek için topluluk dayanımını güçlendirmeyi savunur.

Next System Project (Sonraki Sistem Projesi): Tarihçi ve politik ekonomist Gar Alperovitz tarafından başlatılan Next System Project, çalışanların sahip olduğu kooperatiflerin yaygınlaşmasını savunur. Şu an yükselişte olan bu toplumsal kurumlar genelde eşit ve yeşil olup kazançlarını çevresel, toplumsal ve toplumsal amaçlı hedefler için kullanırlar. Next System Project19, birbirine bağlı krizlere çözümler üretmek için yılları kapsayan bir proje yürütmektedir. Yeni ekonomi hareketi denilen oluşumun bir parçasıdır. New Economy Coalition20 (Yeni Ekonomi Koalisyonu) yaklaşık 200 ile 250 yeni ekonomi liderinin ve kuruluşun bir araya geldiği gevşek bir çatı oluşumudur.

350.org Bu ünlü uluslararası hareket21, en büyük 200 fosil yakıt şirketindeki hisselerini çekmeleri için üniversitelere, kiliselere, kentlere ve işletmelere baskı uygular.

Bunlar günümüzde bir şekilde alternatif moderniteyi yaratmak için çalışan pek çok gruptan yalnızca birkaçıdır. Ekolojik sorunun, yerelin bir ölçüde güçlendirilmesini ve toplumsal yapının daha insanî bir ölçekle yeniden yapılandırılmasını gerekli hale getirdiğinde herkes hemfikir. Hiçbir biçimde baskıcı olmayan ve genellikle küçük, ama gün geçtikçe büyüyen bu yapılar, kendini onarabilen ve temizlenmiş bir ekolojik geleceğe giden yolu işaret ediyor.

Avrupa ve Kuzey Amerika’da neoliberalizmin iktidarı, insanların ellerindeki zenginliklerini aşırmakta ve tam hız yarattığı çevre felaketlerini görmezden gelmekteyken eski engellerin bir bir önünden çekilip savrulduğunu görüyoruz. Devletin dayattığı kemer sıkma rejimleri altında yoğun emekle çalışan Avrupa’da ise işsizlik artıyor. Pek çok Amerikalı da hayatını sürdürmek için birden fazla işte çalışmak durumunda. Sonuç olarak mevcut devlet ve ekonomik kurumlar yakında bir meşruiyet kriziyle ve halk ayaklanmasıyla karşı karşıya kalabilir. Günümüzde yeniden dirilen sol, gün geçtikçe yukarıda bahsettiğimiz grupların hedeflerini ve vizyonlarını paylaşıyor. Ekolojik krizle ilgili bilinç yayılıyor, yerinden yönetimin gerekliliği daha geniş çevrelerce kabul ediliyor ve başkaldıran halklar, politik bir kurum olarak özyönetimi tesis etmek ihtiyacını yaşayacaktır.

İnanıyorum ki Bookchin, yurttaşların ve onların birliklerinin direkt kararlılığı ve etkinliği olmaksızın yeni topluma dair ekolojik ve ekonomik vizyonların gerçekleşmesinin mümkün olamayacağını söyleyecektir; bu, özgürlükçü yerel yönetimciliktir. Halk toplumsal, politik ve ekonomik hayatı doğrudan kontrolü altına almadıkça, yukarıda toplumun direnci için bahsedilenlerin hiçbirine ulaşamayız ve kapitalizm biyosferi mahvederek yoluna devam eder.

Kürt Özgürlük Hareketi, muazzam bir iş başararak halk meclisi demokrasisinin uygulanabilir olduğunu kanıtladı. Bilinçli olarak politik bir şekil alan demokratik konfederalizm, konfederal halk meclislerinde yüz yüze karar alma mekanizmasını sağlıyor. Kavramın özünde Bookchin’in özgürlükçü yerel yönetim fikri yer alsa da Kürt hareketi bunu kendi koşullarına uyarlamayı başardı ve Suriye’nin kuzeyinde bulunan, Rojava olarak da bilinen bölgedeki üç kantonda uygulamaya koydu.

Bu sistem, Avrupa ve Amerika’da yeniden dirilen sol hareket içerisinden büyük takdir topladı. İspanyol M15 hareketi, radikal halk meclisleri talebiyle bir araya geldi. Nuit Debout, Paris’te Cumhuriyet Meydanında “komünü yeniden canlandır” talebiyle kısmî işgaline devam ediyor. Radikal politik meclisler, ekolojik ve alternatif ekonomik hareketlerle köprüler kurduğu zaman bir değişim gücü haline gelecek ve bunun insanlık ve çoğu diğer yaşam türünün dünya üzerinde bulunmaya devam edebilmesi için son şansımız olduğu bilinciyle belki de durdurulamaz hale gelecektir.

 

Türkçe Çevirmen: Çevirmenler Meclisi

 

* Bookchin’in yerinden yönetime dair 1950 ve 1960’lı yıllarda geliştirdiği fikirlerinin bu özeti için, yazdığı birkaç kitaptan alıntılar yaptım ve bu kitapların isimlerini şöyle kısalttım:
ERT: “Ecology and Revolutionary Thought” (1964), http://dwardmac.pitzer.edu/Anarchist_Archives/bookchin/ecologyandrev.html.
TLT: “Towards a Liberatory Technology” (1965), http://dwardmac.pitzer.edu/Anarchist_Archives/bookchin/tolibtechpart2.html.
OSE: Our Synthetic Environment (1962), http://dwardmac.pitzer.edu/Anarchist_Archives/bookchin/syntheticenviron/osetoc.html.
NMA: “The New Municipal Agenda” (1986), http://dwardmac.pitzer.edu/Anarchist_Archives/bookchin/libmuni.html.

 

 

Yazarın daha fazla bilgi için önerdiği İngilizce internet bağlantılar
1http://blog.oup.com/2015/08/murray-bookchin-climate-change/
2 http://www.thegreencenter.net/
3http://www.donellameadows.org/wp-content/userfiles/Limits-to-Growth-digital-scan-version.pdf
4http://www.edwardgoldsmith.org/1123/a-blueprint-for-survival-preface/
5 http://www.social-ecology.org/
6 https://ilsr.org/
7 http://permaculturecommons.org/
8https://www.nrdc.org/stories/environmental-justice-movement
9 http://clubfordegrowth.org/
10 http://www.circlesofsustainability.org/
11 http://www.newurbanism.org/
12http://grist.org/urbanism/2011-02-16-peter-calthorpe-on-why-urbanism-is-the-cheapest-smartest-way-to/
13http://www.theguardian.com/environment/2008/mar/23/freiburg.germany.greenest.city
14 http://www.fao.org/urban-agriculture/en/
15http://www.gsg.org/scenario_descriptions.html
16 http://gen.ecovillage.org/
17 https://www.transitionnetwork.org/
18 http://www.postcarbon.org/
19 http://thenextsystem.org/
20 http://neweconomy.net/
21 http://350.org/
Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.