Düşünce ve Kuram Dergisi

Kapitalist Modernitenin Hegemonik Saldırısı ve Ortadoğu Krizinden Çıkış

Nasrullah Kuran

“Onbeşbin yıllık analık yap, insanlık için gerekli her şeyi yaşat, sonra en çaresiz ve kul durumuna düş! İlk tanrıçaların doğduğu memleket ol, insanlık için gerekli her şeyi hem yaşat ve doğurt, hem de bir bez parçası gibi kullanılıp bir köşeye atıl! Tüm tanrıları ve büyüklükleri yaşat, sonra hepsinin en çaresiz kulu ol! Tüm insanlığı doğurmanın zanaatlarını yaşat, sonra aç kal! Her tarafı barınaklı kıl, sonra barınacak yurdun olmasın! Herkesi aydınlatan bir mum ol! Sonra karanlıklardan kurtulma! Herkese ses ol, müzik ve şiiri yaşat, sonra dilsizlere sağırlara dön! Herkes için bilimi, tekniği ve saygıyı yaşat sonra en cahili ve çaresizi kal! Herkese sarayı, hanı yaşat, sonra yerleşecek bir avuç yere muhtaç ol! Ortadoğu uygarlığı işte bu büyük ve çok dogmatik çelişkinin adıdır. Aşkların neden yakıp kül ettiği, bu çelişkilerde gizlidir. Bu kadar değerle büyü, sonra cüceleş! Bunu ancak yanma temizler ilk tanrı ve tanrıça kavuşmasını yaşat, sonra en aşağılık dilenci durumuna düşmüş kadın ve erkeği ol! Bunu ancak yanma, yakılma temizler” A.Öcalan

Ortadoğu, tarihsel olarak büyük ve dramatik çelişkiye sahip olma özelliğini sürdürüyor. Akaların Troya’ya son saldırısından İskender’le başlayan Helenizm sürecine, Haçlı saldırılarından günümüz Irak ve Suriye müdahalesine kadar uzanan geniş yelpazede farklı biçimlerde de olsa tarih bir nevi kendini hep tekrarladı. Ortadoğu, hegemonik saldırıların her zaman hedefi ve mekânı oldu. Çelişkisini büyük ve dramatik kılan da her saldırısının sonucunda yeni bir değer yitimine uğramasıydı. Dünün uygarlık yaratıcısı bugünün hegemonu tarafından yok oluşun sınırlarına sürüklenmek isteniyor.

Batı merkezli tarih anlayışının maskesinin düşürülmesi ve imalata dayalı gerçek yüzünün açığa vurularak deşifre edilmesi, Doğu-Ortadoğu’ya ilişkin hakikatin üzerindeki örtüden sıyrılarak yeniden gün yüzüne çıkmasına, ışımasına yol açtı. Hegel’in “Batı’nın üstün ruhu, gelişen özgünlüğü, Doğu’nun geri kalmış ruhu ise durağan ve değişmez despotizmi demektir.” Ve bu yanılgının etkisinde kalarak “ilerlemeci Batı/durağan Doğu” ikilisini üreten Marks’ın “batı, tarihsel gelişimin muzaffer taşıyıcısı, doğu ise onun pasif alıcısı” kestirimini bilmeyenimiz yok gibidir. Bu çıkarsamanın değişik bir versiyonu ise “pasif Doğulu nesne” ve “aktif Avrupalı özne” iddiasıdır. Sistemlerin kendilerini önce zihinlerde inşa etme özelliği, kapitalist hegemonyanın da başvurduğu temel bir yöntemdir. Kapitalizm ideolojik bombardıman yoluyla bunu Ortadoğu’ya da yaymak istemiştir. Bu temelde oryantalizm, yukarıda ifadelendirdiğimiz yanılsamaları yaşatan vurucu güç olarak kapitalizmin geliştirdiği ideolojik hegemonyada belirleyici bir yere sahiptir. Günümüzde de aydınlanmamış, kendi öz varlığının bilinciyle buluşmamış toplumsallıklar üzerinde etkili bir düşünce olarak etkisini sürdürmeye devam etmektedir. Ortadoğu’nun son iki yüzyılı, bu ideolojik hegemonyanın yaşattığı katkı ortamında kapitalizmin fetih hareketleriyle geçmiştir.

Bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, kapitalizmin zihinsel dünyasının yapı taşı olan oryantalizmin oynadığı rolün ve yaşattığı yanılsamaların sınırlarına gelip dayandığını göstermektedir. Bir nevi oryantalizm aldatmacası ömrünü tamamlamıştır. Görülmüştür ki, ne Ortadoğu durağan ve değişmez bir nesne ve ne de Batı sürekli ilerleyen muzaffer aktif bir öznedir. Aksine, Gücünü ilk uygarlıksal çıkışa ev sahipliği yapmasından alan Ortadoğu’da, hiçbir dış müdahale uzun sürede başarılı olamamış, kendini kalıcılaştıramamıştır. Dış müdahale sürekli dirençle karşılaşmış ve boşa çıkartılmıştır. Bu nedenle “kapitalist sistem, Amerika kıta kültüründen pasifik-Avustralya, oradan Hint, Çin ve Japon kültürüne, Afrika’dan Rusya-Güney Sibirya kültürlerine kadar yayılma yeteneği göstermiştir. Bir nevi kültürler ve uygarlıklar savaşını kazanmıştır. Fakat Ortadoğu’da 1800’lerden beri çok sayıda girişimine rağmen sistemin fethi söz konusu değildir… Zorlanmaların temel nedeni açık ki bu toplumsal dokudan kaynaklanmaktadır.”

Tam bir sistemsel fethin gerçekleşmesine imkân tanımayan toplumsal dokuya rağmen, Ortadoğu kültürü, egemenlerinin eliyle kapitalist hegemonyanın etki alanına girmekten ve bu nedenle büyük felaketler yaşamaktan kurtulamamıştır. Kapitalist hegemonyadan asıl darbeleri de bu iktidar bloklarının İslamcılık ve milliyetçilik adı altında yürüttükleri, esasında ise oryantalist ideolojinin birer varyantı olmaktan öteye gidemeyen ve kapitalist hegemonyayı geliştirmeye yarayan çatışmalardan aldılar. Ortadoğu’nun hakim iktidar aygıtlarının oryantalist karakteri, Ortadoğu kültürünün darbeler almasında ve bölgenin savaşlarla sürekli kaos halinde tutulmasında başlıca etkeni oluşturmaktadır. Ortadoğu kültürünü parçalayarak küçük ulus-devletlere bölen, ekonomik ve ideolojik olarak tekeline alan kapitalist modernite, bugün yine kendi yetiştirmesi olan iktidar bloklarına yönelerek küresel hâkimiyeti önünde engel oluşturmaya başlayan bu güçleri devreden çıkarmaya ve bölgede yeni bir düzenlemeye gitmeyi hedeflemektedir. Kapitalist modernitenin iktidar bloklarıyla içerisine girdiği kapışmanın her ne kadar faturası halklara çıkarılsa da, bu Ortadoğu halklarının savaşı değildir.

 

Neden Ortadoğu?

Neden her hegemonik güç adeta rüştünü ispatlamak için Ortadoğu’ya yönelmekte, Ortadoğu’nun fethini hegemonik varlığının gerekçesi haline getirmektedir? Ve neden kapitalist hegemonyanın inşa mantığında Ortadoğu kültürüne karşıtlık en önemli yeri tutmaktadır? Bu sorulara verilecek yanıtın birinci ayağını, Ortadoğu’nun kültürel birikimi oluşturur. Her şeyden önce Ortadoğu, neolitiğin yaşam bulduğu, ilk uygarlık kültürü ve bilincinin geliştiği mekândır. İlklerin doğuşuna, gelişip serpilmesine tanıklık eden bir tarihe sahiptir. Ortadoğu’nun bu kültür ve tarih birikiminin karşıt bir alternatif yaratma potansiyelini taşıyor olması, kapitalist hegemonya tarafından hedeflenmesinin nedenlerinden birini oluşturur. Yine üç büyük semavi dinin çıkış merkezi de Ortadoğu’dur. Bunlardan İslam’ın 8. Yüzyıldan 16. yüzyıla kadar Avrupa’ya yönelik geliştirdiği seferlerle büyük tehdit oluşturma durumu, Avrupa’nın günümüzde bu tarihsel olguyu kullanarak kapitalist hegemonyayı geliştirmesini kolaylaştırmıştır. Kapitalist hegemonyanın Ortadoğu kültürüne olan karşıtlığı da ağırlıkla bu nedenden kaynaklanmaktadır. Kapitalizm, kendi hegemonik gelişimini sağlamak için Ortadoğu kültürü üzerinde etkinlik kurup hâkimiyetini geliştirmeyi hedeflemiştir.

İkinci neden, kapitalist hegemonyanın küresel ihtiyaçları ve bu ihtiyaçlar karşısında Ortadoğu’nun taşıdığı jeo-politik ve jeo-stratejik değer ve barındırdığı ekonomik kaynakların yoğunluğudur. Bölgedeki petrol ve gaz gibi enerji kaynaklarının yanı sıra, su rezervleri üzerinde yeniden hâkimiyet kurma ve egemenliğini sağlama alma arzusu, kapitalist saldırı ve hâkimiyet savaşlarının süreklilik kazanmasına neden olmuştur. Bilindiği üzere İngiltere öncülüğünde kapitalist hegemonya bu yolda önemli hamleler geliştirmiş, bölgede inşa ettiği ulusdevletlerle belirgin bir başarı da elde etmişti. Ancak oluşturulan ulus-devlet yapılanmaları, zamanla küresel kapitalizmin gelişimi önünde birer engel haline dönüştüler. Bugün ebesi oldukları bu geleneksel ulus-devlet iktidar bloklarıyla yürüttükleri kıyasıya mücadele, küresel hegemon güç ABD’nin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi mücadelesidir. “Ilımlı İslam” projesinin bölge açısından gündemleştirilmesi söz konusu olsa da, görülen ve yaşanan, bu dayatmanın tersi istikametinde her olasılığın güncellik kazanabileceğidir. Bunun yanı sıra, kapitalist modernitenin her ne ad altında olursa olsun bölgeye yönelik bir “çözüm” projesinin olup olmadığı hala tartışma götürür bir konudur. Bölgeyi sürekli kaos halinde tutma ve kaosla yönetilebilir sınırlara çekme yöntemi, belki de kapitalist hegemonyanın Ortadoğu’daki sürdürülebilirliği açısından en kârlı yoldur. Ancak bu tercih, beraberinde büyük risk ve sürprizleri de beraberinde getirmektedir. Tarihsel zeminde en başarıyla yönetildiği iddia edilen kaoslar dahi arkalarında hesaplanamamış sonuçlar bırakmıştır.

Bu nedenlerin yanı sıra, İsrail’in bölgedeki konumuna yönelik A.Öcalan tarafından geliştirilen yorum, konuya farklı ve yeniden derinlik kattığı gibi, günümüz açısından üçüncü bir nedensel olgu açığa çıkarmaktadır. A. Öcalan bu noktada şunları belirtmektedir; “İsrail, Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinçli yıkılışından sonra bölgenin yeni hegemonyasının ‘Çekirdek Gücü’ olarak tasarlanmış ve inşa edilmiştir.” Öcalan aynı zamanda TC’nin İsrail’in prototipi olarak tasarlandığını ve bu temelde inşa edildiğini, Arapların 22 Arap ulusdevletine bölünmesinin de İsrail’in varlığını güvence altına almanın sistemli çalışması ve kapitalist hegemonyanın Ortadoğu halklarına komplosu olarak değerlendiriyor. Burada açığa çıkan üçüncü neden, kapitalist hegemonyanın ‘çekirdek gücü’ olan İsrail’in her koşulda korunması ve varlığını bölgesel hegemon olarak sürdürmesinin sağlanmasıdır.

Kapitalist modernitenin bu amaçla gerçekleşen saldırıları, Ortadoğu toplumsallığını parçalamakla kalmamış, aynı zamanda atomize edilen toplumsallık kendi içerisinde çok yönlü çelişki ve çatışma zeminine çekilerek sosyal kültür olarakta bitirilmek istenmiştir. Bu çelişkileri A.Öcalan;

  • Arap- Yahudi çelişkisi
  • Türk-Kürt-Ermeni- Asurî-Rum-Yahudi çelişkisi,
  • Şia- Sünni çelişkisi
  • Ulus-devletçiklerin her şeyle çelişkisi şeklinde sıralamaktadır. Yine endüstriyalizm, cinsiyet ayrımcılığı, işbirlikçi orta sınıf anlayışlarını bunlara eklemekte ve çözümlemektedir. Kimi çelişkiler tarihte uygarlık sistemince geliştirilmişse de, kapitalist modernite tarafından yeniden üretilerek derinleştirilmiş, içinden çıkılmaz hale getirilmiştir. Nitekim Ortadoğu’da süreklilik kazanan yapısal kriz ve kaotik durum, bu çelişkilerin sürekli canlı tutulmasından kaynaklanmaktadır. Sorunların iktidara ve devlete bağlamlı karakteristik özellikleri, ulus-devletlerin ve iktidarların birbirleriyle ve kendi halklarıyla sürekli savaş hali içinde olma gerçeğiyle birleşince, iktidar ve devlet döngüselliğinden çıkış veya kurtuluş, düğümün çözülmesi, kaostan çıkış anlamına gelecektir. Ancak ne kapitalist ilişkilere bağımlılığıyla ayakta durabilen Türkiye’nin ne de Asya ulus-devletlerinin kendi öz dinamikleriyle böyle bir çözüme ulaşma kabiliyetleri görülmektedir. İran gerçeğinde iktidar dışı muhalefetin taşıdığı tarihsel demokratik kültür ve bilinç potansiyel olarak bir çıkış yapmaya müsait ise de henüz bu yönlü bir parıldayış içerisine girmiş değil. Geriye 21. yüzyıla kendini yenilerek giren, hem kuramsal-teorik hem de örgütsel ve eylemsel pratikleşme gücüyle ciddi etki yaratmaya başlayan Kürt Özgürlük Hareketi kalmaktadır.

 

Ortadoğu Demokratik Uluslar Birliği Projesi

Öcalan’ın geliştirdiği demokratik modernite paradigmasının kuramsal ve örgütsel bağlamda ağırlığı olan evrensel bir model oluşturmuş olması, ideolojik ve felsefi alanda olduğu kadar örgütsel alanda da dikkate değer bir çıkış yakalamasına olanak tanımıştır. Demokratik modernitenin demokratik ulus zihniyeti ve demokratik özerklik yapılanması biçiminde kurguladığı sistemsel yapıda devlet ve iktidar sapmalarına yer olmadığı gibi, çoğunluğun ve farklılıkların demokratik özyönetimlerine kavuşarak toplumsal varoluşlarını komünal yaşam anlayışı çerçevesinde iç içe geliştirmesine imkân tanıması, onu güçlü bir alternatif haline getirmiştir. Yine “ Demokratik Ortadoğu, birleşik Anayurt” şiarı altında “Ortadoğu demokratik uluslar birliği projesi” adıyla geliştirilen çözüm perspektifi, Ortadoğu halklarının tarihsel toplumsal dokusuna hitap eden özsel bir bağ içermektedir. Küresel hegemonyanın BOP vb. dış dayatmalarla modernitenin kültürel hegemonik savaşını amaçladığı sonuca götüremeyeceği artık anlaşılmıştır. Bu konuda Öcalan, “kapitalist modernitenin kültürünün 30 bin yıllık bir kültürü bu kısa sürede asimile etmesi beklenemez. Kültürel çatışmanın uzun sürmesi ve bölgenin yerleşik kültürünün kolayca teslim olmaması hatta kültürel hegenomik savaşa kalkışması beklenmelidir” derken, son süreçlerde yaşanan halkların baharından ve bu baharın merkezi Kürdistan’dan bağımsız ele almamaktadır.

Hegemonya mücadeleleri salt siyasi ve iktisadi mücadeleler olmayıp, aynı ölçekte ahlaki, kültürel ve entelektüel mücadele olma özelliğini de taşırlar. İstenilen, verili olana alternatif yeni toplumsal ilişkiler, kültür, ahlak ve ideoloji temelinde yeni bir toplumsal düzen kurmak olduğuna göre öncellikle kendisi hakkında düşünme ve eylem gücünü gösterebilen bir toplumsallık gereklidir. Bu yolda, “bir toplum için en büyük felaket, kendisi hakkında düşünce ve eylem gücünü yitirmesidir.” Bunun bilincinde olan kapitalist modernite zihinsel hâkimiyet sağlama yöntemlerine başvurarak, ideolojik hegemonyasına genişlik ve derinlik kazandırmaya özen gösterir. Bu nedenle demokratik modernite, hakikat devrimi olarak adlandırdığı karşıt zihniyet dönüşümünü gerçekleştirmeyi öncellikli koşulu sayar. Ortadoğu’nun tüm bilgin ve peygamberlerinin yaptıklarını da özünde bir zihniyet savaşı olarak değerlendirir. Toplumsallığın inşasındaki politik ve ahlaki çabalar, demokratik tarihinin gelişiminde önemli bir aşamadır. Ortadoğu’daki kapitalist modernite dışı arayışların içerisinde düştükleri en önemli handikaplardan biri de, politik seçeneklerinin farklılıklarına rağmen, bu hareketlerin kaçınılmaz biçimde ya milliyetçilikle ya da oryantalizmle buluşmaları ve sistem karşıtlığından sistemin dolaylı özgürlük problemine bir uzantısı, besleyicisi konumuna düşmeleridir. Buna karşı demokratik modernite, güçlü bir anlam savaşı temelinde yönelerek, dar sınırlara hapsedilemeyen evrensel bir yanıt oluşturmayı Ortadoğu insanının ilkleri oluşturan tarihine ve hakikatine bağlılığın gereği sayar.

Her ne kadar Ortadoğu’da yaşananlar bölgesel bir kriz olarak ele alınıp despot rejimlerin yarattıkları sorunlar sınırında değerlendirmeye tabi tutuluyorsa da gerçek, bunu da içeren ve ama aşan bir mahiyettedir. Yaşanan kriz, kapitalist sistem aygıtlarının ve bizatihi sistemin kendisinin yaşattığı zeminde insanlığın hakikat yitimine uğramaya başlamasıdır. Evrensel ölçekte yaşanmaya başlanan hakikat yitimi adeta toplumsal yaşamı yaşanmaz kılmıştır. H. Arendt , “ modern dünyayı geçmişin dünyasıyla karşılaştırırsak, bu gelişmede en göze batıcı husus, insanın anlamı ve insaniliği tecrübe etme vasfını yitirmiş olmasıdır” derken, tam da bu hakikate işaret eder. Dolayısıyla sorun, “anlam ve insaniliği tecrübe etme” vasfı itibariyle günümüzde güzel, evrensel özellikte bir sorundur. Arendt, burada Öcalan ile hem güncel ve hem de tarihsel bağlamda buluşur. “Geçmişin dünyası” vurgusunu Öcalan, toplumsallıktaki derin hafıza olarak gelenekte, yani tarihte somutlaştırır. Böylece toplumsal arayışı kendi kökeni üzerinde geliştirerek, Kürdistan ve Ortadoğu bağlamında giriştiği hakikat tanımı ve demokratik modernite çözümüyle çok güçlü bir tarzda tarih ve şimdi ilişkisini kurar. Tarih ve şimdi arasında kurulan bu ilişki kaçınılmaz bir şekilde demokratik modernite çözümünü evrensel haline getirmiştir. Ortadoğu’da kapitalizmin neden olduğu krizi aşmaya çalışırken, çözümün bu evrensel karakterini göz önünde bulundurmadan doğru bir zihniyet savaşının yürütülebilmesi ve kapitalizme karşıtlık temelinde bir konumlanmanın sağlanabilmesi mümkün değildir.

Demokratik modernitenin Ortadoğu’nun içerisinde bulunduğu bunalım durumuna ilişkin çözüm bağlamındaki yanıtı, demokratik ulustur. Demokratik modernite, kapitalist modernitenin her şeyle çelişki ve çatışma içerisinde olan ulus-devletinin karşısına demokratik ulusu koyar. Demokratik ulus, “siyasi sınır anlayışı olmayan; aynı mekânlarda hatta kentlerde farklı ulusları çeşitli bütünlükler içinde daha üst ulusal topluluklar halinde inşa etmeyi mümkün kılan bir ulus anlayışını öngörür. Böylece birbirleriyle sınırları yüzünden sürekli savaştırılan büyük ulusal topluluklarla daha küçük olan ulusal toplulukları, azınlıkları aynı ulusal bütünlük içinde eşit, özgür ve demokratik kılar.” Demokratik ulus, ulus-devletçi milliyetçiliğin panzehiri olarak yaşam bulur. Demokratik ulus çözümü, Arapların parçalanmışlıkları kadar Türklerin bölünmüşlüğüne ve yine İran’ın benzer bölünme ve parçalanma potansiyeli taşıyan yapısına çözüm olan bir bütünsellik üretir. Afganistan-Pakistan hattında, Keşmir sorununda ve Pakistan-Hindistan-Bangladeş sorunlarında çözümsüzlük ve savaş doğuran milliyetçi zihniyetin, cumhuriyet, krallık ve reel sosyalizm denemeleri tam bir çıkmazla sonuçlanmıştır. Buna karşı demokratik ulus zihniyeti, Orta Asya’dan Hindistan’a, geçmiş tarihte konfederal türde ortak siyasi çatı altında yaşama yeteneği göstermiş kültür ve halkları yeniden tarihleriyle buluşturmayı esas almaktadır.

 

Etnisiteler ve Demokratik Ulus

Bölgede hegemonik çekirdeksel güç olarak konumlanan ve hegemonyasını sürdürmek için durmadan savaşlar çıkaran İsrail için de demokratik ulus kuramı önemli bir çıkış, çözüm yolu oluşturmaktadır. Yakın zamanda “Müslümanların masumiyeti” filmi üzerinden geliştirilen tahrik, provokasyon ve savaşlarla İsrail’in mesafe olarak Yahudi halkına barış, huzur ve güvenlik getirmeyeceği açıktır. İsrail devleti kendi halkına en büyük ihanettir. Arap ulusuyla var olan çelişkisini derinleştiren devlet ve iktidar bağlarını aynı biçimde geleceğe taşırma arzusu, onu daha derinleşmiş faşizm batağına sürüklemekten ve karşıt hegemonunu yaratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu gerçeklikler ışığında Ortadoğu halklarının bir parçası olan Yahudi halkının barış ve huzur içerisinde birikimiyle etkin bir rol oynayabileceği seçenek, demokratik ulus seçeneğidir. Öcalan’ın belirttiği gibi, “hem kendini demokratik bir ulus halinde daha da sağlamlaştırır, hem de bunu Ortadoğu çapında geliştirilmiş demokratik uluslar birliği kapsamına alarak çok muhtaç olduğu kalıcı bir barışa ve güvenliğe kavuşabilir.”

Anadolu ve Mezopotamyada ulus-devletçiliğin soykırım uygulamalarına maruz kalan Ermeni, Helen ve Süryani halkları açısından da demokratik ulus, ayakta kalabilmenin ve varlığını barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi içerisinde sürdürebilmenin en büyük güvencesidir. Demokratik ulusun her kültüre, kendini özgüce demokratik ulusal bir grup olarak inşa etme olanağı yarattığı gibi farklı kültürlerle üst düzeyde demokratik ulusal birlik içinde yaşama zihniyetini de geliştirmektedir. Bu Anadolu ve Mezopotamya tarihinin çoğulcu kültürel yapısına uygun düşen sosyal bir örgütlenmedir. Bu sadece etnik, ulusal varlıklar için değil, aynı içerikte dinler ve mezhepler için de geçerlidir. Demokratik ulus, mezhepler arası çatışmaları, kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda gerçekleşen bir yönlendirme olarak görür ve reddeder. Şia-Sünni çelişkisi, tarihsel bir arka plana sahip olsa da, günümüzde yaşanan biçimleri tamamen kapitalist modernitenin çıkarları doğrultusundadır. Demokratik modernite hiçbir mezhebin bir diğerine üstünlüğünü kabul etmez ve farklılığı kültürel bir değer olarak görür ve her birisinin de özerk yaşam, örgütlenme hakkını tanır. Öcalan’ın ifadesiyle, “demokratik modernite geç de olsa bölgenin her tarafındaki benzer süreçleri yaşayan kültürel gruplar, halklar için zihniyet sığınağı, demokratik özerklik ise uygun yeniden bedenleme modelidir.”

Dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçekliği açısından da zihniyet ve yapılanma olarak demokratik ulus ve demokratik özerklik, yıkıma yol açmadan yönetimleri paylaşarak bir arada yaşayabilmenin en gerçekçi ve belki de biricik yoludur. Rojava Kürdistan’da yürütülen siyaset ve inşa süreci, bu zihniyetin gerçekleşmesine dönük güçlü bir örnek oluşturma yolunda hızla ilerlerken, Kuzey Kürdistan’da TC ulus-devlet yapısının, siyasal oligarşisinin ortak çözümüne yaklaşmaması nedeniyle demokratik özerklik tek taraflı olarak yaşama, aşama aşama geçirilmek durumunda kalınmıştır. Mevcut çatışmalı hal, ulus-devletçiğiliğin dayatmacı, soykırımcı tekçilik anlayışından kaynaklanmaktadır. Doğu Kürdistan’da da yürütülen mücadelenin odağında da demokratik ulus ve demokratik özerklik bulunmaktadır. Güney Kürdistan’da geliştirilmek istenen minimalist Kürt ulus-devletçiliği ise, bu nokta da farklı bir pozisyon sergilemektedir. Kapitalist modernitenin hegemonik hesapları doğrultusunda geliştirilmeye çalışılan bu modelin, ulus-devlet sorunlarına bir yenisini daha eklemekten ve çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka bir katkısı olmayacağı açıktır. Bu nedenle bu parçanın da, demokratik ulus bilinci ile kuşatılması ve demokratik uzlaşı zeminine çekilerek öz yönetim hüviyetiyle buluşturulması, Kürt halk gerçekliğinin bütünlüğü açısından en doğrusu olacaktır. Eğer böyle bir bütünlük yaratılırsa, Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus devletlerinin mevcut sınırlarına dokunmadan demokratik konfederalist Kürdistan’ın bulabileceği ve böyle bir Kürdistan’ın Ortadoğu demokratik ulusal birliğinin çekirdeği olacağı söylenebilir.

 

Çözüm Ayağında Komün Ekonomisi

Demokratik modernitenin Ortadoğu’nun krizden çıkışına yönelik ikinci çözüm ayağını komün ekonomisi oluşturur. Kapitalizmin ulus-devlet gerçekleşmeleriyle Ortadoğu’da geliştirdiği ekonomik yapılanma, özünde ekonominin çarpıtılmış biçimi olarak sömürü, talan ve soygundan başka bir şey getirmemiştir. İster özel, ister devlet tekelciliği biçiminde gelişmiş olsun sonuçta yaşanan tam anlamıyla soygunculuk olmuştur. Bu nedenle Ortadoğu toplumsal yapısının doğasına en uygun ekonominin komün ekonomisi olduğunu belirtmek, sadece güncele ilişkin bir çözümü ifadelendirmek olmuyor. Nitekim Öcalan bunu şöyle tanımlamaktadır; “Toplumun varoluş tarzı hepten komün biçimindedir. Birey ile başlayan bir ekonomiye tarih tanıklık etmez. Özel ekonomi, tarihin ve toplumun tanımadığı, en az ulus-devlet kadar kapitalizmin ürettiği bir canavardır.” Ortadoğu toplumunun kapitalizmle barışık olmayan özelliği ve tarihsel komünal kökenlerinin güçlü oluşu komünal bir ekonominin inşasını kolaylaştırmaktadır. Bununla birlikte demokratik modernite, kapitalizmin bireyi liberalizmle nasıl anti-toplumsal hale getirdiğinin de bilincindedir. Böyle bir bireycilikle komün ekonomisi inşa edilemez. Bu sebeple komün ekonomisinin yeniden inşası için ideolojikpolitik ve ahlaki eğitimi bir varoluş, gerçekleşme eylemi düzeyinde ele alır. Komün ekonomisi Ortadoğu demokratik uluslarının temel birimini oluşturur. Komünal çalışma dönemine geçiş, toplumsal çözülüş ve işsizliği önlemenin yanı sıra yeniden tarıma, köye dönüşte üretimin her alanda canlandırılması anlamına gelir. “ nasıl ki demokratik federalizm demokratik özerklik, demokratik ulusun politik yaşam örgütlenmesi, kurumlaşması ise, komünal ekonomi birlikler federasyonu da ekonomik yaşamın örgütlenmesi ve kurumsallaşmasıdır. Komünal ekonomik birlikler federasyonu bütün yerel, ulusal ve bölgesel çapta Ortadoğu demokratik uluslar birliğinin ekonomik temelini ifade ederler”

 

Ekolojik Endüstri Çözümü

Üçüncü çözüm ayağını ise, kapitalist endüstriyalizme karşı ekolojik endüstri çözümü oluşturmaktadır. Kapitalist endüstriyalizmin, tekniği azami kar için sınırsız kullanım yaklaşımı, başta metropol ülkeler olmak üzere dünyanın önemli bir bölümün yıkımın eşiğine getirmiştir. Ortadoğu toplumları henüz aynı düzeyde bir yıkım ile karşı karşıya değilseler de, çokta olumlu, pozitif bir noktada oldukları da söylenemez. Bir dönem bitki ve hayvan popülâsyonunun ve çeşitliliğinin yoğun olduğu halde, bugün bu özelliklerini yitirmek üzeredir. Orman yitimleri ileri boyutlara varmıştır. Bunun da ötesinde, A. Öcalan’ın işaret ettiği gibi, “ endüstriyalizmin asıl tehlikesi canlı, duygulu bir dünyası olan toplumu mekanik aletlere mezarlığına çevirmesidir. Toplumun robotlaştırılmasıdır… Daha şimdiden dünya, doğal çevresinden kopuk kentlerin ve sanal aletlerin tutsağı haline gelmiş bulunmaktadır.” Betonlaşma, hava kirliliği, gürültü, nükleer santraller derken, sanal iletişim araçlarının devreye sokulmasıyla insanlığın hakikatle bağı koparılıp sanal bir dünyanın bağımlısı haline getirildiği görülmektedir.

Demokratik modernite, bu saptırılmışlığın karşısına ekolojik endüstriyi, alternatif olarak koyar. İsrail’in bu konuda sergilediği başarılı örnekler de dahil, tüm başarılı ekolojik uygulamaları kendisine esas alır. Teknik alt yapısını ekolojik çerçevede geliştirirken, endüstriyalizm yerine ekolojik kalkınmaya öncelik verir. Tabiki bu endüstriyalizm ve endüstri inkarcılığı anlamına gelmez. Sadece endüstrinin kar amaçlı ve toplum karşıtı sınırsız kullanımını redetmekte, komünal ekolojik ekonomi kapsamında toplum lehine kullanılmasını esas almaktadır.

Ortadoğu’da direnişin ve krizden çıkışın yolu demokratik modernite kuramının üçlü sacayağı olan demokratik ulus, komünal ekonomi ve ekolojik endüstri unsurları doğrultusunda inşadan geçmektedir. Bu, Ortadoğu’yu halklar bahçesine dönüştürme özlemine de verilecek en güçlü yanıttır. Öcalan, “ Evrenselliğe giden yolda Ortadoğu durağı stratejiktir. Günümüzde dünya devrimi eğer yeniden geliştirilecekse tüm göstergeler bunun ancak Ortadoğu kültürü bağlamında geliştirebileceğini göstermektedir… Kapitalist modernite bağlamındaki dünya devrimlerinin uzantıları Ortadoğu’da başarılı olamadılar. Bunda şüphesiz bölge kültürü rol oynadı. Modernite kültürü bölge kültürünü tümüyle fethedememektedir. Güçlü bir kültürel direniş söz konusudur. Sadece İslam kültürü ile direnilmiyor, İslam kültürünü aşan bölge kültürü tüm tarih çağlarının mirasçısı olarak direniyor.” derken, aynı zamanda direnişin kendi başına yetmeyeceğine, bunun karşısında alternatif moderniteyi inşa etmenin gerçekliliğine vurgu yapar.

Demokratik modernite işte tam da bu gerçekliğin vücut bulmuş, hakikat kazanmış halidir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.