Düşünce ve Kuram Dergisi

Ortadoğu’da Ahlak-Politika ve Demokrasi Sorunu

Cevahir Ömürcan

Ortadoğu coğrafyasında yaşanan ortak sorunların başında ahlak, politika ve demokrasi gelmektedir. Özellikle toplumun gerçek kimliğini ve eylemselliğini oluşturan bu üç alanda yaşanan köklü ve derin sorunlar, bugün Ortadoğu gerçeğini de etkilemekte ve bu yönde güçlü bir mücadelenin verilmesini şart koşmaktadır. Aksi halde bu sorunların varlığı ve mevcut ideolojik-örgütsel düzey nedeniyle, Ortadoğu da herhangi bir sorunun çözümü ya da aşılması pek mümkün görünmemektedir.

Beş bin yıllık uygarlık tarihinde Ortadoğu gibi merkezi bir yerin yaşadığı sıkıntıların; bu kadar uzun bir süre devam etmesi ise dikkate değer diğer bir konu olmaktadır. Son 4 yüz yıldır bütün emperyalist ve kapitalist saldırılara rağmen, mevcut durum günümüzde daha da yoğun bir şekilde devam etmektedir. Bu haliyle derin bir çatışmanın devam ettiğini birçok çevre belirtmekte, yaşananın biraz da bu alanın kilit bir öneme sahip olmasından kaynaklı olduğu yüksek sesle dillendirmektedir. Bu alanda yaşanan derin çelişki ve çatışmalar, bir bakıma kapitalist modernite karşısında Ortadoğu’nun kimliksel mücadelesi de olmaktadır. Bu mücadelenin sonucu tüm insanlığı köklü bir şekilde etkileyeceği için özellikle batı kapitalizmi bölgeye her fırsatta daha güçlü ve köklü yönelmeyi esas almaktadır. Bu anlamıyla batı kapitalizmini temsil etmeye çalışanlarla, zayıf bir şekilde de olsa yerel ahlaki, politikayı ve demokrasiyi savunanların yürüttüğü bu mücadele/aslında var olan sorunsallığın da anlaşılmasında önemli bir veri olmaktadır.

 

Ahlak, Politika ve Demokrasi;

Toplumun inşasında ve toplumsal gerçeklikte ahlakın yeri ve işlerliği son derece önemli olmaktadır. Neredeyse toplumun oluşumunda ve yaşamsallaşmasında, temel bir bileşen olarak ahlakı ele almak ve değerlendirmek gerekir. Bu konuda A. Öcalan’ın “Ortadoğu’da Uygarlık Krizi” adlı savunmasında ortaya konulan değerlendirmeden de çok iyi anlamaktayız ki, ahlak toplumun beslenme, üreme ve korunma gibi temel fonksiyonların bütünleşmesi olmakta ve bu şekilde ele alınması gereken bir olgu olmaktadır. Bu anlamıyla ahlak için, aynı zamanda toplumun ret-kabul ölçüleridir diyebiliriz. O nedenle de dışarıdan dayatılan yaşamsal ölçülerin toplumun gerçekliğiyle bağdaşmadığını ve bu anlamda oluşan kan uyuşmazlığını da, en güzel biçimiyle günlük yaşamın içinde görmekteyiz.

Politika ise ahlaka göre biraz daha günceli ilgilendiren ve güncelle ilgili olan bir eylem olmaktadır. Politikanın pratik olması ve güncele dair, herhangi bir mücadelenin veya ortak yaşamın yöntemlerini belirlemesi onun işlerliğini de göstermektedir. “Ahlak geleneksel olarak politikaya çerçeve sunarken, politika yeni iş görücü kararlarıyla bu çerçeveyi sürekli genişletmekte ve derinleştirmektedir. O halde iki kavram ve olguyu birbirinden tamamen ayırmak mümkün olmamaktadır” –A. Öcalan/Ortadoğu’da Uygarlık Krizi

Hem ahlakta, hem de politikada ortaya çıkan temel husus olarak; toplumun bütünlüğü ve tarihsel gerçekliği içinde yaşadığı sıkıntıları çözme ve kendi kararları doğrultusunda hareket edebilme, eylem gücü gösterebilme kabiliyeti göze çarpmaktadır. Ahlak ve politikanın toplumsal gerçekliğini ve işlevini tekrardan göz önüne getirdiğimizde, toplumun kendi dinamiklerine yönelik geliştirmesi muhtemel her türlü eylem ve duruşun, aynı zamanda bir de temsilini bulması gerekmektedir. İşte bunun için de demokrasi dediğimiz olgu/kavram devreye girmektedir.

Demokrasi gerek ahlak, gerekse de politika adına toplumun tüm üyelerinin katılımını zorunlu kılmaktadır. Ahlakı ve politikayı tanımlamaya çalıştığımızda, toplumun kendi kararlar bütünlüğünü hem güncel, hem de geleneksel anlamda edinilen bir işlerlik olarak görebilmekteyiz. Bu haliyle demokrasinin yani katılımın önemi ve hayatiyeti de ortaya çıkmaktadır. “demokrasi, üçüncü önemli olgu ve kavram olarak ilk iki olgu ve kavrama eklenmek durumundadır. Bu anlamda demokrasisiz toplum da düşünülemez” –A. Öcalan/Ortadoğu’da Uygarlık Krizi

Politika ve demokrasi ile birlikte ahlakın yeri ve önemi toplumun dokularındaki işlerliği ile sıkı bir bağ içinde bulunmaktadır. Bunların birbirinden ayrı ele alınması veya birinin ortadan kaldırılması, toplumsal eşitliğin/özgürlüğün de ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu haliyle de ortaya çıkan toplumsal çöküş ve yozlaşma, kaçınılmaz bir son olmaktadır.

 

Ortadoğu’da Demokrasi, Politika ve Ahlak Mücadelesi;

İfade etmeye çalıştığımız bu toplumsal olgular üzerindeki mücadele neredeyse toplumsal oluşumun başına kadar gitmektedir. Ahlakın toplumsal dokudaki yeri ve önemi; yaşamsal sorumluluklar ve takınılan tutumlar sonucu oluştuğunu, yine politikanın toplumun günceline yönelik mücadeleyi derinleştirme ve geliştirmeyle sorumluluğu, aynı zamanda toplumun kendisinin doğrudan katılımı olarak demokrasinin yerini düşündüğümüzde, bu alanlar üzerinden süre giden bir mücadelenin varlığından da bir şüpheye düşmeyiz.

Ortadoğu gibi kadim bir coğrafyada bu alanlar üzerindeki mücadeleler ise; inanç, kültür, hiyerarşi gibi alanlarda çok köklü ve acımasız bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hatta günümüzde dahi bu etkilerin izlerine, yer yer de artçı şoklarına rastlamaktayız.

İktidar olgusunun toplumsal doğa üzerindeki inşa sürecinde el attığı ilk alan inanç olmuştur. Buradan kendini inşa etmeye başladığı gibi günümüze kadar kurumsallaşmasını da önemli oranda bu alan üzerinden sürdürmüştür. Ortadoğu’da büyük dinlerin ve ideolojilerinin çıkmış olmasını bir rastlantı olarak göremeyiz.

İnanç alanında anlatılan her mit ya da söylence bu gerçeğin basit bir dışa vurumu olmaktadır. Yaşanan bu değişim köklüdür ve oldukça sancılıdır. Özellikle artıürün üzerinden kendini geliştiren iktidar toplumsal ahlak üzerinde mutlak hakimiyeti kurmak için kanlı bir mücadeleden çekinmemiştir. Bu alanda kendine yaşam alanı oluşturabilmek için başta kadın olmak üzere, toplumsal birçok kesime zihniyeti gereği olarak neredeyse kan kusturmuş ve bunları da; kendini inşa ettiği gerekçeler üzerinden olağanlaştırmayı müthiş bir şekilde geliştirmiştir.

İktidarın ve farklı varyetelerinin toplumsal doğa üzerindeki hakimiyeti ve hükümranlığı bu gerçeklikten ileri gelmektedir. Ortadoğu’nun bu anlamıyla yaşadığı bunalımı ya da bu alanlar üzerindeki kaosu; toplumsal dogmatizmde aramak daha başından itibaren bilerek veya bilmeyerek; iktidar mekanizmalarına hizmet olacaktır. Çünkü Ortadoğu’nun günümüzdeki ahlak, politika ve demokrasi olgularındaki yerelliği, saf değildir. Daha çok inanç kültüyle başlayan ve devamla birçok farklı yaşam alanlarına uygulanan, dayatmacı bir yaklaşımın etkilerini buralarda görmek gerekir. Buna en basit örneği ise günümüzdeki radikal İslamcılar oluşturmaktadır. Bu fraksiyonlar tarafından yürütülen mücadelenin yöntemleri üzerine çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Hatta cihad olarak adlandırılan bu mücadele tarzının İslamiyet’le bağdaştırılması da yapılan tartışmalar çerçevesinde sıkça değinilen temel bir metafor olmaktadır.

İslamiyet’in Ortadoğu halkları tarafından kabul edilen bir ahlak bütünlüğü ve politik işlerliği-güncelliği herkesim tarafından kabul gören bir gerçek olmaktadır. Ama İslam adına savaşın benimsenmesi, günümüzde batıya yönelik bu kulvarda savaşılıyor olması ise daha farklı bir konu olmaktadır. Konuyu sadece İslam’a indirgemek ve onu yobaz olarak göstermeye çalışmak, iktidarın ve yakınındakilerin basit bir oyunu olmaktadır. Gerçeğin diğer yüzüne baktığımızda; İslamiyet’in ahlaki bütünlüğü ve politik zemininde; savaşmak kesinlikle yoktur. Tabanda ortaya çıkan ise direnmedir. Yani batının işgalciliğine karşılık gösterilen bir tepkidir. Elbette yönteminde ve ilişkilenmesinde daha detaylı yorumları hak eden bu örnek bile geçmişten günümüze kadar devam eden bu çatışmalı ve kaoslu durumu oldukça iyi anlatmaktadır.

Aynı konu Ortadoğu coğrafyasında hayatın her alanında geçerli olmaktadır. Aileden tutalım da, toplumsal doğa içindeki farklı katmanlarda yaşanan çeşitli odaklara kadar bunun izlerini görebilmekteyiz. Demek ki, Ortadoğu’da var olan ahlak, politika ve demokrasi sorunu sadece batıya veya işgalci güçlere karşı yürütülmemekte, aynı zamanda Ortadoğu’nun toplumsal doğasında da çok sık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu alanlar üzerinde yaşanan bu sıkıntılar ve sorunlar, elbette çok farklı şekilde yansımaktadır. Özellikle fundamentalist vb. yaftaların kullanılması ya da batılı oryantalist bakış yorumlarıyla sorunun çözümü olarak kapitalist modernitenin bir eklentisi olunması yolundaki telkinler ve çözüm projeleri tamamen yanlıştır.

Hem yazılı tarihi kaynaklarda, hem de sözlü anlatımlardaki halk öykülerinde bu alanlar üzerinde yür tülen mücadelelerin onlarcasına rastlamaktayız. Farklı şekillerde ifadesini bulmaya çalışan bu mücadelelerin özündeki temel mantık ise ahlakın ve politikanın tamamen toplumun kendi işlerliği ile belirlenmesi ve bunun tayini ile benimsenmesi hakkında da halkın katılımının gerçekleşmesidir.

 

Ortadoğu’nun Kapitalist Modernite Karşısında; Ahlak ve Politika İnşası, Katılımcı Demokrasi

Ahlak ve politikanın toplumsal oluşumdaki yeri ve önemine değinmiştik. Toplumsal oluşumların geçmişi ve günümüzdeki tüm etkenlerinde bu iki olguyu başat olarak ele almak ve ona göre yaklaşmak gerekiyor.

Ortadoğu’nun özellikle 1500’lü yılların sonundan itibaren batıda gelişen sömürü ve talan kültürüyle olan çatışmalarının en derin etkileri günümüzde bu alanlarda görünmektedir. Bu anlamıyla ortaya çıkan sömürgelerde oluşan psikolojik etkiler ve ahlaki yozlaşma yoğunca yaşanmıştır. Hatta günümüzde dahi yaşanmaya devam etmekte, sürdürülen bu saldırılara karşı ciddi bir direniş ortaya çıkamamaktadır. Doğal olarak bu alanlarda yaşanan yozlaşma, aşınma ve dıştan dayatmacı saldırıların etkileri toplumsal alanda; kaos, bunalım veya sorunsallık olarak yansımaktadır.

Yine I. ve II. Dünya savaşları ardından hanedanlıkların yıkılmaları, halifeliğin kaldırılması ile birlikte ortaya çıkan ulus-devlet yapılanmaları da, var olan sorunları daha da ağırlaştırmış ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Ortadoğu beş bin yıllık tarihinin en kanlı ve acımasız süreçlerini bu zaman diliminde yaşamaktan kurtulamamıştır. Halkın bütün öbeklerinde yaşanan bu derin travmaların boyutları ise sadece malumun ilanı olmaktadır.

Bu anlamıyla Ortadoğu’da halkların kendi dinamiklerine dayanan, oradan beslenen ahlaki ve politik yapılanmaya/inşaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Özellikle halkın kendisini kattığı ve kararlarını doğrudan katılımı ile gerçekleştirdiği toplumsal yapılanmaya gereksinim vardır. A. Öcalan’ın “Demokratik Ulus Çözümü” adlı savunmasında bu konulara değinilmekte ve ortaya Konfederalist çözüm modeli konulmaktadır. Toplumsal ahlakın ve politikanın bu model içerisinde geçmişi inkar etmeden yeniden güncellenmesi ve etkin hale getirilmesi, toplumun bu alanda derin sorunların köklü çözümü için oldukça önemli olmaktadır.

Bin yıllara yayılmış köklü ahlaki yapılanmanın bu model içerisinde güncellenmesi ve halkın öz gücüne dayalı bir şekilde yaşamsallaşması; gerçek anlamıyla Ortadoğu’nun rönesansı olacaktır. Aksi halde günümüzde bu sorunu BOP gibi projelerle ya da “Arap baharı” denilen siyasi manipülasyonlarla aşmaya çalışmak, sorunun çözümünü oralarda aramak tenezzül ve tevessül edilmemesi gerekilen hususlar olmaktadır. İnşa dediğimiz bu oluşum sürecine kadınları, gençleri katmak ve bunların yanı sıra ulus-devlet gibi toplumsal bütünlüğü sınırlandıran ve parçalayan oluşumların ötesine geçebilecek halkların birlikteliği esas alındığı sürece mümkün olabilecektir.

Kapitalist modernitenin başını çektiği ve günümüzde batılı hegemon güçler tarafından bu alanda yürütülen mücadeleyi de göz önünde bulundurmak ve bilince çıkarmak, karşıt mücadele açısından önemli olacaktır. Son 60 yıldır bölgede uluslararası güçlerin hem ahlaka ve hem de politikaya, yine bunlarla bağlantılı olarak demokrasiye uyguladıkları basınç, günümüzde birçok yerde çeşitli reaksiyonlarla karşılaşmakta ve güçlü halk tepkileri açığa çıkmaktadır. İşte bu direniş ve tepki bile Ortadoğu’nun merkezi modernist yapılanmaya ve uygulanan baskılara karşıt ahlaksal bir duruşu olmaktadır.

Kapitalist modernistler durumun farkında olduğu için yaşanan bu öfke patlamasında, tamamıyla durumdan vaziyet çıkarma derdindedirler. Türkiye gibi bir ulus-devlet yapılanmasının bile bu gelişmeler karşısında bölgeye ve uluslar arası güçlere yönelik üstlenmeye çalıştığı siyasi misyonu, entrikaları hayli ilginç ve bir o kadar da dikkat çekici olmaktadır. Yine bölgede Türkiye ile aynı noktada duran batılı güçler kadar işbirlikçi kesimler, sorunun çözümüne katkı sunmak bir yana; kaosun uzamasına ve devamlılığına yönelik çıkar hesapları doğrultusunda hareket ederken yürütülen bu mücadelenin çarpıtılmasına yönelik uğraş içerisinde bulunmaktadır.

Bölge ülkeleri ve son siyasi gelişmeleri bu temelde ele aldığımızda dahi, toplumsal alanda ortaya çıkan sorunların temel nedeni ahlaki olarak yozlaşma ve politik olarak toplumun karar mekanizmasından çıkarılması olduğuna göre oradan bir düzeltme olması kadar, toplumsal varlığın zaruri gereklerinin buradan başladığını göz önünde bulunduran bir yaklaşım günümüzde tüm Ortadoğu coğrafyası için geçerli olmaktadır. Ancak bu bilinç ve bakış açısı ile kurumsal ve kuramsal anlamda bir iyileşmeye gidilebilir ve toplumsal doğanın ahlaki bütünlüğü, politik işlerliği ve demokratik zenginliği ortak yaşamın her alanında eksiksiz bir şekilde uygulanabilir.

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.