Düşünce ve Kuram Dergisi

Kürdistan’da İç Diplomasi

Deniz Gül

“Demokratik Ulusal Kongre’ye doğru giderken Uluslararası güçlerin ve Bölge Devletlerinin tüm hesaplarını boşa çıkaralım, Ortadoğu’nun “demokratik stratejik gücü” haline gelelim.”

Ortadoğu’da siyaset yapılmak isteniyorsa her şeyden önce onun jeo-stratejik önemini iyi bilince çıkarmak gerekiyor. Bu konuda İngilizler diğer emperyalist güçlere göre daha duyarlı yaklaşmış, 19. yüzyılın başlarında merkezi uygarlığını sağlamak için de temel aldığı önemli “stratejik” tespitlere gitmiştir. İngilizler ilkin zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu’na erkenden el atarak Sykes-Picot Antlaşması’yla bundan 100 yıl önce 16 Mayıs 1916’da Fransızlarla Ortadoğu topraklarını resmen parçalamıştır.

Birinci Dünya savaşının mağlup ülkelerinden Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması 20 Kasım 1922’de Lozan görüşmelerinin başlamasına neden olmuş. Bu görüşmeler Lozan Sulh Muahedenamesi, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Büyük Millet Meclisi (Türkiye) temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Beau-Rivage Palace’ta imzalanmıştır.

Bu anlaşmayla Kürdistan toprakları artık dört ülkenin (Türkiye, İran, Suriye ve Irak) sınırları içinde parçalanmasıyla yeni bir süreç başlamıştı. Kürtlerin kendi aralarında sosyo-ekonomik ve kültürel ayrışma gelişen Ortadoğu’daki ulus-devletlerin kurumlaşmalarıyla beraber daha da derinleşmiş önü alınamayan imha, inkâr ve asimilasyon Kürt halkının ahlaki ve politik değerlerinin zayıflamasını beraberinde getirmiştir.

 

Ortadoğu’daki Bu Gelişmeler Nasıl Yaşandı? 

Emperyalist güçler 19. yüzyılın başlarında Osmanlı’nın zayıflamasıyla birlikte, bölgede daha güçlü ve etkili olmak için Kürdistan’a da misyonerler göndermeye başlarlar. Kimi zaman da diplomat, büyükelçi ve resmi gözlemci sıfatıyla gönderilen bu misyonerlerin amacı; Kürtlerin zayıf ve güçlü yanlarını bölge devletleri ile olan ilişki ve rahatsızlıklarını, aşiret bağlarını ve aşiretler arası çatışmaları buna bağlı olarak da izlenecek politikayı tespit edip bağlı bulunduğu merkeze ulaştırmaktır.

Bunlardan biri olan İngiliz kökenli Albay Noel de ilk edindiği izlenimler ve gönderdiği raporlarda bu duruma dikkat çekerek, “Kürt bölgesi esas olarak dış politikayı etkiliyor…Bolşeviklerin planları burada hissedilmektedir…Bizim ideallerimizin gerçekleşmesi için Bolşevik tehlikesinin geriletilmesi gerekir.” diye belirtir.

Bu bağlamda en çok da İngilizler Kürdistan’a aktif olarak yönelirler. İlk etapta Osmanlı ile çelişkiler yaşasalar da, Osmanlı-Rus çatışmalarından dolayı Osmanlı tarafında yavaş yavaş bir İngiliz yakınlaşması ve hayranlığı başlar. 1800’lü yıllarda başlayan İngiliz faaliyetleri Birinci Dünya Savaşı ile birlikte daha da hızlanır.

Emperyalist ülkelerden İngiltere, Fransa, ABD, Rusya ile Almanya Kürt sorununa ve Kürdistan’a daha büyük yakınlık gösterirler. Çünkü stratejik olarak da Kürdistan şiddetlenmiş olan emperyalist yayılmanın hedefi konumunda olan Anadolu, Kafkasya, İran ve Arap dünyası arasında merkezi bir konuma sahiptir. Bu nedenle de bu güçlerin hepsi Kürt hareketini, Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kurma düşlerinin gerçekleştirilmesinde Kürtlere yardımcı olmak için değil, yalnızca kendi yayılmacı ve sömürge politikalarını kolaylaştırmak için kullanma çabası içine girdiler. Bu yüzden her dönem onların Kürt hareketlerine verdiği destekler salt kendi bencil çıkarlarını öngörüyordu. Kimi zaman da tersinden rol oynayarak birçok hareketi provoke edip, büyük tahribat, katliam ve sürgünlere yol açmışlardır.

Bu konuda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapmış oldu tespitlerde şöyle söyler: “19. yüzyılın başından itibaren bir maşa gibi kullanılmaya çalışılacak olan Kürtler, özellikle İngilizler açısından Türk, Acem ve Arap yöneticilerinin sıra ile kendisine bağlanmaları için bir manivela rolü oynayacaklardır. Tipik bir “iti ite kırdırma” politikası devreye sokulmakta ya da “bir taşla bir kaç kuşu vurma” politikasına örnek kılınmaktadır. Bir defa el atılmakla Kürtlerin işbirlikçileri kazanılmış olacaktır. İkincisi; bundan korkan Türk, acem ve Arap yöneticileri daha çok kendilerine bağlamış olacaktır. Üçüncüsü; Kürt feodal işbirlikçileri tarafından sıkıştırılan Ermeni ve Asuri halk daha çok kendilerine sığınmak zorunda kalmaktadır. Sultan, şah ve melikler bu oyunu ikinci elden yürütmeyi marifet saymışlar. Yani kendilerine oynatılan ‘iti ite kırdırtma’ politikalarını onlar da alt düzeyde muhaliflerine karşı oynayacaklardır.”

Sonuçta son yüzyılımızda İngilizler, Ortadoğu’yu iyi yönetebilmek içinde kendine göre ulus-devletler yaratmış ve kimi kültürlerin yok edilmesinde göz yummuştur. Merkezi uygarlığın hâkim siyasal anlayışı “böl-parçala-yönettir”,yani bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar yeterince bölünmüş, parçalanmış ve belli bir elit sınıfın işbirliğiyle yönetilmeye çalışılmıştır.

 

Kürt Tarihinde Başarılı İttifaklar Dönemi

Kürtlerin sosyolojik ve sosyo-coğrafik nedenlerden dolayı birlik konusunda zorlukları olduğunu iyi biliyoruz. Fakat bir de Kürtlerin bazen zorunluluktan kaynaklı, isterse de gönüllü (doğal toplum özellikleri) birliğini geliştirdiklerini iyi biliyoruz. Kürtlerin tarihinde siyasal ve doğal birlikteliklerin en yaygın olanı aşiret konfederasyonlarıdır. Kürtler, hem aşiretler arası hem de bölgede ortaya çıkmış ilk devletlerle diplomatik ilişkiler diyebileceğimiz ilişkileri yaşamış ve tanık olmuş öncü halklardandır.

Ortadoğu’da merkezi uygarlığın gelişmesiyle birlikte bölgedeki kabile ve aşiret yapılarında ciddi bir ayrışma yaşanmıştır. Aşiret ve kabilelerin hiyerarşikleşen kesimleri devletleşme sürecine girerken, bunun dışında kalan birçok kabile ve aşiret bu gelişme karşısında kendi içinde örgütlenip dayanışmalarını güçlendirerek varlıklarını sürdürmeyi esas almışlardır. Bu kesimlerin başında da Kürtler gelmektedir.

Bu bağlamda aşiretler devletçi uygarlık güçlerinin saldırılarına karşı yoğun bir diplomatik ilişki temelinde bir araya gelmişlerdir. Örneğin ilk tarihi anlaşmanın, Mısır ve Hitit devletleri arasında yapılan ve ilk anlaşma sayılan Kadeş Anlaşması’ndan daha önce Hurrilerle (Pro-Kürtler) Mısırlılar arasında yapılmış olduğu arkeolojik verilerle kanıtlanmıştır. Hurriler ve Mısırlıların birbirlerine mektup göndermeleri, Hurri prensesi Nefertiti’nin Firavun Akheneton ile evliliği yaşanan diplomatik ilişkinin düzeyini göstermektedir. Bununla birlikte Mittaniler, Gutiler ve Kassitlerin (pro-Kürtler) de benzer biçimde hem kendi içlerinde hem de bölge devletleriyle ilişki ve ittifaklar içine girdiklerini söyleyebiliriz.

Yine M.Ö 700’lerde Mezopotamya’nın dağlık Kürt bölgeleri üzerindeki 500 yılı aşkın siyasi ve askeri otoritesi tersine çevrilmiş Medler dönemi başlamıştır. Herodot’un yazmış olduğu eserlere göre Medlerin ilk başkanlarından olan Deiokes M.Ö (727-675) söz konusu yönetici, yenilmez Neo Asur İmparatorluk güçlerinin ardı arkası kesilmeyen saldırılarına karşı, Kürdistan’ın tüm sakinlerini birleştirme kampanyasına girişti. Herodot’a göre Deiokes’in hükmü altında toplanan altı aşiret yalnız Media ahalisiydiler; Buslar, Paretakenler, Strukhatlar, Arizantlar, Budiler ve Maglar’ın İttifakı gelişir, bunun üzerine Asur’un nihai yenilgisi Babil’in el altından uzun süreli yürüttüğü diplomasiyle ve Mağî (Kürtçe “ateş ocağı” anlamındaki mağ’dan gelir) adlı Med rahiplerinin uzun uğraşlarından sonra Med Konfederasyonu ve Babil şehir devletinin ittifakıyla M.Ö. 612’de gerçekleştirilmiştir.

Yani, tarihte Kürtlerin kendi aralarında ittifakların sıkça yaşandığını iyi biliyoruz. Eğer bugün Kürt kimliği halen (kültürel anlamda) yaşıyorsa, geçmişte sağladığı siyasal ittifakları bazı dönemlerde yaşadığı içindir. Kürtler son iki yüz yılı kaybetmişse bunu sadece uluslararası güçlere bağlamak yanlış olur. Ortadoğu önemliydi “İngilizler hâkim olmak için böl-parçala-yönet siyaseti uyguladı, bundan dolayı başta Kürt halkı ve Ortadoğu halkları kaybetti” dersek yanlış olur.

Ortadoğu halkları en az İngilizler kadar bu toprakların önemini tekrardan bilince çıkarıp, hangi yol ve yöntemle özgürleştirecek? Özellikle uluslararası güçlerin ve bölge devletlerinin Ortadoğu’yu 21. yüzyılda tekrardan şekillendirmek istediği bu dönemde tarihte yaşananlardan ders çıkarılmalıdır. Her şeyden önce bu toprakların en yaygın siyasal yönetim anlayışı konfederal olmuş ve buna göre istikrarı geliştirebilmiştir.

Maddi uygarlığın son 500 yıllık öncülüğünün Batı medeniyetine geçmesi, başta Kürt halkı olmak üzere diğer Ortadoğu halklarının tarihi, siyasi ve askeri şuurunu kısmen yitirmiş olması tüm sorunların kaynağı olarak görülmelidir. Dünya dengelerinin şekillendirildiği merkez Ortadoğu’dur. Kürtler böylesi bir coğrafyada kimlik ve yeni yaşam mücadelesi vermektedir. Dolayısıyla imkânlar ve zorlukların iç içe olduğu bu sahada diplomatik çalışma yürütürken diplomasinin, mücadelenin gelişme düzeyine denk bir kapsamda yürütülmesi stratejik bir faaliyet olarak görülmelidir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, “Günümüzde Kürtler gerek kendileri ile komşuları arasında gerekse küresel çapta anlamlı bir diplomasiye şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Varlıklarını korumada ve özgürlüklerini sağlamada olumlu diplomatik faaliyetlerin büyük rolü vardır. Bütün 19. ve 20. yüzyılda Ortadoğu’nun parçalanmasında ve kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmasında Kürtler kurbanlık rolü oynamıştır. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının en trajik kurbanları olmuşlardır. Ortadoğu ulus-devlet diplomasisinde Kürtlere biçilen rol hep piyonluk olmuş ve bu durum çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Kürtler soykırıma varan acı tablolarla karşılaşmışlardır. Bunda şüphesiz Kürt işbirlikçileri kadar Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluklarının da önemli payı vardır.” demektedir.

Her şeyden önce Kürtler neden son iki yüzyılda piyonluk rolünü aşamamışlar sorusunu cevaplandırmak gerekecek. Öcalan bu durumu Kürt işbirlikçiliğine ve Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluğuna bağlıyor. Emperyalist ülkelerin elçilik raporlarında özellikle Kürtlerin feodal işbirlikçileri için “Bir araya gelemiyorlar” ibaresi dikkat çekerken, Kürt direnişçilerin modern yöntem olarak da toplumsal örgütlülüğün zayıflığı ve parçalı duruşundan kaynaklı provokasyonlara açık olunduğunu göstermektedir.

Uluslararası güçlerin ve bölge devletlerinin piyonluk rolü devam edecek anlamına gelen ilişkileri sürdürmeleri, 21. yüzyılda da Kürt sorununu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak için izledikleri tarihsel politikayla alakalıdır. İmha, inkâr, tehcir, asimilasyon politikasında bir değişiklik yoktur. Sömürgeciler, emperyalistler açısından Sykes-Picot ve Lozan zihniyeti değişmemiştir.

 

Bu Durumu Gidermek İçin Hangi Diplomasi Anlayışı Öne Çıkmalı?

Avrupa’da burjuvazinin savunduğu azami kâr eğilimi ile bağlantılı olarak kapitalist çağın başlamasıyla ortaya çıkarılan ulus-devletler, ancak 1815 Viyana Kongresi ile yeni uluslararası düzen ve diplomasi ilişkileri açısından belirli normlar üzerinden kurumsallaştırılmışlardır. 1961 Viyana Konvansiyonu’yla bu süreç tamamlanmıştır. Diplomasi bundan böyle tam anlamıyla artık azami kâra dayalı, savaşlar öncesi yoğunlaştırılan bir araç haline getirilmiştir. Dolayısıyla toplumlar arası en değerli ilişki tarzı olan diplomasi, kâr mantığına indirgenerek kirletilmiştir. Barışın, halklar-topluluklar arası kardeşliğin ve dayanışmanın kısaca karşılıklı yararlı süreçlerin geliştirilmesinde önemli rol oynamaktan uzaklaştırılıp savaşları hazırlayıcı bir araca dönüştürülmüştür.

Abdullah Öcalan bu konuda şöyle demektedir: “Kapitalist modernitenin birer uygulayıcı memur konumunda olan ulus-devletler, geçmişin inkârını başardıkları ve yerine sistemin ajan kurumlarını ve oryantalist zihniyetlerini egemen kıldıkları oranda kendilerini yeni efendileri karşısında başarılı saymışlardır. Ortadoğu kültürü açısından son 100 yılda ulus-devlet bölünmeleri, iç ve dış politika denilen uygulamaları genel anlamda bir kırım hareketi olmuştur. Zihniyetten tutalım ekonomik dünyalarına kadar yaşatılanlar bütünsel gerçekliğin parçalanıp, kapitalist modernist unsurlarca yenilip yutulur hale getirilmesidir.”

Devamla şunları da belirtir; “Hem konjonktürel hem de sınıfsal açıdan birleşik bir Kürt ulus-devletinin şansının az olduğu göz önüne getirildiğinde, bu amaçla yürütülen diplomasilerin çözümleyici şansının oldukça az olduğu görülecektir. Son iki yüz yılda bu amaçla yürütülen faaliyetlerden başarılı sonuç alınmadığı bilinmektedir. Kürt sorununun doğası bu tür faaliyetlerin başarılı olmasına elvermemektedir. Kürtlere ilişkin ulus-devlet diplomasisi çözümleyici değil tıkayıcı, Kürdistan parçaları arasında çelişkiyi arttırıcı ve düşman ulus-devletlere açık davetiye çıkaran birçok olumsuz role tanıklık etmiştir. Bu nedenle yeni bir diplomasiye, demokratik ulus diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır.”

Demokratik ulus diplomasisinin esası ve kapsamı konularının daha iyi anlaşılması için, en başta demokratik ulusun diplomasi boyutunu tanımlamamız ve bu tanımlamayla ilgili olarak gündemini belirlememiz gerekir. Diplomatik boyut genel olarak Kürdistan’ın ve Kürtlerin parçalanması başta olmak üzere; aynı coğrafyada yaşayan Türkmenler, Süryaniler, Ermeniler, Araplar vb. halk ve etnik grupların sorunlarının, bununla birlikte farklı kültür, dini ve mezhepsel yapılara ilişkin ne tür çözümler önerildiği konularının ilkesel bağlamda netleştirilmesini konu edinir. Bu durumda diplomatik boyutun gündemi doğal olarak yaşanan sorunların nasıl tanımlandığı, nasıl ele alındığı ve ne tür çözümler önerildiğini içerir.

Buna göre demokratik ulus diplomasisi; demokratik toplumun (ahlaki ve politik toplum) konfederal özüne bağlı kalınarak farklılıklara dayalı, eşit, özgür ve demokratik ilkesel birliği içinde bütün yapıların simbiyotik ilişki temelinde dayanışmalarını sağlamak ve ortaya çıkacak sorunları empati, vicdan ve ahlaki ilkeye dayalı barışçıl, demokratik, dostane temelde diyalog ve müzakere yöntemi ile çözüme kavuşturma aracıdır.

Demokratik ulus diplomasisinin dayanacağı noktalardan birincisi, tarihi-toplumsal birikimdir. Bunu demokratik uygarlığın toplam birikimi olarak da tanımlamak mümkündür. Bu, kültür birikimine dayanır. İkincisi, halkların demokratik, birleşik, siyasal iradeleridir. Bu iradeyi arkasına alır. Üçüncüsü, stratejik zihniyet, demokratik modernite paradigmasıdır. Dördüncüsü de ahlak, adalet ve vicdan ilkesidir. Bunu toplumsal vicdan olarak da tanımlayabiliriz.

Demokratik ulus perspektifiyle toplumlar arasında barış ve dayanışmanın yine yaratıcı alışverişin aracına dönüştürülecek diplomasi, sorunların çözümünü esas alacaktır. Dolayısıyla yeniden yapılandırılacak demokratik ulus diplomasisi savaşların değil, barışın, kardeşliğin, dostluğun ve toplumlar arasında yararlı ilişkilerin değerli bir aracı haline gelecektir.

 

İttifaklar Konusu Diplomaside Önemli Bir Yere Sahiptir

Nitekim devrimlerde saf güçler değil, farklı anlayış ve amaçlara sahip iki dünyanın karşı karşıya geldiği, bu yönüyle de her devrimin aslında bir ittifak çalışması olduğu belirtilir. İttifak kavramını en genel anlamda “farklı güçlerle aynı amaçlar doğrultusunda belirlenen hedeflere doğru yol alırken, ortak mücadele ve çıkar birlikteliklerini temel bazı ilkeler üzerinden oluşturup dayanışma içerisine girme” diye tanımlamak mümkündür. Dolayısıyla ittifaklar, dayanışma gerektiren ortak çıkarlar üzerinden sağlanır. Başka bir ifadeyle varlıkları için tehlike oluşturan güçlere karşı ortak mücadele ve birlikteliklerin sağlanmasıdır. Bu anlamda aslında her ilişki bir ittifak sayılır. Stratejilerin politikalar üzerinden güncelleştirilmesi, farklı ve ortak tutumların belirginleşmesiyle ilişki ve ittifaklar daha çok görünür kılınır. Bu açıdan da ittifak aynı zamanda politik bir duruma karşı konumunu belirleme, neye taraf olduğunu ortaya çıkarma ve ortak eyleme geçmedir.

İçeriğine göre ittifakları “stratejik ve taktiksel ittifaklar” olarak ayırmak mümkündür. Örneğin bazen kimileriyle sadece tanımak ve anlamaya çalışmak için ilişki içerisine girilebilir, bu temelde günlük ya da dönemsel ilişki ve ittifaklar kurulabilirken, bazen de uzun veya orta vadeli daha nitelikli ilişki ve ittifaklar geliştirmek diplomasinin önemli gereklerindendir.

Özgürlük mücadelesinin başarısının çok yönlü ilişki ve ittifaklar geliştirmekten geçtiğini, bu olmadan doğru bir diplomasi çalışmasının da yürütülemeyeceğini bilmek önemlidir. Unutmamak gerekir ki; bir devrim kendi içinde ne kadar büyük ve güçlü etkilere sahip olursa olsun buna denk düşen ilişki ve ittifaklara sahip olamadıktan sonra başarı ve zaferin garanti altına alınması mümkün olamaz.

 

Demokratik Ulusal Kongreye Doğru

Demokratik ulus diplomasisi parçalanmış ve farklı çıkarlar etrafında bölünmüş Kürtler arasında ortak bir platformun oluşturulmasını öncelikli görür. Gerçekleşmesiyle birlikte diplomatik faaliyetlerin merkezinde bu platform yer alacaktır. Ortadoğu’da bugün yaşanan gelişmeler böyle bir platformun geliştirilmesine olumlu bir ortam sunmaktadır. Kürtlerin ortak iradesini temsil edeceği böyle bir platform sorunun çözümünde olduğu kadar bölgenin istikrarı ve demokratizasyonunda da belirleyici bir rol oynayacaktır.

Bunun tersine farklı çıkarlar etrafında bölünmüş Kürtlerin her örgüt ve parçasının kendi başına yürüttüğü diplomasi gerçeğinde ısrar etmenin oldukça tehlikeli ve ciddi sakıncalar doğuracağı, şimdiye kadar görüldüğü gibi faydadan çok zarar getireceği, daha çok Kürtler arasındaki parçalanmaya, bölünmeye ve çatışmalara hizmet edeceği açıktır. Dolayısıyla Kürtler arasında bütünsel bir diplomasiyi geliştirmek temel ulusal görevlerdendir. Bunun için Demokratik Ulusal Kongre’yi kurup işlevselleştirmek Kürt diplomasisinin en hayati görevidir. Demokratik Ulusal Kongre hem tüm Kürt örgütleri ve şahsiyetlerinin temel hedefi olmalı, hem de Kongre’nin bir an önce kurulmasıyla ona dayalı tek ağızdan konuşan, tek politikası olan, kurumlaşmış bir Kürt diplomasisi gerçekleştirilmelidir. Hiçbir örgüt hiçbir gerekçeyle bu hayati görevleri erteleyemez, savsaklayamaz. Bu görevleri sürekli erteleyenler ve savsaklayanlar farklı kişisel ve örgütsel çıkarlar peşinde koşanlardır. Tarihte bu tip zihniyetler ve kişiliklerin yol açtıkları büyük felaketler ve zararlar iyi bilinmektedir, bilinmek durumundadır. Irak Kürt Federe Devleti’ne dayalı diplomasi önemli olmakla birlikte, bütün Kürtlerin ihtiyacını karşılayamaz. Bu devletin ne bu ihtiyaca cevap verecek yeteneği vardır, ne de koşulları buna müsaade eder. Bütün Kürtlerin ihtiyacına cevap verecek diplomasi ancak Demokratik Ulusal Kongre’ye dayalı olarak geliştirilebilir. Dolayısıyla öncelikli görev Demokratik Ulusal Kongre’nin toplanması ve kalıcı bir genel bütünleyici ulusal demokratik örgüt olarak ilanıdır.

 

Demokratik Ulusal Kongre’nin temel görevleri şöyle sıralanabilir:

a- Demokratik Ulusal Kongre kalıcı bir örgüt olmalıdır. Ulusal demokratik her sınıf ve tabakadan uygun bileşimle kişiler ve örgütlerin temsili sağlanmalıdır. Bunda nüfus ve parçaların rolü, mücadele azim ve kararlılıkları göz önünde bulundurulmalıdır.

b- Kongre daimi bir icra yani Yürütme Konseyi seçmelidir. Yürütme Konseyi bütün Kürtlerin pratik-politik ilişkilerinin yürütülmesinden sorumlu olmalıdır. İç ve dış diplomatik faaliyetler, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler Konseyce kurumsal olarak yürütülmelidir.

c- Bütün örgütler öz savunma güçlerini ortak bir peşmerge örgütünde birleştirmeli, ortak Halk Savunma Güçleri Komutanlığı kurulmalıdır. Her örgütün gücü oranında öz savunma güçleri üzerinde belli bir inisiyatifi olmalıdır.

d- Konseye bağlı Dış İlişkiler Bürosu veya Komitesi, başta Kürtlerin bağlı yaşadığı ulus-devletler olmak üzere diğer tüm devletler ve sivil toplum güçleriyle ilişkilerden tek başına sorumlu olmalıdır.

KCK ile Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Demokratik Ulusal Kongre’yle ilişkileri uygun bir statü altında düzenlenmelidir. Her iki organizasyon bir biçimde Kongre Yürütme Konseyi’yle bağlantılı çalışabilir. Bu iki organizasyonla birlikte çalışmak üzerinde tartışılıp çözüme kavuşturulması gereken önemli bir sorundur. Açık ki, KCK’nin demokratik ulus inşasıyla Irak Kürt Federe Yönetimi’nin ulus-devletçi inşacılığı arasında ideolojik ve siyasi kapsamda ilişki ve çelişkiler uzun süre devam edecektir. Bu konuda Demokratik Ulusal Kongre çözümleyici bir çatı örgütü olabilir. Demokratik ulus diplomasisi ulus-devlet diplomasisinin büyük bir kaosa ve çatışmaya götürdüğü Ortadoğu halkları ve ulusları arasında demokratik modernite bağlamında kalıcı çözümleyici rol oynayabilir.

Kürt tarihindeki en büyük olumsuzluklardan biri Kürt komutanı Harpagos’un ihaneti sonucu Medlerin yenilmesi ve mücadelenin Pers iktidarıyla sonuçlanmasıdır. Bu tarihi ihanet ondan sonraki süreçlerde, Kürtlerin hep başkalarının egemenliği altında yaşamlarını sürdürme geleneğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Kürtlerin ikincil kalma eğilimi bu olayla birlikte bir karakter halini almıştır. 1071(Malazgirt Savaşı) ve 1514 (Çaldıran Savaşı) ilişki gerçekliği de varılan sonuç itibariyle bu nitelikte olmuştur. Karakteristik özellik haline gelen söz konusu bu eğilim, Kürtlerin daha sonraki siyasi tutumlarını önemli ölçüde etkilemiştir. Kürtlerin kendi kültürlerini özgürce yaşattığı bu koşulların, giderek kendi varlıklarını sürdürmek için bu yolu tercih eden üst sınıfların devletlerle girdikleri işbirlikçilik siyasetiyle Kürtler aleyhine olumsuz gelişmelerin yaşanmasına yol açmıştır.

Öcalan bu konuda şu uyarılarda bulunur: “Kürtlerin tarihinde olumlu veya olumsuz yönde çok sayıda diplomatik ilişki süreci varlığını hep sürdürmüştür. Çok parçalanmışlık ve topluluklar arasındaki yalıtılmışlık elçilik faaliyetlerine yüksek değer biçilmesine yol açmış, doğru ifa edildiğinde ise toplumsal yaşama değerli katkılarda bulunmuştur. Kötü niyetle ve farklı kişisel ve zümresel çıkarlar peşinde ifa edildiğinde ise düşmanlıklara ve çatışmalara hizmet etmiştir.”

Kürtler için bundan sonra önemli olan Ortadoğu’da değişen dengelerde “ikincil olma” durumu aşmak ve dünyada dikkate alınmak içinde uluslararası güçlerin ve bölge devletlerinin siyasi oyunlarını boşa çıkarmak olmalıdır. Bunun içinde her şeyden önce demokratik modernite paradigmasına dayalı olarak Kürdistan ve Ortadoğu halklarının zihniyet dünyalarının değişmesi gerekir. Bu da toplumsal yaşamın her alanında yoğun bir mücadeleyi gerektirmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi öncülüğünde Kürdistan’da gelişen mücadele Ortadoğu halkları için önemli bir umut kaynağı olmaktadır. Emperyalist ve bölge güçlerinin Kürdistan’da yürütmüş oldukları böl-parçala-yönet politikası önemli oranda boşa çıkarılırken, Kürdistan halkının ortak zihniyet dünyasının oluşması açısından da büyük bir mesafe alınmıştır. Demokratik ulus eksenli olarak Kürdistan’da eşit, özgür ve demokratik değerlere dayalı olarak toplum inşa edilebilirse diplomasi sahasında da o kadar etkili olunacağı açıktır. Kürdistan halkının çıkarlarına dayalı yürütülecek diplomasi çalışmaları Ortadoğu halklarının çıkarlarına da olacaktır. Çünkü halkların çıkarları, özlemleri ortaktır. Önemli olan bunu diplomasi sahasında uygulayabilecek diplomatların olmasıdır. Felsefi, ideolojik, siyasi olarak kendisini yeterince örgütleyemeyen ve buna dayalı diplomasi çalışması yürütemeyenler sonuçta devletçi uygarlık sistemine hizmet ederler. Bu durum da hem iç diplomasi de hem de uluslararası diplomasi de istenilen sonuçların alınmamasını beraberinde getirir. Yetersiz de olsa Kürt Özgürlük Hareketiyle bu alandaki sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır.

Ortadoğu’da stratejik ilişkiler ilkin Kürtler arası daha sonra komşu halklar arası gelişmedikçe, sadece uluslararası güçlerle ilişkide olmanın bütün Kürtlere zarar vereceğini iyi bilince çıkarmak gerekir. Diplomasi çalışmasının bir ayağı ister istemez içinde yaşadığımız dünya gerçeğiyle bağlantılı devletlerle yürütülmesi gerekirken diğer ayağının ve en önemli olanının halklara yönelik olmasıdır. Bu anlamda kamuoyu diplomasisi önem taşımaktadır. Hem Kürdistan gibi parçalı bir halk gerçekliği içinde yürütülecek iç diplomasi ve hem de uluslararası alanda dış kamuoyuna yönelik yürütülecek diplomasi çalışmaları büyük değer taşımaktadır. Kürtler açısından stratejik olan da bu alanda yürütülecek diplomasi çalışmalarıdır. Devletlerin halklar karşıtı politikaları ve diplomasi faaliyetleri de ancak bu alanda yürütülecek çalışmalarla boşa çıkarılabilir.

Diplomasi çalışmalarında özgüce dayanmak önemli olmaktadır. Bu konuda Kürt Özgürlük Hareketi son iki yüzyıllık Kürdistan tarihinden sonuç çıkararak başından beri öz gücüne dayalı olarak mücadele yürütmektedir. Özgürlük Hareketini Ortadoğu’da bu kadar etkili kılan da bu gücüdür. Bundan dolayı ne bölge devletleri ne de uluslararası güçler Özgürlük Hareketini piyon olarak kullanamıyorlar. Ancak Kürdistan halkı adına ortak bir karar organının oluşması ve bu organ aracılığıyla Kürdistan adına diplomasi yapılması için Demokratik Ulusal Kongre’nin pratikleşmesi gerekmektedir. Böyle bir Kongreyle devletlerin Kürdistan’a yönelik siyasi ve diplomasi oyunları boşa çıkarılırken, iç diplomasi de önemli bir mesafe kat edilmiş olup, Kürdistan’ın demokratikleşmesinde ve özgürleşmesinde önemli bir adım atılmış olur. Bu adım Demokratik Ortadoğu Federasyonun gelişmesinin ayak sesleri olabilir.

 

 

Kaynaklar
1- Abdullah Öcalan, Demokratik Uygarlık Manifestosu, 5. Cilt, Amara Yayıncılık
2- Mehrdad İzady, Kürtler
3- Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi, Demokratik Ulus Diplomasisi (Broşür)

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.