Düşünce ve Kuram Dergisi

Laiklik, Laisizm Ve Din Özgürlüğü

Prof.Dr. Bilal Sambur

Son doksan yıldır, Türkiye’de din-devlet-toplum ilişkileri, hep tartışmalı ve gerilimli bir alan durumundadır. Genelde Türkiye’nin bir ulus-devlet modeli şeklinde örgütlendiği söylenmektedir. Ancak ulusun devleti kurmasından çok, devletin ulusu kurgulamak istediği görülmektedir. Devletin yeni bir ulus kurgulamak istemesi, din-devlet-toplum ilişkilerinin otoriter ve totaliter bir niteliğe sahip olmasına neden olmuştur.

Devletin kendisine ait bir ulus yani devlet ulusu inşa etmesinin üç temel ayağı bulunmaktadır. Merkezde devletçiliğin olduğu bu yapı nasyonalizm ve laisizm üzerine oturmaktadır. Resmi nasyonalizm ve laisizm çoğulcu bir Mezopotamya ve çoğulcu bir Anadolu istememiştir. Nasyonalizm ve laisizm, Anadolu ve Mezopotamya’daki farklı inançlar ve kültürleri Türkleştirmeye ve homojenleştirmeye çalışmıştır. Resmi nasyonalizm ve laisizm, bu coğrafyaların farklı kimliklerini ve inançlarını bastırmış, inkar etmiş ve asimile etmeyi istemiştir. Ulusal birlik ve beraberliği sağlamanın tek yolunun her açıdan tek biçimli toplum yaratmak olduğu düşünülmüştür. Toplumda var olan bütün farklılıklar ortadan kaldırılarak tek kimlik ve inanç dayatmasıyla devlet-toplum bütünlüğü sağlanmaya ve yeni bir milli kültür icat edilmeye çalışılmıştır.

Toplumu devletin uzantısı yapmak isteyen ve devlet merkezli bir ulusal kültür icat etme projesi, Mezopotamya ve Anadolu’ da farklı kültür ve inançlar arasında çeşitliliğe, iletişime, etkileşime ve değişime imkân vererek bir arada yaşamanın imkânını kaldırmıştır. Devletin toplumu ihdas politikası, ulusal birliğe karşıt olduğu gerekçesiyle en çok çoğulculuk olgusunu ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Bütün toplum için yeni bir ulusal kültür icat etmek isteyen resmi paradigma, resmi kimlikten farklı olan bütün kimlik, kültür ve inançlara korku ve şüpheyle bakmıştır. Farklı kimlik ve kültürleri, insani zenginliğimiz olarak değil, milli birlik ve bütünlüğe tehdit, bölünme ve parçalanma nedeni olarak değerlendirmiştir.

Homojen toplumu hedefleyen ulusal birlik ve milli kültür söylemleri, etnik, dini, dilsel ve bölgesel kimlikleri önemsiz ve değersiz görmektedir. Devletin dayattığı homojen ulusal kimlik, çoğulculuğu dışladığı gibi Anadolu ve Mezopotamya’nın kültürel, dinsel, dilsel, tarihsel mirasını da dışlamıştır. İcat edilen yeni kimlik içerisinde Aleviler, Şafiiler, Kürtler, Êzidîler, Süryanîler, Keldanîler gibi bu topraklarda var olan birçok kültür ve kimlik yok sayılmıştır. Toplumsal yapının çeşitliliğine ve doğallığına yapılan bu dışarıdan müdahale, devletin dayattığı resmi inanç ve kimlikle, bunun dışındaki sivil kimliklerin çatışma ve gerilim halinde olmasına neden olmuştur. Özellikle Kürtler ve Aleviler, kendi inanç ve kimliklerinden ısrarla vazgeçmeyerek devletin kendilerine dayattığı kimliği reddetmişlerdir. Pozitivist felsefeye dayanan bilimci, akılcı ve çağdaş niteliklere sahip yeni bir toplum kurmak isteyen resmi paradigma, militan laikliği benimsemiştir. Bu laiklik anlayışı, eski rejim olarak görülen padişahlık, hilafet, medreseler, Arapça alfabe, geleneksel kılık-kıyafet gibi her şeyle mücadele etmek isteyen ideolojik bir anlayış olup, giderek devletin resmi teolojisi statüsüne yükseltilmiştir. Devlet iktidarının elitleri, kurmak istedikleri laikleştirilmiş toplum projesinin önünde sivil-toplumsal-dini hayatı engel olarak görüyorlardı ve sivil-dini hayatı devletin güdümüne sokmak için kendi ideolojik laiklik anlayışlarını resmi ideolojinin olmazsa olmazı haline getirmişlerdir. Osmanlı dönemi anlamında eski rejimi tasfiye etme ve ona karşıtlık temelinde devleti inşa eden devlet elitleri, toplum üzerinde kendilerine mutlak bir iktidar kurmak için laikliği kendi iktidarlarını meşrulaştıran bir felsefe olarak benimsemişlerdir. Devletin resmi bir ideolojiye ve militan laisizme sahip olması, onu toplumda var olan din, inanç, değer ve ideolojiler karşısında tarafsız olmak yerine taraf konumuna getirmiştir. Devletin tarafsızlığını kaybetmesi, onu kimlik ve inançlarla ilgili çatışmaların kaynağı ve merkezi olmasına neden olmuştur.

Devletin toplumu bir hegemonya alanı olarak görmesi ve laiklik adı altında toplumla ve sivil din alanıyla çatışmaya girişmesi ülkemizdeki laikliğin çarpıklaşmasına ve yozlaşmasına neden olmuştur. Laiklik, ülkemizde laisizme dönüşmüştür. Ülkemizde var olan laisizmdir, laiklik değildir. Laisizmin varlığına karşılık laikliğin yokluğu temel sorundur, çünkü laisizm, laikliğin içini boşaltan ve yozlaştıran bir ideolojidir. Laisizm, laikliğin içinden din ve vicdan özgürlüğünü ve çoğulculuğu almaktadır. Laiklik ve laisizm, birbirlerinden farklıdır ve birbiriyle karıştırılmamalıdır. Laiklik, din ve vicdan özgürlüğüyle ve çoğulculukla anılması gerekirken laisizm ise otoriter ve totaliter bir ideolojik duruşu ifade etmektedir. Laikliğin yozlaştırılmış biçimi olarak laisizmden baskıcı laiklik, militan laiklik, laikleştirmecilik, laikrasi, laiklik taklidi, laikçilik, jakoben laiklik gibi ifadelerle söz edilmektedir. Görüldüğü üzere laisizmin bu nitelemelerinde hukuk, özgürlük ve çoğulculuk hiçbir şekilde yer almamaktadır. Başka bir ifade ile laiklik, bireyin vicdan ve inancına dışarıdan yapılacak hiçbir müdahale ve dayatmayı kabul etmezken, laisizm bireyin inanç ve vicdan alanına müdahale edilebilen bir alan olarak bakmaktadır. Her totaliter ve otoriter ideoloji gibi laisizm de çok tehlikelidir, çünkü laisizmde diğer totaliter ve kolektivist ideolojiler gibi devlet gücünü kullanarak baskıyla kendilerini bütün topluma dayatmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğünü, çoğulculuğu ve devletin bütün inanç ve ideolojiler karşısında tarafsızlığı prensibini dışlayan, toplumu maksimum dinden arındırmayı ya da dinin sosyal etkisini minimuma indirgemek isteyen sosyo-kültürel hayatta dini tamamen etkisizleştirerek dini bireyin iç dünyasına hapseder. Dinin toplumsal ve kamusal olarak kendisini görünür kılmasından hoşlanmayan, çağdaşlık, bilimsellik, rasyonalizm gibi izimler adına toplumu devlet gücünü şekillendirme amacında olduğu için kendisi bir ideolojiye dönüşen ve dinimsi bir konuma yükseltilen laisizm, Türkiye’de hiç iyileşmeyen hep kendini tekrar ettiren bir çocukluk hastalığı gibidir.

 Devlet, güvenlik, adalet ve sınırların korunması gibi işlerimizi yerine getirmek için kurulan yapay bir örgütlenmedir. Devletin bu işlerin dışında bize hangi ideolojiyi benimseyeceğimizi, hangi dine inanacağımızı, kısacası bizim için doğru ve uygun olan yaşam tarzının hangisi olacağını söylemek şeklinde bir hak ve görevi yoktur. Devletin resmi olarak herhangi bir ideolojiyi ya da dini benimsemesi insan temel hak ve özgürlüklerine yönelik ihlallerin kaynağını oluşturmaktadır. Devletin herhangi bir dini ya da ideolojiyi resmen benimsemesi halinde, devlet hukukla sınırlanmış olmaktan çıkar, hukuk, ideoloji ya da teolojiyle sınırlanmış olur. İdeolojik ya da teokratik devletin amacı, birey hak ve özgürlüklerini devlete ve gruplara karşı korumak değil, devleti ve ideolojisini bireye ve topluma karşı korumaktır. Resmi bir ideolojinin ya da dinin olduğu bir yerde özgürlük ihlal edildiği gibi eşitlik de ortadan kaldırılmaktadır. Çünkü devlet benimsediği ideoloji veya teolojinin dışında kalan dünya görüşleri, inançlar ve değerler arasında ayrımcılık yapacak, farklı yaşam tarzı ve inançların varlığını tanımayacak, onlardan kendilerini resmi ideoloji içerisinde asimile etmelerini isteyecektir. Birey ve toplumsal gruplar devletin din veya ideolojisine sadık ve bağlı oldukları sürece makbul ve meşru görülmektedirler. Resmi ideolojisi veya teolojisi olan bir devletin farklı din, mezhep, inanç ve ideolojiler karşısında tarafsız olması düşünülemez. İnsan haklarının, din ve vicdan özgürlüğünün toplumsal çoğulculuğun her biçiminin güvenceye alınması için devletin mutlaka her türlü din ve ideolojiden arındırılması gerekmektedir. Devletin ideolojisi ya da teolojisi olmaz. İnsanların ideoloji ve teolojileri olur. Devlet sadece insan hakları ve birey hak ve özgürlükleri karşısında kendini hukukla sınırlamak zorundadır.

Laiklik, bütün din ve inançlar devleti karşısında sınırlarken, laisizm ise devlete toplumu laikleştirme görev ve hakkı vermektedir. Devletin laik olması ile toplumun laikleştirilmesi birbiriyle karıştırılmamalıdır. Devlet eliyle toplumu laikleştirmeye çalışmak, toplumsal çoğulculuğa, temel hak ve özgürlüklere yapılan özgürlük karşıtı bir müdahaledir. Devletin bütün din, inanç ve ideolojilerden arındırılması gerekirken toplumun ise bütün inanç ve değerlerle donatılması gerekmektedir. Toplumu din ve değer açısından çeşitlilikten arındırmak, onu ideolojik veya teolojik açıdan homojenize etmeye çalışmak laisizmdir ve din ve vicdan özgürlüğünün ortadan kaldırılması demektir.

Sivil toplum, devletten bağımsız olan sosyal yaşamdır. Sivil toplumsal alanda birey ve gruplar, başkalarına zarar vermedikleri sürece istedikleri inancı, değeri, felsefeyi ve ideolojiyi benimseyebilir, yaşayabilir, örgütleyebilir, öğretebilir ve yayabilirler. Sivil toplumsal yaşamın ana kurumlarından biri dindir. Dinin olmadığı sivil bir toplumsal alan düşünülemez. Laisizm ise dini sivil toplumsal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak tanımak ve onun özgürlüğünü tanımak yerine, onu sivil toplumsal alandan ayrılmaya ve arındırmaya, sivil toplumsal alanı dinden arınmış bir şekilde yeniden örgütlemeye çalışmaktadır. Başka bir ifade ile laiklik, toplumsal çoğulculuk durumunu olduğu gibi kabul ederken ve onun özgürlüğünü savunurken laisizm ise toplumsal alanın belirli bir dinsel ya da ideolojik çerçevede yeniden inşası anlamına gelmektedir. Laiklik, din ve devletin ayrılığı iken laisizm ise toplum ve dinin ayrılığını hedeflemektedir. Devleti dinden ve ideolojiden arındırmak yerine laisizm, toplumsal hayatın pozitivist temelde laikleştirilmesini hedefleyen yeni bir kültür ve toplum yaratma projesidir.

Laiklik, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korurken, laisizm ise buna baskı ve müdahaleyi meşrulaştırmaktadır. Devletin bir resmi ideolojisinin ve bu resmi ideolojiye göre dinin şekillendiği bir ülkede din özgürlüğünden söz edilmeyeceği gibi vicdan özgürlüğünden de söz edilemez. Laisizm, din özgürlüğünü ortadan kaldırdığı gibi, resmi ideoloji de vicdan özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.

Laiklik ve laisizmin birbiriyle karıştırılmaması ve birbirinin yerine ikame edilmemesi gerekmektedir, çünkü birinin olduğu yerde diğeri yok olmaktadır. Laiklik, her şeyden önce toplumda yaşayan bütün inanç gruplarının –Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Ateist, Alevi, Sünni, Süryani, Keldani, Êzidî vs.bir arada yaşaması için özgürlükçü ve çoğulcu bir çerçeve sunarken laisizm dini alandaki bu çoğulculuğu ortadan kaldırarak tek bir inanç ya da inanç biçimini hepsinin üstüne egemen kılmaya çalışmaktadır. Laikliğin amacı farklılıkları barış içerisinde yaşatmak iken laisizm ise din ve inanç alanına müdahale ederek çatışma ve kaos yaratmaktadır. Laiklik tek başına bir erdem değildir. Laikliğin erdemi, farklılıkları koruyarak barışçıl bir şekilde bir arada yaşama imkânını sunan bir çerçeve olmasıdır. Laiklik, herkesin istediği inanç, ideoloji ve değeri seçmesine, değiştirmesine ve yaşamasına imkân verirken, laisizm din karşıtı bir pozisyon takınarak sosyo-kültürel hayattan dini dışlamaya ve arındırmaya çalışmaktadır. Laiklik, bütün insanları onurlu ve özgürlük sahibi bireyler olarak görür ve herkesin kendisi için seçtiği değer ve yaşam tarzını meşru değerlendirmektedir. Seküler yaşam tarzının dini olana üstünlüğü olmadığı gibi, özgürlük ve çoğulculuk açısından dini olanın da seküler olana üstünlüğü yoktur. Herkesin yaşam tarzı kendisi için değerlidir, önemlidir ve anlamlıdır. Bir dindar için kendisine özgü dini, kılık-kıyafeti nasıl değerliyse, bir punkçu içinde saçının stili ve rengi o kadar değerlidir. Laisizm, bireyleri onur ve özgürlük sahibi insanlar olarak görmediğinden dolayı, bireylerin yapmış olduğu inanç ve değer tercihlerine saygı göstermez, onlara sadece kendi doğru gördüğü yaşam tarzını dayatır ve herkesten onu benimsemelerini ister.

Devlet, bütün dinler, inançlar ve ideolojiler karşısında maksimum düzeyde tarafsız olmalıdır. Laiklik, devleti bütün dinler ve inançlar karşısında tarafsız kılma anlamında çok anlamlıdır ve değerlidir. Ancak laiklik yerine ikame edilen laisizm, ülkemizde farklı bir uygulamaya ve kurumlara sahiptir. Dinin devleti kontrol etmesi teokrasi olduğu gibi, dini yöneten devlette laik ve tarafsız değildir. Ancak dini devletin güdümüne sokan laisizm, ülkemizde rejime göre dini belirlemektedir. İran’da ise dine göre rejim belirlenmektedir. Rejime göre dinin belirlenmesi ya da dine göre rejim belirlenmesi arasında nitelik açısından bir fark yoktur. İkisi de din özgürlüğü ve çoğulculukla bağdaşmamaktadır. Laisizm, rejime göre din isterken ve onu devletin güdümüne koyarken, din ve vicdan özgürlüğü ise, bireyin ihtiyaç ve taleplerine göre dinin belirlenmesi gerektiğini vurgulamakta ve bireyi devlete öncelemektedir.

Rejime ya da devlete göre dinin belirlenmesi, din ve vicdan özgürlüğünün özüne aykırıdır. Din ve vicdan özgürlüğünün korumak istediği dinin, inancın ya da ideolojinin kendisi değildir. Din özgürlüğü, dini değil, bireyin din ve vicdan özgürlüğünü korumak istemektedir. Laisizm ise bireyi değil, belli bir ideolojiyi ya da inancı korumak amacındadır. Din özgürlüğü, kişinin kendisine özgü ihtiyaç ve ideallerine uygun olarak istediği inancı seçmesi, yaşaması ve bunu yaparken keyfi bir şekilde devlet ya da üçüncü bir taraf tarafından kendisine müdahale edilmemesi ve baskı yapılmaması demektir. Din özgürlüğü, bireyi din ve değer alanında özerk olarak görmektedir. Yani din ve değer konusunda yapılacak seçimler ve uygulamalar tamamen bireyin seçimlerinin ürünü olmalıdır. Din özgürlüğü, kısıtlanmamışlık, engellenmemişlik ve müdahalesizlik demektir. Laisizm, bu anlamda din özgürlüğünü ortadan kaldırmakta, din ve değer tercihini bireye bırakmamakta, ona dışarıdan müdahale etmektedir.

Din özgürlüğü, bireyin bir dini benimsemesini içerdiği gibi dini reddetmeyi de kapsamaktadır. Başka bir ifade ile bireyin özgür tercihiyle kendini dinden özgürleştirmesi, din ve vicdan özgürlüğünün bir gereğidir. Ancak bireyin özgür tercihiyle kendini dinden özgürleştirmesiyle, devletin toplumu pozitivizm ve çağdaşlık adına bütün toplumu dinden özgürleştirmeye kalkması aynı değildir. Dinden özgürleşme din özgürlüğünün bir gereği iken laisizm dinden özgürleştirmeyi hedefleyen totaliter kapsayıcı bir proje olarak din özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır.

Devlet, dini bireye ve topluma bırakılmayacak kadar önemli ve hayati görmektedir. Bundan dolayı ülkemizde din sivil toplum ve bireyler tarafından değil, devletin din kurumları tarafından yönetilmekte, yorumlanmakta ve kontrol edilmektedir. Din yöneticisi olarak devlet, Diyanet İşleri Başkanlığı, İlahiyat Fakülteleri, camiler, Kuran kursları, İmam-Hatip liseleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi kendi dini kurumlarını ve din görevlilerini yaratmıştır. Bürokratik din kurumlarının ihdas edilmesi, İslam’ın nihayetinde bir devlet işi olarak anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Dini hayatın her alanını kontrol eden ve yöneten din kurumları sayesinde din, devletin emrine ve hizmetine sokulmuş bulunmaktadır.

Bürokratik din kurumları, dini devletin hizmetine sokmanın yanında aynı zamanda toplumda var olan farklı inanç ve mezheplere karşı dışlayıcı ve ötekileştirici bir tutum takınmaktadırlar. Gayri Müslimler, Aleviler gibi inanç grupları yok sayıldığı gibi Hanefi-Maturidi ilmihali temelinde tek bir mezhebin doktrinini uygulayan ve yayan Diyanet İşleri Başkanlığı, Şafii mezhebi gibi farklı fıkıh ekollerini de dışlamaktadır. Dini açıdan toplumu homojenleştirmeyi hedefleyen Diyanet İşleri Başkanlığı, tek tip bir toplum yaratmanın önemli bir aygıtı konumundadır.

Resmi ideoloji, klişe bir şekilde kul ile Tanrı’nın arasına kimsenin giremeyeceğini, dinin tamamen bireye bırakılması gerektiğini söylemektedir. Ancak din hiçbir zaman bireye bırakılmamıştır. Otoriter laisizm, kul ve Tanrı’nın arasına devleti sokmuş, dini hayatı bürokratik bir faaliyete indirgemiştir. Din ve vicdan özgürlüğü, dışarıdan bireyin inancına hiçbir şekilde müdahale edilmemesini, devletin tamamen dini alandan uzak tutulmasını, dini hayatın tamamen bireyin özgür tercihleri çerçevesinde şekillenmesini, gelişmesini ve çeşitlenmesini gerektirmektedir.

Toplumu devlet eliyle değiştirmeyi ve dönüştürmeyi hedefleyen laisizme her şeyin ölçüsü muamelesi yapılmaktadır. Laikliğe uygun ya da aykırı fiiller şeklinde insanların ve toplumsal grupların düşünce ve davranışları ölçülmektedir. Laiklik, cumhuriyetin tek niteliği olarak ele alınmakta, laik cumhuriyet vurgusu hep ön planda tutulurken cumhuriyetin sivil ve demokratik nitelikte olması gerektiğine hiç vurgu yapılmamaktadır. Liberal demokratik anlayış için asıl vurgu laikliğe değil, din özgürlüğüne ve çoğulculuğa yapılmalıdır.

 Resmi ideoloji, tek etnisite merkezinde bütün toplumu dilsel ve kültürel açıdan homojenleştirmeye çalıştığı gibi din ve inanç açısından da homojenleştirmeye çalışmıştır. Küçük Asya ya da Bin Tanrı ili olarak anılan Mezopotamya ve Anadolu coğrafyası, sayısız uygarlığa beşiklik etmiş, kültürler arası geçişliliğin merkezi olmuş, kültürel ve dini çeşitliliği iliklerine kadar işleyen bir coğrafyadır. Laisizm ve nasyonalizm, bu coğrafyanın çeşitliliğini ve mirasını tanımamakta ve onları yok saymakta ya da asimile etmeye çalışmaktadır. İnsan hakları, din vicdan özgürlüğü çerçevesinde Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasındaki bütün din, inanç ve kültürlerin varlıklarının tanınması, dışlanmaması, ayrımcılığa uğramamaları ve asimile edilmemeleri gerekmektedir. Sadece çoğunluk inancına değil, bütün inançlara din ve vicdan özgürlüğünün gerektirdiği bütün hak ve özgürlükler tanınmalıdır.

Sonuç olarak Türkiye’de ciddi bir din ve vicdan özgürlüğü sorunu olmasının temelinde devletin dini güdümüne alan, din ve vicdan özgürlüğünü dışlayan resmi ideolojisi ve laisizmi bulunmaktadır. Bugün din-devlet ilişkileri bağlamında sorulacak en önemli soru şudur: Türkiye’de din ve çoğulculuk devlete karşı nasıl korunacaktır? Türkiye’de din ve vicdan özgürlüğünün sahici anlamda gerçekleşmesi için devletin dinden elini çekmesini ilkeli ve tutarlı bir din özgürlüğü anlayışı içerisinde talep etmek lazımdır. Bu talep bağlamında laisizmi terk edip din ve vicdan özgürlüğü ve çoğulculuğuna dayanan özgürlükçü bir laiklik açılımına ülkemiz çok acil ihtiyaç duymaktadır.

Toplumu her açıdan tek biçimliliğe indirgemeyi hedefleyen homojenleştirme projesini gerçekleştirmeyi amaçlayan idari, siyasi ve hukuksal yapı, politikalar ve yaklaşımlar, bir arada çoğulculuk ve özgürlük içinde yaşamayı tahrip etmektedir. Toplumu tek tipleştirme, kendisiyle beraber zorbalık, baskı ve yasakçılık şeklinde ortaya koymuştur. Sahte nasyonalizmin ve laisizmin arkasında hegemonik ve baskıcı bir çerçeve vardır. Ve bu çerçeve kendi kendini iflas ettirmektedir. Devletçi nasyonalizmin ve laisizmin, Mezopotamya ve Anadolu coğrafyasında yaşayan farklı kimlik, inanç ve kültürler için tam bir felaket olduğunu söyleyebiliriz. Mezopotamya bugün bir inançlar ve kültürler mezarlığıdır. Mezopotamya kültürleri solan ya da ölen renk olarak gösteriliyor. Laisizm, din özgürlüğünü ve çoğulculuğun güvencesi değildir. Mezopotamya coğrafyası, heterojen yapısıyla ve bu yapıyı devam ettirmekle bilinmekteydi. Çoğulculuk, artık mümkün mü? Tarih boyunca Mezopotamya ve Anadolu’da yaşayan inanç ve kültürler kendi içlerinde farklılaşan monolitik ve homojen olmayan bir yapıydı. İnançlar, metafiziksel düzeyde olduğu gibi sosyo-kültürel düzeyde de çoğulculuğu gerektirmektedir. Ancak laisizm, dinin bütün aşamalarındaki çoğulculuğu ortadan kaldırmaktadır. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında tek etnik yapı ya da tek inançtan söz etmek mümkün değildir. Çoğulculuk ve çeşitlilik, bu coğrafyanın asli karakteri olup dilsel, dinsel ve kültürel çoğulculuğa her zaman zenginlik olarak görülmüş ve ona olumlu değer ve anlamlar atfedilmiştir. Çoğulculuk insan toplumlarının bir realitesi iken kültürel, etnik, dilsel ve dinsel açılardan homojen bir toplumun bir mitten ve yanılsamadan başka bir şey değildir.

Devletin homojen bir ulus yaratma paradigmasının merkezinde insan, onun onuru ve özgürlüğü yoktur. Resmi paradigmanın asıl unsur olarak toplumu etrafında asimile etmek istediği etnik kimlik ve din, asıl öğe, bundan farklı olan din, dil, kültür ve inançlar da öteki olarak kabul edilmiştir. Devletin tekçi anlayışın vasıtası şeklinde kurgulanması ve yapılandırılması, devletin demokratikleşmesinin ve toplumun sahici anlamda özgürleşmesinin ve çoğulculaşmasının önünde engel oluşturmaktadır.

Laisizm bireyden yani insandan soyutlanmış totaliter bir ideolojidir. Dini alan monolitik ve homojen bir alan değildir. Her insan özgün ve özel olduğunda onun din, değer ve inanç konusunda farklı tercihlerde bulunması kaçınılmazdır. Bütün bireyler için geçerli tek ve doğru bir inanç ve teolojinin olduğunu söylemek bireyin özgünlüğüyle bağdaşmamaktadır. Özgün ve biricik bir varlık olarak bireyin kendisine özgü dini ve değer tercihlerinde bulunması din ve inanç alanını çoğullaştırmaktadır. Dini alanın değeri, doğru olduğunu iddia eden bir inancın oraya egemen olmasında değil, farklı inanç ve değerlerin çoğulcu bir şekilde orada yaşayabilmesidir. Başka bir ifade ile, çoğulculuk, dini alana değer vermektedir.

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.