Düşünce ve Kuram Dergisi

Latin Amerika’da Gerillanın Barışı ve Kürdistan

Metin Yeğin

Sevgili okuyucu; Belki de bana çok sık söylendiğinden olacak ama eğer ‘Orası Latin Amerika’ diye başlayacaksanız, bu yazıyı hiç okumayın ve bence hiçbir yazıyı okumayın. Çünkü bütün yazılar, bir bütünün ve o bütüne bakışın, perspektifidir. Tabi ki her ülkenin, bölgenin, halkın genel ya da kendine özgü, çok önemli farklılıkları vardır. Ancak zaten analiz, esas olarak temelde, bu farklılıkların arasından çıkan sonuçların, toplamından başka nedir ki? Bu yazı da, her ülkenin, hatta kıtanın, her biri, bir çok kitap olabilecek, tarihsel geçmişine, direniş hareketine fazla girmeden, ‘barış’ın genel koşullarına, sonuçlarına ve bugüne, gerilla komutanlarıyla, örgütleyicileriyle, yani doğrudan özneleriyle görüşerek, tartışarak barışı, ama eşit, özgür, adil bir barış için inşa deneyimlerini aktarmayı ve önerileri tartışmak istemektedir.

 

Meksika

Zapatistalar ile Meksika hükümeti arasında ateşkes sürecinde uluslararası gözlemciydim. Hükümetin buna ne kadar uyduğunu daha doğrusu ne kadar uymadığını uluslararası kamuoyuna rapor ediyorduk. Günlük işlerimizden biri Zapatista komününde önünden geçen askerleri birlikleri saymaktı. Her gün saat 8.30′da tanklar, panzerler ve adını bilmediğim bir sürü zırhlı araç, havan, bazukalarla en az 100 e yakın araç geçiyor ve ateşkes anlaşmasına göre de 10.30 gibi de geri dönmesi gerekiyordu. Biz her geçişte sayıyor eğer bir kısmı dönmezse uluslararası kamuoyuna bildiriyorduk. Gücümüz bizi Avrupalı zannedip öldürmemelerinden kaynaklanıyordu. Bize dış mihrak diye bakıyorlardı. Ben de cezaevindeki askerlerce sayılmaların intikamını alıyordum. Üniformalarına ve silahlarına göre bir sütuna yerleştiriveriyordum. Zapatistalar hükümetin önerdiklerinin tümünü halka götürüp soruyorlardı. Hükümet bu halka danışmayı anlamıyor Zapatista’ları oyaladıklarını söylerken Zapatistalar “bizim sizin gibi bankalarınız, mesai saatleriniz, borsalarınız yok maya saatimiz var. Toplanırız karar veremezsek yine toplanırız çünkü demokrasi budur” diyorlardı.

Zapatistalar ABD’deki Kızılderililerin yerleştirildiği gibi Meksika hükümetinin önerdiği rezerv alanlarını reddettiler ve sadece bununla kalmayıp barış görüşmelerinde sadece Chipas için yani kendi bulundukları alan için konuşmadılar. Kuzey Meksika’daki işçi hakları için de taleplerde bulundular. Hükümet bu isteklerini geri çekmelerini istedi Zapatistaların sadece Chipas için taleplerde bulunmasını talep etti. Zapatistalar ise “bu demokrasi sorunu, Kuzey Meksika’daki işçilerin hakları bizi çok ilgilendiriyor eğer bunu istemezseniz görüşmeleri kesiyoruz” dediler. Zapatista programı bir bölge talebi yerine, bütün Meksika için, hatta bütün dünya için bir talep haline geldi. Hükümetin tuzağına düşmediler. Talepleri sadece bir bölge için değil, bütün Meksika için bir demokrasi talebiydi.

Görüşmelerin 6 ana başlık altında toplanmasını onayladılar. 1-Komün ve otonomi ile ilgili yerli hakları 2-Yerliler için adaletin sağlanmasının garantileri 3Yerlilerin politik temsili ve katılımı 4Yerli kadınların durumu, hakları ve kültürü 5İletişim yolları 6Yerli kültürünün yayılması ve gelişmesi ve bütün bunların arasında özerklik ve katılım talep ettiler. **

Ateşkes sürecinin başında, her zaman halkın yanında bir rahip olan Samuel Luis tarafından bir ulusal arabulucu komisyon (Conai) kurulması önerildi. Zapatistalar kabul etti. Hükümet ise ihtilaf yaratmaya devam edince, 19 Aralık 1994′te Zapatistalar, bu sefer ‘şiddet içermeyen’ yeni bir askeri saldırı düzenlediler. O gece sivil halkla birlikte, tek bir kurşun atmadan, 38 hükümet binasını işgal ederek Chipas topraklarının yarısını ‘İsyancı Topraklar’ ilan ettiler. İki gün sonra, Meksika parası Peso, bir gecede yarıdan fazla değer kaybetti ve 24 Aralık’ta, yani 5 gün sonra hükümet de Conai’yi arabulucu komisyon olarak kabul etmek zorunda kaldı. Ardından 2 Ocak’ta Zapatistalar, Lacandon ormanlarından 3. bildirgelerini yayınladılar. ‘Ulusal Özgürlük Hareketi’ için yeni bir yapılanma oluşturmaya çağıran bu bildirgede ‘Demokrasi, Adalet ve Özgürlük’ün ancak bütün Meksikalılar ile birlikte gerçekleşebileceğini vurguladılar.

Aynı zamanda Zapatistalar barış görüşmelerinin sonuçlarını ulusal ve uluslararası bir referanduma götürdü. Bu referanduma 1.5 milyon Meksikalı ve 100.000′den fazla yabancı katıldı. Ulusal katılımcıların yüzde 97.5′i Zapatistaların ana isteklerini talep etmeye devam etmelerinin gerektiği yönünde görüş belirtirken, yüzde 92.7′si isteklerin gerçekleştirilebilmesi amacıyla, bütün ülkedeki, tüm demokratik güçlerin, geniş kapsamlı sosyal ve politik muhalefet safında birleşmesi yönünde görüş bildirdi. Bununla yetinmeyen EZLN, yani Zapatistalar, bir süre sonra, 125 kişi ile bir danışma kurulu oluşturdu. Demokrasi ve adalet hakkındaki görüşmelere katılacak bu danışmanlar kurulu; farklı partilerin eski liderlerinden, ulusal borçlu hareketi temsilcilerine, isyancı hükümet temsilcilerinden yazarlara, entelektüellere tek, tek insanları ayrıca hareketleri, kültür gruplarını ve örgütlenmeleri kapsıyordu. Bu ‘akil’ kişiler, farklı fikirlerde olan ama barışa inananlardan oluşuyorlardı. Zapatistalar, bu şekilde barışı, demokratik olarak bütün kesimlerle tartışıyorlardı.***

Meksika da La realidat komününde Sub Kumandan Marcos’la konuşuyorduk. İktidarı değil nasıl bir demokrasi istediklerini anlatıyordu; ‘Biz demokrasiyi düşünüyoruz. Nasıl açıklasam?… Zapatistler için sözcüklerin önemli anlamları vardır ve sözcüklerin sonuçları da önemlidir. Bir sözcük “ne demekse o demektir” diye düşünüyoruz. Bu yüzden biz, bize bir şeyler anlatan insanları dinlemeye çok hevesliyiz. Bir kişi ne söylerse bu doğru demektir. Bu yüzden biz profesyonel politikacılarla geçinemiyoruz çünkü bu çok bilinen bir şeydir ki; onlar bir şeyler söylerler ve başka bir şey yaparlar. Buanlamda demokrasi sözcüğü İnsanların insanlar için hükümet olması demektir. Biz ne söylüyorsak o gerçekleşir. Sorun gücü zapt eden bir siyasal partinin siyasal yönlendirilmesi değildir. Diğer bir deyişle, eğer hükümet temelde toplumdan ayrılmışsa, yabancılaşmışsa, sağ veya sol bir parti olup olmadığının hiç önemi yoktur. Bir rejim oldukça devrimci olabilir fakat eğer toplum yabancılaşmışsa, eğer hükümet toplum için egemen değilse, Dünya tarihinde olduğu gibi kendi kendini yıkarak sona erecektir. O zaman biz, sosyal gücü veya politik gücü elinde tutmaktan daha fazlasını öneriyoruz. Tersyüz edilmiş bir politik ilişki. Hükümet görevlileri kumanda eden değil, görev ihsan edilen delegeler olacaktır ve toplum onları sosyal taleplere itaat etmedikleri takdirde yerlerinden etme gücüne sahip olacaktır.

Kulübede konuşurken bu anlattıklarını ‘Biz mayalar gibi yaşamak istiyoruz.’ Diye tanımlıyordu Sub. Kumandan Marcos. ‘Yani komün olarak.’

 

Guatemala

Guatemala da URNG-MAİZ (Unidad Revolucionaria Nacional Guatemalteca,-Guatemala Ulusal Devrimci Birliği) 1982 yılında dört devrimci hareketin, gerilla grubunun bir araya gelerek cuntaya karşı oluşturdukları bir cephe. Cuntanın, dünyanın her yerinde olduğu gibi işkenceler, faili meçhuller ve yargısız infazlarına karşı sürdürülen direniş, farklı süreçlerden de geçerek 1996 yılında imzalanan anlaşmayla bir anlamda sona erdi. Böylece resmi olarak 36 yıldır süren iç savaş bitti. O dönemin Guetemala Devlet Başkanı Alvaro Arzu ve URNG Genel Sekreteri Kumandan Rolando Moran arasında imzalanan bu anlaşmanın bir diğer imzacısı da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali idi. Bu son anlaşma, daha önce imzalanan anlaşmaların da bir toplamıydı. 1991 yılından itibaren imzalanan bu anlaşmalar, öncelikle politik ortamın demokratikleşmesinden yerli kimliğinin tanınmasına, gerillanın toplumsal yaşama yeniden kazandırılmasından toprak reformuna, URNG’nin yasal politik faaliyet sürdürmesini, Hakikatleri araştırma komisyonun kurulması, sosyoekonomik değişim programlarını ve yerli kadın haklarını içeren farklı birçok anlaşmanın, bütün olarak barış anlaşmasıyla, bir kez daha teyit edilmesiydi.

Bu anlaşmanın, belki de egemenleri teşvik edebilecek iki sonucu oldu. Biri bu barış anlaşması Unesco Barış ödülüne uzanan bir yolu açtı. Diğeri ise daha sonra gerçekleştirilen seçimlerde URNG gerilla hareketinin devamı olan URNG politik partisi, 2003′te ancak yüzde 4.2, 2007′de ise sadece yüzde 3.7 civarında oy aldı.

1997 de yerli hakları kongresine katıldığımda henüz imzalanan barışın coşkusu her yeri sarmıştı. Uzun ve dünyanın en dehşetli savaşlarından birinin ardından, ülkenin yüzde 40’ını elinde bulunduran gerilla, silahlarını kademeli olarak BM’ye teslim ediyordu. Mayalar, devletin ve ölüm timlerinin baskısıyla, sürüldükleri topraklarına geri dönmenin planlarını yapıyordu. O zaman dağlarda görüştüğüm Kumandan Thomas’la,

2009 da URNG’nin meclisteki odasında buluştuğumuzda, bu çözülmeyi konuşurken söyledikleri, bana, bir başka ülkedeki, yine bir gerilla komutanın tanımını hatırlatıyordu; ‘Bu futbol oynarken, birden basketbol oynamaya başlamanıza benziyor. Yani daha önce çok iyi gol atabilirsin ama şimdi basketbol oynuyorsun. ‘ ** URNG’nin seçimlerde ki devlet başkanı adayı Profesör Miguel Ángel Sandoval ise süreci şöyle anlatıyordu;

Barış düşüncesinin nasıl bir şey olduğunu konuşursak. Bir sektör devlet sektörü açısından barış gayet iyi.

Gerilla bitiyor. Silahlı mücadele yok bu iyi. Fakat bizim açımızdan kazanımı çok sınırlı. Hepimiz için çok sınırlı. Sosyal ve Ekonomik olarak şimdi ki barış anlaşması üzerinden 13 yıl geçti. Gazetelere bakın, televizyonu seyredin ve politik tartışmalara bakın bir kent ve yargı reformu ihtiyacı konuşulmakta? Aslında bu barış anlaşmasında söz verilmişti. Yani 13 yıldır yapılmayan şey. Yarım saat önce bir arkadaş geldi toprak komisyonunda, topraksız köylüler için bir yasa ihtiyacından söz ediyordu ki bu da barış anlaşmasında vardı. Yani 13 yıl sonra toprak dağılımında hiç bir değişiklik yoktu. Mali durum hiç de iyi değil. İndian hakları kayıp. Kent de ki güvenlik çökük. Ülkede, hiçbir şehirde güvenlik yok. Yani sonuç olarak barış anlaşması aslında gerçekte sadece bir motive. Yani kurallarıyla bazı temel şeyler içeren var ama sadece motivasyon. Tabi’i ki savaş sona erdi bu çok önemli. Politik olarak seçimlere katılabilmemiz evet bu önemli ama bütün bunlar yeterli değil. Biz ülkemiz de daha çok şey istiyoruz. Bu söylediklerimde ki düşünce barış tamamen kötü demek değil. Savaştan büyük bir yorgunluk vardı. Ülkenin bir büyük sorunu masaya yatırıldı. Ancak Politik, ekonomik ve sosyal olarak, barış anlaşması hiçbir zaman bir ajanda oluşturmadı. Mali reform konusunda, tarım reformunda ve İndian haklarında. Bir güncel mücadele tartışması oldu sadece. Bence bu saydıklarım, barış anlaşmasında daha önde olmalıydı. Çünkü bütün hükümetler kötü zaten… Bir problem var. Bu problemi açıklamak istersek savaş bittiğinde tamamen barış sağlanacağı düşünülüyordu ama hayır. Son zamanlarda çok daha fazla insan ölüyor. Yeni bir fenomenden Narkotrafik ten. Şimdi bu nedenden dolayı herkes ölüyor, daha önce bu yoktu. Biz daha önce toprakların bu şekilde işgal edileceğini, madenlerin bu şekilde ele geçileceğini bilmiyorduk. Kaynakların bu biçimde ele geçirileceğini daha önce bilmiyorduk. Zaten doğal kaynaklar bütün dünya da sona eriyor. Tükendi doğal kaynaklar. İşte bunların ülke dışına taşınmasıyla halkın çıkarlarının çatışması söz konusu. Çünkü madenlerin, petrolün, diğer minerallerin kontrolünü elinde tutuyorlar ve hatta suyunda. Ki çok açık ki insanlık su olmadan yaşayamaz. Normal olan, doğal yaşantının sürdürülmesi bile artık mümkün olamamakta.

İşte biz bu problemleri hesaplayamadık. Aynı zamanda politik aktivistlerin öldürülmesi de devam ediyor. Ne zamanki serbest pazara, piyasaya karşı mücadele ettik 1-2 yoldaşımız öldürüldü. Aynı zamanda diğer direnişlerde de katledildiler. Fakat yitirdiğimiz arkadaşlarımdan özür diliyorum, bu sosyal şiddetin yanında çok küçüktü. İşte bu da, partinin sosyal sorumluluğu altındadır. Sadece devletin kötülüğünden değil aynı zamanda bu topluluğun da sorumluluğu altında. Bir toplumsal hastalığın sorumluluğu, sadece bir aktöre yüklenemez. Guatemala da bu anlaşma sosyal olarak, özellikle sol için önemlidir. Önemli bir düşünce değişimi oldu. Burada en önemli şey insanların kafasında ki değişimin mümkün olabileceği düşüncesiydi. Geleceğin inşa edebileceği düşüncesiydi. Ben ideolojinin ölümünden bahsetmiyorum ama onun zamanın geçtiğinden, bittiğinden söz ediyorum. Şimdi sosyal mücadele devam ediyor, hak talepleri devam ediyor, haklara sahip çıkılıyor ama bu diğer başka bir mücadele biçimi olarak değil. Anlaşma sürekli olarak sol için, bizim için, mücadelemize yardımcı olan bir durum. Solun terörist diye tanımlanmasından bugüne varan bir durum. Neredeyse 15 yıl geçti şimdi daha farklı ama bizim temel mücadelemiz değişmedi. Ben bir anımı anlatıyım bir kaç yıl önce Avrupalı politik sözcü bana sordu ‘ Siz de ne fark etti? Çünkü siz hiç değişmediniz? Ben dedim ki bak, Bizim politik olarak şöyle bir durumumuz var. Eskiden toprağın mülkiyetinde çok ufak bir kesim Guatemala’nın yüzde 80’ine sahipti şimdi de aynı. Eğer toprağın bu durumu değişseydi bende değişirdim. Öyle değil mi? Bence bu örnek her şeyi gayet iyi açıklıyor.

 

El Salvador

Jorge Chefik Nadal ile El Salvador’da konuşuyordum. FMLN (Farabundo Marti Liberacion Nacional Farabundo Marti Ulusal Özgürlük Cephesi) gerilla komutanıydı. El Salvador parlamentosunda ki odasında konuşuyorduk. FMLN parlamenteriydi; Öncelikle söylemek lazım; “Barış imzalanmasının sonucunda iki taraf için de ne değişti?” Bizim açımızdan en önemli şeyler “policiya nasyonel” -ulusal polistasfiye oldu, “policiya nacional guard” -Milli Muhafızlartasfiye oldu. Ayrıca 3-4 tane üst düzey, elit “anti terörist” timi tasfiye oldu. Aynı zamanda ordunun sayısının 15-16 bine indirilmesi ve anayasal olarak da ordunun yeni görevinin belirlenmesi kararı alındı. Ayrıca eskiden ordu için ayrı mahkemeler vardı bu da ortadan kalktı. Yani aslında daha önceki anayasada ordu demek, devlet demekti. Ordu, toprağın babası olarak anılıyordu. Yani artık ordunun yaptıklarından sorumluluğu oldu. Ayrıca eski savaşçıların sivil hayata dönüş koşulları anlaşmada yer aldı. Şimdi barış anlaşmasının ana fikri ordunun eski durumundan farklı olarak görevini sadece ülkeye dışarıdan gelecek saldırılara yani sadece dış saldırılara karşı göre biçimlendirilmesiydi. Aynı zamanda eskiden devlet başkanı, Polisin de başı sayılıyordu. Bu bütün olarak tamamen değişti. Yargının yapısında değişiklik yapıldı. İnsan hakları ihlalleri soruşturması kararı alındı. Gerçekleri Araştırma Komisyonu kuruldu yani bir bütün olarak devletin yapısında bir reform gerçekleşti.

Aynı zamanda gerilla örgütü FMLN’nin politik bir parti olarak örgütlenmesi söz konusu oldu. Yani bu FMLN’nin silahını bırakması, normal hayata geçmesi, politik parti olarak faaliyete geçmesi ve sonuç olarak bugün hükümet olması… İşte bunların hepsi, bu sürecin sonucudur. Barıştan sonra geçen bu 16 yılda sürekli olarak devletin demokratikleştirilmesi mücadelesi söz konusu. Aynı zamanda bu hakların tümü, barış imzasından elde edilmiştir. Anlaşmanın imzalanmasından hemen iki ay sonra başlayan süreçle, bu hakların uygulanması ve yeni bir devletin inşası başlamıştır. Bu; devletin demokratikleşmesi, yeniden inşası, FMLN’nin katılımı ile yeni bir süreç olarak başladı..

Kadın gerilla Kumandanı ve bugünün Orta Amerika parlamenteri Nidia Diaz da süreci ve sonucunu şöyle anlatıyordu. –

-2 yıl tartıştık 2 yıl. Sonra gerçek bir objektif durum ortaya çıktı ve askeri diktatörlüğün bitmesi için bir politika oluşmaya başladı. Bir objektif durum doğdu ve silahlı politik mücadeleyi sürdürebilme durumu da ortadan kalktı. Demokratik bir Salvador inşa edebilme şansı vardı. Askeri diktatörlük sırasında bu mümkün değildi. İnsan haklarının ilkelerinin uygulanması ve Salvador’un demokratikleşmesi şansı ortaya çıktı.

Nasıl barış anlaşması imzaladık? Bazı kabullerle başladık. Gerillanın %20 sinin polise katılabilmesi kabul edildi. Bu bizim ordumuzun demokrasi için talebiydi. Sonuçta 15 kasım 1992 de son barış anlaşması imzalandı. Bu son anlaşmada %20 nin katılması karara varıldı ve imzalandı daha sonra geriye dönüş başladı. Birçok hediye yağdı barışı kutlamak için. Tahtalara yazıldı, el işleri, sanatsal çalışmalar yapıldı. Bir günde gücümüz sona erdi ve bu esnada, cephenin birliği çok önemliydi. Çünkü bir günde değişi, bu sefer barış formunda 60 yıllık diktatörlüğe karşı mücadele etmek gerekiyordu. Bugün benim oğlum cadde de şehir güvenliği yüzünden çekiniyor ama düşünceleri yüzünden değil. Yani kızıl bir tişört giyebiliyor, sosyalizm için bir partide mücadele edebiliyor. Önce böyle bir şey hiçbir zaman mümkün değildi. Hemen ölürdü. Ben ona baktığımda bu politik reformun, nasıl bir kazanım olduğuna dair en azından minimum bir hakka sahip olduğumuzu görüyorum. Değişimi sağlamak için. Yani 18 yıl sonra ‘Biz neyi sağladık? diye düşündüğümüzde ‘Bu sadece, şu madde, bu madde değildi. Aynı zamanda biz dünya sosyal durumuna uyan bir şey yaptık ve anlaşma büyük bir objektif durumun üstüne oturdu. Sonra da 20 yıllık ARENA hükümetini, 1989 dan 1999 a kadar olan süre de adım adım, onun engellemelerine rağmen, demokrasinin Salvador için inşasını sağladık. Çünkü barış kabul edilmiş olsa bile anlaşmanın koşullarını yaşama geçirmek için bir mücadele gerekiyordu. Halkın demokrasiye sahip çıkması. Ekonomik kabuller. Bunlar anlaşmada yazıyordu ama uygulanmadı. Yani işte şimdi demokrasi geldi mi? Hayır. Biz anlaşmadan sonra demokratikleşmeye sadece başladık. Çünkü (bir eliyle bir yolu gösterirken öbür eliyle yanında paralel diğer yolu işaret ediyordu.) bir yandan demokratikleşirlerken, öte yandan neoliberal politikaları sürdürdüler. 1989 da başladıkları bu politikalarla neoliberalizm ile demokrasi birbirinin içine girdi. Birlikte işlemeye başladı ve Neoliberalizm ülkenin bütün kaynaklarının zenginler ve büyük burjuvaziye akmasına neden oldu. Yani zengin olanlar çok daha zengin, yoksul olanlar çok fazla yoksul oldu. Bu çok büyük sosyal problemleri doğurdu ve doğru politikanın uygulanabilmesi için biz tarihsel bir fırsat yakaladık. Politik mücadele, birlik formülü ile seçimlerde oy kullanma korkusunu yendik. Çünkü bu daha önce mümkün değildi. Daha önce cephenin kazanmasından herkes korkuyordu. Şimdi bunu aştık. Haklar, ülke için yönetime ulaşabilmesini sağladı. Çünkü neoliberalizm ile bir sürü kayıp vardı. Halk için politikaları ortadan kalkmıştı.

Barış anlaşmasının imzacıların gerilla komutanı Roberto Canas, barış anlaşmasından 18 yıl sonra konuşuyorduk; ‘Barış; bu müzakere döneminde oluşan 3 objektif durumun sonucudur. Birinci savaşın çok hızlı bir şekilde bitirilmesi için politik bir yol, ikincisi Salvador halkıyla yenilenme ve ülkenin demokratikleşmesi. Askeriyenin 1989 da müzakere için bizimle masaya oturduğunda direk talebi gerillanın silahsızlandırması ve seçimlere katılarak sadece seçimsel bir mücadele sürdürmesi idi. Biz orada hemen söyledik, hiçbir zaman geride bıraktığımız mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Yani savaşın bitimi gerillanın silahsızlandırmasıyla gerçekleşemez. Biz ülke değişirse silahı bırakırız. Bizim silahlı mücadele sürdürmemizin nedeni ülkeyi değiştirmek. Tabiî ki her şeyin değişmesi mümkün değil ama bazı şeylerin değişmesi gerekir… Tabiî ki bu anlaşma silahlı mücadele veren FMLN için bir zafer değildi. Çünkü ekonomik ve sosyal talepleri karşılanmıyordu. Bütün ekonomik, sosyal maddeler barış anlaşmasında kısırdı. Hiçbir zaman anlaşmada ki maddeler patronlarla, işçiler arasında, hükümet arasında durumu tartışmıyordu. Dolayısıyla ülkede bu haklar ortadan kayboldu. Dolayısıyla barış anlaşması kesinlikle ekonomik ve sosyal anlamda bir zafer değildi ama ülkenin değişiminde önemli olan yeni bir ordu, ordu ve polis için yeni bir doktrin, yeni bir polis teşkilatı yeni bir seçim mahkemesi, adalet sisteminin yönetiminin değiştirilmesi fikri-ideası, insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve bir parça da ekonomik ve sosyal maddeleri içeriyordu.

 

Kolombiya***

Dünyanın en büyük gerilla hareketlerinden biri FARC-EP yine dünyanın en vahşi devletlerinden biri olan Kolombiya devleti ile müzakere masasında barış görüşmeleri yapıyor. İlk görüşmelerin ardından Oslo’da bir araya gelen Kolombiya Santos hükümeti ve FARC-EP delegeleri müzakereye Küba’da devam etme kararı aldı. Yaklaşık 50 yıl süren mücadele ve savaşın sonunda, bugün devam eden müzakereler barışı getirecek mi? FARC-EP gerilla hareketi ne istiyor? FARCEP gerilla hareketinin komutanları ve delegasyonu ile barışı, müzakereyi konuşuyorduk. Kumandan Ricardo Téllez, müzakerelerin başlamasının bile gerilla için önemli olduğunu vurguluyordu; ‘Bu nedenle bu diyalog için çok yıl beklendi. Şu anda, çok kısa zaman önceye kadar, bize bir terörist örgütlenme diye söz edenler, bir geceden sabaha bakıyorsun ‘teröristler’ nerede? Bu Kolombiya Başkanı için çok ironiktir. Bu sorunun karakterinin politikliğini, bu durumun nasıl olduğunu yoldaş açıkladı. Bu durumda terörist tanımlaması sona eriyor ve ABD de, Avrupa Birliği de bizle, ‘terörist örgütlenme’ ile bir çıkış arıyor. Hiçbir devlet teröristlerle, uyuşturucu trafiği yönetenlerle bir masaya diyolog için oturmaz. Biz devrimci bir örgütlenmeyiz, askeri politik bir örgütlenmeyiz…’ diye tanımlıyordu. FARC-EP’ nin kadın gerilla komutanı Marcela Gonzales ne istediklerini şöyle anlatıyordu.’: Biz bütün bir çözüm talep ediyoruz. Bütün Kolombiya için, bütün problemler için bir çözüm. Çünkü bu, herkesin hakkı. Biz Kolombiyalıların bütün hakları için mücadele ediyoruz. Bunun içinde eğitim hakkı olmadan, sağlık hakkı olmadan, yaşama hakkı olmadan olabilmesi mümkün değil. Kamu hizmetlerinin ancak yüksek ödemeler karşılığında satın alınabilmesi mümkün değildir. Kolombiya’da çok az oranda insanın hakları vardır. Düşünün çok zengin bir ülke, iklimimizde her şeyi üretebilme şansı var. Ancak bu zenginlikten çok az insan yararlanır. İşte, bu temerküz, sefalete yol açar. Bu radikal durumu ortadan kaldırmak çok zor. Biz bu durumu ortadan kaldırmak için gerillacılık yapıyoruz. Biz ev almak için, araba almak için değil sadece kendi ailemiz ile yaşantımızı daha mutlu olarak sürdürebilmek için değil. Bunu hükümetin de öğrenmesi gerekir. Biz araba, ev ya da hükümeti paylaşmak için değil. Radikal olarak, bütün problemlerin ortadan kalkması için, bir çözüm arıyoruz. İşte bizim masada konuştuklarımız bu. Biz bütün bunlara çözüm bulacağız. ‘

Latin Amerika’nın ve dünyanın diğer ülkelerinden farklı olarak, Kolombiya da müzakereler başladığında, ilk kararlardan biri ateşkes olmadı. Gerillanın Ateşkes ilanına karşın, Hükümet saldırılara devam ettiğinde, FARC-EP verdiği süre ocak 19’u dolduğunda ateşkesi bozarak, eylemler gerçekleştirdi. Hükümetin hiç ateşkes ilan etmemesinin nedenini Ricardo Teles, ‘Kolombiya devleti kriminal bir devlettir diye cevaplıyordu. Buna rağmen müzakere devam etti. Müzakere masasını terk etmeme kararlarını Kumandan Teles; ‘Kolombiya zor bir süreç yaşayacak. Biz FARC, bu süreç içinde, silahlı çatışmaya son verene ve kanı durdurana dek, diyalogu kesmeme kararı aldık. Bu, tam anlamıyla barışın gelmesi demek değildir. Temel olarak şu an için çatışmaların durması demektir. Fakat barışın inşa edilmesi için, ciddi bir politik reforma, ekonomik, sosyal, kültürel, çevresel ortama, yani genel, bir politik bir değişime ihtiyaç vardır. Diğer yandan, öncelikle bir çalışma koşullarının reformuna gerek vardır. Sağlık konusunda, yaşama koşullarında, eğitimde, toprağın dağılımında ve halkın genel yaşantısında ve bunun yanında silahlı kuvvetlerde de bir reforma ihtiyaç vardır… ’ diye açıklıyordu.

FARC-EP’nin dünya basınında yer alan, son yıllarda liderlerini kaybetmesi üzerine müzakere masasına oturduğu iddiasını sorduğumuzda Kumandan Olmeda; Biz silahlı mücadeleyi, kendimizi korumak için değil halk için yapıyoruz. Diye cevaplıyordu.

Havana da 6 ana başlıkta, 52 alt madde de başlayan müzakereler de bu güne kadar birinde anlaşma sağlandı. FARC-EP gerillası ile Kolombiya hükümeti arasında görüşmeler devam ediyor.

 

Kürdistan ve Bir Barış Önerisi

Yukarıda Meksika, Guatemala, El Salvador ve Kolombiya da, doğrudan özneleriyle anlatmak istediğim şey, sonuçta barış anlaşmasının bir son değil, sadece bir başlangıç olduğudur. Kağıt üzerinde çok güzel olan barış, aşağıdan inşa edilemezse ortaya çıkan durumudur bu. Sadece 9 milyonluk bir ülke iken 300.000 kişinin öldüğü, her gün en az 7-8 kişinin öldüğü Guatemala’da, bugün “barış!” var ve her gün en az 20-25 kişi ölüyor. 5 milyonluk El Salvador’da, 150.000 kişinin öldürülüp kaybedildiği savaşın nihayetinde, bugün eski gerilla hareketi FMLN çoğunluğu iktidarda olmasına rağmen, bu barışın sokaklarında her gün 5 misli insan yaşamını kaybediyor. Barış anlaşması sonucunda, halkın önemli kazanımlarından biri olan, ölüm timlerinin lağvedilmesi, ordu ve polisin sayısının yüzde yirmiye düşürülmesi, bugün ironik olarak, FMLN çoğunluklu koalisyon tarafından güvenlik sağlanmıyor diye ortadan kaldırılmak isteniyor. Garip değil mi? Yani önce sokaklarınızı işgal edenleri mücadele edip başınızdan atıyorsunuz, sonra aynı işgalcilere, para verip sokaklarınızı beklemesi için tutuyorsunuz. Polissuç, güvenlik-suç sarmalıdır bu. “Nerede çok suç varsa orada çok polis olur” değildir. Nerede çok polis varsa, orada çok suç vardır. Eşyanın tabiatıdır bu. Meksika’da sadece son 10 yılda, uyuşturucu savaşlarından, 70 bin kişi öldü. Meksika, ABD’ye son geçiş noktasıdır, Türkiye’de Avrupa’ya. Eğer eşitlik, özgürlük ve adalet olmazsa, otoyol kenarlarında sandalyelere oturtulmuş ölüm, bizi seyrediyor olacak.

Barışı, bir başka demokrasiyi aşağıdan inşa etmek gerekmektedir. Hemen kentten ve barınma hakkından başlanmalıdır. Kent toprakları hızlı bir şekilde, evsizlere dağıtılmalı. Kent toprağı, demokratize edilmelidir. Ayrıca bu eylem, Kürt halk önderi Öcalan’ın ısrarla önemini vurguladığı kadınlara yönelik olmalı, kent toprakları kadınlara dağıtılmalıdır. Bu derece geniş ve hızlı dağıtım, Ortadoğu’da ve aynı zamanda bütün dünyada, en kapsamlı mülkiyet değişimini ortaya çıkaracaktır. Bugüne kadar olmuş, bütün mülkiyet değişimlerinden de daha kapsamlı ve derindir. Çünkü sadece kamulaştırıcı bir eylem değil, toplumsallaştırıcı bir muhtevada olacaktır ve dünyada ilk defa mülkiyetin çoğunluğunun kadınların elinde olduğu, bir yeni ülke doğacaktır. Demokratik Modernite bir kadın devrimi değil mi?

Bu Demokratik Modernitenin unsurlarından biri olan, katılımcı ekonominin inşasının yaratılması için Kent reformu-kent topraklarının kadınlara dağıtılması çok önemli bir manivela olacaktır. İnsanlar kendi evlerini, barınma haklarını inşa etmelidir. Radikal inşaat tekellerini, müteahhitleri, bunları finanse eden bankaların faizlerini, moloz kamyonlarına doldurup, evlerinizin temel çukurlarına doldurun. Bu temelden yükselen bir başka ekonomi, demokratik modernitenin, kapitalist moderniteyi yıkıcı bir dinamiği olacaktır.

Kent topraklarının kadınlara dağıtılması ‘yeşil alan’ların ortadan kalkması değildir. Tam tersine yeşil alanların yüksek binalar arasına sıkıştırılmış peyzaj müteahhitlerinin elinden haftalık otlandırılmış alanlar olmaktan çıkartmak, toprağı müteahhitlerden kurtarmak ve sadece gerçek solucanlarıyla baş başa kalmasıdır. Kadınların yani herkesin bahçe içinde evi olması demek, doğrudan yetiştirdiklerimizin soframıza gelmesi demektir. Ekolojik demokrasi, demokratik modernitenin kurucu unsurudur. Ekoloji, kentten kaçmaya çalışan orta sınıfın, hobi bahçelerinde değil ancak demokratize edilmiş kent topraklarında yeşerebilir.

Buaynı zamanda kapitalist ekonominin son yıllardaki tek dinamiği yeni kent inşasından, kentin son kertesine kadar radikal biçimde sermayenin temerküzünden, bizdeki adıyla, ‘kentsel dönüşümün’ elinden kurtarmaktır. Bu kent reformu ile kent topraklarının toplumsallaştırılması, ev yerleri olarak, yani barınma hakkı olarak kadınlara dağıtılması devrimci bir öneridir ama aynı zamanda doğrudan uygulanabilir ‘reformist’ bir öneridir de.

Reformist bir öneridir; bugünün yasaları bile bunun gerçekleştirilmesi için yeterlidir. Cunta anayasası, 82 anayasası konut hakkı başlığı altında 57. madde de ‘Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler’ diye tanımlar.

Reformu destekleyen(!) hukuksal zorunluluk sadece bununla da kalmıyor. 56. madde ‘Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması’ başlığı altında ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir’ demektedir. Belediyeler aslında zaten TOKİ’ye bedelsiz olarak tahsis ettiği toprakların yasal dayanağı da bu anayasal maddelerden kaynaklanmaktadır. Yani belediyeler ya toprağı şu an yaptığı gibi TOKİ müteahhitlerine ya da kendi evlerini inşa etmek için kadınlara vermelidirler. Toprağın toplumsallaştırılmasıdır bu. Ayrıca Türkiye’de en çok erkeklerin sahip olduğu gayrimenkul oranında yüzde 86 ile Hakkari ilk sırada, Yüzde 82 ile Mardin ikinci, yüzde 81 ile Siirt üçüncü sıradadır. Bunun değişmesi gerekmez mi cinsiyet özgürlükçü paradigmada?

Bu öneri devrimci bir öneridir. Erkek mülkiyet düzenin hançerini, ‘mülkiyet’ hançerini kendisine saplamasıdır. Burada mülkiyet kelimesini tırnak içinde yazmam sadece bir imla kuralı değil, konut hakkını klasik mülkiyet kavramından farklı tanımladığım içindir. Ev mülk değil barınma hakkıdır. Eğer ev, birden fazla ya da ihtiyaç çizgisinden öteye geçerse, mülke dönüşür. Ancak aynı zamanda bu ‘mülk’ün kadınlara verilmesi de kapitalist modernite karşısında yıkıcı bir etki yaratır.

Düşünsenize Ortadoğu’da 1 milyon kadınının kendi evinin, toprağının sahibi olmasını… Bu devrimden başka nedir ki? Hem de batı hegemonyasının burjuva nezaketine bulanmış kadın hakları değil, temelden kapitalist modernitenin ilişkilerini sarsacak bir kadın devrimidir. Bunu yapabilme potansiyeli de Ortadoğu’da ve belki de şu an için dünyada sadece Kürt hareketinde vardır. Bu şekilde toprağın toplumsallaştırılması, kentin kadınlaştırılması hareketi aynı zamanda bu potansiyelin radikal devrimci etkisinin bütün dünyada geniş, yaygın engellenemez bir meşruiyet alanı yaratacaktır.

Gerçek bir barışın inşası; ancak toprağın demokratize edilmesi, barınma hakkı, kent reformu gibi radikal süreçlerin, isyanın bugüne taşıdığı enerjinin dinamiği ile olabilir. Yoksa Latin Amerika da ki deneyimler gösteriyor ki, Meksika’da otoban kenarına dizilmiş 8 sandalyedeki cesetler gibi önümüzden akıp geçen otomobilleri seyredenler, barışın(!) Kapitalist modernitenin seyircileri oluruz; sessiz ve ölü…

Gerçek bir barış için bir Kent reformu önerisi tartışmaya değmez mi? Barış için, kent toprakları kadınlara.

 

 

*Bu yazıda ki alıntıların bütününe ulaşabilmek için Gerillanın BarışıMetin YeğinTarem yayınları, Marcos’la 10 günSu yayınlarıGerillanın Barışı KolombiyaMetin YeğinMerve Tuba Tanok-Özgür Politika
* *‘Özerklik ile birlikte katılım ilkesi; Dünya bankasının programı ‘Desantrilzasyon’ u , yani özelleştirmeler ile su dağıtımının, elektriğin, sağlığın ve eğitimin paralı hale getirilmesinin tamamen aksine,doğrudan kaynakların halkın denetiminde olmasını savunur.
*** Yıllardır, yazarak, konuşarak anlattığım Zapatistaların ‘akil kişiler’i, Türkiye’den farklı olarak demokratik bir sürecin parçası olarak önerilmişti.

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.