Düşünce ve Kuram Dergisi

Islah Edici Adaletle Değil Onarıcı Adaletle Hakikatle Yüzleşme

Ebru Günay

Çatışmalı süreçlerden barış süreçlerine geçişte ilk akla gelen ve en çok tartışılan konu hakikatle yüzleşme, neredeyse geçiş süreçlerinin olmazsa olmazıdır. Peki, neden hakikatle yüzleşmek bu kadar önemli? Belki kimileri “yaraları deşmenin ne anlamı var, önemli olan ortak geleceğe bakmak” diyebilir. İşte işin can alıcı noktası budur. Yan, “ortak Gelecek”tir. Barış süreci, ortak bir gelecek inşa etme sürecidir aynı zamanda. Ortak bir gelecek için ortak bir geçmişin olması gerekir. Ya da en azından mevcut geçmişleri bilip anlamak gerekmez mi?

Zira hepimiz biliyoruz ki, çatışmalı süreçlerde tarafların geçmişleri artık ayrı yazılmaya başlanmıştır. Bir tarafta ezilen, haksızlığa, insan hak ihlallerine, işkenceye ve ayrımcılığa maruz kalan bir topluluk, diğer tarafta ise kendi tarihini yazarken kendinden olmayanı aşağılayan, ona her türlü işkenceyi, hak ihlalini reva gören bir topluluk vardır. Dolayısıyla taraflar arasında her geçen gün bilerek veya bilmeyerek bu geçmiş farklılığı derinleşmektedir. O nedenle ortak bir gelecek için geçmiş farklılığının giderilmesiyle işe başlamak en doğru yöntemdir.

Bu süreçlerde çözümü mevcut hukuk sistemi içerisinde de aramak bir yöntem olabilir belki. Ama dünya deneyimlerinden biliyoruz ki bu yöntem kalıcı bir barışı sağlamakta yetersiz kalmaktadır. Hukuk sisteminin bütününü oluşturan yasal mevzuatı, mevcut soruna neden olan zihniyetten bağımsız oluştuğunu söylemek imkânsızdır. Dolayısıyla tarafsız ve objektif yaklaşamayacağı gibi ortak geçmişi yaratmaya katkı sunmada yetersiz olacaktır. Mesela dönemin Güney Afrika’sında mevcut yasal düzenlemeleri Apartheid sisteminden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Doğal olarak da barış sürecinde Apartheid dönemi yasal düzenlemelerinden yararlanmaya kalkışmanın da hiçbir çözümleyici ve onarıcı etkisi olamaz.

Tabi problemi tek başına yasal mevzuatın zihniyetinde aramak yeterli değil. Diğer bir hususta bu süreçte referans alınacak ıslah edici adalet anlayışıdır. Böylesi süreçte referans alınacak ıslah edici adalet anlayışı mı yoksa onarıcı adalet anlayışı mı? Bu konuda karar verip yol almak gerek. Hukuk sistemleri genelde ıslah edici adalet anlayışına dayanarak yol almaktadır. Ancak geldiğimiz aşamada sadece toplumsal sorunlarda değil bireysel problemlerde de ıslah edici adaletin yetersiz kaldığı kanısı hâkimdir. Nitekim hukukçular son yıllarda bireysel problemler içinde onarıcı adalet yöntemine başvurmanın arayışındalar. Birçok ülkede tartışılan onarıcı adalet ve oluşturulan uzlaşma merkezleri bu noktadan hareketle problemleri çözmeye çalışmaktadır. Burada esas olan fail ile mağduru yüzleştirerek daha doğru bir tanımlama ile bir araya getirerek, suç fiilinin neden olduğu sonuçları görmelerini sağlamaktadır. Fail işlediği suç ile mağdurda yol açtığı sonuçları kavradığı oranda suçtan uzaklaşabilir. Zira hepimiz biliyoruz ki, ıslah etmeye çalışarak cezalandırmak suçtan uzaklaştırmıyor aksine suçla bağları güçlendiriyor. Hapsedilmenin öfhesi, yine farklı bir cezai müeyyidenin neden olduğu öfhe çok tanımlanmasa da bir intikam duygusuna sebep olmakta. Tersi durumda da mağdurla yüzleştiğinde ise neden olduğu acı ve yıkımların çarpıcılığı ile sarsılmakta ve suçtan uzaklaşmakta. Mağdur açısından ise faille yüzleşmek acıyı hafifletici ve katlanılır kılmakta. Hepimiz öyle ya da böyle tanık olmuşuzdur böylesi olaylara. Bazen basit bir sorunun cevabını bilmek mağduru rahatlatmaktadır. Mesela “neden ben?” sorusunun cevabını bilmek gibi.

Yale Üniversitesinden Bruce Ackerman, ıslah edici adaletle uğraşma yönündeki her adımı “ahlaki keyfiyetin sürdürülmesi Duruşmalara ilişkin doğru süreçlerden kaçınılmaz sapmalar oluşması nedeni ile yeni bir kurbanlar kuşağının yaratılmasını” yaygınlaştıracağı uyarısında bulunuyor.

Barış süreçlerinde daha çok toplumsal bir uzlaşma ve yüzleşme söz konusudur. Bireylerden yola çıkarak genelleşen sağaltıcı bir adalet anlayışı barış sürecine katkı sunar. Taraflardan biri adaletsizliğe uğradığı için yola çıkmıştır. Nitekim her başkaldırı özünde adaletsizliğe karşı bir tepkidir. Çözüm sürecinde ıslah edici adaletle yol almaya çalışmak çözümden uzaklaştırır. Başkaldırıyı ve muhalefeti bastırmak için uygulanan baskı, işkence, taciz, tecavüz, faili meçhul cinayetler, yine her türlü insan hak ihlalini durdurmak için her mağdur muhakkak hukuksal mücadele yürütmüştür. Maalesef bu hukuksal mücadeleler ya çok zamana yayılarak sürüncemede bırakılır ya da daha baştan ret edilerek bir çeşit inkâra gidilir. Nitekim Türkiye’de 17000’i aşkın faili meçhul cinayetin aydınlatılmaması bununla ilgilidir. Tüm bu sürecin işleme biçimi mağdurlarda adalete ve hukuka inançsızlık ve güvensizlik geliştirir.

Çatışmalı süreçlerde temel problemlerden biri de acıların görünmezliğinin neden olduğu duygu kopukluğu ve yabancılaşmadır. Farklılaşan geçmişlerle beraber farklılaşan duygular da söz konusudur. Sevinçler, hüzünler, acılar, geçmişler gibi ayrılırlar. Bunları tamir edebilmek için de onarmaya (sağaltmayla) yol almak gerek. Zira sevinçler, hüzünler, acılar, geçmişler, hafızalar ortaklaştıkça gelecekler de ortaklaşır ve toplumsal mutabakat sağlanır. Kuşkusuz toplumsal olaylarda bireyler düzeyinde tümden bir mutabakat beklemek büyük yanılgıdır. Ama en azından yaşananları görünür kılarak geçmiş hatalara dönüşü engelleyerek bir toplumsal mutabakat sağlanabilir. Bireysel tepkiler devam edebilir ama geçmiş hataları tekrar ettirecek kadar olmaz. Bugünün Almanya’sında Hitlerin yaptıklarının doğru olduğunu söyleyecek ya da Yahudi halkının yaşadığı acıları inkâr edecek bir Almana rastlamak mümkün değil. Bunu sağlayan da zaman içerisinde yapılan hakikatle ve geçmişle yüzleşmedir. Hakikatle yüzleşme Apartheid rejiminin ırkçılığını Güney Afrika’da herkese kabul ettirmiştir.

Hakikatle yüzleşme de Güney Afrika deneyimi önemli bir emsaldir. Barış sürecinde faaliyet yürüten Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu’nca dinlenen mağdur ve failler duygularını şöyle dile getirmişlerdir:

“İnsan hakları ihlalleri mağdurlarının ve sağ kurtulanların çoğu geçmişi geride bırakmak ve yaşamları üzerinde yeniden denetim kurmak yönünde güçlü bir istek duyduklarını dile getirmişlerdi. Birçoğu komisyon huzuruna çıkmanın yakalarını hiç bırakmayan “yalıtılmışlık kâbusu” nu sona erdirdiğini anlatmıştı İnsanlar önünde. Birçokları sevdikleri insanları kaybettiklerinden bu yana ilk kez huzurla uyuduklarını söylemiştir. Hatta “kırık bir kalbin İyileştirilmesi”nden bahsedenler vardı. Bazı durumlarda komisyon faillerin de bu sayfayı kapatması için bir fırsat sundu. Donmuş hafızalarda kilitli kalmış hatıralar gün ışığına çıktı, bu da bir ölçüde iç huzuruyla yeni başlangıçlar yapma imkânı yarattı. Af komitesi oturumlarında hikâyelerini anlatanların çoğu “arınmaktan gelen” bir iç ferahlığı hissettiklerini, geçmişteki hareketlerinden duydukları pişmanlığı ortaya koyma fırsatı buldukları için şükran duyduklarını dile getirdiler” (Broine, s.26-27)

Hakikatle yüzleşen kişilerin hissettiklerini ve etkilerini bu cümleler en yalın halleriyle anlatıyor. Nasıl ki bireysel öyküler bir anlamda toplumsal öykülere benziyorsa bireysel duygular da toplumsal duygulara benziyor.

Hakikatle yüzleşme de bireysel öyküler işin bir boyutu. Diğer tarafta ise ülke politikalarını belirleyen ve yön veren siyasi boyutu var. Nitekim en tepede yer alan siyasetçilerin çoğu direk suça bulaşmamışlardır. Daha çok söylemleri ve politikaları ile açıktan ve dolaylı olarak bu durumu teşvik etmişlerdir. Belki de kendi görev dönemlerinden çok önce de yaşanmış olaylar olabilir. Bunda önemli olan sorumluluğu fark edip politik akılla sorumluluk alıp tavır sahibi olmaktan geçiyor. Toplumsal mutabakata katkı sunacak en bilinen yöntem ise özür dilemektir. Batı Almanya Başkanı Willy Brandt 1970’te Alman ulusunun lideri olarak bir kuşak önceki Nazi politikaları yüzünden feci acılara maruz kalmış Polonya halkından hem sembolik olarak hem de pratik olarak özür dilemiştir. Varşova anıtı önünde sessizce diz çökmesi hala hafızalardadır. Brandt, baştan beri Hitlere açıkça muhalefet etmiş ve savaşı Norveç’te sürgünde geçirmişti. (Broine, s. 343)

Çatışmalı süreçlerde görev almalarına ve liderlik yapmalarına rağmen özürden kaçınan liderler de söz konusudur. Nitekim De Clerk barış sürecini başlatan anlaşmayı imzalayan Apartheid rejimi döneminin son lideri olmasına rağmen özür dilemekten kaçınmıştır. Bir liderin toplum üzerindeki etkisi düşünüldüğünde hakikati kabul ederek açıktan ifade etmesi toplumsal uzlaşıya katkısı oldukça önemlidir.

Hakikatle yüzleşmeye katkı sunacak başka bir yöntem ise çatışmalı süreçlerde işkence, kötü muamele ya da bir katliamda sembol haline gelmiş mekânlarda bu haksız uygulamaları anlatan müze, anıt gibi merkezlerin oluşturulmasıdır. Böylece geçmiş hataları unutulmaz kılmada yardımı olur. Zira hatalarla yüzleştikçe ve gerçekleri gördükçe tekerrürden uzaklaşmak mümkündür. Bu konuda ülkemizde 12 Eylül darbesinde işkence merkezine dönüş Diyarbakır 5 No’ lu Cezaevi’nin “utanç müzesi” haline dönüştürülmesi talebi bu nedenle önemlidir. Utanç müzesinin hayata geçmesi bir dönemin vahşeti ile yüzleşmektir.

Hakikatle yüzleşmede yöntemler çoğaltılabilir. Zira olayların cereyan ettiği koşullar özgünlüğünde farklı yöntemler bulmak mümkün. Önemli olan hakikatle yüzleşmede cesur, kararlı ve uygulanacak yöntemde de topluma açık olmaktır. Burada medyaya büyük sorumluluk düşmekte doğru bir enformasyon ile yüzleşmenin başarısını arttırmak mümkün. Hakikatle yüzleşmede sadece tarafların dâhil edilmesi değil aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinin katılmasını sağlamak hakikatin gücünü arttıracaktır. Uzlaşma politikasını sadece hükümetler veya uluslararası topluluklar tarafından biçimlendirilmesinden kaçınmak, toplumun çeşitli kesimlerine özerk bir eylem alanı tanımaya özen göstermek gerekir. Ancak bu şekilde uzlaşma kavramı toplumda geniş yer bulabilir ve kamusal tartışma ve mutabakatın konusu haline gelebilir. (Sancar, s. 159160)

Hakikatle yüzleşme topluma mal olduğu oranda başarılı olur. Dolayısı ile toplumun tüm kesimlerinin kendisi böyle bir sürecin içinde görmesi başarıyı arttırır.

Hakikatle yüzleşmede M. Freeman ve P. B. Hayner gerçekçi olmayan beklentilere girilmemesi konusunda uyarıda bulunmaktadır. Bu uyarı göz ardı edilmeyecek bir tehlikeye dikkat çekiyor. Nitekim barış süreçlerinde hakikatle yüzleşme çok sık gündeme geldiği için sihirli bir değnek olarak algılanabilir. Hakikatle yüzleşerek bir anda toplumsal bir mutabakat zor sağlanır. Mutabakatı sağlamak en azından duygular düzeyinde zaman isteyen bir süreçtir. Hakikatle yüzleşme bu süreci kısaltma da yardımcı olabilir. Ve en önemlisi taraflar arasında empati duygusunu güçlendirerek önyargıları aşmada destek olur.

Çatışmalı süreçlerde en çok zarar görenin kadınlar ve çocuklar olduğu tartışmasız bir konu. Hakikatle yüzleşmede kadınlar ve çocuklarla ilgili daha hassas ve ayrı politikalar belirlemek gerekir. Kadınların çatışmalı süreçlerde yaşadığı taciz ve tecavüzün yarattığı travma kuşkusuz göz ardı edilemez. Başlı başına ele alınması gereken bir konu olduğu için de ayrıca bu yazıda değinmeyeceğim.

Hakikatle yüzleşmede maalesef Türkiye’de ciddi sıkıntılar söz konusu. Aydınlığa geçmişi inkâr üzerinden yürüyen bir zihniyet yapılanması söz konusu. Sadece 1900’ler sonrası olaylara bile dönüp baktığımızda saymakla bitmeyecek yüzleşmeyi bekleyen toplumsal sorun var. Her dönem gündeme gelen ve bir türlü yüzleşilmeyen Ermeni Soykırımı, Kürt isyanlarını bastırma yöntemi özellikle Dersim ve Şeyh Sait isyanlarındaki katliamlar, yine 12 Eylül Darbesi, 68 kuşağının yaşadıkları son 30 yıldır devam eden savaşta yaşanılanların hakikatleri açığa çıkmayı bekliyor.

Son yıllarda kimi yöntemlerle hakikatle yüzleşiyoruz. Geçmişle hesaplaşıyoruz algısı yaratılmaya çalışılsa da başarılı olunamadı. Mesela 38 Dersim isyanı ilk elden sözlü kabul edilmese de, gerekirse özür dileriz dense de gerisi getirilmedi. Maalesef ki bir Show aracına döndü ve iktidar tartışmalarına kurban edildi. Zira Dersim isyanında aydınlatılmayı bekleyen katliamlar, sürgün politikaları var. Yine Seyit Rıza’nın ya da Şeyh Said’in mezarlarının yeri dahi bilinmiyor olması Kürt isyanlarındaki hakikatlerin üstünün örtülmesindendir.

Ayrıca gündemde olan ve çokça tartışılan kimi davalarla hakikatle yüzleşip geçmişle hesaplaşıyoruz algısı yaratılmaya çalışıldı. Ama maalesef ki yanıltıcı bir algıdan öteye gidilemedi. 12 Eylül darbecilerinin yargılandığı dosyada bırakalım hakikatle yüzleşmeyi sanıklar duruşma salonuna dahi getirilmediler. Yani yaralara tuz basmaktan öteye geçilemedi. Son 30 yıllık savaştaki katliamlarda, faili meçhul cinayetlerde, yine köy boşaltmaları gibi olaylarda önemli role sahip generallerin ve askerlerin yargılandığı dosyalarda da tüm bunlar görmezden gelinerek bir yargılama yürütülmektedir. Meşhur tabirle Fırat’ın öte yakasında yaptıkları gündeme dahi gelmedi. Oysa ki Kürtlere yönelik yapılan insanlık dışı uygulamalarda bire bir sorumlulukları olan kişilerdi. Sadece darbe girişimi iddiaları ile yargılayarak hakikatle yüzleşilemez. Olsa olsa mevcut iktidarı korumaya dönük bir sonuç ortaya çıkacaktır. Mevcut hukuk sistemi içerisinde böylesi sorunların çözülemeyecek olması sıkıntı iken kanayan bir yaranın acılarını görmezden gelerek yargılamaya çalışmak daha ciddi bir sıkıntıdır. Hakikatle yüzleşme iktidarları meşrulaştıracak ya da güçlendirecek bir araç olamaz. Hakikatle yüzleşme barışı kalıcılaştıracak, toplumsal mutabakatı sağlayacak bir araçtır.

Kürt sorununun çözümünde hakikatle yapılacak yüzleşme Türkiye’nin geçmişi ile yüzleşmesi ve hesaplaşmasındaki sürecin büyük bir kısmını oluşturacaktır. Zira son 30 yıldır devam eden savaşta yüzleşmeyi bekleyen sayısız olay var. 17 bini aşkın faili meçhul cinayet, katliamlar, gözaltında işkence, taciz ve tecavüz, köy boşaltmalar… Özetle sayılmakla bitmeyecek insan hak ihlalleri açığa çıkartılmayı bekliyor. Kürt sorununun çözümünde hakikatle yüzleşmek önemli bir eşik. Nitekim inkâr ve yok sayılmanın neden olduğu adaletsizliğe karşı başlayan bir mücadele ve bu yolda ilerlerken yapılan yanlışlıklarla yüreklilikle yüzleşmeye hazır olduklarını beyan eden bir taraf var. Öte yandan da bunu bastırmaya çalışarak yüzleşmekten kaçınan bir taraf var. Dünya deneyimlerinden yola çıkarak kendi özgünlüklerimizde belirleyeceğimiz yöntemle hakikatle yüzleşme süreci acılarımızın, sevinçlerimizin, geleceklerimizin ortaklaşmasında olmazsa olmazımız. Başarıyı sağlayacak olan hakikatle yüzleşmede cesur ve kararlı olmaktır.

Bir Yahudi deyişi der ki “Hatırlamak kurtuluşun sırrıdır” ve bizlerde hakikati hatırladığımız oranda, hakikatle yüzleştiğimiz oranda geçmiş hatalarımızdan kurtularak ortak bir geleceğe doğru birlikte yürüyebileceğiz.

 

 

Yararlanılan Kaynaklar

1-  Alex BROİNE Hakikat ve Uzlaşma KomisyonuGüney Afrika DeneyimiAram YayınlarıÇev. Aylin Kürkçü

2-  Mithat SancarGeçmişle Hesaplaşmaİletişim yayınları

3-   Mark Freeman ve Priscill B. Hayner Hakikat BeyanıGeçiş döneminde Adalet için uluslararası Merkez (ICTJ)

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.