Düşünce ve Kuram Dergisi

Modernite Krizi, DAİŞ ve Gençlik

Zelal Edessa

İnsanlığın Evren üzerinde yaşam bulabildiği, tek gezegen olan dünyamızın bugün karşı karşıya kaldığı tehlikeleri irdelemek hayati önem taşımaktadır. Birinci doğa (doğanın kendisi) ve onun içerisinde gelişen ikinci doğa olan toplumsallığımız çok büyük krizleri yaşamaktadır. Öyle ki insanlığın var olma ve yok olma tehlikesi, can alıcı bir noktaya gelmiş bulunmaktadır. Acilen çözümü dayatan sorunlar göz ardı edilebilecek türden değildir. İnsan olarak varlığımızı besleyen doğa anamız; insan merkezli devletçi zihniyetin saldırıları karşısında sessizliğini bozmuş durumdadır. Sürekli olağandışı karşılaştığımız doğa felaketleri bunu göstermektedir. Doğanın alt üst olan ekolojik sistemi kapsamlı bir analizin konusu olurken, diğer yandan tüm sorunların-ekolojik sorunlar da dahil- kaynağını oluşturan, moderniteden kaynaklı ikinci doğanın (insanlık) yaşadığı kriz ve beklenen çözümü olmaktadır.

 

İnsanlığın Yaşadığı Krizin Kaynağını Nerede ve Nasıl Aramalıyız?

Tarihsel toplum penceresinden sorunların kaynağına indiğimizde bunun biricik nedeninin gelişen devletçi uygarlık ve onun günümüzde kendini sürdüren hali olan kapitalist modernite olduğu görülecektir. Devletçi uygarlık doğuşundan beri kendisini; ideolojik zor aygıtları ile toplumu ele geçirerek, ekonomik olarak – artık değer- ve tüm toplumsal değerlere el koyma amacı ile kendini var kılmış bir sistemdir.  Tarih içinde sürekli bir olgu olarak kendini var eden devletçi sistem, dönemsel olarak isim değiştirmiş olsa da ancak özünü sürekli korumuştur. Kapitalist modernite; çıkışta gelişen köleci, feodal devlet şeklinde kendini tanımlamıştır. Ancak daha sonra yaşanan bunalımları aşma ve gerçeğini gizlemek için öz korunarak, bazı değişikliklerle birlikte isim değiştirmesi olmuştur. Çünkü modernite birçok yönden kendisinden önceki sistemlerle örtüşmektedir.  Özde aynıdır. Sistemi elinde bulunduran egemen güçler, varlıklarını sürdürmek için bunu bilinçli yapmaktadır. Geliştirilen Köleci, feodal devlet tanımlamaları toplumsal algıyı yanıltma amaçlıdır. Kapitalist modernitenin kökü olan devlete baktığımızda; özünde tüm toplumun değerlerini gasp eden, onun üzerinden kendini yaşatan çete örgütü olarak kurumlaşmasıdır. Hegemonyasını ekonomik, ideolojik, askeri araçlarla toplum üzerinde geliştirerek onu rehin almıştır. Toplum açısından sorunu yaratan en temel olgu olan devletin, amacı ve özü bunu gerektirmektedir.  Amaç toplumu maddi ve manevi olarak her alanda sömürmedir. Özü ise amacı ile bütünleşen ve bunu en çılgınca zor araçlarını kullanarak, insanlık ve doğa açısından yol açtığı tahribatları umursamadan pratikleştirmesidir. Modernite için önemli olan tek şey toplum üzerinde kurumlaştırdığı sömürü tekelinin kâr amacı ve kaynaklarını her koşulda egemenliğine alması, rahatça ulaşımını sağlaması ve çılgınca tüketilmesidir.

Bugün devletin son formatı olan kapitalist modernite aşamasında kendini çok güçlü ve biricik kılmasındaki en önemli etken, ideolojik olarak toplum üzerinde köklü bir hegemonyayı kurmuş olmasıdır. Sorunun en önemli kaynağı toplum üzerinde geliştirdiği zihinsel tutsaklıktır. Tüm toplum kesimlerine hitap eden geniş bir saldırı konsepti ile kendini meşru kılmak istemektedir. Bugün modernitenin kıskacında sarsılan, bunalım yaşayan insanlık gerçeğimizi kim inkâr edebilir ki? Aynı şekilde toplumun her alanda yaşadığı ağır krizleri ve özelde gençliğin yaşadığı modernite hastalığı nasıl izah edilecek, buna yönelik çözümümüz nedir? Küresel boyuta ulaşan krizlerin aşılması açısından cevaplanması gereken önemli sorular önümüzde durmaktadır.

O nedenle kapitalist modernitenin yaşadığı krizin daha derinlikli incelenmesi gerekmektedir. Kürt Halk Önderi Öcalan bu konuda tarihsel toplum boyutunda çok değerli ve insanlık için hayati önem arz eden tespitler, çözüm formülleri ve perspektifler geliştirmiş bulunmaktadır.  Konuyla bağlantılı kısa bir alıntı, soruna ilgiyi artırmak açısından önemli olacaktır. “Modernitenin bireyini egoist yapan anlayış, öznelcilikle yakından bağlantılıdır. Bunun sağlıklı ‘ben’ yerine bencilliğe yol açması, tüketim toplumuna götüren temel güdümlenime bağlanır. Öznellik ‘ne Kadar benlik, o Kadar hakikat’ saplantısından da sorumludur. Kapitalist sistem bu düşünce yapısına çok şey borçludur. Başta edebiyat olmak üzere, sanat alanına yansıtılan bu düşünce tarzı sanal dünya yaratımıyla sonuçlanmıştır. Sanat endüstrisi aracılığıyla tüm toplumu etkisi altında tutarak, sisteme muhtaç olduğu meşruiyeti katmanlı olarak sağlar. Toplum anlık olarak sanal bir dünyanın bombardımanı altında tutulup, öz düşünüm olanağını hep yitirmeyle karşı karşıya bırakılır.[1]

 

Modernitenin Gençlik Hastalığı

Modernite yaşadığı bunalımı gizlemek için en çok gençliğe yönelmektedir. Gençliğin her an kinetik enerjiye dönüşebilen gücünü kullanarak kendini “genç” göstermek istemektedir.  Adına kapitalist modernite denilse de özünde yaşlanmış, 5 bin yıllık devletçi uygarlıktır.  Bu isim onun günümüzdeki maskesi, biçim değiştirmiş kılıfıdır. Genç olma olgusu her zaman gelecek için umut yaratmaktadır. Modernitenin de kendini sonsuz kılma özleminden dolayı gençlik kesiminin sırtından kendi varlığını sürdürmek istemektedir. Toplumun en hızlı değiştirici, dönüştürücü dinamiği olan gençlik gücü azımsanmayacak bir potansiyeldir. O nedenle modernitenin gençliğe stratejik bir yaklaşımı elzem olmuştur. Toplumu zayıf kılmak ve kendi denetimine alabilecek kıvama getirmek için en çok gençliği kullanmaktadır. Bu da anlaşılır bir konu olmaktadır. Çünkü tüm toplumlar için gençlik, gelecek ve varlığını sürdürmenin en temel öz dinamiği olmaktadır. Gençliği, toplumsal hakikaten çıkarılmış bir toplumun, sonu felaketle sonuçlanmaktan kurtulamaz. Toplumu kültürel, ideolojik, etik ve politik olarak sahiplenecek, onun öz ve fiziki korumasını yapacak olan kesim gençlik olmaktadır. O nedenle toplumsal hafızada gelişen  “Gençlik Toplumun Bu Günü Ve Yarını “ belirlemesi yerinde olan toplumsal bir hakikati ifade etmektedir.

Çağımızda modernite tüm silahlarıyla;  ideolojik, kültürel ve askeri olarak gençliği bir kuşatmaya almış bulunmaktadır. Önemli ölçüde başarılı da olabilmiştir. Günümüz itibari ile gençliğin yaşadığı sorunlar, toplum açısından telafisi olmayan faturalar doğurmaktadır.  Kapitalist modernite gençliği kof bir duruma getirmek için özel yöntem ve araçlar geliştirmiştir.

Bunlar şu şekilde değerlendirilebilir:

Modernite, insanlık tarihi boyunca toplumu ayakta tutan, koruyan ahlaki-politik dokusuna yönelik bir saldırı geliştirmiştir. Bugün yaşanan toplumsal kriz ve çöküntünün ana sebebi dibe doğru giden ahlaki çöküntüdür. Ahlaki dokusu güçlü olan toplumun, modernitenin sapkınlıklarını kolay kolay kabul etmeyeceği bilinmektedir. Modernitenin topluma dayattığı bu sapkınlıklar -özelde gençliğe yönelik- ulus-devlet, milliyetçilik, dincilik, bilimcilik, para, vb. olguları tanrılaştırıp toplumsal zihni çarpıklaştırmasıdır.  Buna ek olarak da, her gün üç “S (Seks, spor, sanat)” lerle geliştirdiği saldırılarla toplumsal zihni felç etmek istemektedir. Bunu her gün kullandığı medya-iletişim aracılığı ile yapmaktadır.  Üç “S”ler modernitenin sapkın ideolojisini pekiştiren temel saldırı araçları olmaktadır. Böylece gençlik başta olmak üzere tüm toplumsal kesimlerde olabildiğince bireyciliği, bencilliği hortlatarak toplum içerisinde büyük bir kaos ve kriz yaratılmıştır.

Modernitenin medya dışında geliştirdiği toplumsal yıkım aracı, sistemin okul ve üniversiteleri olmaktadır. Tarihsel toplum diyalektiğinden kopuk, anlama ve bilmeyi parçalayan, toplumsal bilimleri değersizleştiren eğitim anlayışı ile bireyi toplumdan zihinsel ve ruhsal olarak kopartmaktadır. Bu haliyle demokratik topluma üye yetiştirme yerine kendi sistemine kadrolar yetiştirmektedir.  Öyle ki, tüm okullar modernitenin birer kadro üretim mekânları olmuştur. Gençlik üzerinde çocukluktan başlayarak, üniversite ve sonrasında kurumlarında memurlaştırma süreçlerine kadar kapitalist kişilik yetiştirilmektedir. Bu şekliyle modernite kendini toplumsallaştırmaktadır. Sistemin şerbetini içen toplum modernitenin birer savunucu ve sürdürücü kadrosu olmaktadır. Kürt Halk Önderi’nin bu konudaki şu tespitleri konuyu daha anlaşılır kılacaktır: […]Toplumun uygarlık tarihi boyunca devlet ve iktidarın eğitim aracıyla kendine karşı yürüttüğü savaştan en çok darbe almış olduğu rahatlıkla belirtilebilir. Toplumların eğitim hakkı gerçekleştirilmesi en zor haklarıdır. Ulus-devletin ve ekonomik tekellerin devasa güçleri karşısında toplumun eğitim yoluyla varoluşunu sağlamak, tarihin en zorlu dönemine girmiştir. İdeolojik hegemonya son iletişim devrimiyle tüm toplum üzerinde yürüttüğü medya savaşıyla (sömürgeleştirmeyi askeri, ekonomik yönü kadar, belki de ondan daha yoğun ve çaktırmadan yürütmesi nedeniyle) daha başarılı bir yeniden kültürel sömürgeciliği yürütmektedir. Toplumun bu kültürel fetih ve sömürgeciliğe karşı en temel varoluş araçları olan kendi öz ahlak ve politik mücadelesiyle direnmesi tek özgürlük ve kurtuluş yoludur. Gençlerini kaybeden toplum veya tersine, toplumunu kaybeden gençlik yenilmiş olmaktan öte kendi varlık hakkını kaybetmiş, ona ihanet etmiş demektir. Gerisi çürüme, dağılma ve yok olmadır. Buna karşı temel toplumsal görevi, varoluşunun temel araçları olarak kendi eğitim kurumlarını geliştirmektir. İçerik olarak bilimsel, felsefi, sanatsal, dilsel yorumlarını bilim-iktidar yapılanmasından ayrıştırmaktır. Anlam devrimini başarmaktır. Aksi halde toplumsal varlığın ahlaki ve politik dokularını görevsel kılmak mümkün olmaz.”[2]

Diğer önemli bir olgu, modernitenin kendi ideolojisini hâkim kılmak için tüm sanat dallarını; edebiyat, müzik, film vb. hepsini hizmetine koymasıdır. Sanatta en çok işlediği konu “Anı Yaşama” felsefesi olmuştur. Tüm tarihsel toplum değerlerini reddeden, ona saldıran bu  “nihilizm”  anlayışı, gençliğin sloganı olmuştur. Bu saldırı ile toplumsal belleksizliğe adım adım sürüklenmiştir. Bugün gençlik açısından karşılaştığımız tablo toplumdan-kendi köklerinden kopmuş, , tüketime, güdülere, maddiyata doymayan,  bir yandan çılgınlaşan diğer yandan vurdumduymazlığa dönüşen, kendi güdülerinin esiri olan bir yığına dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmadır.  Özellikle sistemin sanal âlemle günün her anında geliştirdiği sapkın düşüncelerle tüm toplumsal kesimlerde geliştirilen bilinç-duygu çarpıtması ile sorunlar daha da derinleştirilmiştir. Hiç şüphesiz modernitenin sapkınlıklarının dışında kalan, kendini korumak isteyen ve ona karşı mücadele eden kesimler de vardır. Bunlar sistem karşıtı muhalif- devrimci- demokrat- sosyalist-ekolojist-kadın özgürlükçü örgütlenme ve hareketler olmaktadır. Bugün Kürt Özgürlük Hareketinin geliştirdiği mücadele bu konuda tarihsel önem taşımaktadır. Öcalan’ın “Demokratik, Ekolojik- Kadın Özgürlüçü Toplum” paradigması temelinde gelişen özgürlük hareketi bugün kapitalist modernite karşısında en önemli anti-tez ve alternatif model olarak gelişmekte, toplumsallaşmakta ve devrimsel gelişmelerle Ortadoğu’da yaşama dönüşmektedir. Kapitalist modernite karşısında demokratik modernite, tüm Ortadoğu ve dünya insanlığı için umut olarak yükselmektedir.

Sistemin saldırıları karşısında gençliğin geldiği aşamaya baktığımızda çok vahim sonuçlarla karşılaşmaktayız. Sistemin buldozer çarkından geçen dünya gençliği, bugün büyük bir kimlik bunalımını yaşamaktadır. Toplumun bir üyesi olmasına rağmen, kendini onun karşıtı gören ve ona karşı savaş içinde olan bir pozisyona girmiş bulunmaktadır. Bu konuda da gelişen demokratik, devrimci ve özgürlükçü kesimler – özellikle Öcalan’ın felsefesi ile devrim yaratan mücadeleci Kürt gençliği farkını, Ortadoğu’da geliştirdiği devrimsel gelişmelerle ortaya koymuştur. Bunun dışında kalan gençlik kesimi ise tarihsel toplum hafızası ile oynanan, ne yapacağı belirsiz ve toplumsal yıkımı gerçekleştirme potansiyeli olan bir konuma gelmiştir. Devrimci mücadele dışında kalan gençliğin büyük bir çoğunluğu, DAİŞ’e malzeme olmaktadır. Bu konuda son yılların Ortadoğu’da yükselen DAİŞ faşizminin gençliğe yönelik geliştirdiği politikalar bu gerçeğin derinliğini gözler önünde sermektedir. DAİŞ’in bu politikası karşısında devrimci Kürt gençliği öncülüğünde Türkiye ve dünyanın farklı ülkelerinden gençlerin katılımı ile gelişen “Kobanê”  direnişi önemli olmaktadır.  DAİŞ’e karşı fedaice savaşan, onu yenilgiye uğratarak, toplumsal devrim başarısına imza atan güç, bu gençlik kesimi olmuştur.  Bu anlamıyla küresel düzeyde yaşanan gençlik krizine alternatif-demokratik mücadele çizgisi ile tavır geliştirmenin somut örneğini göstermiştir. Bu direnişe doğru bir yaklaşım ve destek sağlanırsa,  “Dünya Demokratik Gençlik Federasyonu” gibi bir örgütlenmenin ön aşaması olarak tarihsel bir rol oynayacaktır. Gençlik boyutunda yaşanan kriz küreseldir. Mücadelesinin de küresel boyutta olması sorunun aşılması açısından önemlidir.

 

Yükselen DAİŞ Faşizmi, Gençliğin Kimlik Bunalımının Sonucudur

Ortadoğu’da sisteme karşıt olduğunu iddia eden DAİŞ çete örgütünün devletten daha devletçi geçinmesi ve imparatorluklar peşinde koşmasının nedenlerinin irdelenmesi önemli olacaktır. Son yılların yükselen DAİŞ faşizmi akıllara durgunluk veren bir gerçeği taşımaktadır. Çoğu zaman bu örgütsel yapılanmayı ve faaliyetlerini tanımlamada hayli zorluk çekmekteyiz. Kurgu filmlerini aratmayan, gerçek olan dehşet bir tablo ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Topluma karşı saldırıları akıllara durgunluk verecek düzeydedir. Nedir bu DAİŞ? Kimin eseridir? Her şeyi ile insanlık değerlerine saldıran, bitiren böyle bir yapılanma nasıl oluyor da her geçen gün nicel ve nitel olarak kendini büyütüyor? Kendini etkili kılma imkânını elde edebiliyor? DAİŞ’e karşı Kürt Özgürlük Hareketi PKK’nin mücadelesi olmasaydı belki de bugün Rakka’da yapılanan bir merkezini Türkiye ya da Avrupa’da kurmuş olacaktı demek abartı olmaz. Çünkü amaçları belli, “İslami Cihat” ile dünyayı fethetmek! İstediklerini gizlemeden açıkça ileri sürüyorlar. Karşılarında ciddi anlamda direnecek bir güç yoksa neden ilerlemesinler? Kaldı ki, Sünni Müslümanlar dışında tüm kesimleri de kâfir -yok edilmesi gereken düşman- olarak görüyorlar. Sıkça görüldüğü gibi fırsatını bulduklarında yok etmeyi düşündükleri şeyi yok etmekten geri kalmıyorlar.

DAİŞ gerçeği incelendiğinde şu gerçeklik ortaya çıkacaktır. DAİŞ kapitalist modernitenin pisliklerinin toplamından doğan gayri meşru çocuğudur. Her ne kadar modernitenin sürdürücüleri bugün DAİŞ’i terör örgütü olarak tanımlasalar da onu bizzat kendilerinin yarattıkları gerçeğini değiştiremezler. DAİŞ modernitenin, çığırından çıkmış gerçekliğinin eseridir. Bugün kapitalist modernitenin DAİŞ’e karşı savaşan görüntüsü, bu gerçeği değiştirmez.  DAİŞ’in yöntemleri ile kapitaslist modernitenin Ortadoğu tarihi, kültürü ve toplumları şahsında insanlığa saldırısıdır.

Kapitalist modernite, toplumu var eden yaşamsal dokularla bu kadar oynamasaydı, toplumun bel kemiği olan gençlik kesimini amaçsız, düşüncesiz bırakmasaydı, belki de bugün böyle bir dehşetle karşı karşıya kalmayacaktık. Öyle ki, “İnsan insanın kurdu olmuş” gerçeği tüm çıplaklığı ile insanlığımızı bu kadar derinden yakmayacaktı. Her gün yayınladıkları video görüntüleri ile insanlığın ne kadar öldüğünü bize hatırlatmayacaklardı. Tüm dünyanın gözü önünde canlı canlı yakılan, kafaları kesilen insan görüntüleri, insana o anda “öldüğü” duygusunu yaşatmayacaktı. Tüm bunların kaynağı kapitalist modernitenin kendisi ve gençlikte yarattığı derin kimliksel krizdir. Çünkü gençlik kendi kökü üzerinde yetişmiyor. Okullarda gördükleri modernitenin ideolojik eğitimi, yaşamın her anında medya aracılığı ile uğradıkları ideolojik bombardıman altında ucube olmakta, kişiliksizleşmektedir.

Denilebilir ki, yaşamın en dinamik, arayışçı olan gençlik kesimine modernitenin bu müdahalesi böyle bir durumu geliştirmiştir. Gençliğin bellek yitimi gerçekleştirildiği için kendi benliğini yanlış yerlerde aramaktadır. Gençlik, uyuşturucu, şiddet eğilimi, yakıp yıkma eğilimi ile kendi olabileceği yanılgısına düşmüştür. Çünkü sistem toplum dışı olan her şeyi ona aşılamıştır. Oysa hakikat bunun tersidir. Birey toplumu ile var olabilir, yaşam imkânı bulabilir. Diğer türlüsü,  ‘‘bu da nereden ve nasıl çıktı?’’ diye bizi şoka uğratan DAİŞ gerçekliği olur.  Bizi şok eden bu gerçeklik, her gün toplumdan çaldığı çocuklarla beslenir. DAİŞ gerçeği giderek, kapitalist modernite için  “Kendim ettim kendim buldum dünyası” olmaktadır. Bu durumu daha derinlikli incelemek önemli olacaktır. Çünkü DAİŞ mantar gibi birden bire çıkmamıştır. Kendini oluşturduğu, güç aldığı ittifakları, mekânı ve zamanı görmek önemli olacaktır.

DAİŞ, örgütlenme olarak kapitalist modernitenin icat ettiği ve toplum karşıtı olarak uyguladığı tüm yöntem ve araçları kullanarak kendini var etmiştir. Kapitalist modernite, ideolojisini topluma yaymak için kadını meta olarak kullanmaktadır. DAİŞ de aynı şekilde kendi militanlarını, kadınları (özellikle genç kadınları) kullanarak ikna etmektedir. Biri özgürlük adı altında kadın şahsında toplumsal köleliği yaygınlaştırırken, diğeri de kadını kullanarak cennet vaadi ile gençleri canavarlaştırmaktadır. İkisinde de meta olarak sunulan kadın olgusu vardır. DAİŞ ‘te kapitalist modernite kadar kadını taciz, tecavüz, kırımdan geçirmektedir. Bunu 2014 Ağustos’unda tüm dünyanın gözleri önünde yapmıştır. DAİŞ’in Şengal’e yönelik geliştirdiği katliamda,  kaçırılan binlerce Êzidî Kürt kadınına yaşatılan kâbus bu olmuştu.

Kapitalist modernite gençliği yoldan çıkararak, kendini sürekli kılmaktadır. DAİŞ’ in en önemli gücü gençlik olmaktadır. Yalanlar, dolanlar, tehditlerle toplumun çocuklarının akıllarını çalarak, birer canavara dönüştürmektedir. Bunu özellikle modernitenin geliştirdiği uyuşturucularla yapmaktadır. İnsanın insan olmaktan çıkmasını, insanın genetik, biyolojik yapısını bozan ilaçlarla yapmaktadırlar. Bu icatlar moderniteye aittir,  fark kullanımı ile deşifre eden DAİŞ olmuştur. DAİŞ, tuzağına düşürdüğü gençleri kimyasal-biyolojik müdahalelerle insan dışı bir olguya DAİŞ’e canavara dönüştürmektedir. Özellikle ilaçlarla belleksiz bırakıp her türlü vahşeti terörist yaptığı kişilere yaptırmaktadır. Bunun gibi nice yöntemler daha sıralanabilir. İnsanlıkla-toplumla alakası olmayan yaratılan bu ucube yaratık, kısaca modernitenin eseri olmaktadır. Ve kaynağı da yine modernitenin yaratıp yaşattığı gençlik bunalımıdır.

 

Gençlik, DAİŞ Faşizmine Karşı Demokratik Modernite İle Mücadele Edecektir

Küresel açıdan tüm insanlık için tehlike arz eden DAİŞ faşizmi ile mücadele etmek için, sorunun sosyolojik boyutta doğru çözümlenmesi gerekmektedir. Bu gün DAİŞ ‘le mücadele ettiğini iddia eden güçlerin, -Kürt özgürlük hareketi olan PKK dışında- bu konuda ciddi bir mücadeleleri söz konusu değildir. HPG-YJA-Star ve YPG-YPJ’nin Rojava ve Şengal’de DAİŞ’e karşı geliştirdiği mücadele salt bir fiziksel savunma değildir. Toplumu, maddi ve manevi değerleri ile koruyan bir mücadeledir. Bu mücadele Rojava ve Şengal’de Kürtleri ve diğer halkları; dayatılan kültürel, fiziki soykırımlardan, diasporalardan koruyarak gelişmiştir.  Katliamdan geçirilmek istenen halkları hem korumuş, hem de toplumsal savunma sistemini inşa etme sürecini başlatmıştır. Özellikle öz yönetim ve öz savunma konularında toplum güçlü kılınmaya çalışılmaktadır. Bu coğrafyada yaşanan savaşın sebebi olan ve toplumu dağıtan, mültecileştiren dış güçlerin politikalarına PKK’nin verdiği cevap Kürt Halk Önderi’nin felsefesi temelinde “xwebun olma’’ (kendi olma) ve öz varlıklarını, vatanlarını koruma mücadelesini yükseltmektir. Bu temelde yaratılan özgür Kürtlüğün öncü gücü gençliktir. Diğer devletlerin DAİŞ faşizmi ile mücadeleleri sözde ve kimi zaman da yalan dolu olmaktadır. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan da esas olarak DAİŞ’le işbirliği yaparken güya ona karşı mücadele ettiğini ileri sürmektedir. Ama özellikle Kobanê direnişi sürecinde DAİŞ’e yaptığı yardımları ispatlayan ve kısmi olarak da basına da yansıyan sayısız belge vardır.

Gençlerin neden böyle bir çete örgütünü tercih ettikleri doğru tahlil edilmelidir. Bilindiği gibi DAİŞ çoğu elemanını internet üzerinden ikna ederek, kazanmaktadır. Sanal âlem üzerinde kapitalist modernitenin (başta kadın ve para gibi vaatleri olmak üzere) “avantajlarıyla” ikna olan kişiler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, bir yolunu bulup DAİŞ merkezine gitmektedirler. Bir yandan korkunç derecede anlamsızlaştırılan bir yaşam; diğer yandan biriken gençlik enerjisi ve gücü var. Toplumsal akışa kanalize edilemeyen, daha doğrusu modernite tarafından bilinçli saptırılan ve yaşama amaçsızca saçılan bir gençlik potansiyeli var. Bugün toplumsal değerlerle örgütlenemeyen, boşluğa bırakılan gençliği korumak gerekmektedir. Toplumun çocuklarını koruma ve doğru eğitme görevi vardır. Bu görev ihlal edilmiştir. DAİŞ bir anlamda da bu çok yönlü ve derin ihlalin sonucudur.

Sorunun kaynağı bellidir. Modernite ve yaşadığı krizin toplumu parçalaması ve gençliği kullanmasıdır. Bunun için öncelikli olarak modernite ile mücadele gereklidir. Bugün modernitenin toplum açısından tüm özgürlükleri sağlayan ve en gelişkin sistem olma iddiası tümden iflas etmiştir. Modernitenin toplumsal yaşamda geliştirdiği sosyal, siyasal, askeri alandaki ağır krizleri aşmak için onun ideolojik zihniyetine karşı büyük bir mücadele vermek gerekmektedir. Bunun için en başta sistemin toplumda hâkim kılmak istediği cinsiyetçi, bilimcilik, dincilik, tek ulus, tek devlet anlayışı ve onun faşizmine karşı radikal mücadeleden geçmektedir. Diğer önemli bir konu da en çok kullandığı gençliğe doğru yön vererek, kendi öz savunmasını geliştirme fırsatını yaratmaktır. Gençlik toplumun çocuklarıdır. Bu görev öncelikli topluma düşmektedir. Ancak bu konuda bilinç yetersizliği söz konusudur.

Toplumsal gerçekliğe baktığımızda; ailelerin en temel yanılgısı ve kaygısı çocuklarını mücadeleden ne kadar uzak tutarlarsa o kadar korumuş olduklarını sanmalarıdır. Bunun için gençler sisteme muhalif olmasın, yaşamı sorgulamasınlar diye ellerinden geleni yapmaktadırlar. Onlara kendilerini bulmaları için gereken doğru yönlendirme yapılamamakta, imkânlar sağlanamamaktadır. Modernitenin tüm pisliklerini virüs gibi anında yayan her türlü teknik imkân ve kullanım serbestliği tanınmaktadır. Sistemin bataklığına giden birey, kendini özgür sanmaktadır, aile de bunu böyle görmektedir. Tarihsel toplumun on binlerce yıllık ahlaki değerlerini özümsetmeyi gerilik olarak görmektedir.  Oysa tersine, gençliğin toplum içinde kendi varlığını doğru tanımlaması, ona karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi; ahlaki-politik bilinci kazanmasına bağlıdır. Toplum, modernitenin “özgürlük” algısını aşamadığı için, çocuklarını koruyamamaktadır.  Yine toplum, canının her istediğini yapma, kendini dağıtma ve toplum değerlerine ters düşmeyi yadırgasa da; gençliğin yaşaması gereken “gençlik hevesleri” olarak görmektedir.  Oysa bu konuda doğru yön ve bilinç verilirse bataklığa sürüklenme yaşanmayacaktır.  O nedenle toplumun, demokratik ahlaki-politik dokusuna göre gençlerine kişilik kazandırması, doğru yaşamın temel ilkesidir. Bu da günümüzde kapitalist moderniteye karşı keskin bir mücadele duruşu ile olabilir. Bu anlamda mücadele yaşamın bir kanunudur. İnsanlık tarihine baktığımızda  “Yaşam=Mücadele” olduğu görülecektir. Mücadelenin olmadığı yerde sürekli nesne olma vardır. Toplum için özne olma rolünü moderniteye bırakırsak karılaşacağımız gerçeklik, yaşamda anlamın yitimi olur.

Toplumun diğer bir yanılgısı; yaşamı özünden saptıran modernitenin okullarını geleceğin özgürlük kapısı olarak görmesidir. Sistemin bu kurumlarında kurbanlık koyun olarak hazırlanan gençlerinin gerçeğinden habersizdir. Yapması gereken gençlerini kurtarmak için kendisinin olan eğitim hakkını, sistemden geri almasıdır. Ancak bu konuda toplumda yaşanan şaşkınlık aşılmamıştır. Nitekim her gün gençliğin yaşadığı bunalımın, bulaştırıldığı kirli işlerin ve suçların nedenleri bile doğru tahlil edilememektedir.

Abdullah Öcalan’ın modernite konusundaki şu tespitini vurgulamak hayli önemli olacaktır.

Günümüzde, daha doğrusu kapitalist modernitede nesnelcilik pozitivist okul ve üniversite kurumlarıyla, öznelcilik ise her türlü ruhçuluk ve dincilik kurumlarıyla sağlam yer tutup iki yönden meşruiyet üretirler. Birer hakikat yönteminden, rejiminden çok, sistemin yağdanlığı rolünü oynarlar. İktidar ve istismarın meşrulaştırıcı kadro ve kurumları olarak, çıplak zor ve sömürü kurumları kadar işlevselliğe sahiptirler. Bir kez daha karşımızda ‘iktidar hakikattir’, ‘bilim güçtür’ deyişiyle bütünleşen sistem güçleri söz konusudur. Hakikat arayışı, ‘şirket’ olarak da değerlendirebileceğimiz sermaye-bilim-siyaset üçgeninde somutlaşan oyunun adıdır. Bu oyunun dışında her hakikat arayışı ya sistemin düşmanıdır, yok edilir, ya da içlerine çekilerek eritilmeye çalışılır. Anlamın büyük yitimi karşısında maddi uygarlığın en gelişkin aşamasıyla kuşatılmış bulunmaktayız. Sermaye-bilim-politik güç çemberinden kurtuluş nasıl sağlanacaktır? Nietzsche’den Michel Foucault’ya kadar özgürlük filozoflarının cevabını aradığı bu soru kolayca cevaplandırılacak cinsten değildir. Modernite karşısında ‘iğdiş edilmiş toplum’ ve ‘insanın ölümü’ yargılarına giden bu filozofları anlamak gerekir. Ölüm kampları, atom bombası, etnik temizlik savaşları, çevre yıkımı, kitlesel işsizlik, yaşamın aşırı sıkışması, kanserde artış, AIDS türü hastalıklar bu yargıları doğruladığı gibi, karşı hakikat arayışlarını da o denli ivedi ve gerekli kılmaktadır.”[3]

Tüm bu sonuçların kaynağı, yukarıda da belirtildiği gibi modernitenin yaşadığı bunalım ve toplumda yarattığı zihinsel kriz olmaktadır. Modernite, yaşamı bitirmiştir. Gerek geliştirdiği savaşlar gerekse insanların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar yoksul, işsiz bırakılması, ahlakın bitirilmesi, her gün yaşanan onlarca çatışma ve savaşlardan dolayı evsiz yurtsuz kalan, mülteci olan, yeni yaşam arayışında ölümden kurtulamayan bir toplum psikolojisi ile toplum dağılmıştır.  Kendini dış ve iç saldırılara karşı koruyacak toplumsal bir örgütlenme de söz konusu değildir. Tüm bu boşluklar DAİŞ faşizmine zemin olmaktadır. Devletler düzeyinde destekler de cabasıdır. Yapısal olarak tüm yaşananların ustası, mimarı kapitalist modernitedir.

Kürt Özgürlük Hareketi Kürdistan’da yürüttüğü mücadele ile tüm dünya halkları için, kapitalist moderniteye karşı duruşta önemli bir tarihsel deneyim yaratmıştır. Bu deneyim, bir halkın gençlerini kapitalist modernitenin saldırılarından koruma açısından da incelenmeye değerdir. Örneğin Rojava devriminde; gençlik kendisini gerçekleştirerek, hem kendi halkını hem de kardeş halkları ve kimlikleri koruyabilmiştir. Tüm bunlar demokratik modernite zihniyeti ile yapılmıştır.  Bu konuda önemli olan bir diğer husus DAİŞ’e karşı savaşan halk gerçekliğinin yaratılma çabasıdır. Bunun sadece Kürt halkı açısından değil, bu saldırılarla karşı karşıya olan Ortadoğu’nun diğer halkları açısından da yapılması gerekmektedir. Toplum gençlerini DAİŞ’e kaptıracağına, doğru bilinçle örgütleyerek, hem gençlerini hem kendilerini koruyabilmelidir. Kürt özgürlük hareketinde yaşanan gelişmeleri kendisine örnek almalı ve ittifaklar geliştirmelidir.  Sorun büyümüştür. DAİŞ Ortadoğu’da geçen son 30 yılın kaotik durumundan faydalanarak kendini güçlü örgütlemiş bulunmaktadır. Ona karşı kapsamlı ve küresel düzeyde bir mücadele gerekmektedir. Modernitenin krizinde yolunu, kendisini kaybetmiş gençliğe emek vermek, kendisini, doğru yolu bulacak imkân ve zeminleri oluşturmak gerekiyor.

 

 

 

[1] Öcalan, Abdullah. Demokratik Uygarlık Çözümü II: Kapitalist Uygarlık. Amara Yayıncılık. İstanbul: 2015
[2] Öcalan, Abdullah. Demokratik Uygarlık Çözümü II: Kapitalist Uygarlık. Amara Yayıncılık. İstanbul: 2015
[3] Öcalan, Abdullah. Demokratik Uygarlık Çözümü II: Kapitalist Uygarlık. Amara Yayıncılık. İstanbul: 2015

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.